İsmail Raci Faruki Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi
(1921-1986) Son dönem müslüman bilim ve fikir adamı.
21 Ocak 1921 “de Filistin’in Yafa şehrinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Saint Joseph Koleji’nde yaptı. Felsefe öğrencisi olarak girdiği Beyrut Amerikan Üniver-sitesinden 1941’de mezun oldu. 1945-1948 yılları arasında Celîle’nin son Filistinli valisi olarak görev yaptı. Görevi süresince Filistinlilerin haklarının ısrarlı bir savunucusu oldu. 1948’de İsrail Devleti’nin kurulup Filistin’in işgal edilmesi üzerine Amerika Birleşik Devletleri’ne göç etti. 1949’da Indiana ve 1951’de Harvard üniversitelerinde felsefe alanında yüksek lisans yaptı. “Değerin Metafiziği ve Epistemolojisi” konulu doktora tezini 1952’de Indiana Üniversitesİ’nde tamamladı. Daha sonra Ezher Üniversitesİ’nde üç yıl süreyle şer’î ilimler alanında öğrenim gördü. 1959’da Fulbright doktora sonrası bursuyla Mc Gill Üniver-sitesi’ne giderek Yahudilik ve Hıristiyanlık hakkında araştırmalar yaparken bir yandan da dersler verdi. 1961 yılına kadar burada çalıştı. Amerika’daki müslü-man öğrencilerin kültürel dayanışmasını sağlamak amacıyla 1963’te teşkil edilen Müslim Student Association mensuplarıyla yakınlık kurarak ilmî ve fikrî konularda onlara rehberlik yaptı. Ardından Pakistan’a gitti ve orada kaldığı iki yıl boyunca Karaçi’deki Central Institute of Islamic Research çalışmalarına katkıda bulundu. Tekrar Amerika Birleşik Devletleri’ne dönüp Chicago Üniversitesİ’nde misafir hoca olarak ilahiyat dersleri verdi. 1964-1968 yılları arasında Syracuse Üniversitesi’nde doçent olarak çalıştı ve burada İslâm araştırmaları programını başlattı. Daha sonra evleneceği Lois Lam-yâ ile burada tanıştı. 1968de din ilimleri profesörü olarak Philadelphia Temple Üniversitesi’ne geçen Fârûki burada da İslâm araştırmaları bölümünü kurdu.
1972’de kurucu başkanı olduğu Association of Müslim Social Scientists, Fâ-rûki’nin Amerika’daki teşkilâtçı faaliyetlerinin ikinci önemli basamağını oluşturdu. Bu dernek Amerika Birleşik Devletleri üniversitelerinde çalışan müslüman hoca ve öğrenciler için önemli bir kültür merkezi haline geldi. 1970’li yılların sonuna doğru Müslim Student Association ve Association of Müslim Social Scien-tists’in öteki öncü şahsiyetleriyle bir İslâm koleji veya üniversitesi kurulması için çalışmalara girişti. Bu teşebbüsleri sonunda Chicago’da American Islamic College kuruldu. Başkanı olduğu bu müessesedeki görevini ölümüne yakın zamanlara kadar yürüttü. Bu teşebbüslerin milletlerarası çaptaki diğer önemli sonucu International Institute of Islamic Thought’un 1981’deki kuruluşu oldu. Kuzey Amerika’da büyük bir İslâm araştırmaları merkezi haline gelen bu enstitünün özellikle “bilginin İslâmîleştirilmesi” yolundaki araştırma programlarının belirlenmesinde Fârûki’nin öncü bir rolü oldu.
Entellektüel faaliyetlerindeki teşkilâtçı ve aktif özelliğiyle Fârûki Pakistan. Hindistan, Güney Afrika, Malezya, Libya, Suudi Arabistan ve Mısır’daki İslâmî araştırma kurumlarına da proje, uygulama ve danışmanlık düzeylerinde önemli katkılarda bulundu. Bu arada iştirak ettiği ilmî toplantılar, verdiği konferanslar, katkıda bulunduğu dergiler de önemli bir yekûn tutmaktadır.
Fârûkî ve eşi Lois Lamyâ, 27 Mayıs 1986’da Pennsylvania VVyncote’taki evlerinde sahur vaktinde bıçaklı bir saldırıya uğrayarak öldürüldüler. Olay Amerikan basınında ısrarla göz ardı edilmesine rağmen İslâm dünyasında geniş yankılar uyandırdı.
Fârûki’nin fikrî hayatının ilk dönemleri felsefenin metafizik, bilgi teorisi ve ahlâk disiplinlerini birlikte ele alan çalışmalarla başlamıştır. Batı felsefesi konusundaki ilmî birikimine hıristiyan teolojisi hakkındaki İncelemeleri de tamamlayıcı bir boyut eklemiştir. Bu arada İslâmî kültürle temasını yenilemek için girdiği Ezher’de önceki birikimini geleneksel İslâm ilimleriyle yenilemiş, burada üç yıl boyunca devam ettirdiği yoğun program kendi ifadesine göre âdeta yeni bir doktora çalışması olmuş, bu birikim, fikrî hayatı boyunca başka dinlere mensup ilâhiyatçılarla giriştiği diyaloglarda kendisi için büyük bir imkân teşkil etmiştir.
