Sosyoloji

Jean-Francois Lyotard – Fenomenoloji

Fenomenoloji her türlü bilimsel temalaştırmadan önce gelen ve onu geçerli kılan dolaysız veriyi araştırırken, bu verinin bilincinin temel üslubunu ya da özünü açığa çıkarır ki bu yönelişselliktir (intentionalite). (s. 10)
Fenomenoloji insan bilimlerinin yerini almaya çalışmaz, onların sorunsalını geliştirip tamamlamaya, böylece sonuçlaırını elemeden geçirip araştırmalarını yönlendirmeye çalışır. (s. 11)
Husserl empirizme dayalı kuşkuculuğun kendini yadsıyarak ortadan kaldırdığını kanıtlar. (s. 18)
Nesnenin özü ya da eidos’u, bu çeşitlemeler boyunca hep aynı kalan değişmezden ibarettir.
Öz sadece, içinde “şeyin kendisinin” kökensel veriliş içinde bana açınladığı şeydir. (s. 20)
Demek ki fenomenoloji, tin bilimlerine bir tür ön hazırlık disiplini anlamı kazanıyordu. Fakat Mantıksal Araştırmalar’ın ikinci cildinden itibaren, bizi asıl anlamıyla felsefeye sokacak bir ribaund seçilmeye başlar. (s. 23)
Öznel yaşamın somut içeriği felsefi boyuta geçerken ortadan kalkmaz, orada asıl otantikliği içinde kendini ortaya çıkarır. Dünyanın konumu yok edilmiş değil “eylem dışı” kalmıştır; bilincin tam anlamıyla kendi özbilincinde olmasına imkan veren “değişikliğe uğramış” bir biçim altında olmakla birlikte, canlı kalır. (s. 34)
İndirgeme özneye, yabancılaşmış bir tutum olan doğal tutumda örtülü olarak bulunan aşkınlıkların kurucusu olma hakikatini geri verir. (s. 38)
Husserl’le birlikte, dünyanın bilincin içine dehil edilmesinden söz edilebileceğini görüyoruz, çünkü bilinç yönelişselliğin sadece ben kutbu değil, aynı zamanda o-kutbudur. (s. 39)
Aşkınsal felsefe nesnelcilikle özneliciliğin, soyut bilgiyle somut yaşamın bağdaştırılmasını mümkün kılar. Böylece, Avrupa insanının kaderi -ki düpedüz insanlığın kaderi demektir- felsefenin fenomenolojiye dönüştürülme şansına bağlı olmaktadır; “Biz felsefi etkinliklerimizle, dünyanın memurlarıyız.” (s. 46)
Hakikat (doğruluk) ancak hakikatin yaşanmış deneyimi olarak tanımlanır; fakat bu yaşanmışlık bir duygu değildir, zira duygunun yanılgıya karşı hiçbir güvence vermeyeceği açıktır. (s. 47)
Fenomenoloji, empirik insan bilimlerine (özellikle psikolojiye) tekabül eden eydetik bilimdir (eidos’lar – özler bilimi); ikinci bir anlamıysa, bu bilimlerin göbeğinde, olgunun göbeğine yerleşir ve böylelikle felsefenin hakikatini gerçekleştirir. (s. 64)
Yaşanmış hemen, dolaysızca kavranmalıdır; yoksa, sonradan üzerine düşünülmüş yaşanmışlık artık yeni bir yaşanmışlıktır ve birini öbürüne ulayan bağda aslında hiçbir sadakat garantisi yoktur. (s. 66)
Devlet’te görüldüğü gibi, mağarada olduğumuz gerçeğinin anlaşılması, oradan çıkmış olduğumuzu varsayar.
İnsan bilimlerinde gerçek anlamıyla açıklama, anlatmayı sağlamaktır, anlamayı sağlamaktır. (s. 95)
Öteki’nin anlamanın mümkün olabilmesi için temel bir koşul vardır; benim, kendim için saf bir saydamlık olmaklığım. (s. 98)
Bilinç tarihseldir demek, sadece onun için zaman gibi bir şey vardır demek değil, onun kendisi zamandır demektir. (s. 110)
Bilinç, hepsi de şimdiye ait yaşanmışlıklar (erlebnisse) akısıdır.
Tarih özneye nesneye verilemediğine göre kendisi, ilineksel değil kökensel olarak, tarihseldir. (s. 111)
Dünya gibi zaman da bilinç için daima bir deja’dır (öncel bir şey) ve bu nedenledir ki zaman bizim için dünyadan daha saydam değildir; dünyayı araştırmak durumunda olduğumuz gibi, zamanın da “içinde dolaşmak” yani kendimizi geliştirerek zamansallığımızı değiştirmek/geliştirmek durumundayız. (s. 116)
Hakikat zaman-dışı ve aşkın bir nesne değildir, oluşun akışı içinde yaşanır.
Hegel’in dediği gibi denebilir; o bir neticedir, ancak şu nüansla ki, tarihin sonsuz olduğunu biliriz. (s. 124)

Çeviren: İsmet Birkan
Dost, 2007