Sosyoloji

Jean-Marie Vaysse – Heidegger ve Alman İdealizmi

Heidegger’in Kant’a yaklaşımı
“Fichte ve Hegel’in aradıkları bir temel’in (Grund) yerinde Kant için sadece uçurum/sonsuz derinlik (Abgrund) olabilirdi.” (s. 259)
“Leibniz, Kant, Fichte, Hegel ve Schelling’teki sistematiğin eşsizliği -doğası gereği çeşitli olan bir eşsizlik- hala kavranılmadı. Bu düşünürlerdeki sistematikliğin büyüklüğü, Descartes’ta olduğu gibi ego ve substantia finita olarak özneden dışarı açılmasında değil; ya Leibniz’de olduğu gibi monaddan, ya Kant’taki gibi imgelemde köklenen sonlu anlama yetisinin transendental özünden, ya Fichte’de olduğu gibi sonsuz benden, ya Hegel’de olduğu gibi mutlak bilgi olarak tinden dışarı, ya da Schelling’teki gibi, her tikel varlığın zorunluluğu olarak özgürlükten dışarı açılmasından kaynaklanır; öyle ki, Schelling’te böyle bir varlık olarak o, temel ile varoluş arasındaki ayrım yoluyla belirlenmiş kalır.” Heidegger.
“Aklın poetikleştirici karakterini ilk defa fark eden kişi ve transendental imgelem öğretisinde onun üzerine düşünen kişi Kant oldu. Alman idealizminin metafiziği içinde Fichte, Schelling ve Hegel tarafından geliştirilen mutlak aklın özü kavrayışı, bütünüyle Kantçı imgelemsel poetikleştirici bir güç olarak aklın özü anlayışı üzerin(d)e temellenmiştir.” Heidegger (Nietzsche) (s. 260-261)

Modern akıl, kendi varlığı içinde nesnellik olarak anlaşılmakta olan bir varlığın -kesinliği kendisinden gelen- tasarımı olarak öznellikten başka bir şey olmadığı sürece, varolan şeyi imgeleyen, kendisi için biçimlendiren yetiden başka bir şey de değildir.

Kant aklı, anlama yetisinin edimlerinin sistemli hale getirilmelerinin sonucu olan idelerin daha yüksek bir yetisi olarak kavrar.
Kant, gerçekte bilginin özünü deneyim olarak tanımlarken, bu bilgi için, onun eleştiri olarak doruğa çıkabileceği bir zemin oluşturmadığı sürece eleştirinin de kendisi için bir temel ortaya koyamayacağı görülür. Sonuç olarak görünen o ki, der Heidegger ‘böyle bir hedefi, bitimsizliği ve dolayısıyla da temelsizliğe yol açabilecektir; öyle ki, Kant’ın kastettiği eleştiri hiçbir şekilde mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla, bir temel yoksunluğu anlamında uçurum görünür hale gelir ve Alman İdealizminin vereceği cevap da bu temel ortaya koyma talebine yöneliktir. (s. 261/262)
İmgelem, ideler üretme gücüdür, bu gerçeğin idealle birlikte, formun özle birlikte şekillenmesidir (Einbildung).
Her durumda da imgelem, modern aklın mutlaklaştırılması ve onun içkinlik anlamının açımlanması için can alıcı hale gelmiştir.
Alman idealizmini ve baştan sona modern metafizik düşünceyi yöneten Leibniz, onların Schelling ve sonrasında Nietzsche tarafından tüketilecekleri noktaya kadar etkisini sürdürür. (s. 263)
Alman İdealizmi, Descartes’tan çok Leibniz’e borçludur. O, töz ile özne özdeşliğini ortaya koyan ilk kişidir.
Mutlak bilginin ansiklopedik anlamda her şeyi bilmeyle bir ilgisi yoktur; mutlak bilgi, kesinlik olarak kavranan hakikatin düzeninde varlığın öznellik olarak önceden içerilmesine karar veren modern aklın matematiksel karakteriyle uygunluk içinde, koşulsuz ve kesinliği kendinden bilgidir.

