Kimdir

Johannes Brahms kimdir? Hayatı ve eserleri

Johannes Brahms kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1833-1897) Alman besteci. Klasik biçimleri Romantizm’den etkilenmiş bir üslupla işleyerek 19.yy’ın yenilik arayışları karşısında, klasik tarzın ve geleneksel müziğin evriminin en son ve en yük­sek noktasını oluşturmuştur.  7 Mayıs 1833’te Hamburg’da doğdu, 3 Nisan 1897’de Viyana’da öldü. Babası Johann Jakob, beledi­ye tiyatrosunda kontrbas çalan bir müzisyendi. Oğlu­nun müzik eğitimini önce kendisi üstlendi ama Johannes yedi yaşına gelince özel ders alması gerekti­ği anlaşıldı. On yaşına gelince, öğretmeni Otto Cossel onu eğitmesi için kendi öğretmeni ve Hamburg’un önde gelen müzik ustalarından olan Eduard Marxsen’ e başvurdu. Marxsen Johannes’in yeteneğini sezerek derslerde yalnız piyano tekniğine değil, kompozisyon konularına da ağırlık verme gereğini duydu.

Çok geçmeden, Brahms, küçük besteler ve halk ezgilerinden derlemeler yapmaya başladı. Bu dönemde, bir yandan okul ödevlerini yapmak, öte yandan ailesinin geçimine katkıda bulunmak amacıyla kon­serlere katılmak, gece kulüplerinde, gemici meyhane­lerinde çalışmak zorunda kalmış, sağlığı da bozul­muştu. 1847 ve 1848 yazlarını bir aile dostlarının kent dışındaki evinde, daha az çalışarak geçirdi.

1848 sonlarında, besteci Brahms olarak Ham­burg’da ilk konserlerini verdi. Bunlarla önemli bir başarı sağlayamadığı için geçim kaygısıyla yeniden sıradan işlere döndü. Ancak 1850’de Yahudi asıllı Macar kemancı Eduard Remenyi ile tanışması ve daha sonra ise ünlü kemancı Joachim’i dinlemesi, yaşamı­nın akışını derinden etkiledi.

Remenyi ile Brahms üç yıl süreyle konser turlarında birlikte çaldılar. Bu işbirliğinin, çingene ezgilerini yakından tanıması dışında, Brahms’ın sana­tına bir katkısı olmadı. Brahms, Hannover’de Remen­yi ile birlikte verdiği bir konserde Joseph Joachim’le tanıştı. Bu keman ustasının Johannes’in yapıtlarından övgüyle söz etmesi genç sanatçıyı yüreklendirdi.

Joachim, Brahms’ın önce Liszt’le, sonra da Schumann’la tanışmasını sağladı. Liszt, genç besteciy­le ilgilenerek onu kendi çevresine katmak istedi. Ama Brahms Liszt’in yaşadığı Weimar’daki Altenburg Sarayı’nın resmiyetine ve buradaki müzik anlayışına uyum gösteremeyerek, onun yanından ayrıldı. Buna karşılık, Schumann’la derin bir dostluk kurdu. Schumann’ın güncesinde 30 Eylül 1853 tarihinde “Bugün Brahms beni görmeye geldi… Bir deha!” tümcesi yer alır. Schumann, Neue Zeitschrift für Musik dergisinde Brahms’ı büyük övgülerle tanıtan bir yazı yazdı. Tanışmalarından altı ay sonra Robert Schumann akıl hastanesine kapatıldı. Brahms, ölümüne değin onunla ilgilendi ve eşi piyanist Clara Schumann’a yaşamı boyunca destek oldu.

Brahms, 1857’de geniş bir çevresi olan Clara’nın yardımıyla Detmold’da, Lippe Prensi’nin sarayında yarı resmi bir göreve getirildi. 1860’ta yeniden Ham­burg’a yerleşti. Bir kadınlar korosu örgütleyerek yönetimini üstlendi.

1862’de Hamburg Filarmoni Orkestrası’nın yö­neticiliği boşaldı. Brahms da bu görev için düşünülen birkaç kişiden biriydi. Atanma isteğinin sonucunu beklerken ilk kez Viyana’ya gitti. Orada bir süre kalarak bir dizi başarılı konser verdi. Henüz yirmi dokuz yaşında olması neden gösterilerek yöneticiliğe eski bir şarkıcı olan arkadaşı Julius Stockhausen getirildi. Bu sırada Viyana Şan Akademisi’nden gelen yöneticilik önerisini kabul etti. Bir yıl geçmeden bu görevden ayrıldı, ama geziler ve konser turları dışında ölünceye değin Viyana’yı yurt edindi.

