İslam Filozofları

İmam Birgivi, Mehmed Birgivi Kimdir, Hayatı, Fikirleri, Eserleri

Mehmed Birgivî (Balıkesir, 27 Mart 1523 – Birgi, 21 Eylül 1573) Alim, dilci ve müderris. Tam adı Şeyh Muhyiddin b. Pir Alib. İskender el-Rûmî el- Birgivî’dir. İlk tahsilini müderris olan babası Ali Efendi’nin yanında yaptı; ondan Arapça, mantık ve diğer bazı temel ilimleri okudu. Bu arada Kur’an-ı Kerim’i ezberledi. Yüksek tahsil yapmak üzere babası tarafından İstanbul’daki Fâtih Semâniye Medresesine gönderildi. Öncelikle Mahmut Paşa Medresesi müderrislerinden Küçük Şemseddin Efendi’den (öl. 1550-1551) ilim tahsil etti. Daha sonra devrin meşhur müderrislerinden Ahi-zâde Mehmed Efendi (öl. 1566-1567) ve Kızıl Molla lakabıyla meşhur Kazasker Abdurrahman Efendi’den (öl. 1575) ders aldı. Tahsilinin ardından îcâzet alarak müderrislik yapmaya hak kazandı. Hocası Abdurrahman Efendi’nin yanında ihtisâsını tamamladıktan sonra bazı İstanbul medreselerinde bir müddet müderrislik yaptı. Rumeli Kazaskerliği vazifesini yürüten hocası Abdurrahman Efendi’nin aracılığıyla Halep ve Edirne’de dört yıl süreyle kassâm-ı askerîlik vazifesinde bulundu. Bu süre zarfında da ders okutmaya devam etti. Bu arada câmilerde vaaz veriyor, eserlerini kaleme alıyordu.  Hem vaazlarında hem de eserlerinde halkı, selefî akideye davet ediyor; Kitâb ve Sünnet’e uymaya, bid’atlerden kaçınmaya çağırıyordu.Ona göre, zamanında bid’atler ve bâtıl inanışlaryaygın hale gelmiş; rüşvet gibi hastalıklar, kadılık müessesesi ve medresebaşta olmak üzere toplumun her tabakasına yayılmıştı. Bu durumdan büyük üzüntü duyan Mehmed Birgivî, toplumdayanlış olduğuna inandığı her şeyi tenkit etti. Öyleki, zamanın Şeyhülislâmı Ebusuûd Efendi,
İmâm Züfer’in görüşüne dayanarak, para vakfetme hususunda cevâz verince, Mehmed Birgivî, Şeyülislâm ile onunla aynı görüşü paylaşan Kâdî Bilâl-zâde’ye karşı, İnkâz el-hâlikîn, İnkâz el-naîmîn ve el-Seyf el-sârim gibi eserler kaleme aldı. Bu eserlerin sonuncusunda Şeyhulislam ve Kâdî’yı sert bir dille eleştirdi. Ancak uyarılarının ne halk ne de devlet erkanı üzerinde hiç bir yararı olmadığı inancıyla ve kendi ruhunu da kötülüklerden korumak ümidiyle kassâm-ı askerîlik görevinden ayrıldı ve İstanbul’a gelip Bayrâmîye tarikatı şeyhlerinden Abdullah Karâmânî’ye (ö. 1564-1565) intisâb etti. Şeyhinin talebiyle bir ara geri dönerek Edirne’de kassâm-ı askerîlik görevi sırasında aldığı paraları hak sahiplerine dağıtarak helallik istediği ve şeyhinin rızasını kazandığı rivâyet edilir.

Şeyhine tam bir teslimiyetle hizmet etmesine rağmen mantık bilgisi karşılaştığı her  meselede Mehmed Birgivî’yi Kur’an ve Sünnet’ten delil aramaya itiyordu. Bunu hisseden Şeyhi, ondan tedris hayatına dönmesini ve insanlara iyiliği emredip kötülükten menetmesini istedi. Bu arada Sultan II. Selim’in hocası Birgili Atâullah Efendi’nin (öl. 1571) Birgi’de yeni inşa ettirdiği medreseye Şeyhinin aracılığı ve Atâullah Efendi’yle aralarındaki muhabbet sayesinde müderris tayin edildi. İlmî iktidârı şöhret bulunca Osmanlı Ülkesinin dört bir yanından talebeler Birgi’ye akın etti. Ömrünün geri kalan kısmını burada telif, tedris ve halkı aydınlatma faaliyetleri içinde geçirdi. Bir İstanbul seyahati sırasında yolda veba hastalığına yakalanarak 52 yaşında vefat etti. Kabrinin üzerine türbe yapılmamasını bizzat vasiyet eden Mehmed Birgivî’nin kabri, Birgi ilçesininkuzey doğusunda Kameryaylası yolu üzerinde Namazgâh yakınında bulunmaktadır. Kabri bugün bile, özellikle Mayıs ve Haziran aylarında ziyaret edilmektedir.

Birgilû, Birgili, Mehmed Çelebi yahut  İmâm Birgivî diye tanınan Mehmed Birgivî, eserleri yanında, kendi çizgisini  devam ettiren ve Osmanlı-Türk bilgi hayatı için önem arzeden talebeler de yetiştirmiştir. Bu öğrenciler arasında, özellikle, oğlu Fazlullah Efendi (ö. 1622-1623), Akşehirli Hoca-zâde Abdünnâsır Efendi (ö. 1582), Avlamışlı Muslihiddin Efendi ve Kâdî-zâde Mehmed Efendi(ö. 1635-1636) zikredilebilir.

Bütün kaynakların güzel ahlak ile düşüncelerinde ve eylemlerinde sâmimiyet sıfatlarını atfettikleri Birgivî’yi “ilimle takvayı cemetmiş, zâhiren ve bâtınen mükemmel bir hale gelmiş, vakar ve temkin ile muttasıf, faziletli bir kişi” cümlesiyle özetlemek mümkündür. Bildiği doğruyu her mekanda ve her fırsatta, ilmî ve edebî çerçevede dile getirmekten kaçınmamıştır. Kendisine maddî imkanlar sağladığı halde Atâullah Efendi’yi, Sadrazam ve Şeyhülislamı rahatsız etmesi sebebiyle uyarması, Sokullu Mehmet Paşa’ya memleketteki adaletsizliklerin giderilmesi için nasihatte bulunması,dönemin güçlü ismi Şeyhülislâm Ebu’s-Suûd Efendi’yle bazı ilmî konularda tartışması, hatta çatışması bu duruma örnek olarak verilebilir. Birgivî’nin diğer bir özelliği de, yaşadığı dönemin meselelerine kafa yorup, bunlarla ilgili olarak çözüm üretmeye çalışmasıdır. Bu sebeple eserleri, yaşadığı dönemin sosyal yapısına ışık tutmaları açısından ayrı bir önemi haizdir. Ele aldığı konuların yanısıra geniş kitlelere hitab edebilmiş olması eserlerinin hemen her devirde büyük ilgi görmesine sebep olmuştur. Birgivî’nin “İtikat, ibadet ve ahlak’a dair herkes için lüzumlu” addettiği meseleleri özetlediği  Vâsiyet-nâme adlı eserini “faydası umûmî olsun diye”, “herkesin anlayabileceği bir şekilde” Türkçe telif etmesi, eserin halk nazarında meşhur ve muteber bir el kitabı haline gelmesinde birinci etmendir. İstek üzerine bu eserini Arapçaya da tercüme etmiştir. Çok ilgi gören diğer bir eseri el-Tarîkat el-Muhammediyye’yi ise Arapça telif etmesi  “bütün müslümanların istifade etmesi”ni hedeflemek olarak yorumlanabilir. Eserin, şerh, hâşiye ve tercümeleriyle birlikte senelerce Osmanlı-Türk dünyası ile Orta-Asya ve Hind bölgesindeki câmi ve medreselerde, selefî çizgi çerçevesinde okutulması bu durumu teyid eder. Öyleki eser, XVI. yüzyıl boyunca Osmanlı-İstanbul düşünce ve siyâsî hayatında önemli bir yeri olan Kâdî-zâdeliler hareketinin de el kitabı olmuştur.