Hegel, Schelling, Nietzsche
Hegel için tinin kendini açması anlamına gelen felsefe, mutlak bilgiye erişinceye dek metafizik terimlerle ele alınması gereken felsefe tarihiyle özdeştir. (s. 264)

Tarihsellik sorunun kavrayan ve Yunanistan’da başlatılmış olan Batıya özgü düşünce tarzı anlamında felsefenin özünü anlayan ilk kişi Hegel’dir.
Hegel tarihi yazgı olarak anlıyorsa, (bu) yazgıyı o, ‘mutlak öznenin öznelliğinin üretim süreci ve bu sıfatla onun zorunlu eylemi’ olması anlamında diyalektik devinim olarak mutlak öznellik zemininde yorumlar. (s. 265)
Metafiziğin tamamlanışı, Hegel’e ait, iradenin tini anlamına gelen mutlak bilginin metafiziği ile başlar.

Hegel ve Schelling
Schelling üzerine dersinde Heidegger, (onun) 1809 yılındaki denemesinde, ‘Hegel’in Mantık’ını, daha o yayımlanmadan paramparça ettiğini ve özgürlüğü, iyi ve kötü için özgürlük olaraqk kavramakla sistemin olanağını yıktığını savunur. (s. 266)
Schelling, tıpkı Nietzsche igib zemini (grund) varoluştan ayırmak suretiyle metafiziği bir aşma girişimine işaret eder. (s. 267)

Nietzsche
İnsanın özü, daima, her durumda farklılık gösterecek şekilde mutlak öznelliğin bu iki formuna dahil olur. İnsanın özü, evrensel olarak ve tutarlı bir biçimde, metafiziğin tarihi boyunca animal rationale olarak kurulur. Hegel’in metafiziğinde spekülatif bir şekilde diyalektik olarak anlaşılan rationalitas, öznellik için belirleyici olur; Nietzsche’nin metafiziğindeyse animalitas kılavuz olarak alınır. Kendi özsel tarihsel birliklerinde görüldüklerinde, her ikisi de rationalitas ve animalitası mutlak geçerliliğe taşırlar. Heidegger (Nietzsche)

Öznelliği Hegel, akıl ve akla uygun irade olarak kavrarken, Nietzsche onu, güç iradesi olarak, dürtülerin ve etkilenimlerin öznelliği olarak anlar. Platonculuğu tersine çevirmekle Nietzsche, Alman İdealizmini de ters-yüz etmiş olur.

Alman İdealizmi bizi bir yandan Leibniz’e diğer yandan ise Nietzsche’ye geri götürür. (s. 269)

Hölderlin ve Spekülatif Metafiziğe Karşı Koyuş
Hölderlin, öznelliği varlığın anlamı olarak anladığı sürece, Alman idealizminin temellerini sorgulayan ilk kişidir. Ayrımı öznellik temeli üzerinde yeniden kurmaya çalışan girişime karşı çıkmıştır.
Hakikat, mevcudiyetin açılması olmaktan ziyade, yalnızca transendental özne tarafından kurulmuş nesnelliktir.
O gezginci bir düşünürdür, sürgün düşünürdür; aynı zamanda vaat edilen bir ve her şey ülkesine işaret eden Musa’dır. (s. 270)

İlk durumda köken, kendisini kendi ortaya çıkmasında gösterir. Bununla birlikte, bu ortaya çıkmaya eşlik eden, ondan ortaya çıkmış olan şeydir. Köken buna kendisinden, gerçekte öyle bir yolda serbest bırakmıştır ki, o kendisini ondan ortaya çıkmış olduğu şey içinde göstermez, bununla birlikte kendi görünüşünün arkasına saklanır ve geri çekilir. En yakın yuva bile, hala anayurdunun civarında değildir. (Heidegger) (s. 272)

Tarih, akıl tarafından yönetilmez; içinde olagelmenin geleceği yönettiği hedefi belirlenmiş bir zorunluluk alanıdır.

Hegel’in öz ile temeli özdeşleştirdiği yerde, Wesen (olma) ile Abgrund’un (uçurum/sonsuz derinlik) oyunu, sürekli olarak Gewesenes’ten yeniden başlayan oyun düşünülmek zorundadır. Şüphesiz orada, Kant’ın görmüş olduğu, Schelling’in Hegel’e karşı çıkmak için yeniden keşfetmeye çalıştığı, Hölderlin’in ise, başka bir şekilde deneyimlediği bir uçurum yer alır. (s. 274)

Çeviren: Metin Bal
Baykuş, Sayı: 2, Mayıs 2008, (s. 258-274)

İlgili Makaleler