İslam Filozofları – Müslüman Düşünürler

İmam Ebu Yusuf Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Ebû Yûsuf Ya’kub b. İbrâhîm b. Habîbb. Sa’d el-Kûfî {ö. 182/798) Ebû Hanîfe’nin önde gelen talebesi, müctehid hukukçu ve ilk kâdılkudât.

113 (731) yılında Kûfe’de doğdu. Da­ha çok künyesiyle meşhur olmuştur. Ba­zı kaynaklarda mevcut seksen dokuz ya­şında vefat ettiği şeklindeki bilgiyi göz önünde bulunduran M. Zâhid Kevserî. doğum tarihinin 93 (711) olması gerek­tiği sonucunu çıkarmaktaysa da altmış dokuz yaşında vefat ettiğine dair taba-kat kitaplarında yer alan bilgiler karşı­sında bu değerlendirme zayıf kalmakta ve daha sonraki araştırmacılar tarafın­dan da kabul görmemektedir. Ebû Yû­suf’un büyük dedesi Sa’d b. Büceyr sa­habeden olup henüz küçük yaşta bulunduğu için Uhud Gazvesi’ne iştirak et­mekten alıkonulmuş, genç yaşta katıldı­ğı Hendek Gazvesi’nde ise büyük yarar­lıklar göstermiştir. Bu sebeple Hz. Pey-gamber’in onu çağırtıp hem kendisi hem de soyu için hayır duada bulunduğu riva­yet edilir. Ebû Yûsuf bu hadiseyi övünç­le hatırlar ve, “O anın bereketi şu an bi­le bizimle beraberdir” derdi. Sa’d b. Bü­ceyr daha sonra Küfe şehrine yerleşti. Hz. Ali’nin hilâfeti döneminde düşünce ve siyaset hayatında önemli roller üst­lenmiş olan Küfe aynı zamanda bir ilim merkezi haline geldi. Bu şehir bazı sa-hâbîve tabiîlerin üstün gayretleriyle olu­şan zengin bir ilmî miras ve geleneğe sahip bulunmaktaydı. Başta Ebû Hanîfe olmak üzere çeşitli âlimlerin de katkıla­rıyla Küfe Abbasîler döneminde gelişme göstermiş ve o bölgenin diğer ilim merkezlerinden Basra’yı bir hayli geride bı­rakmıştı. Ebû Yûsuf’un yetişmesinde şahsî kabiliyet ve arzusunun yanı sıra İlmî gelenek ve mirasa sahip böyle bir ortamda doğup büyümüş olmasının da önemli payı vardır.

Ebû Yûsuf çok çocuklu ve yoksul bir aileye mensuptu. Kaynaklar, çocukluk ve gençlik yıllarının büyük sıkıntılar için­de geçtiği, ailesi tarafından bir iş tut­maya zorlandığı, bütün bu olumsuzluk­lara rağmen tahsil hayatını sürdürdüğü konusunda ortak ifadelere sahiptir. Yi­ne kaynakların belirttiğine göre Ebü Yû­suf, evlendikten sonra da ailesinin na­fakasını temin etmek için zaman zaman Ebû Hanîfe’nin ders halkasından uzak kalmış, fakat hocası azmini ve zekâsını çok takdir ettiği bu öğrencisinin nafa­kasını üzerine alarak derslerine düzenli şekilde devam etmesini sağlamıştır. Bu rivayetten. Ebû Yûsuf’un henüz öğrenim hayatını tamamlamadan evlendiği anla­şılmaktadır. Muvaffak b. Ahmed el-Mek-kî, Bezzâzî, Takıyyüddin et-Temîmî, Zeynüddin İbn Nüceym, M. Zâhid Kevserî gibi müellifler tarafından nakledilen ve Ebü Hanîfe’nin Ebû Yûsuf’a yaptığı söy­lenen tavsiyeler arasında, öğrenim ha­yatını tamamlayıp iyi bir iş sahibi olma­dan evlenmeme, evliliğin ilim öğrenme­ye büyük bir engel teşkil ettiği hususla­rı da yer almaktadır. Bu bilgi İlk bakış­ta Ebû Yûsuf’un talebeliği sırasında ev­lendiğine dair yukarıdaki rivayetle çeli­şiyorsa da bu tür vasiyetnamelerin ge­nel hayat tecrübelerine dayanan tesbit-lere yer verdiği, bu sebeple aslında ge­lecek nesillere Öğütte bulunmayı hedeflediği de söylenebilir. Ebû Yûsuf Kûfe1-de çok sayıda âlimden ders aldı. En önemli hocası Ebû Hanîfe olmakla birlik­te İbn Ebû Leylâ, Ebû İshak eş-Şeybânî, Süleyman et-Temîmî, A’meş, Hişâm b. Urve, Muhammed b. Yesâr. Hasan b. Dînâr ve İsmail b. Ümeyye gibi âlimlerin de onun yetişmesinde önemli paylan var­dır. Hadis ilminde en büyük hocası ise Husayn b. Abdurrahman’dır.

Ebû Yûsuf, devrinin ilmî geleneğine uyarak belli temel dersleri aldıktan ve özellikle hadis tahsil ettikten sonra fıkıh öğrenimine yöneldi; bu amaçla İbn Ebû Leylâ’nın derslerine devam etmeye başladı. Dokuz yıl boyunca ondan yargı­lama hukuku (kaza) ve fıkıh okudu, ar­dından Ebû Hanîfe’nin ders halkasına katıldı. Bu ayrılışın sebebi olarak muh­telif hadiseler gösterilmekteyse de içle­rinde en mâkul olanı, çeşitli vesilelerle hakkında bilgi sahibi olduğu Ebû Ha­nîfe’nin fıkıh metodunun kendisine da­ha uygun gelmesidir. Hocasının vefatı­na kadar yaklaşık on yedi yıl onun ders­lerine devam eden Ebû Yûsuf, bu süre içinde Kûfe’ye gelen İbn İshak’tan bir ay kadar megâzî dersi alması gibi kı­sa süreli bazı kesintiler dışında Ebû Ha­nîfe’nin derslerine hiç ara vermemiştir. Bu sırada hadis öğrenimini de ihmal et­memiş, fırsat buldukça hadis meclisle­rine devam ederek buralarda dinlediği hadisleri Ebû Hanîfe’nin ders halkasın­da müzakereye açmış, bu sayede hadis-çilerin görüş ve temayüllerinin de tartı­şılıp değerlendirilmesine imkân hazırla­mıştır. Bu meclislerde birçok hadis üs­tadı yanında Haccâc b. Ertât ile de tanı­şan Ebû Yûsuf’un kuvvetli bir hafızaya sahip olması sebebiyle hadisçiler tara­fından da takdirle karşılandığı, fıkıh il­minde olduğu gibi hadis İlminde de de­rinleştiği ve ehl-İ re’y içinde hadisi alı­nabilen en güvenilir kişi olarak tanındı­ğı belirtilir.

Hocası Ebû Hanîfe’nin vefatından son­ra (150/767) kadılık görevine başlayın­caya kadar yaklaşık on beş yıl süre ile Ebü Yûsuf’un ne işle meşgul olduğu tam olarak bilinmemektedir. Hocasının yeri­ne bir diğer talebesi olan Züfer b. Hü-zeyl’in geçmesiyle hiç değilse bunun ve­fatına kadar (ö. 158/775) geçen süre için­de o halkada ders verme imkânını bu­lamadığı anlaşılmaktadır. Küfe Camii’n-de özel bir ders halkası açıp açmadığı, geçimini temin etmek için ne işle uğraş­tığı gibi hususlarda da bilgi bulunma­maktadır.

Ebû Yûsuf, geçim sıkıntısı sebebiyle Abbasî Halifesi Mehdî-Billâh zamanın­da (775-785) ailesiyle birlikte Bağdat’a yerleşti. Burada halife ile tanıştı ve ba­zı kaynaklarda kaydedildiğine göre 166 (782) yılında kadılık görevine getirildi. Daha sonra Cürcân’a vali tayin edilen ve­liaht Mûsâ el-Hâdî ile oraya giden Ebû Yûsuf’un yerine oğlu Yûsuf kadı olarak tayin edilmiş, bu süre içinde aralarında birçok kazâî yazışmalar olmuştur. Meh-dî’nin vefatı üzerine halife olarak Bağ­dat’a gelen Hâdî ile birlikte Ebû Yûsuf da Bağdat’a döndü ve kadılık görevine devam etti. Halife Hârûnürreşîd de onu görevinde bırakmış ve ilk defa onun za­manında (786-809) “kâdılkudâflık kuru­mu oluşturularak yargılama hukukun­da ve uygulamada birliğin sağlanması yönünde önemli bir adım atılmış, Ebû Yûsuf da İslâm yargı tarihinin ilk kâdıl-kudâtı unvanını almıştır. Hatta Abbasî hilâfetine bağlı bütün bölgelerdeki ka­dıları tayin ve azletme yetkisine sahip olduğu için “kâdî kudâti’d-dünyâ” diye anılmıştır. Makrîzfnin ifadesine göre Ebû Yûsuf’un bu makama gelmesinden son­ra İrak, Horasan, Şam ve Mısır bölgele­rinde onun onayı olmaksızın kadı tayin edilmemiştir. Hayatının sonuna kadar bu görevde kalan Ebû Yûsuf, yakın arkada­şı Bişr b. Velîd el-Kindrnin kaydettiğine göre S Rebîülevvel 182 ta­rihinde altmış dokuz yaşında Bağdat’ta vefat etti. Seksen dokuz yaşında vefat ettiği şeklindeki rivayetlerin zayıf bulun­ması yanında 172 (788) veya 181 (797) yılında, yahut rebîülâhir ayında vefat et­tiğine dair rivayetlerin de tabakat âlim­leri arasında pek kabul görmediği bilin­mektedir. Cenaze namazını bizzat kıldı­ran Hârûnürreşîd, namazdan sonra ce­nazenin önünde yürümüş ve onu kendi aile kabristanına defnettirmiştir. Kab­ri Bağdat’ın Kâzımiye bölgesinde, Kâzı-meyn Türbesi’ne bitişik olan ve kendi adıyla anılan caminin yanındadır.

Gerek çağdaşları gerekse daha son­raki dönemlere mensup âlimler Ebû Yû­suf’un ilminin yanı sıra şahsiyetinden, ahlâk ve karakterinden övgüyle söz eder­ler. Bezzâzî, Kasım b. Züreyk’ın Ebû Yû­suf’u yatağının üzerinde ufacık cüsse­siyle görünce hayret ederek, “Allah, ilmi bir kuşun kursağına koymayı dileseydi koyardı” dediğini rivayet etmekte, bundan da onun küçük yapılı bir kişi olduğu anlaşıl­maktadır. Ebü Yûsuf üstün bir zekâya, güçlü bir hafızaya ve intikal yeteneğine sahipti. Elli altmış hadisi bir defa dinle­mekle yanlışsız olarak ezberlediği riva­yet edilir. Ebû Hanîfe’nin talebelerinden Hasan b. Zİyâd el-Lü’lüî’nin anlattığına göre Ebü Yûsuf bir hac yolculuğu sıra­sında hastalanmış, kendisini ziyarete gelen Süfyân b. Uyeyne’den dinlediği kırk hadisi ileri yaşına, yolculuk yorgunluğu­na ve hastalığına rağmen ezberlemiş, sonra da etrafındakilere yazdırmıştır. Devlet adamlarıyla yakından görüşme­ye başladığı günlerde Hârûnürreşîd’in veziri Yahya b. Hâlid el-Bermekrnin Ebü Yûsuf’a, eyyâmü’l-Arab’ı bilmediği için sultanlarla sohbetin tam olarak hakkını veremediğini söylemesi üzerine bir ay eve kapanarak bu konuda çalışmış, ne­ticede edindiği bilgiler onu dinleyenleri hayrete düşürmüştür. A’meş’in öğren­cisi olduğu günlerde bir soruyu cevap­landırırken yaptığı açıklamalara hayret eden hocası bu cevabı nereden buldu­ğunu sormuş, o da, “Bize daha önce öğ­retmiş olduğunuz şu hadisten” diye ce­vap verince, “Ben bu hadisi sen daha ana rahmine düşmeden önce biliyordum, fakat yorumunu ancak şimdi öğrendim” demiştir.

Ebû Yûsuf fazilet sahibi bir kişi ola­rak tanınır. Yokluk ve sıkıntı içinde ge­çen günlerini hatırlayarak hayatı boyunca ihtiyaç sahiplerine yardım elini uzatmış, aynı zamanda velinimeti olan Ebû Hanî-fe’yi hayır dua ile anmaktan geri kalma­mıştır. Vefatından önce Mekke, Medine, Küfe ve Bağdat halkına yüzer bin dinar dağıtılmasını vasiyet ettiği söylenir.

Halife nezdinde ve saray çevresinde büyük bir itibara ve buna paralel olarak büyük bir servete sahip olan Ebû Yûsuf zaman zaman, yöneticilerin arzuları doğ­rultusunda fetvalar vererek bu noktaya yükselmekle itham edilmiştir. Takvası, ahlâkı, seciyesi ve karakteriyle ilgili ola­rak nakledilen bilgilerin yanı sıra KM-bü’1-Harâc’m mukaddimesinde Hârû-nürreşîd’e hitaben yazdığı şu satırlar onun bu ithamları hak etmediğini gös­termeye yeterlidir: “Bugünün işini yarı­na bırakma… Allah’ın sana verdiği gö­revde bir saat bile olsa hakkı yerine ge­tir. Kıyamet gününde yöneticilerin en mutlusu halkı en mutlu olandır. Sen doğ­ru yoldan ayrılma ki halkın da ayrılma­sın. Arzularına uymaktan ve öfkelenip intikam almaktan sakın…”

Ebû Yûsuf, ilmin ve ilim sahibinin üs­tün mevkiini insanlara göstermek düşüncesiyle en güzel yerde oturur, en gü­zel şekilde giyinir, en değerli takımlarla donatılmış atlara binerdi. Bu davranışı­nı yadırgayanlara da, “Bir terzi çocuğu­nun ilim sayesinde nerelere kadar yük­selebildiğinin herkes tarafından görül­mesini istiyorum” diye cevap verirdi. Aynı sebeple, yargı işine bakan fakihle-rin halk katında seçkin bir konumda gö­rülmeleri ve kendilerine gerekli saygı­nın gösterilmesi için onların siyah sa­rık ve cübbeden oluşan özel bir kıyafet giymelerini sağlamıştır. Hârûnürreşîd’e Ebû Yûsuf’a niçin bu kadar çok değer verildiği sorulduğun­da, “İlimdeki kemali, hafıza gücündeki üstünlüğü, mezhepteki istikameti ve dindeki muhafazakârlığı sebebiyle” ce­vabını vermiştir. Ebû Yûsuf bu meziyet­lerinden dolayı halifeye çok yakın olmuş, onunla yolculuk etmiş, 170-181 (786-797) yıllan arasında birkaç defa bera­ber hacca gitmişlerdir.

Ebû Yûsuf’un ders halkasına ve ilim meclislerine birçok talebe katılmıştır. Kendisinden fıkıh öğrenmek veya hadis rivayet etmek suretiyle ilim tahsil eden öğrencilerin en tanınmışları Ahmed b. Hanbel, Muhammed b. Hasan eş-Şey-bânî, Bişr b. Velîd el-Kindî, Bişr b. Gıyâs, Yahya b. Maîn, Hilâl b. Yahya er-Re’y. Ca’fer b. Yahya el-Bermekî. Hasan b. Zi-yâd el-Lü’lüî, Esed b. Furât ve Yahya b. Âdemdir.

Ebû Yûsuf, fıkıh ve hadis bilgisinin ya­nı sıra tefsir, siyer, megâzî ve eyyâmü’l-Arab sahalarında da döneminin seçkin âlimlerindendi. Çağdaşları onun bu alan­lardaki bilgisinden övgüyle söz ederler.