Sanatçı, 1872’de Anton Rubinstein’dan boşalan Viyana Müzik Dostları Derneği’ne baş yönetici ola­rak atandı. Kentin bu en iyi müzik örgütünde üç yıl kadar çalıştı, koro yanında Viyana Filarmoni Orkes­trasını da yönetti.

Yaşamının son on yılını oldukça tekdüze, olaysız geçirdi. Geniş halk kitlelerince seviliyor, çeşitli ülke­lerdeki pek çok resmi kuruluşun ilgisini, saygısını topluyordu. Ne var ki üç büyük dostunu yitirmesi onun için büyük bir acı kaynağı oldu. Bu dostlar, Avusturya-Macaristan imparatoru Franz Joseph, bir zamanlar sevmiş olduğu, yasam boyu ilişkisini sürdür­düğü Elisabeth von Herzogenberg ve dostu Clara Schumann’dı. Clara’nın ölümünden sonra Brahms bir ivedi çöküş dönemine girdi. 1897’de karaciğer kanse­rinden öldü.

Brahms’ın karakterinde, davranışlarında gözlemlenen en belirgin nitelik köylülüktü. Aslında köy kökenli sayılmazdı. Elbe Nehri’nin tenha bataklıkla­rından kente göçmüş bir baba ile kent emekçisi bir anneden doğmuştu. Ne var ki, yaşamı boyunca imparatorun baş dostu olduğu zamanlarda bile köylü kalmayı yeğledi. Tutkularını denetleyebilmesi, düşün ve ideallerini ödünsüz bir inatla savunması, dehasının patlayan, fışkıran türden değil de durağan nitelikte olması, karakterinde baskın olan “köylülük”ten kay­naklanır.

Brahms hiç evlenmedi. Bir kez Agathe von Siebold’la nişanlandı. Agathe bestecinin evlenme ka­rarını sürekli ertelediğini anlayınca, ilişkisini kesti. Sol Majör Altılı, Pıyanolu Beşli ve ünlü Wiegenlied (“Ninni”), bu sırada yaratılmış ürünlerdir.

Brahms, bunalımlarını geride bırakma duygusu verdiği için sık sık yolculuğa ve konser turnelerine çıkmışsa da, Viyana’da yerleşik bir yaşam sürmüştür. Ancak, Avusturya başkentinde yerleşmiş olmasına karşın hiçbir zaman Viyanalı olmadı. Yaşantısı, gö­rüşleri, beklentileriyle koyu bir Alman yurtseveri olarak kaldı. İngiliz ve Fransız olan her şeyden nefret ettiği söylenebilir. İlk gençliği uzlaşmazlıkların, sa­vaşların ve siyasal etkinliklerin merkezlerinden uzak­ta, Hamburg’da geçtiği için 1848 devrim hareketinden etkilenmemişti. Ancak, Fransa-Prusya Savaşı’nı günü gününe, artan bir ilgiyle izlemiş, giderek bir ara Prusya ordusuna gönüllü yazılmayı kafasına koymuş­tu. “Demir Başbakan” diye anılan Bismarck’a tapıyor, “iblislerin başı” dediği III. Napoleon’dan nefretle söz ediyordu. Prusya’nın yengisi üzerine gösterişli bir Zafer Şarkısı besteledi. Fazlaca bir değeri olmayan bu parça unutulmuştur.

Brahms, daha Remenyi ile birlikte konserler verdiği dönemde, önemli besteler yapmıştı. Çoğu piyano parçalan ve sonatları olan bu yapıtlar, günü­müzde de konser programlarında yer almaktadır. Daha sonra da, en çok piyano ve insan sesi için ürünler vermeye devam etti. Önce bir senfoni olarak başladığı Birinci Piyano Konçertosu’nu 1858’de tamamladıktan sonra, on beş yıl boyunca orkestra müziği bestelemedi. Buna karşılık, piyano, oda müzi­ği, koro yapıtları ve şarkı alanlarındaki verimi her zaman yüksekti. 1873’te Joseph Haydn’ın Bir Teması Üzerine Çeşitlemeler7i tamamladı. On eserin iki piyano ve orkestra için iki ayrı uyarlamasını yapmıştı. Böylece, 40 yaşındayken, yeniden orkestra yapıtları vermeye başladı. Yirmi yıllık bir dönemde, dört senfoni, Festival Uvertürü, Trajik Uvertür, ikinci Piyano Konçertosu, Keman Konçertosu, Keman ve Viyolonsel için Konçerto gibi, bu alanın seçkin örnek­lerim yarattı.

Brahms’ın çok verimli bir besteci olmasına kar­şın, orkestra yapıtlarına yönelmesindeki bu gecikme, onun müzik anlayışıyla ilişkili olarak düşünülebilir. Besteci, geçmişin büyüklük ve değerlerine derin bir hayranlıkla bağlanmıştı. Bu değerler karşısında yeni, düzeyli yapıtlar verebilmek, ona çok güç gözükmüş­tü. Orkestra müziğine yönelmek için de, uzun bir hazırlık döneminden geçmeye gerek duymuş olduğu söylenebilir. Bu konuda aşırı alçakgönüllüdür Brahms. “Halk, geçmişteki o büyük ustaların yapıtla­rını unutmamış olsaydı, ben de çağdaşlarım da, bestecilikten ekmek yiyemezdik” der.

Öte yandan, bütün alçakgönüllülüğüne karşın, müziğin evrimini en iyi kavramış kişinin de kendisi olduğuna inanıyordu. Çabasını, hemen tümüyle, bu evrimin başlıca üstünlüklerini süzüp çıkartmaya, özümsemeye yöneltti. Kendinden önceki ustaların yapıtlarım titizlikle inceledi; bunların bilinçli, ısrarlı tanıtıcılığını yaptı.

Müziğin evrimine ve geleceğine ilişkin böyle bir tavır, Liszt ve Wagner gibi o dönemin önde gelen bestecilerinden oldukça farklıydı, hatta onların anla­yışının karşıtı sayılırdı. Liszt ve çevresi, 19.yy ortala­rında, yenilik arayışlarını öne çıkaran, geleneklere bağlı kalmak istemeyen gelişmelerin odağını oluştu­ruyordu. Brahms da Joachim’le birlikte, bir süre Liszt’in başını çektiği “Yeni Alman” okulunda yer aldı, ama 1860’ta bu akıma karşı yayımlanan bir manifestoya imzasını atarak, onunla bağlarını ko­pardı.

Brahms’ın yaşadığı dönemde, müzik evreni, en başta Wagner’in önayak olmasıyla siyasal partileri andıran gruplara ayrılmıştı. Düşünce ve biçimde Klasik akım geleneğine bağlı kalması nedeniyle tutu­culuk ve duygusallıkla suçlanmıştır. Bu aşırı yorum­lar, bir çeşit çekişme ortamının sonuçları savılır. Yine de, Wagner’in ağırlıkla dramatik özellikler taşıyan sanatı ile Brahms’ın lirik müziği arasındaki fark belirgindir. Brahms, Liszt’in ilk önemli örneklerini verdiği senfonik şiire ve genel olarak programlı müziğe hiçbir yakınlık ve ilgi göstermemiş, klasik senfoni biçimini yeğlemiştir. Wagner’in tersine, sahne yapıtı yazmamıştır. Yapıtları müziğe eklemlenen bir duyarlıkla yüklü olmakla birlikte, bu onların soyut müzik olarak bestelenmiş oldukları gerçeğini değiştir­mez. Bu açıdan, Brahms, düşünce ve duygu olarak hayli benzeştiği Schumann’dan bile farklıdır. Schumann’ın müziğinde yazınsal ve görsel öğeler sık sık öne çıkar. Brahms’ta ise biçim ve uyumluluk duygusu kesinlikle ağır basar.

Brahms’ın bu eğilimi, onun özellikle klasik biçim ve tekniklerde uzmanlaşmasını da beraberinde getir­miştir. Besteci, sağlam ve tutarlı bir yapı, uyumlu bir bütün oluşturmaya her zaman öncelik verdi. Bununla birlikte, onu sadece klasik tarzın büyük bir ustası saymak doğru olmaz. Brahms, çağının romantik eğiliminden de etkilenmiş, geliştirdiği kişisel üslubun­da yetkin bir anlatım düzeyine de ulaşmıştır. Bu bakımdan, Schumann’ın önerisine uyup, biçime ege­men olarak anlatım olanaklarını ve özgürlüğünü alabildiğine geliştirmek istemiştir.

