Edebi Şahsiyetler

İncili Çavuş Kimdir, İncili Çavuş’un Hayatı, Hakkında Bilgi

İncili Çavuş. Fıkra ve nükteleriyle tanınan sarav musahibi.

Kimliği hakkında bilinenler çok sınır­lı olup bunların bir kısmı yakıştırmadır. Ası! adının Mehmed veya Mustafa olduğu XVI. yüzyılın ikinci yansı ile XVII. yüzyılın ilk yarısında yaşadı­ğı sanılmaktadır. “İncili” lakabının, “müj­de getirici” anlamında “İncilli-Evangeliste”ten yahut za­manın şeyhülislâmına yazdığı biri Arap­ça, diğeri Türkçe iki risalede Hz. Peygamber’in adının İncil’de zikredildiğini anlat­tığından veya bir ok yarışın­daki başarısı üzerine padişah tarafından çavuşluk rütbesi verilmesi ve kavuğuna inci takılmasından ya da bıyıklarına inci takarak tâlime çıkmasından kaynaklan­dığı şeklinde değişik rivayetler vardır. Do­ğum yerinin Diyarbekir’in İngi yahut İrindi köyü, Sivas, Ardanuç, Tomarza veya Adapazarı’nın Karasu ilçesi olduğu da söylen­tiler arasındadır. Hayatı ve mesleği hak­kındaki bilgilerde de değişik rivayetler bu­lunmakta ve şahsiyeti başka isimlerle ka­rışmaktadır. Bu rivayetlerin dışında onun genellikle benimsenen biyografisi. Naîmâ’nın IV. Murad devrinde elçi olarak İran’a gönderildiğinden bahsettiği Mus­tafa Çavuş’un İncili Çavuş olarak kabul edilmesine dayanmaktadır. İran’ın Osmanlılar’a her yıl haraç olarak 200 yük ipek vermesini taahhüt altına alan Os­manlı -Safevî barışı üzerine 1612’de İran elçisi Kadı Han refakatinde İran’a giden İncili Çavuş’un burada sebepsiz yere iki yıldan fazla bir süre alıkonulduğu, ayrıca ipek haracının verilmemesine hiddetle­nen I. Ahmed’in İran’a sefer hazırlıklarına giriştiği, bunun üzerine İran’ın geri adım atarak haraçla beraber Kasım Bey adlı el­çisini ve İncili Çavuş’u İstanbul’a gönder­diği (1615) anlaşılmaktadır. 1035te (1626) bu defa elçi ola­rak tekrar İran’a gönderilen İncili Çavuş, Bağdat’ın işgali dolayısıyla gerginleşen Türk-İran ilişkilerini yumuşatmak için Şah I. Abbas’la müzakereci olarak karşı karşıya gelir. Müzakereler esnasında ze­kâsı ve açık sözlülüğüyle şahı ikna ederek Osmanlılar lehine barış yapma imkânı ha­zırlar. Ancak Osmanlı askerinin yorgun­luk, hastalık ve gıdasızlık gibi sebepler ileri sürerek Serdar Hafız Ahmed Paşa’-ya baskı yapması ve Bağdat kuşatması­nın kaldırılması üzerine IV. Murad’ın hü­kümdarlığının İlk yıllarına rastlayan bu barış gerçekleşmez.

İncili Çavuş’un iyi bir öğrenim gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, zeki, olgun, ha­zırcevap bir siyaset ve devlet adamı ol­duğu kaynaklarda zikredilir. İn­cili Çavuş fıkralarının mihverini, genel olarak sarayda ve saray çevresinde bulunan çok renkli tiplerden oluşan insanlar, bu insanların toplum hayatındaki tutum ve davranışları meydana getirir. Onu diğer musahiplerden ayıran ve fıkralarıyla ya­şamasını sağlayan en önemli husus bu fıkralarda içtimaî ve insanî değerlerin yer almasıdır. Böylece halk İncili Çavuş’u sa­ray ve çevresini eleştirmek ve gülünç ha­le getirmek için iyi bir temsilci olarak be­nimsemiş, bu çevre hakkındaki duygu ve düşüncelerini dile getirmekte onu vasıta kılmıştır. İncili Çavuş padişahın yakını ola­rak gördüğü her aksaklığı alaya almış, hatta zaman zaman padişah bile onun güldürücü ve iğneleyici sözlerine hedef olmuştur. İncili Çavuş’un kalıcılığını sağ­layan da halkın onu benimseme ve sahip­lenme duygusudur.

İlk defa Süleyman Tevfik (Zorluoğlu) ta­rafından derlenen İncili Çavuş fıkralarının dikkat çeken en önemli yönü onların hikâ­ye niteliğinde olmasıdır. Metinlerin büyük bir kısmı fıkra ölçülerini aşarak hikâyeye yaklaşmaktadır. Güldürücü ve nükteli fık­raların özelliklerinden olan kısa fakat yo­ğun tahkiye tekniği İncili Çavuş fıkraları­nın büyük bir kısmında yoktur. Bu yönüy­le ele alındığında onların henüz tam bir anlatma kalıbına oturtulamadığı, dolayı­sıyla fıkra karakteri kazanamadığı söyle­nebilir. Bu durumu fıkraların sözlü gele­nekte dar bir alanda dolaşmasına, yani Nasreddin Hoca fıkraları gibi geniş bir yaşama alanına sahip olmamasına bağ­layan araştırmacılar da vardır.

Genel olarak fıkralarda ayrıntı yerine bir-iki cümlelik çarpıcı nükteler bulunma­sına karşılık İncili Çavuş fıkralarında bu özelliğin görülmemesi, bunların meddah geleneği doğrultusunda bir gelişme izle­yerek günümüze ulaşmasından kaynak­lanmış olmalıdır. Esasen XIX. yüzyıl med­dahlarının en çok söyledikleri hikâyeler arasında İncili Çavuş fıkralarının yer aldığı bilinmektedir. Bundan do­layı bir kısım araştırmacılar İncili Çavuş’u meddah olarak kabu! etmektedir. Ana­dolu’dan bazı çizgiler taşımakla birlikte İncili Çavuş fıkraları daha çok XVII. yüzyıl İstanbul’unun Balat’tan Boğaziçi’ne ka­dar uzanan dekorunu ve bu dekor içinde yer alan çeşitli tipleri yansıtır.

TDV İslâm Ansiklopedisi