Birgivî, “herkesin anlayabileceği bir şekilde” bazı eserlerini Türkçe telif etmesi yanında Arapça’nın öğretilmesi konusu
üzerinde önemle durur. Bunun nedeni, selefî bir yönelime sahip olmasıdır. Çünkü bir selefî için dinin iyi anlaşılması
demek,o dinin ana metni olan Kur’an ve Hadis’in iyi anlaşılması demektir. Sahih bir dil bilgisi sahih bir din anlayışı için
zorunludur. Dolayısıyla Birgivî’nin Arapça konusundaki hassasiyeti, Osmanlı-Türk Devleti’nin siyâsetine paralel şekilde,
“bizatihi Arapça öğrenme” anlayışından daha çok, “Kur’an’ı daha iyi anlamak” kaygısından kaynaklanır. Bunun yanında
tarihî süreç içerinde teşekkül etmiş dinî ilimleri tedris etmenin yolu Arapçayı öğrenmekle mümkündür. Nitekim Osmanlı
medreselerinde dil ilimleri, yüksek ilimleri (ulûm-i â’liyye) tahsil için okutulan alet ilimleri olarak (ulûm-i’âliyye) kabul
edilmiştir. Bu nedenle, Birgivî, Arapça’yı öğretmek amacıyla medresedeki öğretmenlik tecrübesinden de istifâde
ederek, talebelerin ihtiyacıdoğrutusunda “muhtasar ve müfid” filolojik eserler kaleme almıştır. Müellifin bu türde telif
ettiği eserlerindeki gaye ilmini göstermek değil, tersine Türkçe konuşan talebelere, Arapçanın öğretimidir. Bunun için
kaleme aldığı dil eserlerinin ana özelliğini, hatta hedefini “nahvi veciz bir şekilde özetleyerek mübtedilerin kolaylıkla
ezberleyebileceği tarzda kâide manzumesi olarak sunmak” şeklinde özetlenebilir. Özellikle, asırlar boyu, Osmanlı-Türk
medreselerinin Arapça konusunda baş kaynaklarından olan Avâmil ile onun şerhi mahiyetindeki İzhâr adlı eserleri,
içeriklerinin mürettep ve meseleleri sunmadaki ustalıkları yanında talîmî (pedagojik) esaslar ihtiva eden
örneklemeleriyle de haklı bir şöhret kazanmışlardır.Öyleki, modern dönemde, yeni tarz dil eğitim yöntemlerine
uymadıkları gerekçesiyle resmî eğitimde terk edilen bu eserler, günümüz Türkiye Cumhuriyeti’nde Arapça eğitiminde
hala el kitabı olma özelliklerini korumaktadırlar.

