Din Sosyolojisi

İZAFİYET, TEŞMİL (INCLUSIVISME), DİYALOG VE İŞBİRLİĞİ EĞİLİMLERİ DİNİ GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER

İZAFİYET, TEŞMİL (INCLUSIVISME),

DİYALOG VE İŞBİRLİĞİ EĞİLİMLERİ DİNİ GRUPLAR ARASI İLİŞKİLER

Dinlerin arasındaki bu rekâbet ve çatışma eğilimi ve özellikle ay­nı bir dinin alt grupları ve mezhepleri arasındaki rekâbetin sonuçta çok kanlı savaş ve çatışmalara dönüşmesi, baskıcı ve tekelci fanatizm ve bütün bunların toplumlarm birlik, bütünlük ve huzuru bakımından arz ettiği tehdit, bir yandan kökleri tarihin derinliklerine uzanan kar­şılıklı hoşgörü, saygı, vicdan ve din özgürlüğü kavramlarının giderek olgunlaşması ve bu esaslara dayalı lâiklik anlayışının modern dönem­de Batıdan başlayarak giderek kurumlaşması olgusunu beraberinde sürüklerken, öte yandan bu gelişmelere paralel olarak dinler ve hattâ aynı bir dinin alt-grup ve mezhepleri arasında karşılıklı hoşgörü ve saygıya dayalı çoğulcu bir ortamda karşılıklı diyalog ve işbirliği eği­limlerinin de az çok kendini gösterdiğine işaret edelim. Anlaşılan bu konuda da modern Batı, dünyanın öteki kesimlerine öncülük ediyor görünmektedir. Gerçi, meselâ İslâm dininde de temelde çoğulcu bir ortamda karşılıklı saygı ve hoşgörüye dayalı bir diyalog ve hattâ işbir­liği eğilimlerinin ilk işaretlerini bulmak zor değildir. Keza, karşılıklı saygı, işbirliği ve çoğulcu anlayışın birtakım ilk işaretlerini öteki din­lerin temel kutsal metinlerinde de bulmak mümkündür. Böylece ab- solütist, tekelci ve dışlayıcı tavırların tam karşısına yepyeni bir açılım­la, karşılıklı saygı ve hoşgörü esprisi ışığında “kapsayıcı”, “kucaklayı­cı” (inclusiviste) ve “izafiyetçi” bir din anlayışı ve zihniyetini alterna­tif olarak devreye sokmak mümkündür. Bu durumda bir dinî gelenek belli bir gerçeği ifade etmekle birlikte diğerleri de tamamen dışlanma­makta, hepsi kendi açılarından kendilerine göre gerçeğin anlatımı ol­maktadırlar. Ancak, böylesine nazik bir konuda, anlaşılan gerekli, yaygın ve baskın bir olgunluk ve şuurlaşmanın oluşabilmesi için daha uzun zaman beklemek gerekmektedir. Tersine, zaman içerisinde reka­bet ve hattâ yerine göre çatışma eğilimi karşılıklı saygı ve hoşgörü an­layışına dayalı diyalog ve işbirliği eğilimlerine öylesine baskın bir ko­numa gelmiştir ki, tarih içerisindeki çok nadir örneklerin veya cılız kı­mıldanmaların ötesinde, ancak modern dönemde ve oldukça sınırlı düşünür ve bilgin çevrelerindedir ki, bu tür “izafiyet” ve “teşmil” (inclusivisme) anlayışlarının gündeme gelmeye başladığına şahit olu- nabilmektedir. Öte yandan modern dönem vicdan ve din özgürlüğü, çoğulculuk, insan hakları ve lâiklik gibi kavram ve kurumlara da gi­derek güçlü bir şekilde yer vermeye başlamış bulunmaktadır. İşte bu şekildedir ki, bir kere mezhepler arası bölünmelerin arz ettiği tehdit karşısında bunları çoğulcu bir ortamda yumuşatma eğilimleri kendini ciddiyetle hissettirmeye başlamış görünüyor. Gerçi meselâ İslâm dün­yasında Sünnîlik ve Şiîlik arasındaki kesin bölünmeyi yumuşatmak üzere zaman zaman tarih içerisinde girişimler de eksik olmamıştır. Ancak, orada mezhep taassubu halâ oldukça güçlü görünmektedir. Aynı şekilde, Hıristiyan dünyası da mezhep taassubu ve çatışmalarını atabilmiş değildir. Keza, ilk etapta Protestan mezheplerini, sonra Hı­ristiyanlığın tüm mezhep, kilise, grup ve cemâatlerini ve nihayet tüm dinleri birbirine yaklaştırmak üzere kendini gösteren “ökümenizm” {evrensellik) eğilimi de çok güçlü görünmüyor. Nitekim hangi düzey­de düşünülürse düşünülsün, anlaşılan ökümenizm de, çeşitli dinî cemâatleri birleştirmekten çok, onların arasında bir diyalog ve yakın­laşma tesisi hedefine yönelmiş bulunuyor. Nitekim, bu çerçevede mo­dern dönemde kendini gösteren diyalog girişimleri de sürüyor. Öyle ki, meselâ uzun süre en mutlakçı ve tekelci eğilimlerin sahibi görünen Roma Katolik kilisesinin İkinci Vatikan Konsili (1962-1965) nin baş­lattığı “Dinler arası diyalog” çağrısı belli bir ilgiye erişmiş görünüyor.

Bunun gibi, zamanımızda dinî dünyada başka diyalog girişimleri de eksik bulunmuyor. Şüphesiz buradan tüm ihtilafların ve rekâbetin bir anda veya hattâ kısa zamanda bitivereceğini düşünmek bize hayalcilik gibi görünüyor. Esasen zamanımızda, hemen bütün dinî dünyalarda, tekelci ve mutlakçı eğilimler de çok güçlü olmaya devam ediyor ve hattâ bunlardan kaynaklanan dinî fanatizm eğilimleri de kuvvetle ha­yatiyetlerini sürdürmeye devam ediyor. Ancak uzun süre rekâbet ve çatışmanın egemen olduğu dünyada karşılıklı saygı ve hoşgörü anla­yışı çerçevesinde -şayet bu sadece iyimser bir temenniden ibaret değil­se- diyalogdan söz etmek de oldukça yeni ve ilginç görünüyor.[1]


[1] Dinî grup ve cemâatlerin birbirleriyle ilişkileri konusunda bk.: G. Mensching, Dinî Sosyoloji (Çev.: M. Aydın), Konya, 1994, s. 275-285; H. Desroches, So- ciologies Religieuses, s. 213-214; J. Hick, “Religious Pluralism”, The Encyclo- pedia of Religion (ed. M. Eliade), New York, London, s. 331-333.