Nedir ?

İslamda Çocuk Düşürme/Kürtajın Yeri, Hükmü, Hakkında Bilgi

İslâm Dininde Çocuk Düşürme. İslâm hukukçuları çocuk düşürmenin dinî hük­mü konusunda iki gruba ayrılırlar. Ço­ğunluğun yer aldığı birinci gruba göre hamileliğin hiçbir döneminde meşru se­bep olmaksızın çocuk düşürmek caiz de­ğildir. Allah’ın yarattığı ceninin hayatı­na insan tarafından son verilmesi meşru olamaz. İkinci grupta yer alan hukukçu­lara göre ise hamileliğin ilk dönemlerin­de çocuğun düşürülmesi haram değil­dir. Bunlardan bazıianna göre böyle bir fiil mekruh, bazılarına göre de mubah­tır. İkinci grup âlimler, hangi şartlarla ve hangi süre içinde çocuğun düşürülebi­leceği hususunda çok farklı görüşler ile­ri sürmüşlerdir. Bunun başlıca sebebi, doğrudan konuyla ilgili nas bulunmama­sı ve mezhep imamlarından bu hususta belli görüşlerin nakledilmemesidir. Ay­rıca bu grup içinde yer alan âlimlerin İctihadlannda, dönemlerinde cenin hak­kında mevcut tıbbî bilgilerin yetersizliği de önemli ölçüde etkili olmuştur.

Hamileliğin ilk döneminde belli bir sü­re içinde çocuğun düşürülmesinin mu­bah olduğunu söyleyen âlimler genelde “ruhun üflenmesi” zamanını, bazan da ceninin anne karnında tam teşekkül et­mesi safhasını esas alırlar. Başta Buhâ-rî olmak üzere birçok hadis kaynağında sahih olaraK rivayet edilen bir hadise göre ana rahmindeki cenine üçüncü kırk günün bitiminde ruh üflenir ve eceliyle kaderi belirlenir. Ruhun üflenmesinden söz etmemek­le birlikte insanın eceliyle kaderinin be­lirlenmesinden bahseden başka hadis­lerde kırk veya bunun küsurları gibi da­ha az sayıda günlerin verildiği de görül­mektedir. Ancak fıkıh kitaplarının hemen hemen çoğunda, muhtemelen ikinci grup hadislerde ruhun üflenme­sinden açıkça bahsedilmemesi sebebiy­le, çocuk düşürmeyle ilgili görüşlerin ilk hadise dayandırıldığı ve bundan hareketle cenine ruhun ilk 120 günden son­ra üflendiği hususunda bir görüş birli­ğine varıldığı görülmektedir. Bu anlayış­ta, ceninin anne karnındaki yaratılış saf­halarından bahseden âyetin(Mü’minûn 23/12-14) dolaylı İfadesinin de önemli payı vardır. İkinci grup hadislerde de ru­hun liflenmesinin kastedildiği ve bunun ilk kırk günden sonra vuku bulduğu tar­zında farklı bir yorum da mevcuttur. Öte yan­dan ruhun üflenmesinden önce çocuk düşürmeyi mubah kabul edenler, çoğun­lukla ceninin vücut yapısının ancak ru­hun üflenmesi safhasında tamamlanma­sı sebebiyle, insan olma vasfını da bu safhada kazanacağı varsayımından ha­reket etmektedirler. Çocuk düşürmenin dinf hükmünde, ceninin ilk 120 günün hangi safhasında olduğuna bakarak ayı­rım gözetenler de benzeri bir noktaya dayanmaktadırlar. Bugünkü tıbbî bilgi­ler, dördüncü aydan itibaren, hatta da­ha önceden ceninde iç organların tama­men teşekkül ettiğini, dış görünümünün belirgin şekilde insana benzediğini ve annenin hissedebileceği şekilde hareket kabiliyeti kazandığını ortaya koymakta­dır. Bu genel tesbitten sonra mezheple­rin konuyla ilgili görüşlerini şu şekilde belirtmek mümkündür:

