33Sosyoloji SözlüğüTeoriler

İşlevselcilik, Yapısal İşlevselcilik (Sosyoloji)

Türkçede “işlevselcilik” diye de anılan Fonksiyonalizm, iş, görev, rol anlamına gelen “fonksiyon” kelimesinden türetilmiş bir terimdir. Sosyal bilimlerde, toplumsal hadiseleri ve kurumları evrimci yaklaşıma göre değil de, toplum içinde yerine getirdikleri görevlere göre inceleyen yaklaşım tarzına “fonsiyonalizm” adı verilir. Başka bir tanıma göre, toplumu, her bir üyesi belirli bir fonksiyon ifa eden karşılıklı ilişkiler düzeni olarak gören ve toplumu tek başına belirleyen bir faktörün bulunmadığını savunan sosyoloji akımının adıdır. Fonksiyonalizm denilince, genellikle B.Malinowski (1884-1942), E.Durkheim (1858-1917) ve A.R.Radcliffe Brown (1881-1955) akla gelir. Psikolojide, politik bilimlerde ve mimaride de fonksiyona Üst akımlar vardır.

Fonksiyonalizm, başlangıçta evrimcilerin metoduna ve iddialarına bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Karşılaştırmalı metodun zorlama ve acemice uygulamasına karşı bir eleştiri getiren fonksiyonalizm, insanların geçmişteki sosyal hayatının anlaşılamayan noktalarını açıklamaya çalışan, ilkel toplumlar hakkında sistemleştirilmemiş ve ispatlanmamış bilgilere dayanan “konjonktürel tarih” anlayışına da karşıdır.

“Sosyalfonksiyon” kavramı, 19. yüzyılda Herbert Spencer (1820-1903) tarafından toplum ve organizmanın birbirine benzerliğinden hareketle en açık bir biçimde formüle edilmiş, esas ifadesini, modern biyolojinin ortaya çıkmasından sonra bulmuştur? Herbert Spencer, biyolojik terimlerden etkilenenlerin çoğu gibi, daha ziyade sosyal evrim teorisine bağlı kalmıştır. Ancak “Sosyolojinin Esastan” adh eserindeki sosyal yapı ve sosyal fonksiyonla ilgili analizleri bu açıdan orjinal İse de, net ve inandırıcı değildir. Zaten Spencer de dahil olmak üzere 19. yüzyıl sosyologları organizmanın çeşitli organları gibi, bir toplumun çeşitli birim ve unsurlarının birbirleriyle dayanışma içinde olduğu tarzındaki anlayıştan önemli ölçüde etkilenmişler, sık sık bu dayanışmayı evrim teorisi ve organik karşılaştırma ve kıyaslamalarla açıklamışlardır. Onlara göre, kalbin kanı hareket ettirmesi gibi, vücudun her organının kendine düşen görevi yerine getirmesiyle insan normal faaliyetini nasıl sürdürüyorsa, toplumsal kurumlar da bir bütün olarak topluma karşı görevlerini yerine getirerek sosyal hayatın devamlılığını temin ederler.

Haddizatında, fonksiyonalist fikirler, sosyolojiye sosyal antropoloji kanalıyla girmiştir. Bu konuda Malinowski’nin yaklaşım ve açıklamalarının rolü İnkar edilemez. Radcliffe Brown’a göre, sosyal fonksiyon kavramını ilk defa formüle eden Durkheim’dir. Sosyal îş Bölümü ve Sosyolojik Metodun Esasları adlı eserlerde bu kavramı hem kullanmış ve hemde sosyolojik açıklamalarını yapmıştır.

Fonksiyonalizmin pek çok tezi olmakla birlikte sosyolojik açıdan Önem taşıyan şu üçüne temas etmekte fayda vardır; Birinci teze göre, sosyal bir faaliyetin veya kurumun diğer bazı faaliyet ve kurumlarla İlgili önceden bilinmeyen gizli fonksiyonları olabilir. Örneğin, aile bireylerinin tek tek niyetleri ne olursa olsun, bazı fonksiyonalistler, geniş aile biçiminden çekirdek aileye geçişin sanayileşme sürecine katkıda bulunduğunu iddia ederler. Yani aile yapısının sanayileşme sürecinde gizli (örtük) bîr görevi vardır. Şöyle ki: diğer şeylerin yanısıra insanlar ailevi bağlardan kurtuldular, coğrafi yönden hareketlilik kazandılar, hayatlarını sürdürebilmek için evlerinden, ailelerinden uzakta bireysel gayret ve çabalarıyla didinip durdular, geçimlerini sağladılar. Bu çeşit çaba­lar zaman içinde büyüyerek sanayileşmeyi doğurdu. Hemen işaret edilmelidir ki, böylesi bir değerlendirme, aile yapısındaki değişmenin ortaya çıkardığı sosyal hadiselerin ancak bir parçasının açıklaması olabilir.

Fonksiyonalistlerin İkinci tezlerine göre de, sosyal bir faaliyet, bir toplumsal sistemin istikrarını sürdürmeye yardımcı olabilir, katkıda bulunabilir. Sözgelimi Durkheim, İntihar ve Dini Hayatın İlkel Şekilleri adlı eserlerinde, dini ayin ve ibadetlerin toplum bütünleşmesi ve istikrarını sağlamada çok önemli hizmetler gören sosyal faaliyetler olduğunu vurgular. Bazı fonksiyonalistler, işi daha da ileri göstürerek, bütün sosyal kurumların böylesine fonksiyonlara sahip olduğunu iddia ederler.

Fonksiyonalistlerin sosyolojik açıdan önem arzeden üçüncü tezine gelince; sosyal bir faaliyet, asıl toplumsal ihtiyaçların veya beşer türünün kaçınılmaz fonksiyonel taleplerinin karşılanmasına katkıda bulunur. Diğer bir ifade ile, Talcott Parsons tarafından en dikkate değer biçimde öne sürüldüğü gibi, toplumlar, eğer yaşamak istiyorlarsa, karşılamaları gereken bazı İhtiyaçlarını gidermek zorundadırlar, toplumsal kurumlar bu ihtiyaçları karşılayan birer araçtırlar.

Fonksiyonalistlerin tezleri etrafında son 30-35 yıl içinde bir hayli tartışmalar olmuştur. Yukarıda sıralanan tezlerden biri ve hepsiyle ilgili bazı eleştiriler yapılmıştır. Onları şöyle sıralamak mümkündür:

1- Fonksiyonalizm, sosyal çatışmayı veya istikrarsızlık şekillerini açıklayamaz. Çünkü bütün toplumsal faaliyetleri, kararlı (stabilize) toplumlara düzenli bir biçimde etki eden şeyler olarak görür. Fonksiyonalistler, sosyal çatışmanın gerçekte toplumsal düzen için olumlu fonksiyonları olduğunu ileri sürerek, yahut fonksiyonel bozukluk kavramıyla bütün sosyal faaliyetlerin diğer tüm faaliyetler için olumlu fonksiyonlara sahip olmayacağını (bazan da olumsuz fonksiyonları olduğunu) kabul ederek bu İddiayı cevaplamışlardır.

2- Fonksiyonalizm sosyal değişmeyi de açıklayamaz. Çünkü mevcut fonksiyonel ilişkileri ortadan kaldıracak hiçbir mekanizmanın olmadığı görülmektedir. Fonksiyonalistler, farklılaşma gibi kavramları değerlendirmeye alarak bu eleştiriye cevap vermişlerdir.

3- Fonksiyonalizm, toplumsal faaliyetin varlığını, onun sonuçları ile veya etkileri ile açıkladığı için bir teleoloji (gayeye yönelmiş bir bilim) türüdür.

4- Fonksiyonalizm, fertlerin faaliyetlerinin sonuçlan üzerinde çalışmalarını yoğunlaştırarak faaliyetlerine verdikleri anlamları ihmal etmiştir.

Görüldüğü üzere, sosyal hadiseleri açıklamada fonksiyonalist akımın da yetersizlikleri vardır. Beşeri faaliyetlerin kompleks bir yapıya sahip olması, tek yönlü açıklamalar yerine, çok yöntü ve çok katlı açıklamalar yapılmasını gerektirmektedir.

(SBA)

İşlevselcilik

İşlevselcilik (işlevsel analiz olarak da adlandırılır), Sosyal Bilimlerde, özellikle Sosyoloji ve Sosyokültürel Antropoloji disiplinlerinde esas olarak en derinde bireysel biyolojik gereksinimleri yerine getirme temelinde ortak çareler arayarak tesis edilmiş olan toplumsal kurumları ya da kurumlaşmayı açıklamaya çalışan bir paradigmadır. Sosyal gereksinimleri yerine getiren sosyal kurumların bunu yerine getiriş biçimlerine, özellikle istikrarlı, kararlı toplum yapısı üzerine odaklanır. İşlevselcilik, yaklaşımın diğer öğretileri ile beraber ana sosyolojik yaklaşımdır. Tıpkı çatışmacı kuram ve etkileşimcilik gibi. İşlevselcilik, önce Emile Durkheim ile şekillenmiş daha sonra ise yakın yüzyılda Talcott Parsons tarafından geliştirilmiştir. Aynı zamanda 20.yy. sosyologları tarafından da kurama çok önemli katkılar yapılmıştır ve bu yaklaşım 1970’lere kadar, yani yeni ve eleştirel argümanlarla karşılaşıncaya kadar popüler etkinliğini sürdürmüştür.

İşlevselcilik, yapı ve toplumun işleyişi ile ilgilenir. İşlevselciler toplumu, varlığını devam ettirebilmesi için gereklilikleri yerine getirirken beraber işleyen, birbirine bağımlı birimlerin bütünlüğü olarak görürler. İnsanlar toplumun ihtiyaçlarını yerine getiren davranışlar ve roller içerisinde sosyalleşirler. İşlevselciler yapının toplum içindeki davranış biçimi olduğunu söylerler. Onlar, kuralların ve düzenlemelerin toplumunun üyeleri arasındaki karşılıklı organize ilişkilere yardım ettiğini savunurlar. Değerler, normlar ve rollere göre şekillenen davranışlara genel anlamda rehberlik yaparlar. Aile, ekonomi, eğitim, politik sistemler gibi toplumun kurumları, sosyal yapının ana görünümleridir. Bu kurumlar, normlar arası ilişkiyi ya da roller arası iletişimi kurar. Örneğin aile kurumunda iletişimi, bağlılığı sağlayan roller, eşler arası, anne, baba, çocuklar arası bir işlev görür.

Kuram birkaç anahtar kavram etrafında temellenir. İlk olarak toplum, dengeyi sağlama eğiliminde olan birbirine bağımlı parçaların toplamı bir “sistem” olarak görülür. İkincisi toplumda, nüfusun yeniden üretimi gibi yaşamsal önemde değerlendirilmesi gereken işlevsel gereklilikler vardır. Üçüncüsü ise, bir işlev sunan kurumlar oldukları için var oldukları görülür[Holmwood,2005:87].

İşlevselciler, toplum ile büyük bir vücudun işlevini yerine getirebilmesi için birlikte çalışan parçalar(organlar) veya sistemlerden oluşan canlı bir organizma arasında kıyaslama, benzetme yapılabileceğini öne sürerler. Buna yönelik örnek varlığın ortaya çıkışı ile ilgili veya sistem teorisinde görülebilir(bkz.ing.emergence veya etiology). İşlevselci sosyologlar, aile, eğitim, din, hukuk, medya vs. gibi toplumun farklı parçalarının, toplumun tümünün işlevini oluşturan, buna katkı sağlayan ögeler olarak görülmesi zorunluluğundan bahsederler. Bu “organik analoji”, varlığın birbirine sıkıca bağlı organik biçimini oluşturan farklı parçalarını ve buna benzer şekilde beraber işleyen farklı parçalardan oluşan sosyal bir sistem biçimini, bu benzeşmeyi anlatır.