Fıkıhta Hanefî, itikadda Matûridî mezhebine bağlı olan Birgivî, vaaz ve eserlerinde,bidatlere ve hurafelere karşı selefî
bir din anlayışını öne çıkarmakta, hatta savunmaktadır. O da selefi İbn Teymiye gibi, “halk İslâmı”na, bidatlere ve
tasavvufî tarikatlara karşı önemli eleştirilerde bulunmuştur. Eleştirileri, ilmî – edebî çerçevede ve ehl-i sünnet çizgisi
dâhilinde olmuştur. Ayrıca, sözlü ve yazılı olarak yaptığı bu eleştiriler hiç bir zaman kendi sağlığında bir güç haline
dönüşmemiştir. Ancak dikkat edilmesi gereken en önemli nokta Birgivî’nin, kendisinden sonra ve özellikle modern
dönemde zannedildiği gibi tasavvuf karşıtı bir isim olmadığıdır. Bunun en önemli delili bizzat kendisinin biyografisinin
ilk dönem kaynaklarda “meşâyıh” bölümlerinde incelenmesidir. Bu kaynaklarda tasavvufî ünvanlarla yad edilen
Birgivî’nin eleştirileri, daha sonra Abdülganî Nabulsî’nin (öl. 1731) de ifade ettiği gibi, ehl-i sünnet çizgisindeki
tasavvufa değil, kendisinin de eserlerinde “müteşeyyih = şeyh geçinenler” şeklinde isimlendirdiği şahısalara
yöneliktir. Nitekim bizzat kendisi savunduğu İslâmî anlayışı ve ahlakı bizzat kendi nefsinde, zâhidâne bir şekilde
yaşamıştır. Bundan dolayıdır ki başta öğrencileri olmak üzere çevresi üzerinde tesiri büyük olmuş, hatta ölümünden
sonra bile etkisi, Davûd Karsî, Ömer İzmîrî, Saçaklızâde Maraşî ile eserlerine onlarca şerh ve hâşiye yazan alimler
eliyle devam etmiştir.

Mehmed Birgivî’nin ölümünden sonra Kâdî-zâde Mehmed (öl.1635) ve öğrencileri ile daha sonra Vânî Mehmed Efendi (öl. 1685), Osmanlı Devleti’nin başkenti İstanbul’da, Birgivî’nin fikirlerini esas alan dînî-siyâsî bir hareket oluşturdular. Bu hareketin halk ve bazı devlet erkanı üzerinde tesiri büyük oldu. Bundan güç alan hareket ve taraftarları dinde bid’at kabul ettikleri unsurları ve başta İbn el-Arabî’nin vahdet-i vücûd nazarî irfânî öğretisi ile  diğer tasavufî anlayışları tenkit ettiler. Bu tenkid daha sonraları İstanbul’da bulunan tasavvuf merkezlerine saldırı ve hatta onlarla çatışmaya varan boyutlara ulaşmıştır. Kaynağını Birgivî’nin fikirlerinde bulan bu hareket Osmanlı tarihinde “Kadızadeliler Hareketi” olarak isimlendirilmekte; mensuplarına da fukaha (fakihler) denmektedir. Karşılarında bulunan Sivâsîler ise isimlerini Şems-i Sivâsî’nin İstanbuldaki halifesi Sivas’lı Abdulmecid Efendi’den almıştır. Kadızadeliler hareketi, XVII. yüzyılın sonlarına kadar Osmanlı Devleti merkezinde en etkili dînî- siyâsî hareket olmuştur. Bu yüzyıldan sonra sosyal tesirinin azalmasına rağmen Birgivî’nin eserlerine şerh, hâşiye ve talik yazımı şeklinde yazılı olarak devam etmiştir. Bugün bile Mehmed Birgivî Efendi, selefî İslam anlayışını kuvvetli bir temsilcisi olarak kabul edilmekte ve eserleri okunmakta, incelenmektedir.

Eserleri: Birgivî’nin Arap dili, tefsir, hadis, fıkıh, ahlak-tasavvuf, âkâid, kelam, mev’ıze gibi sahalarda, Arapça ve Türkçe olmak üzere altmışa yakın eseri tesbit edilebilmiştir. Şerh, hâşiye, talik ve küçük risaleler şeklinde olan eserlerinin en önemlileri şu şekilde sıralanabilir:

A. Arap dili:


1. el-Avâmil (A):
Arap dilinin cümle yapısı hakkında muhtasar bir risaledir. Abdülkâhir Curcânî’nin (öl. 1081) Avâmil
adlı eseriyle karıştırılmasını önlemek amacıyla Avâmil-i cedîd olarak da bilinir. İzhâr el-esrâr adlı nahiv kitabının özeti
mahiyetindeki bu risale İzhâr’la birlikte Osmanlı-Türk medreselerinin baş kaynağı olmuştur. Eserde, âmil – ma’mûl
ilişkisine göre inşâ edilen Arap dili sentaksı üç ana başlık altında yüz konu olarak ele alınmaktadır. Birinci başlıkta altmış
âmil,ikinci başlıkta altmış ma’mûl, üçüncü başlıkta ise on maddede irab işlenmektedir. Kısaca mantık bilimine dayalı
olarak Arap dili sentaksı “etkileyen”, “etkilenen” ve “etki” açısından incelenmiştir. Kâtip Çelebi bu tür en eski Avâmil
kitabının İbn Fâris’e (öl. 1004-1005) ait olduğunu; bu eseri de sırasıyla Curcânî (öl. 1081) ile Kayravânî’nin
(öl. 1086-1807) konu ile ilgili kitaplarının takip ettiğini belirtir. Konuların muhtasar ve müfid bir yolla işlendiği Avâmil,
amelî (pratik) ve talîmîdir (pedagojik). Bu sebeple tarih boyunca üzerine otuzu aşkın şerh yazılmış Türkçe’ye tercüme
edilmiş; ayrıca kırk civarında baskısı yapılmıştır.

2.

İzhâr el-esrâr (A): Didaktik bir gayeyle Arap dili sentaksı hakkında tasnif edilmiş Avâmil’in şerhi niteliğinde bir
eserdir. Buna rağmen meseleleri ayrıntılara ve nahivciler arasındaki ihtilaflara girmeden Arap dilini yeni öğrenenlere
hitab edecek şekilde ele almıştır. Birgivî’nin bizzat “her muribin en çok ihtiyaç duyduğu şeyler hakkında kaleme alnımış
bir risaledir” diye tavsif ettiği İzhâr, Osmanlı-Türk dünyasında Arapça öğrenen her talebenin ana kaynağı haline
gelmiştir. Bu sebepledir ki sadece İstanbul Yazma Kütüphanelerinde yüzden fazla yazma nüshası mevcuttur. Ayrıca
yalnızca Osmanlı döneminde kırkdan fazla baskısı yapılmıştır. Bu esere şerh, hâşiye, ta’lik, tercüme, irab vb. şeklinde
yapılan kırka yakın çalışma mevcuttur. Bu şerhlerden Kuşadalı Mustafa b. Hamza’nın (öl. 1085) Netâic el-efkâr’ı,
Avlamışlı Muslihiddin Efendi’nin Keşf el-esrâr’ı ile Davud Karsî’nin (öl. 1160)’nin yazdığı şerh en meşhurlarıdır.

3. İmtihan el-ezkiyâ (A): Kâdî Beyzâvî’nin (öl. 691) Lubb el-elbâb fî ilm el-irâb adlı eserinin şerhidir. Birgivî eseri, onu
okumakta zorlanan talebelerinin isteği üzerine şerh etmiştir. Ezkiyâ, Avâmil ile İzhâr derecesinde olmamakla beraber
dikkatleri çekmiş, üzerine pek çok hâşiye yazılmıştır. Yazma kütüphanlerinde elliye yakın nüshası bulunan eser, ayrıca
beş defa basılmıştır. Ayrıca bizzat Birgivî’nin bu eserine bir talikatı vardır

4. Kifâyet elmubtedî (A):
Arap dilinin kelime yapısına (sarf) dair olan bu eserin, yazma kütüphanelerinde, yirmiyi aşkın
nüshası nüshası tesbit edilmiştir. Ayrıca üç baskısı mevcuttur. Yıllarca tedris edilen bu kitaba bir çok şerh yazılmakla
birlikte, en önemlileri arasında, Kuşadalı Ahmet Efendinin Gâyet el-mubtedî, Mehmed Sıddıkî’nin
Husn el-inâye bi el-kifâye’si, Hasan Ferhad Uskubî’nin el-İnâye fî Şerh elkifâye fi el-tasrîf’i sayılabilir. Bunlardan başka
Birgivî’nin İm’ân el-enzâr ve el-Emsilet el-fadliyye adlı iki sarf kitabı ile ikinci esere şerhi ve hâşiyesi mevcuttur.

B. Ahlak – Tasavvuf ve Akaid:

1. el-Tarîkat el-Muhammediyye ve el-sîret el-Ahmediyye (A):
İçinde din, ahlak ve tasavvuf konularının işlendiği
çoktanınmış bir eserdir. Birgivî’nin, Hanefî – Maturidî çerçevesinde Ehl-i sünnet itikad esaslarını ortaya koyduğu bu
kitabı üzerine, özellikle, XVII. yüzyılda Kâdî-zâdeliler ile Sivâsîler arasında cereyan eden tartışmalara meydan vermesi
nedeniyle, lehte ve aleyhte şerh, tercüme, ihtisar gibi Osmanlı-Türk dünyası, Arap ülkeleri ile Orta-Asya Türk dünyası
ve Hind bölgesinde pek çok çalışma ortaya konmuştur. Onüçten fazlavbaskısının yapıldığı eserin sadece İstanbul Yazma
Kütüphanelerinde ikiyüzü’ü aşkın yazma nüshası mevcuttur. Bu rakamlar eserin geçmişte ne denli rağbet gördüğünün
delilidir. Burada, özellikle, Birgivî’nin talebelerinden Akşehirli Hocazade Abdunnasır’ın (öl. 1582) isteği üzerine telif ettiği
şerhi; torunu Kazasker İsmetî Mehmet Efendi’nin (öl. 1665) Arapça bilmeyenlerin de istifadesine sunmak üzere yaptığı
tercüme; ve devrinin büyük alimlerinden Abdulgânî en-Nabulsî’nin (öl. 1731) el-Hadîkat el-nediyye Şerh
el-tarîkat el-Muhammediyye adlı şerhi zikredilebilir. Ayrıca Kâtip Çelebi’nin de ifade ettiği gibi, Kayserili Mehmed Remzî
Efendi’nin (öl. 1718) Kunûz el-rumûz adlı üç ciltlik şerhi ile bu şerhe yazdığı üç küçük ciltlik Rumûz el-kunûz adlı hâşiyesi
eserüzerine kaleme alınan en güzel çalışmalardan birisidir. Eser, bin dokuz yüz yetmişli yılların sonunda günümüz
Türkçesine de aktarılmıştır.

2.

2.

Cilâ el-kulûb (A): Sultan II.Selim’in hocası Atâullah Efendi’nin isteği üzerine yazılmış olan eser nasihat ve vaazdan
mürekkeptir. İstanbul Yazma Kütüphanelerinde yüze yakın nüshası olan eseri (bkz. Şehit Ali Paşa, nr 1477, 60 yaprak,
müellif nüshası), İshak b. Hasan Tokadî, Zîyâ el-kulûb, Abdusselâm Kayserî de Şîfâ el-kulûb adlarıyla şerhetmiştir.

3. Vâsiyet-nâme (T):
Birgivî’nin Türkçe telif ettiği birkaç kitaptan birisi olan eser muhtasar bir ilmihal ve ahlak kitabı
hüviyetindedir. Müslüman-Türk toplumlarınca büyük ilgi gören eser, Türk halkının itikâdî anlayışına şekil veren
eserlerden kabul edilebilir. Bizzat müellifi tarafından el-Risâlet el-i’tikâdiyye adıyla Arapçaya tercüme edilen eser üzerine
pek çok şerh kaleme alınmıştır. Ayrıca müteaddit baskıları yapılan eser, Toktamışoğlu tarafından Kazan Türkçesine,
Fransız müsteşrik Garcinde Tassy tarafından da Exposition de la foi musulmane (İslam İmanının Açıklanması) adıyla
Fransızcaya tercüme edilmiştir. Fransızca tercüme, izahlarla birlikte 1822’de Paris’de basılmıştır. Birgivî’nin ayrıca,
ahlak – tasavvuf ve akâid alanına sokabileceğimiz, Risâlet el-tevhîd, Kitâb el-irşâd fî el-akâid ve el-ibâdât, Muaddil elsalat,
el-Kavl el-vasît beyn el-ifrât ve el-tefrît gibi bir çok eseri mevcuttur.

C. Fıkıh:


1. İnkâz el-hâlikîn (A):
Eser, Birgivî’nin döneminde yaygın hale gelmiş olan parayla Kuran-ı Kerim okutmanın ve para
vakfetmenin yanlışlığına işaret etmek amacıyla 1560’da telif edilmiştir. Bir takım ilmî münakaşalara sebebiyet veren bu
risale, bizzat müellifi tarafından Türkçe’ye aktarıldığı gibi Tarikatçı Emir adıyla meşhur Seyyid Abdullah (ö. 1730-1731)
tarafından da şerh ve tercüme edilmiştir. Ayrıca müellifin bu risalenin bazı bölümlerini daha kapsamlı açıkladığı bir de
hâşiyesi mevcuttur (Süleymaniye Ktp. Serez, nr. 3832 yaprak 1b-3a).

2.

İkaz el-nâimîn ve ifhâm el-kâsirîn (A): İnkâz el-hâlikîn adlı eserinde dile getirdiklerini anlamayanlara yönelik olarak
1565’de telif ettiği bu risâle diğer risaleleriyle birlikte İstanbul’da iki defa basılmıştır. Eserin, Ebu’s-Suûd Efendi’ye
cevap olmak üzere yazıldığı söylenmektedir (KZ, I, 214). Ayrıca bu esere, kendisine yapılan itiraz ve tenkidlere cevap
verdiği bir hâşiyesi mevcuttur.

3. el-Seyf el-sârim fî adem cevâz vakf el-menkûl ve el-derâhîm (A):
Bu eser, Birgivî’nin Ebu’s-Suûd Efendi’nin
para vakfının caiz olduğunu ispat için yazdığı risâleye cevabıdır.

4. Zuhr el-muteehhilîn ve el-nisâ fî tarif el-ethâri ve el-dimâ (A):
Kadınların özel halleriyle ilgili olan bu risâlenin
İstanbul Yazma Kütüphanelerinde elliyi aşkın nüshası vardır. Çok okunmuş ve hatta tedris edilmiştir. Risâle üzerine
İshak b. Hasan Tokadi (öl. 1688-1689) ile meşhur Hanefî fakihlerinden İbn el-Abidîn (öl. 1836/37) şerh kaleme
almışlardır. Mehmet Cemal Öğüt, eseri, Kadın İlmihali adıyla Türkçe’ye tercüme etmiş (1947) ve üç baskı yapmıştır.
Birgivî’nin bu eserlerin dışında fıkh sahasında döneminin güncel fıkhî sorunlaruıyla ilgili irili ufaklı birkaç risalesi daha vardır.

D. Hadis:

1. el-Risâle fî usûl el-hadîs (A): Hadis terimleriyle alakalı küçük bir risaledir. Müellif bu eserini müderrislik görevini
sürdürürken medrese talebelerine hadis terimlerini öğretmek için kaleme almıştır. Birçok yazma nüshası vardır ve
defalarca basılmıştır. Risâle üzerine yapılan çalışmaların en meşhuru Davud Karsî’nin şerhidir.

2.

Şerh el-ehâdis el-erbaîn (A): Müellifin bizzat kendi seçtiği ,ibadetlere dair kırk hadisin şerhidir. Birgivî sadece
yedi hadisin şerhini tamamlayabilmiş; geri kalanını Mekke kadısı iken ölen Muhammed Akkirmânî (öl.1761) aynı
yöntemle. Bol sayıdaki yazma nüshaları bu kitabın medreselerde okutulduğunu düşündürmektedir. Eser, İstanbul
(1872, 1905, 1898), Tunus (1875) ve Mısır’da (1903) bir çok kez basılmıştır. Eser ayrıca, Mustafa Cem’î tarafından
Türkçe’ye Burhân el-muttakîn adıyla tercüme edilmiş ve 1874 yayınlanmıştır.

E. Tefsir:

1. Tefsîr sûret el-Bakara (A):
Kısa bir tefsir usulu ile Fatiha suresi ve Bakara suresinin 99. ayetine kadar yapılmış
bir tefsirdir. Daha çok dil yönünden kıymet arzeder (Yaşar Düzenli, İmâm Birgivî ve Tefsirdeki Metodu, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü 1989).

2.

el-Durr el-yetîm (A): Tecvit kurallarının bir araya getirildiği küçük bir risaledir. İstanbul Yazma Kütüphanelerinde
otuza yakın nüshası mevcuttur. Edirne’li Eskici-zâde Ali Mehdî Efendi’nin (öl. 1827-1828) şerhi ve tercümesi ile diğer
bazı tecvid risaleleriyle birlikte ilki birkaç defa basılmıştır. Birgivî’nin bu eserlerden başka tefsir sahasında Hz. Osman
tarafından yazdırılıp devrin önemli merkezlerine gönderilen mushaflarla alakalı bir risalesi daha mevcuttur.

Mehmed Birgivî’nin, yukarıda zikredilen eserleri yanında, siyâset, astronomi, biyografi, metodoloji vb. sahalarda da
irili ufaklı bazı risâleleri mevcuttur. Netice’de Birgivî, dönemindeki mevcud hemen hemen her konuda eser telif
etmiş; ancak eserleri eğitim (tedris) amacı güttüğünden, muhtasar ve müfid risâleler şeklinde kaleme alınmıştır.
Aynı nedenden dolayı eserleri yıllarca medreselerde talebelerin ellerinde dolaşmış ve Osmanlı – Türk ilmî zihnyetinin
şekillenmesine katkıda
bulunmuştur.

Kaynaklar: Kuşadalı Ahmed Efendi, Tercüme-i Evrâd-i Birgiviyye, Süleymaniye Ktp.
Düğümlü Baba, nr.449 vr.148a-149b; Mınık, el-İkd el-manzûm fî zikr efâdil el-rûm,
Beyrut 1985 (Şekâik’in sonundadır), s. 436-437; Atâî, Zeyl el-Şekâik, s. 179-181;
Mehmed Süreyyâ, Sicill-i osmanî, IV, 121; Bursalı Mehmed Tahir, Osmanlı müellifleri,
I, 253-256; Bağdadlı İsmail Paşa, Hediyyet el-arifîn, II, 252; Brockelmann, GAL, II,
440, SII, s. 654-658; Abdulmuta’âl el-Saidî, el-Muceddidûn fî el-İslâm, Kahire trsz., s.
377-378; Nihal Atsız, İstanbul Kütüphanelerine Göre Birgili Mehmet Efendi
Bibliyografyası, İstanbul 1966; Ahmet Turan Arslan, İmam Birgivi: Hayatı Eserleri ve
Arapça Tedrisatındaki Yeri, İstanbul 1992; Kasım Kufralı, “Birgivî”, İA, II, 634-635;
aynı yazar, Eİ’, I, 1272; Ziriklî, VI, s. 61; OALT, I, s. 184-185; Emrullah Yüksel,
“Birgivî”, DİA, VI, s. 191-194; Şükran Fazlıoğlu, İzhâr el-esrâr li-el-Birgivî, Dirâset ve
tahkîk, yayınlanmamış yüksek lisans tezi, el-Câmiat el-Urduniyye, Kulliyet el-dırâsât
el-ulyâ, Ammân 1995, s. 11-37, ve ilgili yerler.

www.ihsanfazlioglu.net/Sukran_Fazlioglu

2.

2.

2.

2.