Johannes Althusius kimdir? Hayatı ve eserleri
Johannes Althusius kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1557-1638) Alman siyaset felsefecisi ve hukukçu. Toplumsal sözleşme kuramını ve doğal hukuk öğretisini savunmuştur. Westphalien bölgesindeki Diedenshausen’de doğdu, ölüm yeri bilinmemektedir. Ailesi ve ilk gençlik dönemi konusunda da yeterli bilgi yoktur. 1581’den sonra Köln’de Aristoteles felsefesi üzerinde çalıştı. Basel’de Roma Hukuku okudu. Bu dönemde Calvinci din görüşünün etkisinde kaldı. Hıristiyan inançları, Roma Hukuku ve o çağdaki demokrasi görüşleri Althusius’un düşüncelerini biçimlendiren, geliştiren etkenlerdir. Bu etkenlerin ışığı altında, Basel’de kamu ve din hukuku üzerinde çalıştı. 1586’da doktorasını tamamladı. Roma Hukuku ile felsefe arasında bağlantı kurdu; özellikle devlet felsefesinin hukuk ilkelerinden kaynaklandığı görüşünü benimsedi. Bu çalışmaların yanı sıra Herborn’da Calvinci öğretiyi yayan bir yüksek okulda Roma Hukuku ve felsefe dersleri verdi. 1594’te profesör oldu, 1597-1604 arasında rektörlük yaptı. 1604’te Ostfriesland’a gitti, Emden Meclisi’ne üye oldu.
Althusius görüşlerini kamu yönetimi ve devletler hukuku konularında yoğunlaştırmıştır. Felsefeye toplum düzenini ilgilendiren sorunlardan yola çıkarak yaklaşmıştır. Althusius, genel olarak Calvinci öğretinin siyaset felsefesiyle bağdaştırılmasını, özel olarak da Aristoteles’in siyaset anlayışının geliştirilmesini amaçlamıştır.
Althusius’un başyapıtı olan ve 1603’de yayımlanan Politica Methodica Digesta et Exemplis Sacris et Profanis Illustrata (“Yönetim Politikası Yöntemleri”) insan topluluklarının bütün biçimleri üzerine bir incelemedir. Burada ileri sürülen siyaset kuramı, toplumsal sözleşme düşüncesine dayanmaktadır. Althusius’un siyaset kuramı dini otoriteden kaynaklanmaz. Bu bağlamda naturalist bir kuramdır ve Aristoteles’in siyaset anlayışına yaklaşır. Althusius’a göre, insanların gruplar halinde birleşmesi doğal bir olgudur. Toplum, Hobbes’un ileri sürdüğü gibi, dış nedenlerle açıklanacak “yapay bir nesne” değildir. Althusius’un sözleşme kuramı, hem toplumsal sözleşmeyi, hem de yönetici ile halk arasındaki iktidar sözleşmesini kapsamaktadır. Toplumsal sözleşme bir toplumun temelini oluşturur. Toplumdaki insanlar, birlikte yaşamayı ve bunun yarattığı yasalara uymayı kabul etmekle, kendi aralarında üstü kapalı bir anlaşma yapmışlardır. Toplumda ikili bir yasa egemendir. Bu yasa, bir yandan topluluğun türünü tanımlar; öte yandan topluluğun ortak işlerini yürütecek bir otorite yaratır ve bunu sınırlar.
Althusius toplum birimlerini beş ana türe ayırmıştır: aile, korporasyon, yerel topluluk, taşra ve devlet. Taşranın ya da yerel toplulukların birliğinden oluşan devletin ayırıcı özelliği, egemenliği kullanmasıdır. Ancak egemenlik halkındır; hiçbir zaman bir yöneticiler sınıfının ya da bir ailenin mülkiyetine geçemez, iktidar devlet yöneticilerine devlet yasasın-ca verilir; bu yasa yönetici ile halk arasındaki iktidar sözleşmesinin temelini oluşturur. Topluluğun amaçlarını gerçekleştirmek için yöneticilere verilen egemenlik hakkı, yönetici herhangi bir nedenle onu kaybettiğinde halka geri gider.
Althusius’un siyaset felsefesinin temeli Bodin’de olduğu gibi egemenliğin bölünmezliği ilkesine dayanır. Egemenliği siyasal toplulukların var olmasının ön koşulu olarak gören Althusius, bu görüşüyle Rousseau’yu büyük ölçüde etkilemiştir.
Althusius tiranlığa karşı direnme hakkını da savunmuştur. Ancak bu hak bireyler tarafından değil, topluluğun haklarını korumakla görevli bir yönetici sınıf aracılığıyla kullanılmalıdır. Aslında Althusius’un iktidar sözleşmesi de, bireylerle devlet arasında değil, korporasyonlarla devlet arasındadır.
Ahlak konusunda Kutsal Kitap’ın öne sürdüğü kurallara bağlı kalmayı öneren Althusius, bu konudaki düşüncelerini Civilis Conversationis Libri Duos (“Uygar ilişkiler Konusunda Uç Kitap”) adlı yapıtında ortaya koymuştur, insanlar arası ilişkileri düzenlemek için us ilkelerine dayanan, yer yer dinden kaynaklanan kurallar oluşturmuştur ve Kutsal Kitap’ın “On Buyruk” una uyulmasını önermiştir. Hukuk konusunda ise, doğal hukuk kuramını savunmuş; us ilkeleriyle doğal hukuk kuralları arasında bir uyum olduğunu ileri sürmüştür.
Althusius’un düşüncesi, 16.yy Almanyası’nın içinde bulunduğu koşulları yansıtmakta ve bu koşullardan doğan sorunlara bir çözüm arayışını içermektedir. Ulusal devletin kurulmasını engelleyen yerel ve bölgesel özelliklerin ve Alman prenslerince yönetilen kent-devletlerinin belirlediği bir tarihsel dönemde Althusius, korporasyonlardan oluşan bir tür federalizm temeli üzerinde sınırlı bir monarşiyi savunmuştur. Ulusal birliğin ancak, küçük topluluk birimlerinin bir otorite hiyerarşisi içinde bütünleşmesiyle gerçekleşebileceğini ileri sürmüştür. Althusius’un devlet kuramı, 17.yy’da Alman prenslerinin sınırsız yetkilerini savunanlar tarafından göz ardı edilmiş, Hollanda ve İngiltere’de ise liberal görüşlerin gelişmesini önemli ölçüde etkilemiştir.
Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 5. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983
Johannes Althusius kimdir? Hayatı ve eserleri: Althusius (1557-1638) insanlardan meydana gelen bütün cemaat ya da toplumların temeline sözleşmeyi koyar. Bu yüzden onda, devletin kökeninde bir sözleşme ediminin, bir toplum sözleşmesinin bulunduğu söylenebilir. Althusius, her şeyden önce çeşitli topluluk biçimlerini, sözgelimi aileyi, loncayı, yerel cemaatleri, eyaleti ve devleti birbirinden ayırır. Ona göre bu topluluklardan her biri insandaki belli bir ihtiyacın sonucu olarak ortaya çıkar. Bununla birlikte her topluluk bir anlaşma ya da sözleşmeye dayanır; bu sözleşme, insanların ortak iyiyi hayata geçirmek adına özgül amaçlara saygı gösterecek bir topluluk meydana getirme noktasında fikir ve eylem birliği içinde olmaları olgusunu ifade eder. Onlar böylelikle ortak bir menfaatin paydaşları olarak birlikte yaşayan uyruklar, yurttaşlar veya cemaat üyeleri haline gelirler. Sözgelimi aile, insandaki doğal bir ihtiyaca tekabül eder; ama ailenin de kuruluşu ya da temeli bir anlaşma veya sözleşmeye dayanır. Aynı durum devlet için de geçerlidir. Bununla birlikte bir topluluğun amacına erişmesi için ortak bir otoriteye sahip olması gerekir. Dolayısıyla, toplulukla yönetici otorite arasında, tek tek her bir tarafa ait olan yükümlülükleri ortaya koyan ikinci bir sözleşmenin yapılması zorunluluğu vardır. Devleti meydana getiren toplum sözleşmesinin diğer topluluk biçimlerini oluşturan sözleşmeler karşısında mutlak bir üstünlüğü olmakla birlikte, bu ana sözleşmenin aile, yerel cemaat veya eyalet benzeri diğer toplulukları oluşturan sözleşmeleri geçersiz kılması söz konusu olamaz.
Devlet de farklı beşeri topluluklardan biriyse eğer, onun ayırt edici, kendine özgü özelliği nedir? Bodin’de olduğu gibi Althusius’ta da devletin ayırt edici özelliği egemenlik olarak ortaya çıkar; fakat o, Bodin’in tersine, egemenliğin her zaman devredilemezcesine veya zorunlulukla halkta olduğunu öne sürer. Egemenlik bir bütündür, bölünemez ve bir başkasına devredilemez. Bu konuda aynı şekilde düşünen Bodin egemenliğin tek kişinin, yani kral ya da monarkın elinde bulunması gerektiğini söylemişti; o, mezhep savaşlarıyla bölünmüş Fransa için en iyi devlet veya yönetim biçiminin monarşi olduğuna inandı. Oysa Althusius’a göre, egemenlik ancak halkın elinde bulunabilir; devlet bir sözleşmeden doğmuş olduğu, egemenlik doğrudan doğruya halktan çıkmış olduğu için sadece halka aittir.
Bu, “halk egemenliği” düşüncesini ilk ve olabilecek en açık bir biçimde ortaya koyan Althusius’un halkın doğrudan yönetimini öngördüğü anlamına gelmez. Onda iktidar, yine sözleşmeye dayanan bir yasa yoluyla devletin yönetici güçlerine aktarılır. Althusius yönetme yetkisinin kendisine devredileceği yönetici güç olarak, kral da olabilen, bir yüksek kamu görevlisi tasarlar. Buna rağmen onun siyaset teorisi halk egemenliği düşüncesini açıkça olumlar. Althusius bununla da kalmayıp, aynı temel üzerinde isyan hakkını da tanır; çünkü yöneticinin iktidarı sözleşmeye dayandığı için o güvene sadakat göstermediği veya sözleşmeyi ihlal ettiği takdirde halka geri döner. Böyle bir şey söz konusu olduğu zaman, halk, anayasaya uygun bir biçimde iktidarı bir başka yöneticiye verir.
Bu sonuç, doğal hukuka dayanan sözleşmelerin kutsallığına inanan Althusius açısından akıldan çıkar. Gerçekten de o, akıldan, yani doğal hukuktan hareket eder; söz konusu doğal hukuk, belli birtakım hakların insan doğasında bulunduğu düşüncesine dayanır. Bu haklar, tıpkı insanın değişmez doğası gibi, her yerde her zaman aynı kalırlar. Bununla birlikte Althusius burada Ortaçağ geleneği içinde kalarak, doğal hukuku ilahi otoriteye bağlar. Doğal hukuku teolojik kökenlerinden bağımsızlaştırarak yeni baştan ele alacak olan kişi Hugo Grotius olacaktır.
Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci