Nedir ?

İslam’da Miras Hukuku, İslam Miras Hukuku Nedir

Lugatta, geçmek, devam etmek, intikal etmek ve halef olmak manâlarına gelen “miras”, “irs”, “verâset” ve “tevarüs” kelimeleri ıstılah olarak, önceden mevcut bir alacak veya ölenin vasiyetine lüzum olmadan şer’an tanınan bir yakınlığa binâen, ölen bir kimsenin mal varlığında pay sahibi (mirasçı) olmayı ifade eder. Bu kelimelerden “tevârüs” karşılıklı mirasçı olmak, “miras” ise terike manâlarına da gelir. “Muris” (ölüp) miras bırakan, “vâris” mirasçı, “terike” vefat edenin geride bıraktığı mal ve haklar demektir. Fıkıh kitaplarının “el-miras” veya “el-ferâid” başlığını taşıyan bölümleri, terikede hak ve payı bulunan kimseler ile, pay sahihlerinin pay miktarlarını gösteren kaideleri ihtiva eder. Belirli pay manâsındaki “ferîda” kelimesinin çoğulu olan “ferâid”, İslâm miras hukukuna isim olmuş, bu sebeble miras hukuku bilginine “fârıd”, “faradı” ve “farâidi” denmiştir.

Mevcut hukuk sistemleri içinde miras hukuku alanındaki eğilimler üç gurubta incelenebilmektedir:

  1. Aileyi koruyan görüş, ölenin mallarının ailesi içinde kalmasını,
  2. Ferdiyetçi görüş, miras bırakanın, kendi malları üzerinde serbestçe tasarruf edebilmesini ve ölümü halinde mallarının kime kalacağını bizzat tayin edebilmesini,
  3. Kollektivist görüş ise, ölen kimsenin mallarının topluma veya devlete kalması gerektiğini savunmaktadır.

Bugün, özellikle liberal anlayışa sahib ülkelerin hukuklarında âileci ve ferdiyetçi görüşün telifi ve ikinci derecede olmak üzere devlete de bazı hakların tanınması prensibi hakimdir, İslâm miras hukukunda da hemen aynı prensibin kabul edildiği görülmektedir.

Muhtelif hukuklarda, terikenin taksiminde uyulacak esaslar bakımından üç sistem vardır:

Sınıf sistemi: Bu sistemde, kişinin yakınları -farzedilen sevgi ve manevî bağ bakımından- sınıflara ayrılmıştır, önce gelen sınıf sonra gelen sınıfın mirasçılığına engel olmaktadır. Fransız hukuku bu sistemi benimsemıştir.
Zümre sistemi: Bu sistem, birbirini izleyen kuşakların esası olan sulb ve nesebe dayanmaktadır. Birinci zümreyi ölenin furû’u (çocukları, torunları…), ikinci zümreyi ölenin ana ve babası ile bunların furû’u (ölenin kardeşleri, yeğenleri…), üçüncü zümreyi ölenin büyük ana ve büyük babaları ile bunların furû’u (ölenin amca, dayı, hala, teyze ve bunların çocukları) meydana getirir. Türk Medeni Kanunu bu sistemi kabullenmiştir.
Ferdî sistem: Bu sistemde, yakınlardan herbirinin ölüye yakınlığı teker teker ele alınmakta ve payları belirlenmektedir. Mirasın öncelikle kendilerine taksim edileceği pay sahihlerinin durumu sebebiyle İslâm hukuku bu sisteme örnek gösterilmiştir.

İslâm hukukunda miras hükümlerinin kaynakları, Kur’ân-ı Kerim, Sünnet, icmâ ve şahabı kavlidir. Miras payları ile ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de üç âyet vardır (Nisâ sûresi/11-12 ve 176. ayetler). Şuna işaret etmek gerekir ki İslâm’da, -bir çok konuda olduğu gibi— miras hukukunda da “tedricîlik” prensibi uygulanmış, miras hükümleri bir anda konmamıştır.

Her miras olayında üç unsur (rükün) bulunur: a) Vâris (mirasçı), b) Muris (Miras bırakan), c)Terike (muristen vârislere intikal eden mal ve haklar). İslâm hukukunda mirasçı olmanın sebepleri ise şunlardır: Karâbet (hısımlık), b)Zevciyet (evlilik bağı), c)Velâ. Velâ iki şekilde olur:

Azâd etmeden doğan velâ: Azâd eden kişinin (mevlâ’l-ı tâka) âzâd ettiği kişiye mirasçı olmasını sağlar,

Sözleşmeden  doğan velâ: Karşılıklı dayanışma gayesiyle yapılan sözleşme, tarafların birbirine mirasçı olabilmesi sonucunu da doğurur. İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre İslâm’dan sonra bu ilişki hukukiliğini yitirmiştir.

Mirasçılığın gerçekleşmesi için aranan şartlar şunlardır:

Olumlu şartlar:
a)Mûrisin ölmüş olması: Bu, yaşayan bir kimsenin hayatının sona ermesi (hakiki ölüm) şeklinde olabileceği gibi, -şartları gerçekleştiğinde- yaşadığından ümid kesilen kişinin ölümüne hâkim tarafından hükmedilmesi (hükmî ölüm) veya yaşadığı takdir edilen ana karnındaki ceninin bir tecâvüz sonucu düşmesi (takdirî ölüm) şekillerinde de olabilir. (Cenin, İslâm hukukuna
göre, mirasçı olabilme, lehine vasiyet yapılabilmesi gibi bazı haklara sahiptir. İşte bu şekilde ölmüş sayılan ceninin terikesi -kuvvetli görüşe göre- ana ve babasına kalır).
b)Mûrisin ölümü anında vârisin hayatta bulunması

Olumsuz şartlar:
a)Vârisin, mûrisini öldürmüş olmaması, b)Vârisle muris arasında din farkı bulunmaması (gayr-ı müslimlerin birbirine mirasçı olabileceğini çoğunluk kabul etmiştir), c)Vârisin köle olmaması.Müteveffanın teçhiz masrafları yapıldıktan ve borçları ödendikten sonra, terikenin üçtebir nisbetini aşmamak kaydıyla, yine müteveffanın sağlığında yaptığı vasiyetler yerine getirilir. Yani, İslâm hukukunda bütün mirasçılar için “mahfuz hisse” üçteiki ve mûrisin “tasarruf nisabı” üçtebir olarak belirlenmiştir. İslâm hukukunda, vâris lehine vasiyet prensip olarak kabul edilmemiştir; ancak diğer mirasçıların muvafakati halinde de, vasiyet veya hibe esasları içinde buna imkân tanınmıştır. İslam hukukunda-yukarıda işaret edildiği gibi, murisini öldürmek, mirastan “mahrumiyet” sebebidir. Fakat mûrisin mirasçıyı “mirastan iskat” edebilmesi ve vârisin “mirası red” edebilmesi mümkün olmamaktadır. Şu var ki, İslâm hukukunda mirasın cebrîliği, terikeyi aşan borçlardan sorumluluğu yüklenme manâsında değildir. Yine İslâm miras hukukunda, mûrisin ölümünden önce feragat sözleşmesi yapabilme imkanı yoktur. Buna mukabil, mûrisin ölümünden sonra vârislerin anlaşarak ıvazlı veya ıvazsız olarak miras payından feragatleri (“sulh” ve “tehâruc”) mümkündür. İslâm miras hukukunun en önemli özelliklerinden biri de, genellikle erkeğin kadına göre bir misli fazla pay almasıdır. Bir başka özellik, intifa hakkı şeklinde miras payı alma hükmünün İslâm hukukunda tanınmış olmamasıdır.

Miras paylarının dağıtılması

İslâm miras hukukunda, önce belirli pay sahibi yakınlara (ashâbu’l-ferâiz) payları verilir. Bu yakınlar şunlardır: 1)Koca, 2)Karı, 3)Baba, 4)Ana 5)Dede, 6)Nine, 7)Ana bir kardeşler,  8)Kız, 9)Oğlun kızı, 10)Ana-baba bir kızkardeşler, 11)Baba bir kızkardeş (burada yer alan dede ve nineler, bütün büyükanne ve büyük babalara şamil olmayıp, bazı kayıtlarla sınırlıdır). Burada sayılan pay sahiplerinin bulunabileceği durumlar “kırk hal” diye bilinir. Bu yakınların hepsi zaruri mirasçı değildir. Daha yakın mirasçılarla beraber bulundukları bazı durumlarda mirasçılık sıfatını kaybederler (sâkıt olurlar), Ashâb-ı ferâiz paylarını aldıktan sonra kalanı asabe mirasçılara ait olur. “Asabe”, kişinin erkek vasıtasıyla kendine bağlanan erkek hısımları demektir. Kan hısımlığına dayanan bu asabeliğe “nesebî asabelik” denir. Köleyi azâd etmiş olmaktan doğan asabeliğe ise “sebebî asabelik” adı verilir.

Nesebi asabelik üç nevidir:

Binefsihî asebe (başkası ile bağlantılı olmadan asabe)

  1. Furû’    (oğul, oğlun… oğlu),
  2. Usul     (baba, babanın… babası),
  3. Babanın    furû’u (baba tarafından erkek kardeşler ve bunların erkek çocukları),
  4. Dedenin    furû’u (amcalar ve bunların erkek çocukları).

Bunlardan, önceki zümre sonraki zümrenin mirasçıjığını engeller (hacbeder). Birinci zümrenin varlığı halinde babanın mirasçı olamayacağı sonucu hatıra gelirse de, bu durumda baba, ashâb-ı ferâizden olması sebebiyle yine mirasçıdır. Aynı zümre içinde de yakınlık derecesi önde olan, diğerlerini hacbeder. Yine zümre ve derece bakımından aynı olmakla birlikte, hısımlığı kuvvetli olan, zayıf olanın mirasçılığına engel olur (ana-baba bir olan, yalnız baba bir olanı hacbeder ),

Biğayrifî    asabe (başkası sebebiyle asabe)

  1. Oğlu    ile birlikte bulunan kızlar,
  2. Oğlun…    oğlu ile birlikle bulunan oğul kızları,
  3. Ana-baba    bir erkek kardeşlerle birlikte bulunan ana-baba bir kızkardeşler,
  4. Baba    bir erkek kardeşlerle birlikte bulunan baba bir kızkardeşler.

Bunlar, yalnız başlarına asabe olmayıp, esasen ashâb-ı ferâizdendir. Erkek kardeşleriyle birlikte bulununca asabe olmakta ve terikenin tamamını veya kalanını ikili-birli paylaşmaktadırlar.

Asabe maalğayr (başkasıyla asabe)

Burada sadece kızkardeşler söz-konusudur. Ana-baba bir veya baba bir kızkardeşler, kızlar veya oğul kızları ile beraber bulunduklarında kızlar ve -mevcutsa- diğer mirasçılar paylarını aldıktan sonra geri kalanı alırlar.

Ashâb-ı ferâiz hisselerini aldıktan sonra, asabe yoksa ve terike artmışsa “red” formülüne, bunun tersine olarak paylar toplamı paydadan büyük çıkmışsa “avl” formülüne başvurulur (bk. Red ve Avl).

Ashâb-ı ferâiz ve asabe arasında yer almayan teyze, hala, kızın oğlu, ananın babası gibi kan hısımlarına “zevî’l-erhâm” denir. Müteveffanın hısımları arasında ashâb-ı ferâiz ve asabe mirasçılar yoksa, zevilerham hısımlar mirasçı olurlar. Bunların kendi aralarındaki sıra, genellikle binefsihî asabedeki gibidir.

Buraya kadar sayılan mirasçıların bulunmaması halinde, ikrar yoluyla mirasçı olanlar, kendisine üçtebirden fazla vasiyette bulunmuş olanlar ve nihayet beytülmal (devlet hazinesi) terikeye hak kazanır.

İlgili Makaleler