Kimdir

İMÂMÜ’L-HAREMEYN KİMDİR? HAYATI VE ESERLERİ

Abdu’l-Melîk b. Abdi’llâh b. Yûsuf el-Cüveynî, pek meşhur bir âlimdir, Ziyâü’l-Hak lâkabını, Îmâmü’l-Haremeyn, Ebü’l-Meâlî unvanını hâizdir. (419) senesi Cüveyn’de doğmuş, kendisinde büyük bir zekâ ve isti’dât parlamağa başlamış az bir zaman içinde şöhreti şark ve garbı tutmuş nihayet (478) tâ­rihinde Nîsâbur’da ufûl ederek binlerce müstenîr dimağları neşretmekte ol­duğu feyz ve kemal ziyalarından mahrum bırakmıştır. Rahmetu’llâhi aleyh.

Üstazları:

Îmâmü’l-Haremeyn’in ilk üstâzı, kendisinin pederi olan meşhur Ebû Mu­hammed Cüveynî’dir. Ebû Muhammed, ilim ve hüner cihanının yeni tülûa başlamış olan bu parlak sitâresine baktıkça gözleri nurlanıyor, gönlünde bü­yük bir sevinç parıldanıyor, hayâtının bu şa’şaalı semeresiyle bi-hakkın if­tihar ediyordu.

Ebü’l-Meâlî, sabâvetinde fıkıh ve usûl-i fıkıh ilimlerini evvelâ pederin­den, sonra Ebü’l-Kaasım el-Esferâyînı’den okumuş, hadîs ilmini de evvelâ pederinden, sonra Ebû Hassan Muhammed el-Müzekkî’den, Ebû Sa’d Abdü’r-Rahmân en-Nadravî’den, Ebû Abdi’llâh Muhammed el-Müzekkî’den ve sâire-den ahzetmiş, kırâet ilmini de Ebû Abdi’llâh el-Habbârî’den tahsil eylemiştir.

Kudret-i İlmiyesi:

İmâmü’l-Haremeyn, Şafiî ulemâsı arasında pek yüksek bir mevki’ sahi­bidir. Müfessir, müdekkik bir zâttır. Hele Fıkh-ı Şafiî’ye olan hizmeti fevka­lâdedir. Pederinden çok şeyler öğrenmiş olmakla beraber ne pederini, ne de sair üstazlarını taklîd ile iktifa etmeyip kendi tetebbuâtına, tefekkürât ve içtihâdâtına büyük bir inkişaf vermiş, kanâatına tevâfuk etmeyen bâzı mes’elelerde pederine, hattâ esasen mezhebine sâlik olduğu îmam Eş’arî’ye bile muhalefetten çekinmemiştir. îlm-i İlâhî hakkındaki kanâati bu cümledendir. Bu cihetle bâzı zevatın itirazlarına hedef olmuştur,

Îmâmü’l-Haremeyn unvanını kolaylıkla kazanmış olmayan bu güzîde âlim, büyük bir müdekkik, muktedir bir ilm-i kelâm üstâzı, asrında ve mü­teakip asırlarda nazîri belki de pek az bulunabilen bir fıkıh mütehassısıdır, Fıkıhta, usulde, ilm-i kelâmda kendisine has bir tarik takip etmiştir.

Ebû İshâk-ı Şîrâzî derdi ki : Bu imamdan müstefîd olunuz, çünkü bu, bu zamanın nüzhetidir. Kendisine hitaben de: “Sen bu gün İmâmü’l-Eimmesin’ der idi.

İmâmü’l-Haremeyn, bu mütefekkir âlim, gayet fasîh bir hatîb, pek has­sas ruhlu bir edîb idi. Saatlerce ders takrir eder, ifâdelerindeki belagat ve insicam hiçbir sekteye uğramazdı. Sözlerindeki ahenk, cereyan etmekte bu­lunan şeffaf bir nehrin teranesini andırırdı. Mev’ızalarındaki te’sîr, dinle­yenleri elektrik cereyanına tutulmuş gibi titretirdi. Müessir bir beyt okun­duğu, veya mâneviyyâta âit bir söz söylendiği zaman hissiyatı galeyana ge­lir, gözlerinden berrak yaşlar saçılır, ruhunda ebediyyete müteveccih bir i’tilâ tecellî ederdi.

Ebü’l-Meâlî, tasavvuftan da büyük bir zevk almış, ahlâkını güzelce tehzîbe muvaffak olmuştu. Bu cihetle gayet mütevazı, munsif, kadirşinas idi. Huzurunda söylenilen bir sözü nezâketle dinler, hoşuna giderse takdir eder, Nâfi’ görürse ondan müstefîd olduğunu söylemekten çekinmezdi. Ara sıra şi­ir söyler, fakat manzumelerini başkalarına okumazdı.

Gazâlî’leri yetiştiren bir üstâz-ı a’zamın, ilmen, irfânen ne yüksek bir mevki’ sahibi olacağını îzâha hacet yoktur.

Şu kıt’a kendisine isnâd edilmektedir:

Seyahatleri:

Ebü’l-Meâlî, henüz yirmi yaşına girmek üzere idi ki, pederi vefat etmiş, kendisi de onun yerine müderris olmuştu. Bir taraftan yüzlerce talebeye ders veriyor, bir taraftan da müktesebâtını tezyîd için Beyhakî Medresesine gi­derek üstâz Ebü’l-Kaasım’ın derslerinde hazır bulunuyordu. Bu esnada Nîsâbur’da Eş’arîler aleyhinde bir cereyan vuku’ buldu, Ebü’l-Meâlî de bir kı­sım âlimler ile beraber vatanından uzaklaşmaya lüzum gördü. Evvelâ ordu­gâh olan “Sürre-men-reâ” ya, müteakiben Bağdad’a giderek oranın âlimleriyle görüştü, mübâhaselerde, münazaralarda bulundu, artık büyük bir şöhret kazanmaya başlamıştı. Sonra Hicaz’a rıhlet ederek Mekke-i Mükerreme’de, Medîne-i Münevvere’de dört sene kadar mücavir kaldı, tedris ile, iftâ ile, ibâdet ve tâat ile meşgul oldu, ve Îmâmü’l-Haremeyn unvanını aldı.

Nihayet Sultan Alparslan Hükümdarlık mevkiine gelmiş, Horasan hava­lisindeki ilmî ihtilâl sükûnet bulmuş olduğundan Ebü’l-Meâlî vatanına avdet eyledi. Nîsâbur’daki Nizamiye Medresesi Müderrisliği uhdesine tevcih edil­di, zamanının hükümdarından, ricalinden pek büyük hürmetler, ta’zimler gör­meğe başlamıştı. O muazzam ilim müessesesinde rakipsiz olarak otuz sene kadar ilim ve kemal neşrine muvaffak olmuştur. Bir aralık da İsfahan’a gi­derek Nizâmü’1-Mülk ile görüşmüş, ba’dehû muazzezen yine Nîsâbur’a. dön­müştür.

Rivayete nazaran İmâmü’l-Haremeyn’in Muğîsü1-Hakk nâmındaki eseri de kendisinin vatanından uzaklaşmasını intâc eden fitnenin zuhuruna sebe­biyet vermiştir. Şöyle ki: Bu eserinde îmâm-i A’zam ile İmâm Şafiî arasın­da mukayeseler yaparak, îmam Şafiî’yi tercih etmeye yeltenmiş, îmâm-ı A’zam’ın ulüvv ü kadrine münâfî bâzı mütâlealarda bulunmuştu.

Bu eser, Îmâmü’l-Haremeyn’in mebâdî ahvâline müsadif olduğundan il­men, mantıkan büyük bir kıymet ve kuvveti hâiz değildir. Bu eserin aley­hinde doğrudan doğruya veya bi’1-münâsebe yazılmış olan reddiyeler bu hakîkatı tebarüz ettirmektedir. Şemsü’l-Eimme el-Kürdî’nin adlı kitabı, Sirâcü’d-Din Ömer b. İshak el-Gaznevî’nin ünvanlı eseri, Muhammed Zâhid Kevoeri’nin de serlevhalı mütâleanamesi bu cümledendir.

Vakıa Îmâmü’l-Haremeyn bu hareketinden bilâhare peşîmân olmuş, sinni, müktesebâü derece-i kemâle erince eâzım-ı müçtehidînin ulüvv ü kadri­ni daha güzel anlamış, îmâm-ı A’zam gibi bînazîr bir müctehidin aleyhinde­ki sözlerinden dolayı bir nedamet hissetmiştir. Netekim bu hal, bilâhare te’lîf etmiş olduğu eserlerden anlaşılmaktadır.

Sunu da ilâve edelim ki, Îmâmü’l-Haremeyn, belki ibnen pederine fâiktir. Fakat onun kadar hakîkat-bîn olmasa gerektir. Çünkü pederleri Beyhakî’nin bir ihtarı üzerine içtihattan vaz’ geçmiş, hakkı maa’l-memnûniyye kabul etmişti, Îmâmü’l-Haremeyn ise, îmâm-ı A’zam gibi bir zâta karşı mütecâvizâne mütâlealardan çekinmemiş, kendisinde büyük bir ictihad selâhiyetı görmüştü. Halbuki kendisinin tâbi’ olduğu, tercihine çalıştığı îmâm Şâfıî Hazretleri bile kendisini fıkhan îmâm-ı A’zam’ın halkasına dâhil görüyordu.

Müellefatı: İlmi kelama dair beş cilttir. Bunu Mekke-i Mükerreme’de te’lıfe başlamış, Nîsâbûr’da ikma. etmiştir. İbn-i Hallikân diyor ki: İslâm âleminde böyle bir kitap dala tasnif edilmemiştir. Bunun bâzı eczası Dârü’I-Kütübi’l-Mısnyye’de mahfıd bulunmaktadır. Vezîs Gıyâsü’d-Dîn Nizâmü’1-Mülk nâmına te’lîf edilmiştir, El Ahkâmü’s-Sut tâniyye tarzında bir eserdir. matbu’dur.

Me’hazlar:  Vefeyâtü’l-a’yân, Tabakaatü’s-Sübkî, Mevzûâtü’l-ulûm, El-A’lâm,  İhkaaku’l-Hak.

KAYNAK: Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi (Tabakatü’l-Müfessirin), Bilmen Yayınevi