Hanefî mezhebinde ruh üflenmeden önce çocuk düşürmenin mubah olduğu­nu söyleyen hukukçular varsa da hâkim görüş, bunun ancak haklı bir sebebe dayanması ile caiz olabileceği şeklindedir. İbn Vehbân, emzirdiği bir çocuğu bulunan kadının hamilelik sebebiyle sütten kesil­mesi ve kocasının malî durumu itibariy­le sütanne tutma imkânına sahip olma­ması halinde mevcut çocuğun ölümün­den endişe duyulmasını, çocuğun düşü­rülmesi için geçerli bir mazeret kabul etmiştir. Bugün tıp açısından anne sağlığı için ciddi bir teh­like söz konusu olmasının da geçerli bir özür kabul edilebileceği açıktır. Mâlikî mezhebine göre kırk günden sonra ço­cuk düşürmek haramdır. Bu süreden ön­ce düşürülmesi halinde mubah veya mek­ruh olduğunu söyleyenler varsa da ço­ğunluk bu durumda da haram olduğu görüşündedir. Şâfıî mezhebinde, ruh üf­lenmeden önce bunun caiz olup olma­dığı konusunda iki farklı görüş mevcut­tur. İmam Gazzâlî ne zaman olursa ol­sun çocuk düşürmenin cinayet olduğu­nu söylerken bazı âlimler bunun haram değil mekruh olduğu, ancak ilk günler­den ruh üflenme vaktine doğru gidildikçe tenzîhen mekruhtan harama doğru bir değişme göstereceği, çocuğun 120. güne yaklaşıldığı sırada düşürülmesinin ise haram hükmü içinde değerlendiril­mesinin kuvvet kazanacağı tarzında bir İzah getirmişlerdir. Hanbelî” mezhebin­de bazı âlimler, ruh üflenmesinden ön­ce çocuk düşürmenin mubah olduğuna dair görüş belirtmekle birlikte mezhep­te hâkim görüş çocuk düşürmenin bu dönemde de haram olduğu şeklindedir.

Ruh üflendikten sonra çocuk düşür­menin veya aldırmanın haram olduğun­da ve bu davranışın cinayet telakki edileceği konusunda İslâm hukukçuları gö­rüş birliği içindedir. Klasik fıkıh kaynak­larında bu konudaki ifadelerin mutlak olarak zikredildiği dikkate alınınca bu hükmün anne sağlığının söz konusu ol­duğu durumlarda da geçerliliğini koru­duğu düşünülebilir. Nitekim bazı kaynak­larda bu husus açıkça belirtilmiştir. İbn Âbidîn’e göre de ce­nin canlı İse annenin hayatından endişe duyulacak olsa bile alınması caiz değil­dir. Çünkü annenin bu sebeple ölmesi bir ihtimaldir, ihtimalden hareketle her­hangi bir insanın öldürülmesi caiz olmaz. Ancak Kuveyt’­te yayımlanmakta olan fıkıh ansiklope­disinin ilim he­yeti, ceninin alınmaması halinde anne­nin hayatının kesin olarak tehlikeye gir­mesi tıbben söz konusu ise, çocuğun var­lığının temelde annenin varlığına dayan­ması ve sağ olarak doğmasının kesin ol­mamasına karşılık annenin kesin şekil­de hayat sahibi bulunması sebebiyle, an­ne hayatnın dikkate alınmasının daha doğru olacağı görüşüne varmıştır. İbn Âbidîn’in, söz konusu hükme döneminin tıbbî bilgileri ışığında vardığı göz önünde bulundurularak ikinci görü­şün daha isabetli olduğu söylenebilir. Ayrıca çocuğun alınmaması sebebiyle an­nenin Ölmesi halinde çocuğun da hayatını sürdüremeyeceği açıktır.

Cenine karşı bir cinayet işlenmesi ha­linde gurre denilen bir ceza – tazminat ödenir. Bunun için çocuk düşürmenin kasten veya hata ile olması, yahut anne veya baba tarafından işlenmesi sonucu değiştirmez. Ayrıca rahimde mevcut ce­nin sayısı kadar gurre ödenir. Ancak gur­re ile birlikte kefaretin gerekli olup ol­madığı hususunda ihtilâf edilmiştir. Hanefiler’le Mâlikîler kefaretin vacip değil mendup olduğu kanaatindedirler. Çün­kü Hz. Peygamber bir dava dolayısıyla bu konudaki hükmünü bildirirken yalnız gurreyi zikretmiş, kefaretten söz etmemistir. Öte yandan kefaret, kendi başı­na müstakil bir varlık olan insana karşı işlenen cinayetlerde söz konusudur. Hal­buki cenin bu anlamında müstakil bir varlık olmayıp anneye bağlıdır. Şafiî ve Hanbelî fakihleri ise gurre ile birlikte ke­faretin de vacip olduğunu ileri sürmüş­lerdir. Zira cenin de diyetle tazmin edi­len bir şahsiyettir. Hz. Peygamber’in söz konusu davada kefareti zikretmemiş ol­ması onun vücübuna engel teşkil etmez. Ayrıca bu iki mezhebe göre cenine karşı işlenen cinayete birden fazla kişinin ka­tılması durumunda her birinin ayn kefa­ret ödemesi gerekmektedir. Çocuk düşürme fiilinin sonuçlarıyla il­gili olarak bazı dinî ve hukukî hükümler söz konusudur. Çocuk canlı olarak düş­müş yani ağlaması duyulmuşsa yıkan­ması ve namazının kılınması gerektiği konusunda ittifak vardır. Eğer canlılık alâmeti göstermezse Hanefîler’e göre yıkanır, kefenlenir ve defnedilir. Şâfiî-ler’e göre ise dört ayı doldurmuş olma­sı halinde yıkama, kefenleme ve defin işlemleri yapılır. Her iki mezhebe göre de bu durumda cenaze namazı kılınmaz. Hanbelîler’e göre dört ayı doldurmuş ola­rak doğan bir çocuk yıkanır ve cenaze namazı kılınır. Mâlikîler ise hayat alâme­ti göstermeyen çocuğun namazının kılınmayacağı görüşünü benimsemişlerdir. Kefenlenemeyecek ve cenaze namazı kı­lınamayacak durumda olanlar da bir ku­maş parçasına sarılarak defnedilir.

Bütün yaratılışı tamamlanmış (ruh üf­lenmiş) çocuğun düşürülmesi halinde ka­dın lohusalık, iddet, istibrâ, doğuma bağlı kılınmış talâkın vâki olması vb. ko­nularda normal bir doğum yapmış gibi kabul edilir. Hamileliğin ilk dönemlerin­de, yani ruh üflenmeden vuku bulan dü­şüklerde ise Hanefî ve Hanbelî mezhep­lerine göre kadın lohusa sayılmaz. Ha­nefî mezhebinden Ebû Yûsuf ve bir ri­vayete göre de İmam Muhammed, ka­dının gusletme zorunda olmamakla bir­likte abdest almasının gerektiği kana-atindedirler. Mâliki ve Şâfıîler’e göre İse bu durumda da kadın lohusa sayılır ve boy abdesti alması gerekir. Düşüğün şek­li ve organları tam olarak belirmiş du­rumda değilse Hanefî. Şafiî ve Hanbelî­ler’e göre iddet son bulmaz ve doğuma bağlı kılınan talâk gerçekleşmez. Şekil ve organları tam olarak belirmiş düşük­te ise her üç mezhebe göre de iddet so­na erer. Doğuma bağlı talâk Hanefî ve Hanbelî fakihlerine göre gerçekleşir, Şâfiiler’e göre gerçekleşmez. Mâlikîler. hamileliğin ilk merhalesinde vâki olan dü­şüklerde bile İddetin son bulacağı görü­şünü benimsemişlerdir. Şekil ve organ­ları tam belirmemiş düşükle iddetin so­na erip ermediği konusunda fakihlerin farklı görüşler ileri sürmeleri, kendi za­manlarındaki bilgilerle hamileliğin sona erip ermediğinin kesin şekilde tesbit edi­lememesinden kaynaklanmaktadır. Bu­günkü tıbbî bilgiler ışığında hangi aşa­mada olursa olsun hamileliğin ortadan kalktığını gösteren her düşük olayında iddetin sona erdiğini kabul etmek ge­rekmektedir.

Annenin veya başka bir kimsenin mü­dahalesiyle çocuğun düşmesi durumun­da cenin için hamilelik esnasında sabit olan miras, vasiyet ve vakıfla ilgili hak­lar, sağ doğduktan sonra Ölen çocukta olduğu gibi mirasçılarına intikal eder. Ceninin anne karnında kendiliğinden öl­mesi halinde ise bu haklardan hiçbirisi mirasçıları için sabit olmaz.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler