İslamcılık Akımı/Düşüncesi -Edebiyatta- Tarihi, Hakkında Bilgi
Edebiyatta İslamcılık geleneksel dinî edebiyat veya İslâmî edebiyat demek değildir; XIX. yüzyıl ortalarında Osmanlı’nın Batı ile karşılaşmasında ve bu medeniyete ait birtakım siyasî, felsefî, kültürel, ilmî, teknik kavram ve bilgilerle yaşama tarzı ve ahlâk değerleri karşısında takınılan, temelinde İslâmî endişeler taşıyan tavrın edebî eserlere yansımasıdır. Yeni Osmanlılar’ın İslâmcılık’la ilgili ilk ifadeleri edebî eserlerinden ziyade fikir yazılarında yer alır. Bununla beraber fikir yazılarında diğer Yeni Osmanlılar gibi parlamentoyu ve meşrutî rejimi benimseyen ve bu rejimin kaynağında İslâm’ı arayan Ziya Paşa’nın, “Diyâr-ı küfrü gezdim beldeler kâşaneler gördüm /Dolaştım mülk-i İslâm’ı bütün vîrâneler gördüm”: “Milliyyeti nisyân ederek her işimizde Efkâr-ı Fireng’e tebaiyyet yeni çıktı”; “İslâm imiş devlete pâ-bend-i terakki Evvel yoğ idi işbu rivayet yeni çıktf’gibi bazı mısraları akımın ilk edebî örnekleri olarak düşünülmelidir. Rencm Müdâfaanâmesi ve birçok makalesiyle bu ölçüler içinde ilk İslamcı yazarlardan olan Nâmık Kemal’in bu konudaki fikirleri ise şiir, tiyatro ve romanlarına yansımamıştır.
II. Abdülhamid döneminde (1876-1909) Abdülhak Hâmid, ilk şiirlerinden olan “Mazi Yolcusuna Âti Yolu”nda İslâmî imanın muhafaza edilerek Avrupa’nın örnek alınmasını tavsiye eder ve şiir, “Eyle cihan halkına sen inkıyâd” mısraıyla biter. Hâmid’in tarihî tiyatroları arasında, yer yer İslâm birliğini ve İslâm ahlâkının hıristiyan Avrupa’nın ahlâkına üstünlüğünü telkin eden fikirlere rastlanır. Bir kısmı II. Meşrutiyeften sonra yayımlanmış Tank, Tezer, Abdullahussagk, İbniMûsâ ve Na-zîfe gibi eserlerde ise konunun bir başka açıdan ele alındığı görülür. Ziya Paşa’nın Endülüs Târihi ve Engizisyon Târihi adlı tercümeleriyle başlayan, daha sonra aynı konu etrafındaki başka yayınlarla beraber Abdülhak Hâmid’in bu tiyatrolarıyla Osmanlılar’ın o tarihe kadar pek ilgi göstermediği Endülüs müslümanlarının tam Batılılaşma süreci içinde yeniden gündeme gelmesi de bilinç altı İslamcılık olarak görünmektedir. Bu çizgide olmayan Muallim Naci’nin yine Endülüs tarihini işleyen Mûsâ bin Ebi’l-Gözân yâhud Ha-miyyet adlı manzum eserinde, Avrupa ve İslâm medeniyetlerini kendi dönemiyle ilgili meseleleri de ele alarak mukayese etmesi dikkati çeker: “Bize lâzım muhas-senât-ı Fireng / Yoksa lâzım mı kefş ü câ-me-i teng”.
Batı karşısında İslâm medeniyetini pek çok kitap ve yazısında savunan Ahmed Midhat Efendi, bazı romanlanyla bu dönem İslamcılık misyonunu en çok yüklenen yazardır. Özellikle İki Hud’akâr, Acâib-i Âlem, Demir Bey, Paris’te Bir Türk, Gönüllü, Arnavutlar-Solyotlar adlı romanlarında İslâm ve medeniyet, İslâm ve ilim. İslâm ahlâkı gibi meseleler üzerinde durur. Bunların bazılarında İslâm ahlâkının üstünlüğüne hayran olarak ihtida eden hıristiyan kahramanlar da bulunmaktadır.
II. Meşrutiyetle beraber ortaya çıkan serbest zeminde fikir akımları siyasî ve ideolojik karakteri daha belirgin bir hüviyet kazanırken İslamcılık, İslâmlaşma, it-tihâd-ı İslâm gibi kavramlar da sıkça telaffuz edilmeye başlanır. Daha çok fikrî ve siyasî yazılarla savunulan İslamcılığı bu dönemde edebiyatta Mehmed Akif temsil eder. Safahat’m ikinci kitabı olan Sü-leymaniye Kurs üsü’n den itibaren Mehmed Akif’in şiiri İslamcılık anlayışını en geniş biçimde ifade eden edebî bir metindir. Yeryüzünü imar edip düzene kavuşturmak üzere yaratılan insanoğluna bu temel görevini hatırlatan şair, Batı’nın ulaştığı ilim ve tekniği elde etmenin İslâm irfanının bir gereği olduğunu vurgular. Ayrıca Batfnın sakat medeniyet anlayışı, müslümanlara yapılan zulüm, bunun karşısında bütün İslâm dünyasının birleşmesi gerektiği üzerinde ısrarla durur. Bunu yaparken Akif in en önemli özelliği otokritik davranış tarzıdır. Bu bakımdan Safahat, İslâm dünyasının bir müslüman şair tarafından yapılmış en ağır tenkitlerini ihtiva eder. Akif in, “Doğrudan doğruya Kur’an’dan alıp ilhamı Asrın idrâkine söyletmeliyiz İslâm’ı” mısraları onun İslamcılık anlayışının özetidir.