İşlevselcilik ve Başlıca Teorisyenleri

felsefe/herbert_spencer Herbert Spencer
Britanyalı sosyolog ve sosyal psikologdur. Sosyoloji alanında gerçek anlamda ilk işlevselci sosyologdur. Aslında E.Durkheim yaygın biçimde pozitivist kuramın en önemli işlevselcisi olduğu düşünülürken, onun analizlerinin çoğu H.Spencer’ın çalışmalarından, özellikle de “Sosyolojinin İlkeleri” adlı eserinden ayrı tutularak bilinir(1874-96). Spencer’ın eserlerinde, büyük eserlerini okumanın sıkıcılığından kaçınan – organizma benzetmesini hücrelere, basit canlılara, hayvanlara, insanlara ve topluma atıfla yorumlayan uzun pasajlarla yerine getirirken – , hatta “sosyal eylemin yapısı”(1937) adlı eserinde “Spencer’ı şuan kim okuyor ki?” diye soran Parsons’u da içeren çoğu çağdaş kuramcıyı üstü kapalı olarak etkileyen önemli bilgiler vardı.

Onun kuramının çekirdeği, 19.yy. evrimci kuramcılardan farklı bir evrimci modeldir, konjonktüreldir. Farklılığın başlaması ve organik ya da süperorganik (Spencer’ın sosyal sistem için kullandığı terim) bir bünyenin karmaşıklığının fazlalaşmasını, denge ve dengesizliğin bir ifadesi olan bir dalgalanma izler (veya adaptasyon ve uyarlamanın bir ifadesi), ve sonuç olarak, ufalama ve sona erme aşamaları bunu takip eder. Bundan dolayı Thomas Malthus’un nüfus ilkelerini takip ederek; Spencer, toplumun sürekli bir seçme baskısıyla karşı karşıya olduğunu ve—iç ve dış gereklilikler—farklılıklar aracılığıyla yükselen iç yapının toplumu uyuma zorlayacağı sonucuna varır. Ancak seçme baskısının yeni bir biçimine sebep olan bir probleme ilişkin her çözüm toplumun uygulanabilirliğini tehdit eder. Kaydadeğer olan şu ki; Spencer bir determinist değildi. O hiçbir zaman a) seçim baskısı, toplumu değişime karşı zaman içinde hassaslaştıracak, b) toplum tepkili ve hassas olacak ve c) çözümler herzaman işleyecektir şeklinde görüş bildirmemiştir. Aslında o pek çok açıdan bir politik toplum bilimciydi (Bkz. Turner 1985). Hatırlanacağı gibi hükümet içerisindeki otoritenin parçalılığı ve merkezileşmenin derecesi uyum için toplumun yetilerini kırabilir veya onarabilir. Bu anlamda O, gücün merkezileşmeye doğru olan genel eğilimini görmüştür, aynen baskının merkezsizleşmeyi sağlaması, son aşamaya ve durgunluğa yol açabilmesini gördüğü gibi.