Brahms, Bizet ve Verdi gibi bestecilerle birlikte biçim kaygılarının öne çıkarılmadığı, daha özgün bir anlatım amaçlanarak geleneksel kalıpların kırıldığı, yepyeni müzik yazma tekniklerinin denenmekte ol­duğu Romantik Çağ’da Klasizm’in geleneklerine bağlı tutumuyla bir karşı akım oluşturmuştu. Özellikle Beethoven’in kalıtına sahip çıkmak istiyordu. Liszt- Wagner grubunun üyesi, ünlü müzik adamı Hans von Bülow, önceleri genç besteciyi ciddiye almayıp kü­çümsemiş, sonradan onun müziğine yakınlık, giderek hayranlık duymaya başlamıştı. Onun, Brahms için “Büyük B’lerin üçüncüsü” deyimini kullanması, bü­yük gürültülere, uzun tartışmalara yol açmıştır. Ger­çekten de, B’lerın ilki olan Barok tarzın ustası Bach’la geç 19.yy’ın Neo-Klasik Brahms’ı arasında koşutluk kurma olanağı yoktur.

Buna karşılık, uyandırdıkları etki açısından yer yer Beethoven’la kıyaslanabilir. Ancak Beethoven’in müziğinde duygular, duygulanışlar, ruhsal olaylar iç içedir. Hangisinin ne zaman, nerede ortaya çıkacağı, nasıl gelişeceği hemen anlaşılmaz. Brahms’ta ise bir ruhsal olay bir defada ve uzun uzun çözümlenir. Beethoven’daki üslup çeşitliliği, renklilik, yapıttan yapıta farklılık gösterirken Brahms’ın üslubunda aynı zenginliği gözleyemeyiz. O, daha çok dingin, dengeli bir müzik düşünürü sayılır. Öte yandan, bu dinginli­ğin ardında mizahtan trajediye dek değişen bir anlatım gücü sezilir. Özellikle senfonilerinde “etkile­me” düşüncesini de fazla önemsememiş, yapısal gelişme ve orkestrasyon kaygısını önde tutmuştur. Yine de, senfonileri Beethoven geleneğinin devamı sayılır ve onun senfonileriyle tonal benzerlikler bile taşır. Brahms’ın Birinci Senfoni’sinin son bölümünün temasıyla Beethoven’in Dokuzuncu Senfonisi’nin korolu bölümünde işlediği tema nerdeyse aynıdır. Nite­kim, “Brahmsseverler” bu yapıt için, yine Hans von Bülow’un yakıştırdığı “Beethoven’in Onuncu Senfo­nisi” adını kullanmışlardır.

Brahms’ın müziğinde armonik yapı çelişkiler taşır. Yer yer yalınlığı yeğlemesine karşın, birçok 19.yy bestecisi gibi süslü, zengin bir armonik yapı ona da çekici gelmiştir.

Çağında, artık modası geçmiş olan kontrpuan tekniğini (iki ya da daha çok sayıda karşıt-ezginin, tek tek kişiliklerini yitirmeksizin, yeni ve değişik bir müzikal doku yaratma amacıyla kullanılması) kullan­maya doğal bir eğilimi vardı. Si Minör Intermezzo, Mi Bemol Majör Rapsodi ve Üçüncü Senfoni nin andante bölümünün ana teması bu kullanımın ince, sade örnekleridir. Brahms’ta tema ya da ezgi yaratma yeteneğiyle bunları müzikal form içinde işleme yete­neği birbirini bütünleyen iki öğedir.

Brahms, dönem açıcı bir besteci değildir. Tersi­ne, onun verimi, bir devri kapatmış, bir çeşit sonsöz söylemiş sayılır. Geçmişin örneklerinden hiç ayrılma­mış, bunlarda bulduğu güçlülüğü en yetkin düzeye ulaştırmak istemiştir. Böylece, kendinden sonraki bestecileri, yenilik yönelişleriyle başbaşa bırakmış gibidir.

Orkestra müziği:

Senfoni:

Konçerto:

Diğer:

Oda müziği:

Piyano müziği:

Sonat:

Çeşitleme:

Vokal müzik:

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 19. cilt, Anadolu yayıncılık, 1984