Mısır, Fârûki’nin burada kaldığı dönemde Arap milliyetçiliğinin merkezi halindeydi ve bu akım ile evrensel İslâm düşüncesi taraftarları arasında ciddi bir kutuplaşma mevcuttu. Bu gerilimli ortam, Fârûkî’nin hayatı boyunca üzerinde çalıştığı kavim gerçeği ve kavmiyetçilik konularına yönelmesinin temel sebebi sayılabilir. Onun Arap asıllı müslüman bir düşünür oluşu, bu çerçevede Arapçılık (Arabism) ve Araplık (Urubah) arasında bir ayırıma gitmesi sonucunu doğurmuş ve bu ayırımı İslâm’ın temel prensipleri ışığında yorumlamaya çalışmıştır. Basılmış ilk eseri olan On Arabism, Vrubah and Religion ile başlayan bu çaba son dönemlerine kadar sürmüştür. Nitekim 1979 yılında New York-ta toplanan Trialogue of the Abraha-mic Faiths” (İbrâhimî inançların üçlü diyalogu) konulu konferansta sunduğu tebliğde de bu konuyu işlemiş; kavim gerçeğini İslâm’ın da kabul ettiğini, hatta çeşitli kavimlerin İslâm’a girmekle etnik karakterlerini de olgunlaştırdıklarını belirtmiş; ancak bu gerçekleri ırkçı tezlere dönüştürmenin yanlış olduğunu, esasen İslâm’ın da buna “asabiyyetü’l-Câhiliyye” nitelemesiyle daha başında karşı çıktığını ileri sürmüştür.
Akademik çevrelerde Fârûki bir mukayeseli dinler tarihi uzmanı olarak tanınır. Onun bu alanla temelde, İslâm’ın öteki dinlere üstünlüğünü ortaya koymak ve öteki din mensuplarının İslâm’a yönelttikleri eleştirileri göğüslemek amacıyla uğraştığı, dolayısıyla bu konuda yazdığı eserlerin klasik kelâm ilminin II-mü’1-milel ve’n-nihai” disiplini çerçevesine oturtulabileceği anlaşılmaktadır. Nitekim Fârûkî’nin Batı felsefesi ve teolojisi alanındaki birikiminin mükemmel bir ifadesi olan Christian Ethics adlı eseri, “modern, akılcı bir müs-lümanın… Hıristiyanlığa, özellikle de Batı Hıristiyanlığına karşı bir reddiyesi” şeklinde değerlendirilmiştir. Bu kitabın esas tezi, St. Paul’den itibaren Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dinin gerek mesajı gerekse ahlâk sistemi bakımından dejenere edildiği görüşüdür. Bu dejenerasyonu teolojik ön kabullerin ötesinde akılcı yöntemlerle teşhis ve tenkit etmek mümkündür. Dolayısıyla bu eser Hıristiyanlığa karşı tarafgir bir polemik değil akılcı ve ilmî bir tenkitten ibarettir. Eserin bu yönü. İslâm ve Hıristiyanlık arasında ilmî ve fikrî bir diyalog için gerekli zemini hazırlamaktadır. Esasen Fârûkî böyle bir diyalog için dinler üstü (metareligious) yaklaşımın gerekli olduğuna inanmakta ve bu yaklaşımı mümkün kılan akılcı prensiplerin İslâm’ın ruhunda mevcut olduğunu belirtmektedir.
Fârûki’nin, 1980’1i yıllarda çağdaş İslâm düşüncesi çevrelerinin gündemini İşgal eden “bilginin İslâmîleştirilmesi” tezi, böyle bir başlığın gerektirdiği epis-temolojik derinliğe ne kadar sahip olduğu kesin olmamakla birlikte genelde tartışılmaya değer bir metodoloji olarak görülmüştür. Islamization of Know-îedge: General Principles and Work Plan adlı eserinde ileri sürdüğü bu tezin hareket noktası İslâm dünyasında yaşanan epistemolojik bunalımdır. Fârûkî’ye göre bu bunalım ancak mevcut eğitim sisteminin ıslah edilip çifte standartlardan kurtarılmasıyla aşılabilir. Bir tarafta geleneksel İslâmî bilgilerin, öte yanda modern din dışı ilimlerin nisbet-siz ve dengesiz biçimde yer aldığı eğitim sistemi bu iki başlı yapısından kurtarılmalı ve bu iki bilgi sistemi uzlaştırılıp bütünleştirilmelidir. Fârûkl’nin tesbitine göre daha önceki ıslahatçılar Batı bilim ve teknolojisinin olduğu gibi alınması gerektiği fikrindeydiler. Fakat onlar Batı bilgi sisteminin İslâm’ınkiyle çatıştığını farkedememişlerdi. Bu çatışmayı far-keden ve bizzat yaşayan, müslüman üniversitelerinde okuyan yeni kuşaktır. Bilgi ile hakikat bir ve aynı olduğuna göre müslümanlar modern birikim içinde bilginin ve tabiatıyla hakikatin ifadesi olan unsurları kendilerine mal etmelidirler. Bilgi ve hakikat arasındaki bu birlik, esasen akıl ve vahiy arasında nihaî bir çelişki olamayacağı kabulüne dayanır.
Fârûki’nin bilginin İslâmîleştirilmesi için öngördüğü çalışma planının beş temel şartı vardır:
a- Modern disiplinleri iyice öğrenmek;
b- İslâmî kültür mirasına iyice nüfuz etmek:
c- Modern bilginin her alanıyla İslâm arasında özel bir uygunluk ve uzlaşma sağlamak:
d- İslâmî kültür mirasıyla modern bilgi arasında verimli bir terkip için metotlar geliştirmek;
e- İslâm düşüncesini, ilâhî modeli icra edecek ve ona İşlerlik kazandıracak bir yörüngeye oturtmak. Bu çalışmalarla İslâm kültür mirası yeniden keşfedilecek ve yorumlanacak, bu miras modern bilgi birikimiyle tenkitçi bir tarzda uzlaştırılacak, edinilen çağdaş İslâmî bilgi İslâm topluluğunun ve genel olarak insanlığın problemlerine çözümler getirecek, bu şekilde İslâmîleştirme programı gayesine ulaşmış olacaktır.
19801i yıllarda metafizik ve tarihî özellikleriyle “Islamic science” (islâm bilimi) kavramını ortaya atan Seyyid Hüseyin Nasr ile tasavvuf doktrinlerini esas atarak bilginin Batılı muhtevasından arındırılması (de-Westernization of Knovvledge) gerektiğini vurgulayan Naklb el-Attâs’ın çalışmalarıyla birlikte göz önüne alındığında Fârûkî’nin tezi, ortaklaşa ele alınan meselelere pratik çerçevede bir çözüm teklifi olarak değerlendirilebilir. Fârûkî’nin bilginin İslâmîleştirilmesi konusundaki yaklaşımı öteki iki düşünürden farklı olarak problemin şematik çözümünü ön plana çıkarmakta ve tasav-vufî doktrini projesinin dışında bırakmaktadır.
Fârûki’nin teklifinde İslâmîleştirilmesi öngörülen bilgi dallarının yalnızca sosyal bilimler sahasına inhisar etmesi, fen bilimlerinin kesin (exact) ve objektif kabul edilmesi, modern bilim felsefesin-deki yeni eğilimler bakımından bu teze eleştirilerin yöneltilmesine sebep olmuştur. Eleştiriler özellikle, onun modern bilimin felsefî ve kültürel temellerini yeterince kavrayamadığı noktasında yoğunlaşmaktadır. Fazlurrahman ise bilginin özü itibariyle iyi olduğu, kötülüklerin onun kötü kullanımından doğabileceği şeklindeki temel İslâmî anlayışa dayanarak “bilgi” denilen şeyde İslâmîleştirme programlarına konu olabilecek bir muhtevanın bulunmadığını savunmuştur.
Fârûkî’ye göre tevhid inancı, hem bilgiyle hakikati uzlaştırıcı hem de düşünce ve hayatın bütün merhalelerinde yönlendirici bir ilke olarak İslâm düşüncesinin esasıdır. Metafizik, bilim, tarih, ahlâk, sosyal, siyasî ve ekonomik nizam ve nihayet estetik bu ilkeden hareketle yorumlanması gereken alanlardır. Daha genel bir ifadeyle tevhid bir dünya görüşüdür. Tevhidin bu şekilde değerlendirilmesi, onun aynı zamanda İslâm medeniyetinin belirleyici unsuru olduğu anlamına gelir. Bu medeniyete mensup olan hiçbir müslüman bundan asla kuşku duymamıştır. Şu halde yakın geçmişteki bazı misyonerler, şarkiyatçılar ve diğer bazı medeniyet yorumcularının bu konudaki kuşku uyandırmayı hedefleyen beyanlarının hiçbir ilmî değeri yoktur.
İslâm medeniyetinin tevhide dayalı karakteri onu aynı zamanda evrensel kılmıştır. Bu anlamda Fârûkl, kültürel relativizm kavramının merkezîleştirilmeşine karşı çıkarak tarihteki bütün kültürlerin değerlendirilmesine elverişli olan, dolayısıyla kültür ötesi karakter arzeden bir metodolojinin var olduğunu savunmaktadır. Fârûkî’ye göre esasen her kültür doğruluk, iyilik ve güzellik hakkında kültür ötesi iddialara sahiptir. Ancak önemli olan, bu iddiaların ne ölçüde evrensel olduğu ve ne ölçüde vakıaya tekabül ettiğidir.