Daha özel bir nokta olarak; Spencer, gerekli ve ihtiyaç duyulan, üretilmiş seçim baskısı ile ilgili 3 işlevi hatırlatır; düzenleme, işleticilik (üretim) ve dağıtım. Onun tartıştığı, tüm toplumlar meta üretimi, sunulması, yenifikirler ile koordinasyon ve kontrol problemlerini çözme ihtiyacı duyar ve sonuçta kaynakların dağıtımı için yöntemler arar. İlk olarak, ilkel toplumlarda, bahsedilen 3 işlev ayrılmazdır ve akrabalık sistemi bu doğrultudaki tatmini baskın yapı haline getirir. Çoğu akademisyen, tüm kurumların akrabalık organizasyonları altında sınıflandırıldığını belirtmektedir(Nolan and Lenski, 2004; Maryanski and Turner 1992). Ancak, yükselen nüfus ile – sayıca ve yoğunluk olarak – ilgili olarak ortaya çıkan bireysel beslenme problemleri, organizasyonlarda yeni biçimler yaratıyor. İş gücünün ani bölünümü ve kaynak dağıtımı ile ilgili gelişen sistemler, farklı sosyal birlikler arasında çeşitli koordinasyonlar ve kontroller sağlıyor. Spencer’a göre çözüm, ki o bunu görmüştür, daha özel işlevleri yerine getirmek için yapıların ayırdına varılabileceğidir. Bundan dolayı, şef ya da “big man” ortaya çıkmakta, onun sağ kolunu oluşturan bir grup tarafından takip edilmekte ve sonra krallar ve idareciler tarfından süreç izlenmektedir.

Belki Spencer’ın modern sosyolojideki tartışılan en büyük engeli, Victoria İngilteresi’nin sosyal ve tarihsel bağlamında kökleşen sosyal felsefe ağırlığıdır. Bundan dolayı O, “en uygunun hayatta kalması” terimini icat ederek basit bir gerçeği tartışır. Küçük kabileler veya toplumlar, daha geniş toplumlar tarafından fethedilme ve üstün gelinmeye meyillidir. Söylenen ironi kendisini düşünen birisi için fazlasıyla bireyseldir. Akademisyenler insanlığı ayrımlamada başarısızdı (19.yy. da ırk ya da cinsiyete dayalı bakış açısına sahip kişiler gibi). Sonuç olarak politik dinamikler, güç ve ekonomik dinamiklerin tartışılmasındaki ince ayrım önceden tahmin edilemedi. Elbette çoğu sosyolog bilerek veya bilmeyerek o’nu analizlerinde kullanır, bu özellikle evrimci teorinin yeniden ortaya çıkartılmasındaki bir durumdur.

Talcott Parsons

Talcott Parsons, yoğun biçimde Durkheim, Max Weber’den etkilendi ve çalışmalarının çoğuna onların kuramlarını sentezledi. Parsons’un isteği temel bir toplumsal kuram geliştirmekti, fakat O, birey ve eylem üzerine tartışarak işe başladı. O ‘sosyal sistemin bireylerin faaliyetlerinden oluştuğunu’ ifade etti(Parsons & Shills, 1976:190). Onun çıkış noktası bireyler arasındaki karşılıklı etkileşimdi(Parsons, 1961:41). Bireyler, davranışlarını nasıl şekillendirecekleri ile ilgili çeşitli seçimler ile yüz yüze bırakılırlar. Ancak, bu seçimler sosyal ve fiziksel faktörler tarafından koşullandırılır ve etkilenir(Craib, 1992:40). Persons, her bir bireyin beklentilerinin olduğunu ve bu beklentilerin diğer bireyler tarafından etkilenmiş ve davranışlarca biçimlendirilmiş beklentiler olduğunu, bu beklentilerin aynı zamanda kabul edilmiş normları ve yaşam alanındaki toplumun değer yargılarını da bünyesinde barındırdığını söylemektedir.(Parsons, 1961:41) Bu sosyal normlar genellikle kabul edilmiş ve üzerinde anlaşılmış normlardır.(Gingrich, 1999)

Robert Merton
Robert Merton, işlevselciliği savunmakta ve Parsons’un fikirlerine tamamen katılmaktadır. Ancak konunun çok fazla büyük ve genellenmiş olduğuna inanmaktadır.(Holmwood, 2005:100) Merton, orta büyüklükte bir teorinin büyük anlatımlara yeğelenmesi gerektiğini belirtmektedir ve Parsons’un teorisinin sınırlandırılabileceğini (özel bir noktada toplanabileceğini) öne sürmektedir. O, başlıca 3 noktada bunun gerçekleştirilebileceğini belirtmiştir:

* İşlevsel birlik,
* Evrensel işlevselcilik,
* Kaçınılmazlık. (Ritzer in Gingrich, 1999)

Merton ayrıca “sapkınlık” kavramını geliştirmiş ve açık ile gizli işlevler arasındaki farkı ortaya koymuştur.