Cumhuriyet’ten sonra ideolojik İslamcılığın faaliyet zemini olmadığı gibi edebî eserlerde dinî temalar çok düşük seviyede kalmıştır. II. Dünya Savaşı’nı takip eden yıllarda başlayan nisbî demokrasi hareketleriyle birlikte dinî yayınlarda da artma görülür. Bu dönemde Necip Fazıl Kısakürek, spiritüalist bir dünya görüşüyle ilk tohumunu attığı Ağaç dergisinden sonra 1943’ten itibaren Büyült Doğu-daki fikrî ve edebî yazıları ve yayınlarıyla yeni bir İslamcılık görüşünün 196O’lı yıllara kadar hemen tek temsilcisi durumundadır. 1939’da yayımladığı Bir Adam Yaratmak başlıklı eserinin teması İslâmî olmaktan çok o yılların şartlarına uygun olarak sadece genel anlamda dinî, spiritüalist ve metafizik karakterdedir. İdeo-îocya Örgüsünde bütün sosyal kurumlarıyla ve ayrıntılarıyla açıkladığı İslâmî dünya nizamı hakkındaki fikirlerini tam bir tezli roman olan Aynadaki Yalan’öa tekrar eder. Çile’nin “Dava ve Cemiyet” adlı bölümündeki şiirlerde ve “Noktala-maiar”ın bazı örneklerinde İslâmî temalar daha belirlidir. Başta Çöle İnen Nur, Halkadan Pırıltılar ve Esselâm olmak üzere dinî konudaki diğer yayınları ise geleneksel siyer, na’t, menâkıb ve silsilenameleri sanatkârane bir üslûpla yeniden kaleme aldığı eserleridir.
1960’tan sonra önce Diriliş, ardından o kadro içinden doğarak Edebiyat, Mavera ve Yönelişler gibi dergiler etrafındaki edebî gelişme, bazı yazar ve araştırmacılar tarafından “yeni İslamcı akım” olarak adlandırılmıştır. Bu akımın Necip Fazıl ve Büyük Doğu çevresinde yetişmiş temsilcileri, kendi İslâmî çizgilerini kalıplaşmış ideolojik çağrışımlar yapan İslamcılık gibi bir kavram yerine “diriliş, yerli edebiyat, metafizik duyuş, yönelişler” gibi yaratıcı bir sanat ve fikir ufkuna işaret eden kavramlarla adlandırmayı tercih etmişlerdir.
Modernizmin hayatın dışına ittiği metafiziğe sahip çıkan, dinî algının sanattaki yaratıcılığa her zaman kaynak olabileceğini belirterek bunun dünya edebiyatında Örneklerini araştıran, Türk toplumunun modern çağ Öncesinden gelen kültürünün modern sanatların dili içinde ifade edilmesini kendine mesele edinen bu yeni akımın mensupları, sözü geçen meselelerin doğmasına sebep olmaları yanında şiir ve hikâye başta olmak üzere hemen bütün edebiyat türlerinde cevap oluşturan modelleri ortaya koymuşlar, yeni Türk edebiyatı ile çağdaş Batı edebiyatı arasındaki mesafeyi büyük oranda kapatmışlardır. Bu edebiyatçılar, bir yandan da İslâm kültür ve medeniyet coğrafyasındaki ülkelerin edebiyatlarını izlemeye, onlarla kopuk olan bağları bir nisbette yeniden kurmaya çalışmışlardır. Hedefleri Batı, İslâm, hatta geleneksel Türk edebiyatının taklidi olmayıp orijinal, aktif ve yaratıcı bir sanat arayışıdır. Bu bakımdan esasen kasaba kültürü içinde doğup büyük şehirlere gelen bu yazarların eserlerinde daha çok tasavvufî mirası kucaklayan bir Anadolu duyarlılığı dikkati çeker. Şairliği diğer edebî türlerin önünde yer alan Sezai Karakoç, klasik İsİâm kültürüne yönelik vurguları ve çağdaş dünyaya bakışıyla geniş bir vadi oluşturmuştur. 1950 sonrasında değişen estetik algının belirleyicilerinden biri olmuş, etkisi geniş bir yelpazeye yayılmıştır. Cahit Zarifoğlu gibi yazar ve şairler, tasavvufun ve klasik İslâm kültürü öğelerinin ilham ettiği bir duyarlılıkla ve modern tekniklerle bağımsız şiir dünyaları oluşturmuşlardır. 1960 sonrası edebiyatında yeni İslamcı akımı tamamlamak üzere Nurettin Topçu’nun Anadolucu ve bir ara İslâm sosyalizmi çevresinde gelişen Hareket ve onun kendi içinde dönüşümü olan Dergâh dergileri etrafındaki çalışmaları da anmak gerekir. Ayrıca İslamcı görüşü hayatın çeşitli alanlarına yaymaya, geniş halk kitlelerine ulaştırmaya çalışan bir popüler edebiyattan da söz edilebilir. Yaratıcı bir edebiyat için olmasa da edebiyat sosyolojisi açısından Önem taşıyan bu çizginin daha çok’ roman ve şiir türünde örneklerine rastlanır.