Psikolojiye Giriş

İNSANIN EVRİMSEL VE BİYOLOJİK TEMELLERİ

İNSANIN EVRİMSEL VE BİYOLOJİK TEMELLERİ
Galaksinin uzak bir köşesinde, evrende yaşayan pek çok zeki türün üyelerinin de bulunduğu bir partiye katıldığınızı varsayın. Her sosyal etkileşimde olduğu gibi, önce yeni tanıştığınız varlıklara kendinizi tanıtmanız gerekir. Ne dersiniz? Olası bir başlangıç şöyle olabilir; “Merhaba! Ben bir insanım. İsmim Asuman.”
Bu basit iki cümle, sizin mensup olduğunuz türün özelliklerini taşıdığınızı belirttiği gibi, aynı zamanda sizin Asuman adını taşıyan bağımsız bir varlık olduğunuzu, bazı bakımlardan diğer insanlardan farklı ve özgün bir birleşim olduğunuzu ifade eder. Gerçekten de böyledir, hepimiz bütün insanlarla aynı özellikleri paylaşırız ama aynı zamanda her şeyiyle bizim tıpkımız olan bir başka canlı da yoktur.
İlk hafta psikolojinin tanımını yaparken, psikolojinin bir insanın diğer insanlarla neden/nasıl benzer ve neden/ nasıl farklı olduğunu açıklamakla ilgilendiğinden söz etmiştik. Bu bölümde insanların hem birbirine benzer ve hem de farklı oluşlarının arkasında yatan biyolojik bazı etmenlerden ve bunların türün yeni üyelerine nasıl aktarıldıklarından söz edeceğiz.
İkiz çalışmalarında, tek yumurta ikizlerinin (genetik olarak birbirinin aynı olan) davranışsal benzerlikleri ile, çift yumurta ikizlerinin (aynı rahmi paylaşmanın dışında bir genetik aynılığı olmayan) davranışsal benzerlikleri karşılaştırılır. Evlat edinme çalışmalarında ise, evlat edinilmiş çocukların onları yetiştiren ebeveynlere benzerlikleri ile, biyolojik ebeveynleri ile olan benzerlikleri karşılaştırılır.
Bu tür araştırmalar kalıtım-çevre etkileşimi tartışmasına yeni boyutlar eklemiştir. Bunlardan en önemlisi, ailelerin kendi genetik eğilimleri nedeniyle ortaya çıkan tercihlerinin bir sonucu olarak çocuklarına bu tercihlerine uygun yetiştirme koşulları sunmalarıdır. Bir diğeri, çocuğun bazı yapısal özelliklere sahip olması nedeniyle, çevreden gelen bazı uyaran türlerine diğerlerinden daha çok maruz kalmasıdır. Örneğin huzursuz bebekler daha az olumlu sosyal etkileşimle karşılaşırlar. Bir üçüncüsü ise, çocuk belirli bazı eğilimlere sahipse, bunları destekleyecek çevresel ortamları arar ve etkileşime girer. Örneğin cana yakın çocuklar, utangaç çocuklara oranla daha çok sosyal ortamlara girmeyi tercih ederler veya müzik yeteneği olan bir çocuk, bu tür ortamlarda bulunmayı tercih eder. Bu üç özellik, kalıtımsal etmenlerin çevresel özelliklerle nasıl etkileştiklerini ortaya koymaktadır.
Davranışsal genetik araştırmalarının ortaya koyduğu bir diğer önemli boyut, özellikle ikizler ve kardeşler üzerinde yapılan çalışmalarda, çevresel etmenlerin paylaşılan ve paylaşılmayan çevresel deneyimler olarak ayrılmasıdır. Paylaşılan çevresel deneyimler, ebeveynlerin kişilikleri, ailenin sosyo-ekonomik ve sosyo kültürel düzeyi gibi her iki kardeşin ortak olarak etkilendikleridir. Buna karşın, paylaşılmayan sosyal deneyimler, örneğin arkadaşlar, öğretmen ve ebeveynlerle kurulan bireysel ilişkiler gibi, bir çocuğun kardeşiyle paylaşmadığı deneyimlerini içerir. Yakın zamanlarda pek çok araştırmacı, bireysel farklılıkları açıklamada paylaşılmayan çevresel etmenlerin önemine vurgu yapmaya başlamıştır.
3.2.4.    Epigenetik Görüş
Epigenetik görüş ise, epigenetik kalıtım sistemleri hakkında biriktirilen bilgilerinden yola çıkarak, kalıtım ve çevre arasında iki yönlü ya da karşılıklı bir alışverişin süregeldiğini ifade eder. Klasik kalıtım çevre etkileşimi görüşünde, kalıtım, çevreden yararlanma olanaklarımızı belirleyen tek yönlü bir kaynak olarak ele alınmaktadır. Epigenetik görüş ise, bu ilişkinin bir etkileşim olduğunu, yani kalıtım ve çevrenin birbirlerini karşılıklı olarak etkilediklerini savunmaktadır.
Bir özelliğin ortaya çıkışında kalıtım ve çevrenin göreceli katkılarını, şu kadarı çevreden şu kadarı kalıtımdan gibi toplanabilir olarak düşünmemeliyiz. Ayrıca, tam genetik ifadenin bir seferde, döllenme veya doğum esnasında meydana geldiğini ve bundan sonraki genetik mirasımızın bizi ne kadar idare edeceğini görmek için dünyaya taşıdığını söylemek doğru değildir. Bu yeni görüşe göre, karmaşık davranışlar insanlara belirli bir gelişimsel yöne eğilim sağlayan bazı genetik yüklemeleri içerirler. Ancak gerçek gelişim, miras aldığımız genlerin karışımı kadar karmaşık bir başka unsuru, çevreyi gerektirir. Çevresel etkiler, ebeveynlik, aile dinamikleri, eğitim gibi “yetiştirme” olarak ele alınan etmenlerden; virüsler, doğum komplikasyonları, hatta hücrelerdeki biyokimyasal olaylar gibi biyolojik etmenlere kadar uzanır.
Bütün bunlar kalıtım çevre etkileşiminin şimdiye kadar varsayılandan karmaşık, ikisinden birinin tek yönlü etkisine dayanmaktan çok birlikte ve etkileşerek gelişen etmenler olduklarını ortaya koymaktadır. Ancak bu etkileşim birinin etkisi-diğerinin tepkisi… zinciri içinde değil de, daha çok belirli özel bir koşullarla tanımlanan her durumda, işbirliği yaparak ve birbirlerini dengeleyerek işlev gördükleri anlamına gelmektedir. Daha sonraki bölümlerde anlatılacak olan gerek beyinin ve gerekse gelişimsel süreçlerin “plastik (biçim değiştirebilir)” oluşu, aslında bu işbirliğinin nasıl oluşabildiğini de göstermektedir.

Biyolojik-Fizyolojik Etmenler

Kalıtımsal Etmenler

Kalıtım-Çevre Tartışması Neden Önemlidir?