Sosyoloji

Jean Baudrillard – Simülakrlar ve Simülasyon

“Gizlemek (dissimuler), sahip olunan şeye sahip değilmiş gibi yapmak; simüle etmek ise sahip olunmayan şeye sahipmiş gibi yapmaktır. Birincisi bir varlığa (şu anda burada bulunmaya) diğeriyse bir yokluğa (şu arada burada bulunmamaya) göndermektedir. Ancak bu olay sanıldığından daha da karmaşık bir şeydir. Çünkü simüle etmek “-mış” gibi yapmak değildir…”

Postmodernizm insanların kullandığı bir deyimdir. Hiçbir anlam ifade etmez. Bir kavram bile değildir. Hiçbir şeydir.
Hakikat, ortada bir hakikat bulunmadığını gizlemeye çalıştığı için simülakrların hakikati gizleme şansı yoktur. Simülakr hakikat demektir.
Düş gücü, simülasyonla birlikte tarihe karışmıştır.
Gerçek bir daha asla geri dönmeyecektir.
Yalnızca yinelenebilen bir yörüngeye sahip modeller ve farklılık simülasyonu üretiminden ibaret bir hiper-gerçek’ten söz edebiliriz.
Hastaymış gibi yapan kişi yatağa uzanıp hasta olduğuna inandırmaya çalışır.
Bu hastalığı simüle eden kişiyse kendinde bu hastalığa ait septomlar görülen kişidir.
Bu durumda …mış gibi yapmak ya da gizlemek, gerçeklik ilkesine dokunmamaktadır.
Simülasyon, gerçekle sahte arasındaki farkı yok etmeye çalışmaktadır. Simüle eden bir kişinin hasta olup olmadığını kesin olarak söyleyemeyiz. “Düşler” birer septom olarak kabul edilemezler mi?
Bir şeyi simüle eden kişi, gözlemciyi yanıltır. Gözlemci bilse dahi bir oyun olduğunu, etkileşim sonucunda kişinin bu kadar “başarılı” taklit yapamayacağına karar verip olayın gereçek olduğuna “razı” olur.
Günümüzde simülasyon hakikat ilkesinin yerini almıştır.
Simülakrlar dini yapılarda da kendini gösterebilmektedir. Dini bir olayın taklidi, o dini ortamın değer yitirmesine neden olur/olabilmektedir.
“Etnoloji ve tarih” ikisi de insanlık tarihini kurcalamaktadır. Bazı arkeoloklar eski araç-gereç ve kentler buluyorlar. Günümüz insanının tuhaf bir tavrı bahis konusu edilebilir burada: Eskiyi simülarize etmek, vazgeçilmez tutkusu olmuş modern insanın. Bu sayede ilginç bir cinayete neden oluyorlar, katil oluyorlar. Tabii ki bunun farkında değiller. Geçmişi, tek oluşu (bir çok tarihten söz edilemez) ve orijinal oluşu (insanlığın tarihinden söz edebiliriz ancak) çekici kılmaktadır.
4000 yıllık 2. Ramses’e ait mumyanın bu uzun uykusundan rahatsız edilmesi tamamen bilimin suçudur. Zira bilim asla yapıcı değildir. Bir şeyler üretirken eldekini öldürür. Yok ederek bir yerlere varmaya çalışır. Tabii olarak ölüden diri olduğu zamanki haline ait hiçbir bulgu elde edemez. Ancak onu bilim yapan da, ölüyle uğraşıp sürekli geri dönmesi ve sürekli yok etmeye devam etmiş olmasıdır.
Ayna bilimin eline geçerse (?) bilim adamları camın ardındaki sır’rı alıp aynadaki orijinalliği de yok ederler. Bilim olması için bu olmak zorundadır.
Ancak sonuç olarak bilimin elinde sıradan bir cam ve işe yaramaz bir kağıt parçası kalmıştır. Ayna artık ölmüş, bir cinayetin de zanlısı olmuştur. Bilim ve teknolojinin işleri aynıdır. Orijinali simülarize edip yok etmek. Buna da nesnenin şeyleşmesi diyebiliriz.
Savaş; yüzyılımızda bu teriminde anlamı yok oldu. Simüle edilmiş savaş örnekleriyle dolu bir yüzyıl yaşadık. İnsanlar öldürülürken bu bir savaş oyunu olarak algılandı. Nükleer silah tehdidinde bulunulup savaşmadan sonuca ulaşıldı. Bir savaş cephesiz bir şekilde taklid olunmuş oldu. Tehdit yoluyla karşı taraf ezilebiliyor.
Sinema, insandaki gerçeklik tanımını ciddi bir biçimde zedelemiş hatta yok etmiştir.
Cappola’nın “Kıyamet”i yapış biçimiyle Amerikan ordusunun savaşma biçimi arasında fark yoktur.
Savaş artık Amerikalılar için yeni teknoloji ürünü silahların denenme aşaması olarak tanımlanıyor.
Yüzyılımızda önce bilgi kendini yitirdi; daha sonra da iktidar, iktidar olma özelliğini yitirdi. Her iki vak’ada da Mayıs 68’in rolü çok büyüktür.
Öğrenciler, iktidara üniversite denilen kurumu derhal yok etmek gibi bir iddiayla karşılık verip sistemden daha atik davranarak üniversiteyi terk etmişler ve ona meydan okuyarak iktidarı bu bilim kurumunun batışıyla belli bir yerde toplanmama özgürlüğü, neredeyse bilinçli bir şekilde arzulandığı söylenebilir olan bu ölüm olayı konusunda bir tavır almaya zorlamışlardır. Bu bir üniversite bunalımı değildi. Çünkü bunalım meydan okuma olarak tezahür etmez, tam tersine sistemin oynadığı bu oyuna göre üniversitenin ölmesi gerekmektedir. Zaten iktidarın yanıtlayamadığı soruda budur.
Sistemin bizi içine kapatmış olduğu simülasyon stratejisi ve ölüm adlı çıkmazdan ancak simülasyonla, simülakrlara ait düşsel bir bilim sayesinde kurtulabiliriz.

Çeviren: Oğuz Adanır
9 Eylül, İzmir, 98

İlgili Makaleler