Merton, işlevsel birlik üzerinde eleştirel bir tavırla durmuştur. Bu doğrultuda toplumun işlevsel birliği için işleyen kompleks ve modern bir toplumun tüm parçaları işlevsel birliği ifade etmez.

Önde gelen işlevselciler

* Herbert Spencer
* Emile Durkheim
* Talcott Parsons
* Robert K. Merton
* Bronislaw Malinowski
* Alfred Radcliffe-Brown
* Niklas Luhmann
* George Murdock


Yapısal işlevselcilik

Yapısal-işlevselcilik (İngilizce: Structural-functionalism): Öncelikle yapısal işlevselcilik ontolojik olarak Holistik paradigma içerisinde değerlendirilebilir. Esas itibariyle metodolojik bir araç olarak sosyoloji disiplini içerisinde kullanılmakta olan bu yaklaşım; siyaset bilimi, antropoloji, psikoloji, sosyobiyoloji, sosyal psikoloji gibi disiplinler ve alt disiplinler bünyesinde sosyal bilimler alanında önemli bir hareket noktası konumundadır. 19. yy.da Herbert Spencer’ın organizmacı toplum yapısı yaklaşımı ile bağlantılı olarak gelişen, ama asıl olarak işlevselci yaklaşımın devamı niteliğindeki bu metodolojik yaklaşım, özellikle 20. yüzyılda Talcott Parsons ile şekillenmiştir. Kuramsal çerçeve açısından antropoloji disiplinindeki en önemli kuramcıları Bronislaw Malinowski ve Alfred Radcliffe-Brown’dır. Sosyolojik gelişim çizgisinde bu yaklaşımın en önemli kuramcıları Herbert Spencer, Emile Durkheim, Talcott Parsons, Robert K. Merton ve David Keen’dir.

Kuramsal arka plan

“ “İnsan, gözü olduğu için görmez, görme işlevini yerine getirmek için göz oluşur.”

Üzerine düşünülen konu öncelikle toplum ve yapısıdır. Sosyal fenomenlerin tahlilinde toplum yapısı ve işlevleri ortaya konulur. Başlıca şu sorulara verilebilecek cevaplar çerçevesinde bilimsel nitelik bu bakış açısıyla şekillenir: Sistem ne üzerinde yoğunlaşmıştır, işleyiş biçimi, değişimin nasıl gerçekleştiği ve üretilenin ne yönde çıktılar verdiği. Bu kuram çerçevesinde toplumun yapısı ve işlevleri dikkate alınır. Önemli olan ve ortaya konulmaya çalışılan, toplumun bir bütünlük içerisinde kendi sürekliliğini sağlamasının izahıdır. Bu durum organik toplum modeli baz alınarak izah edilmektedir. İşlevselci yaklaşım statükodan yana olmaktan öte, daha çok değişimi vurgulamak istemez. Değişim; toplumsal sistemi, parçalar arasındaki bütünleyici ahengi yıpratabilir hatta bozabilir. Bu durumda toplumsal işlev yıpranacak ve kendisini yeniden inşa edecek ve düzene oturtacaktır. Çatışma durumu da benzer şekilde sistemin işleyişi, düzeni ve sürekliliği için kaçınılması gereken bir durumdur. İşlevselcilik bu temel düşünüş üzerinden hareket ettiği için statükocu olarak nitelendirilmektedir.

Toplum

Yapısal işlevselci yaklaşıma göre toplumun çekirdeği bireydir. Toplumun alt sistemleri bireylerin bir aradalığı ile oluşur. Tek tek bireylerin bütünlüğü alt sistemleri, alt sistemlerin işlevsel bütünlüğü ise sistemi meydana getirir. Birey, toplumsal bir rol içerisinde ele alınır ve yapısal işlevselcilik bu role sahip bireye “aktör” demektedir. Birey aynı zamanda sahip olduğu role uygun bir statü içerisinde yer alır ve rol kavramı statü ile birlikte anlam kazanır. Durkheim büyük oranda Auguste Comte’un organizmacı pozitivizminden dayanak bularak toplumsal yapıyı organizma benzeri bir hal ile açıklamıştır. Yapısal işlevselci yaklaşımın en büyük temsilcilerinden Talcott Parsons’a göre de bu örnekten yola çıkılabilir.

Toplumsal değişim
Toplumsal değişme, Parsons’un belirttiği şekilde, toplumsal sistemin bir bütün halinde çalıştığı ve bu bütünün karmaşık yapısının kendi içerisinde bir uyumu barındırdığı savından yola çıkılarak değerlendirilmektedir. Sistem, kusursuz biçimde işleyebilmenin yöntemlerini kendine içkin biçimde meydana getirmektedir. Herhangi bir “kusursuzluk”tan sapma hali, hızlı biçimde tekrar düzenli hale geçişi ve uyumu ardında taşır.

Parsons’a göre yapısal işlevselci kuramsal perspektif ile bağlantılı olarak 4 görünüm ışığında toplumsal değişim tartışılabilir:

1.

Farklılaştırma

2.

Uyumlu yükseltme
3. Kapsama
4. Gerçek değerleme

Kıtalararası yaklaşım farkı

Amerikan sosyolojisinde yapısal işlevselcilik
Amerikan sosyolojisi esas olarak, tarihsel olaylara hapsolmak yerine olanı betimlemeyi, güncel toplumsalı çözümlemeyi amaçlar. Toplumsal bütünü parçalar halinde bütünden soyutlanmış biçimde analiz eder. Bu çözümlemeler esnasında analizler bireylere kadar indirgenir. Bireylere indirgenen güncel sosyolojik analizler ortaya psikolojik yaklaşımı çıkartır. Toplum bir işlevler bütünüyse, işlevler de incelenmelidir. Toplumdaki uyumun algılanabilmesi ve sürdürülebilmesi işlevsel yaklaşım ile mümkündür. Değişim farklılaşmadır. Toplum büyüyerek farklılaşır, fakat özünde değişmez. Farklılaşma:Yapıların değişmeye başlamasıyla,değişen işlevlere uygun yapıların oluşturulması veya işlevlerin o yeni yapılara uygun hale getirilmesidir.

Kıta Avrupası’nda yapısal işlevselcilik
Weber’in tesiriyle rasyonelleşmeye önem verilmiştir. Bu, bilim ve teknolojiden ve düşünce sisteminden kaynaklanır. Rasyonalizasyon, toplumsal sistemin temelindeki değer yargısı sisteminin oluşturduğu süreçtir. Değer yargısı sistemi bu yaklaşımda karizmatik niteliktedir. Mevcut toplumsal sistemin korunmasını amaçlar. Rasyonelleşme, değişimi zorlayan bir iç yönelmedir. Bununla birlikte toplumsal sistemin temelinde yatan değer yargısı sisteminin oluşturduğu ve biçimlediği uyum ve denge koşulları içinde yönlenen ve aynı zamanda koşullarla sınırlanan bir süreçtir. Denge ve uyum değişime karşıdır. Oysa çatışmacı bir yapı anlayışı değişimi gerekli kılar ve izahını kolaylaştırır.

Fransız orijinli post yapısalcı (postmodern) düşün dünyasına kadar uzanan bir işlev ve yapı sentezi özellikle dil, mikro olanın izahı ve genel soyutlamalara ulaşma, parçalı düşün gibi kuramsal tartışmalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Ferdinand de Saussure, Gilles Deleuze, Jacques Derrida, Jacques Lacan, Jean Baudrillard, Michel Foucault gibi dil ve yapı bütünlüğünden parçalı mikro iktidar alanına kadar ulaşan varsayımlar ve kuramlar bütününe şahit olmaktayız.


Vikipedi