İmam Maverdi Kimdir, Hayatı, Hakkında Bilgi
Ebü’l-Hasen Alîb. Muhammed b. Habîb el-Basrî el-Mâverdî (ö. 450/1058) Siyaset ve ahlâk nazariyeleriyle tanınan Şafiî fakihi.
364’te (974-75) Basra’da doğdu. Babası gül suyu (mâü’l-verd) işiyle uğraştığı için Mâverdî lakabıyla tanındı. İlk fıkıh eğitimini memleketinde Mu’tezile âlimi Abdülvâhid b. Hüseyin es-Saymerî’den aldı. 398 (1008) yılından önceki bir tarihte Bağdat’a giderek Ebû Hâmid el-İsferâyînî, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Bâfîve diğer bazı âlimlerden ders okudu. Ebû Ali Hasan b. Ali el-Cebelî, Muhammed b. Adî el-Minkarî ve Ebü’l-Kâsim İbnü’l-Mâristânî’nin aralarında bulunduğu ulemâdan hadis dinledi. Hanefî fakihi KudûTÎ’den yararlandı. Nîşâbur yakınlarındaki Üstüvâ’da ve diğer bazı yerlerde kadılık yaptıktan sonra Bağdat’a döndü. Fıkıh, usûl-i fıkıh, tefsir ve ahlâk dersleri verdi, hadis rivayet etti. Basra Camii’nde de bir halkası olduğu anlaşılmaktadır. Kariyerinde birbirlerine baba-oğul kadar yakın olduklarını söylediği İbn Ebü’ş-Şevârib ailesinin en son kâdılkudâtı Ahmed b. Muhammed b. Abdullah’ın katkısı olsa gerektir. Kendisinden fıkıh öğrenen ve hadis dinleyenler arasında Hatîb el-Bağdâdî ve Ebü’l-Fazl İbn Hayrûn gibi önemli şahsiyetler bulunmaktadır.
Mâverdî, Kâim-Biemrillâh tarafından 422 (veya 423/1032), 428 (1037) ve 435 (1043-44) yıllarında Büveyhî emirleri Ebû Kâlîcâr, Celâlüddevle ve Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey’e gönderilen diplomatik heyetlerde görevlendirildi. Emîrlerin ikram ve ihsanına mazhar oldu. Kadılık maaşı yanında elde ettiği bu tür gelirler sayesinde refah içinde yaşadı. Elçilikleri sırasında hükümdarlara doğru bildiği hususlarda eleştiriler yöneltmekten çekinmedi. Nitekim 1032’de Ebû Kâlîcâr’ın “sultân-ı a’zam” ve “mâlikü’l-ümem” unvanlarını almak istemesine bunların hilâfet makamına lâyık olduğu gerekçesiyle karşı çıktı. Halife, 429 Ramazanında (Haziran 1038) Celâlüddevle’-ye “şâh-ı şâhân” unvanını verince halkın tepkisini çekti. Gelişmeler üzerine mesele hakkında fetvası istenen âlimler arasında bulunan Mâverdî, Celâlüddevle’ye yakınlığıyla tanınmasına rağmen buna karşı çıktı; dinî gayretten kaynaklanan bu tavrı sebebiyle emîrin bile takdirini kazandı. Ancak halifenin aynı yıl Mâverdî’ye İslâm tarihinde ilk defa olarak “akda’l-kudât” unvanını vermesi ilginçtir. 437’de (1045-46) Reîsürrüesâ İbnü’l-Müslime’nin vezirliğe getirilmesinden sonra siyaset sahnesinden çekilen Mâverdî tamamen tedris ve telif faaliyetleriyle meşgul oldu. 30 Rebîülevvel 450 (27 Mayıs 1058) tarihinde Bağdat’ta vefat eden Mâverdî’nin cenazesi Bâbü-harb semtindeki kabristana defnedildi. Mâverdî kaynaklarda vakar, hilim, haya, tevazu, ihlâs, feraset ve üstün zekâ sahibi olarak nitelenir. Hatîb el-Bağdâdî ve İb-nü’l-Cevzî onu sika. Zehebî.ve İbn Hacer el-Askalânî sadûk kabul etmektedir.
İbnü’s-Salâh eş~Şehrezûrî, tefsirinde ortaya koyduğu bazı görüşlerin Basralı-lar’ın temayülüne uygun olarak Mu’tezi-le’ninkilerle örtüştüğü gerekçesiyle Mâ-verdî’yi gizli i’tizâl ile itham etmiş, ancak mutlak Mu’tezilî saymamış, bu sebeple kendisinden fıkıh ve hadis konularında birçok nakilde bulunmuştur. Yâküt el-Hamevî onun fürûda Şafiî, usulde Mu’tezilî olduğu kanaatindedir. Aslında müctehidlik mertebesine erişen Mâverdî’nin Mu’tezile ve Eş’arİyye’nin bayraktarlığını yapan çağdaşları Kâdî Abdülcebbâr, Ebû İshak el-İsferâyînî ve Bâkıllânî gibi kelâmciların cüz’İyyâtla ilgili bazı görüşleri arasında tercihte bulunması tabii karşılanmalıdır. Nassa öncelik veren hadisçilerin aklî mülâhazalarla farklı görüşleri benimseyen âlimlere i’tizâl ve teşeyyu’ ithamında bulunmasına sıkça rastlandığı bilinmektedir. Kâdir-Billâh da 420 yılının 18 Şaban, 20 Ramazan ve 1 Zilkade [1 Eylül, 2 Ekim, 11 Kasım 1029] tarihlerinde toplumun ileri gelenlerini huzuruna çağırmış, Mu’tezile ve Şîa’ya reddiye mahiyetinde olup er-Resâ’Uü’l-Kâdmyye adıyla anılan yazılı görüşlerini dinleterek mutabakatlarını almıştır. Kâim-Biemrillâh da 433 (1041-42) yılında aynı şeyi tekrarlamıştır. Büyük ihtimalle bu toplantılara katılan Mâverdînin Mu’tezile taraftarlığı yapması beklenmemelidir. Ayrıca hadislerden hareketle sünnetullaha aykırı mucizeleri ve cennetin hâl-i hâzırda yaratıl-mışhğını kabullenerek halku’l-Kur’ân’ı reddetmesi, Allah’ın zâtının tek, sıfatlarının kadîm olduğu görüşünü benimsemesi, Kur’an’ın sünnetle neshedilemeyeceğini savunması gibi konularda Mu’tezile’den ayrılmaktadır.
“Ashâbü’l-vücûh”tan olan ve Şafiî mezhebinin hafızı sayılan Mâverdî’ye göre ic-tihad farz-ı kifâyedir; yeterli olmayanlara yüklenirse kargaşa ve fesat çıkar, ehil olanlar kaçınırsa şeriat duraklar, ilim söner. Öncekilerin görüşlerine uyması yönündeki bir uyarıya içtihadı taklide tercih ettiği şeklinde karşılık verdiğine dair rivayet meseleye bakışını yansıtmaktadır. Müctehid kadı için farklı mezheplerden tercihi caiz görmesi de taassuba saplanmadığını göstermektedir. Hadis ilmine hassasiyetle yaklaştığı anlaşılan Mâverdî, icazet ve mükâtebe yoluyla rivayeti hadis yolculuğunu önleyeceği gerekçesiyle reddetmiştir.
Talebelerinden Basra Kadısı Ebü’l-Fe-rec İbn Ebü’l-Bekâ Mâverdî’nin bütün kitaplarının râvisidir. Eserlerinin hayatta iken yayılmasına İzin vermediği şeklindeki rivayet herhalde doğru değildir. Çünkü en-Nüket ve’l-‘uyûn’u Harîrî’ye, Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn ve el-Ahkâmü’s-sultâniyye’yi Ebû Ali Hasan b. Ahmed el-Katîî’ye okuttuğu son eseriyleel-İknâ’ı halifeye takdim ettiği bilinmektedir. Ka-vânînü’h-vizâre’yı de -mukaddimesin-deki ifadelere bakılırsa- ya Kâim-Biemrillâh’ın veziri Reîsürrüesâ İbnü’l-Müslime’ye veya Celâlüddevle’nin veziri Hibetullah b. Ali İbn Mâkûlâ’ya sunmuş olmalıdır.
TDV İslâm Ansiklopedisi