Nedir ?

İslamda Burçlar Özellikleri, Kur’an’da İslam Literatüründe Burçların Anlamı,Hakkında Bilgi

İslâm Literatüründe Burç, Kur’ân-ı Ke-rim’de dört defa çoğul şeklinde geçip bir sûrenin de adını(Burüc) oluşturan ke­lime, bir yerde “kale burcu”(Nisâ 4/ 78), diğerlerinde “gökteki burç”(Hicr 15/16; Furkân 25/61; Burûc 85/ 1) anlamında kullanılmıştır. Müfessirler bu iki anlamı bazan “semavî surların kule­leri” şeklindeki bir benzetmeye yol aça­cak şekilde birleştirmişlerdir. Genellikle burç kelimesinin “zuhur eden, yüksekte olan; kale veya saray burcu” anlamların­dan hareketle açıklamalarda bulunmuş­lar ve göklerdeki burçlara da benzetme yoluyla bu ismin verildiğini belirtmişler­dir. Yine onlara göre burçlar aynı zaman­da ayın menzillerini de işaretleyen yıl­dızlardır. Zaman zaman “gök kapıları” anlamında kullanılan burç kelimesine bazan da -dikkat çektiği için olsa gerek-“büyük yıldız” anlamının verildiği görülmektedir.

Tefsirinde kozmolojik teorilere geniş yer vermesiyle tanınan Fahreddin er-Râzî de burçları gezegenlerin katettikleri merhaleler düzeni olarak anlar ve onları gökteki yüksek saraylara benze­tir. Burçlar güneşin ve ayın geçtiği ko­naklardır; ayrıca Allah’ın üzerlerine ye­min ettiği “yıldızların mevkileri” ifadesi de(Vâkıa 56/75) yıldızların doğdukla­rı veya battıkları yerler anlamına geli­yor olmalıdır. Râzrye göre âyetteki “mevâkıu’n-nücûm” tabiriyle şeytanların gök­lerden kovuldukları veya yıldızların kı­yamet günü saçılacakları esnadaki mev­kiler de kastedilmiş olabilir. Burçların bu şekilde şeytanların gayb âlemine sızmalarını önlemek üzere taş­landıkları gök surlarının kulelerine ben­zetilmesi güzel bir istiare örneğidir.

Klasik açıklamaları ana hatlarıyla tek­rarlayan Elmalılı Muhammed Hamdi de kelimenin Batlamyusçu anlamının, söz konusu benzetmelerin ötesinde gittikçe yaygınlaştığına işaret ederek burçların gökteki belirgin konumlarını, bir şehrin planındaki yüksek binaların veya bir ül­kenin haritasındaki önemli şehirlerin farkedilirliğiyle kıyaslamaktadır. Burçlar ku­şağının bölümlenmesi ve adlandırılması konusunun çok eskilere dayandığını be­lirten Elmalılı, geleneğin İslâm kültürün­de felekiyyâtın kurucusu olarak tanınan Hz. İdrîs’e kadar uzandığını kaydetmek­tedir.

Gökteki sabit yıldızlar küresinin ve özellikle burçlar kuşağındaki farazî şe­killerin milâttan önce III. binyıldan beri benimsendiği tahmin edilmektedir. Ye­rin hareket ettiği esasına dayanan bu­günün astronomisine göre güneş bir yıl­da ekliptiğin etrafında tam bir dönüş gerçekleştiriyor gibi görünür. Ekliptik, büyük âlem küresini yatay olarak ikiye bölen gök ekvatorunu 23,5 derecelik bir açı ile keser. Bu kesişme noktalan da ilk­bahar ve sonbahar ekinokslarını (gündüz-gece eşitliği) oluşturur. Ekliptiğin her iki yanından 8,5 derecelik bir kuşak farzeden eskiler, bu kuşağa burçlar kuşağı adını vermişlerdir. Güneşin 21 Mart’ta girdiği ilkbahar ekinoksundan başlamak üzere burçlar kuşağı on iki eşit parçaya bölünmüş ve bu parçaların her birinde yer alan takımyıldızlara burç denilmiş­tir. Ancak yüzyıllardır gündüz-gece eşit­liklerinin gerilemesinden (ekinoks presesyonu) ötürü meydana gelen kayma so­nucu burçlar bugün eski mevkilerini korumamaktadırlar. Her yıl meydana ge­len kaymanın yaklaşık 30 açı saniyesi (50.26″) ve burç sembolleriyle takımyıl­dızlar arasındaki bugünkü kaymanın da 36 derece kadar olduğu göz önünde tu­tularak burçlara bilinen adların yaklaşık 2600 yıl önce verildiği hesaplanmakta­dır.

Mezopotamya medeniyetlerinden bu yana genelde hayvanlarla temsil edilen burçlar sembolizmi kültürden kültüre az çok farklılık göstermektedir. Grekçe’­de “zödiakos kyklos” (hayvanlar dairesi) veya “to zödia” (küçük hayvanlar) olarak anılan takımyıldızlar dizisi, İslâm felekiy-yâtında “felekü’l-burûc” veya “dâiretü’l-burûc” adını almıştır. Esas itibariyle Batlamyus’un el -Metisti’sindeki şekliyle benimsenen burçlar kuşağ, İslâm astro­nomi literatüründe güneş ve diğer ge­zegenlerin hareketini açıklamada daima başvurulan bir merhaleler düzeni ola­rak aynı geleneği sürdürmüştür. Güne­şin gökyüzündeki hareketi sırasında belli tarihlerde girdiği burçların isim ve sıra­ları Latin kültüründe de benzer şekiller­de benimsenmiştir. 360 derecelik daire­vî kuşağın 30’ar derecelik on iki bölüme ayrılması sonucu oluşan burçlar, Arap­ça ve Latince karşılıkları ve güneşin bur­ca girdiği tarih itibariyle şu şekilde sıra­lanmaktadır: Koç, Boğa, İkizler, Yengeç, Aslan, Başak, Terazi, Ak­rep, Yay, Oğlak, Kova, Balık. Güneşin burçlar kuşağı üzerindeki bu hareketi mevsimlerin başlangıç ve bitiş noktaları gibi gündüz ve gecenin uzayıp kısalmasını da takvime bağlar.

İhvân-ı Safa, burçların çeşitli isimler alması konusu üzerinde birçok bakım­dan ayrıntılı şekilde durmuşlardır. Yükselip alçalmala­rına, kuzey veya güneyde bulunmaları­na, gece ve gündüz doğmalarına, dört unsur (anâsır-j erbaa), dört ahlat (ah-lât-j erbaa) ve dört keyfiyete olan nis-betlerine göre çeşitli isimler alan burç­lar, böylece gerek gözlemcinin yerdeki konumu, gerekse gök ve yer arasındaki tabiat düzeninin tasviri açısından belli nitelikler kazanır. İhvân-ı Safâ’ya göre burçlar bir kare ve dört üçgenin daireyi on iki kısma ayırmasıyla gruplanır. On­ların yaptığı bu gruplandırma esas itibariyle dairenin on iki bölmeye ayrılma­sına dayanır. Güneşin yıllık hareketiyle takip ettiği yol kuşak dairesi üzerinde ilkbahar ve sonbahar ekinoksu ile yaz ve kış inkılâbı noktalarını tayin eder. Bu şekilde daire üzerinde bir kare teşkil edilmiş olur. Bu dört noktanın teşkili, dairenin bir altıgenle bölünmesi ve ayrı­ca üçer üçer dilimlenmesi suretiyle on iki noktayı kendiliğinden ortaya çıka­rır. Dolayısıyla burçlar bir daire üzerin­de hem üçgen hem de kare ilişkisi için­de bulunurlar.[146] Böylece mesela birinci üçgen Ha­mel, Esed ve Kavs burçlarını gruplandırır; bu burçların ortak tabiatı kuru­luk ve sıcaklık keyfiyeti, ateş unsuru ve tabiata mensup oluşlarıyla biçimlenir. İkinci üçgenin gruplandırdığı Sevr, Sün-büle ve Cedî burçlarının ortak karakte­ri ise toprak unsuruna mensup soğuk, kuru ve güneye ait oluşlarıdır; öteki üç­genler de benzeri gruplandırmaları ger­çekleştirir. Burçların dört üçgenie belli özelliklere sahip ana gruplara ayrılma­larının yanı sıra bir burcun üçte bîrinin veya yansının bile kendilerine göre etki­leri bulunmaktadır. Burçların kendi ara­larında olduğu kadar güneş, ay ve diğer beş gezegenle olan münasebetleri de önemlidir. Gezegenlerin burçlara nisbetle “beyt-vebal”, “şeref-hubût”, “evc-ha-dîd” şeklinde anılan belli mevkileri var­dır ve bunlar, özellikle ayrıntılı astrolo­jik haritaların çıkarılması ve gezegenle­rin etkilerinin en yüksek güce ulaştığı yerlerin bulunması açısından önemlidir. Söz konusu münasebetleri bilen münec­cim, bir olay cereyan ettiğinde veya bir karar verildiğinde zaman ve yere göre yıldızların bir şemasını çıkarıp sabit ve seyyar yıldızların mevkileri arasındaki münasebetleri tesbit ederek geleceğe ait tahminlerde bulunabilir.

İslâm düşünce ve bilim tarihinde XI. yüzyıla kadar astronomi ve astroloji ara­sındaki ayırım pek belirgin değildi. Müs­lüman filozof ve bilginlerin bir kısmı, astronominin yanı sıra “yıldızların mevkilerinden belirli anlamlar çıkarma sa­natı” şeklinde nitelendirilen astrolojiyi bir ma­tematik veya tabiat bilimi olarak kabul etmiş, bir kısmı ise reddetmiştir. Ancak astroloji, birçok ilim adamı tarafından reddedilmesine ve bir hurafe olduğunun iddia edilmesine rağmen gerek gizli bilim gerekse sembolizm temelinde önemini daima korumuştur.

Burçlar kuşağı ise astronomi ve astro­lojinin açıklama tarzlarında gezegen-yıl­dızların hareketini tayin eden veya an­lamlı kılan bir sabit referans sistemi ola­rak iş görmüştür. Abdurrahman es-Sû-fî’nin Batlamyus’un el-Mecisp’sme da­yanarak hazırladığı ve burçlar kuşağı­nı da incelediği resimli gök atlası türünden ese­riyle Bîrûnf nin astrolojinin ilkelerini tar­tıştığı Kitâbü’t-Tefhîm’i gibi eserlerin etkili olduğu İslâm felekiyyat literatürü, burçlar feleğini merkezî bir kavram ola­rak kullanmıştır. Özellikle âlemin ve âlem-insan münasebetlerinin bir bütünlük içinde ele alındığı kozmolojik izahlarda burçlar feleği âdeta metafizik âlemle fizik âle­mi birleştiren bir kuşak ve metafizik var­lık nurunun içinden geçip farklılaştığı ve kutuplaştığı bir prizma gibi düşünülmüş­tür. Zuhur âlemini varlığın çeşitli renk­lerine büründüren bu prizma, Allah’ın varlığının hem perdelendiği hem de zu­hur ettiği nesnelerin başlangıçtaki ilk ve ilâhî örnekleri olan “enmûzec-i evvel”leri mey­dana getirir. Varlığın zaman, mekân ve sayı nisbetleri içinde belirmesi şeklinde yorumlanan bu tasavvur, göklerin yer üzerine yaptığı farzedilen tesir hakkın­daki eski inanışla birleştirilmiş ve böy­lece burçlar, yön ve zaman ölçümünden tabii hadiselerin oluşumuna, buradan da olayların tahminine kadar uzanan bir­çok açıklamanın semavî ilkesi durumu­na getirilmiştir. Sayılarla unsurlar ve un­surlarla keyfiyetler arasında kurulan iliş­ki, mevsimlerin ve rüzgârların zamanı, yönü ve keyfiyetiyle ilgili meteorolojik tezahürlerin ilkesini oluşturmuştur. Dört unsur, dört keyfiyet ve dört ahlatla iliş­kisi içinde kâinatın küçük bir numunesi olan insan da doğumundan ölümüne ka­dar aynı semavî etkilere açıktır; böylece organları ve vücut salgıları ile insan fiz­yolojisi burçlarla ilişkiye girmiş olur. Her organa karşılık bir burcun bulunuşu ve­ya burçların dört unsur ve dört ahlat ile ilgili özellikleri, geleneksel İslâm tıbbında da bir bilgi disiplini olarak önem ka­zanmıştır. Bîrûnî’nin Kitabü’t-Tefhim’-de, İhvân-ı Safâ’nın derlediği bilgiye çok şey ekleyerek incelediği bu konular da­ha sonra Muhyiddin İbnü’l-Arabî tara­fından sembolik anlamlar katılarak zen­ginleştirilmiştir. Onun ortaya koyduğu kozmolojik şema, âlemi vahdet içinde te­fekkür edebilmek için bir yoğunlaşma aracı görünümündedir. Bu şemada burçların arketip özelliklerine tekabül eden varlık mertebeleri, ilâhî isimlerin fizik ve metafizik âlemdeki “taayyün”lerine de karşılık olacak şekilde sıralanır. İlâhî nefes ile özdeşleştirilen ilk maddeden ar­şa kadar uzanan âlem. bu nefesin harf­lere dönüşmesiyle beliren nesneleri bel­li bir sayı ve harf sembolizmi içinde ih­tiva ederken burçların kuşatıcı etkile­riyle çevrelenir. Yedi feleğin her birinde bir büyük peygamberin ruhaniyetinin bulunduğu bu semavî âlem, burçlarla ilişkisi çerçevesinde Hz. Muhammed’in mi’racında anlatılan bir kâinat suretine veya kutsal bir coğrafyaya dönüşmüş olur.

Burçlarla ilgili olarak ana hatlarıyla yukarıya aktarılan bilgi ve yorumların İslâm kültür tarihinde nasıl geliştirilip sistemleştirildiğini ve Osmanlı Türkçe-si’ndeki zengin literatüre nasıl yansıdığı­nı görmek için bir geç dönem eseri olan Mârifetnâme’yi incelemek yeterlidir (s. 52-54).

Burçların veya halk tabiriyle yıldızla­rın insan üzerindeki etkisine inanmak, İslâm’ın ilâhî iradeye atfettiği mutlak hâkimiyet prensibiyle çatışmaktadır. Ko­nunun İslâm inancı bakımından önemli görülen diğer bir yönü de geçmiş devir ve kavimlerde görüldüğü üzere, burç ve yıldızlar gibi semavî cisimlere müstakil bir kudret nisbet eden ve onlara tap­maya varan inanışların tevhid akîdesiyle bağdaşmayışıdır. Buna yıldızlara ba­karak geleceği bilme iddiasıyla ortaya çıkanların söz ve davranışlarını da ekle­mek gerekir. Ayrıca eski astrolojik te­lakkilerin bu şekilde bir falcılık ve kehanet sanatına dönüştürüldüğü, geçmişte olduğu gibi günümüz insanını da yaygın şekilde etkisi altına aldığı bilinmekte­dir. Bu sebeplerle tarih boyunca İslâm âlimleri gereken hassasiyeti göstererek müslümanları konunun akideye yönelen tehlikelerinden korumak için sert uyarı­larda bulunmuşlardır. Bununla birlikte bazı mutasavvıflar, bir kısım İslâm dü­şünürleri ve sanatkârlar astrolojik sis­temle buna bağlı sembolleri, kâinatı bü­tünüyle kavramaya imkân veren bir cazi­beye sahip olmalarının da tesiri altında ilgiyle karşılamışlardır. Böylece burçlarla ilgili semboller geniş bir şekilde İslâm sanat ve edebiyatına da yansımıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler