Tarihi Eserler

İmam Ali Rıza Türbe ve Külliyesi-Asitan-ı Kuds Tarihi, Mimari, Özellikleri,

Âsitân-ı Kuds, Şiîler’in sekizinci imamı Ali er-Rızâ’nın İran’ın Meşhed şehrindeki türbe ve külliyesi.

Bugünkü Horasan’ın merkezi duru­munda olan Meşhed şehri kurulmadan önce aynı yerde Tüs vilâyetinin Nûkân kazasına bağlı Senâbâd köyü bulunmak­taydı. Hârünürreşîd Horasan seferi sıra­sında ölünce (193/809) adı geçen köyde gömüldü ve mezarına Horasan umumi valisi olan oğlu Me’mûn bir türbe yap­tırdı. Kendisine Merv şehrini merkez ya­pan Me’mûn, babasının ölümünden son­ra ağabeyi Halife Emîn ile giriştiği siya­sî mücadelede mutedil Şiî kitlesini ka­zanmak ve Bağdat’taki Abbasî hilâfeti­ne karşı olan İranlılar’ı memnun etmek gayesiyle İmam el-Hüdâ lakabını aldı. Emîn’in öldürülmesinden sonra Merv’de kendisine biat edilen Me’mûn, Şiîler’in sekizinci imam kabul ettikleri Ali b. Müsâ el-Kâzım’ı (Ali er-Rızâ) veliaht tayin ederek Merv’e getirtti ve kızı Ümmü Habîb ile evlendirdi (816). İki yıl son­ra Bağdat’taki isyanları bastırmak üze­re Merv’den Ali er-Rızâ ile birlikte ha­reket eden Me’mûn babasının kabrinin bulunduğu köye giderek bir müddet ora­da kaldı. Bu sırada Ali er-Rızâ aniden öldü. Cenazesi kayınpederi Halife Me’­mûn tarafından kaldırıldı ve Hârûnürreşîd’in mezarının baş tarafına, batı yö­nüne defnedildi. Şiîler’ce Me’mûn tara­fından zehirletilerek öldürüldüğü iddia ve kabul edildiğinden aynı zümre tara­fından şehid sayılan Ali er-Rızâ’nın kab­rinin bulunduğu yere “Şehitlik” anlamın­da meşhed adı verildi. Sonraki asırlarda burası gelişerek büyük bir külliye halini aldı. Bu külliyenin etrafında teşekkül eden şehre de Meşhed denildi.

Kısa zamanda İmam Ali er-Rızâ Tür­besi halini alan Hârûnürreşîd’in türbe­sinde, yapıldığı tarihten itibaren Deylemliler’e kadar herhangi bir değişiklik veya ilâvenin olup olmadığı bilinmemek­tedir. Türbede ilk süslemeler Deylemliler döneminde yapılmaya başlandı. Bu­raya gösterilen ilgi ve yapılan yardımla­ra kızan Gazneli Hükümdarı Sebük Tegin (977-9971 türbeyi yıktırdı ve tamir edilmesini yasakladı. Ancak oğlu Sultan Mahmud döneminde (998-1030) ayak­ta kalan 2m. yüksekliğindeki duvardan da faydalanılarak türbe onarıldı. Tavana kubbemsi bir biçim verildi. Dönemin Nîşâbur valisi Ebü’1-Fazl Sûrî, Gazneli dev­let adamlarından Ebû Bekir Şâhmerd’in tamir ettiği türbeye birçok bina ile bir minare yaptırdı, ayrıca satın aldığı bir köyü de buraya vakfetti. Bu minare ve yine bu dönemde Gazneli Sultan Mesud’un (1030-1040) münşîsi Ebü’l-Hasan-ı Irâki’nin yaptırdığı bir mescid (Mescid-i Bâiâser) günümüze kadar gelmiştir. 1183’te meydana gelen karışıklıklar sı­rasında çok zarar gören bu yapılar Sul­tan Sencer tarafından tamir ettirildi. Arkasından Sencer’in yeğeni Karahanlı Prensi Mahmud’un kızı Terken Zümür-rüd Melike Hatun, türbe duvarının dö­şemeden itibaren 1 m. yüksekliğe ka­dar olan kısımlarını çok güzel çinilerle kaplattı. Yazısı da güzel olan bu hanım kendi hattıyla yazdığı Kur’an cüzlerini de türbeye vakfetti (1162). Hârizmşahlar devrinde de türbeye yeni tezyinî un­surlar ilâve edilmiştir.

Moğol istilâsından önce bir külliye ni­teliğini kazanan Asitân-ı Kuds, Moğollar’dan Totuy Han tarafından harap edildi. Uzun yıllar böyle kaldıktan sonra ilhan­lı hükümdarlarından Gazan Han (1295-1304) türbenin kubbesinin yapılmasını emretti. Kardeşi Olcaytu Hudâbende (1304-1317) büyük bir gayretle bu işi ta­mamladı (1316). O dönemde Âsitân-ı Kuds, İmam Ali er-Rızâ’nın mezarının bulunduğu harem, haremin kuzey du­varına bitişik bazı küçük binalar ve Gazneliler döneminden kalma Mescid-i Bâlâser’den oluşuyordu.

Âsitân-ı Kuds Timur’un oğlu Şâhruh dönemine (1405-1447) kadar büyük bir değişiklik geçirmemiştir. Bu dönemde Emîr Gıyâseddin’in kızı Gevher Şâd Ağa da kocası Şâhruh’un hâtırasına türbe­nin kıble tarafına bir cami (Mescid-i Ca­mi) yaptrdı (821/1418). Külliyenin güney alanı içinde bulunan ve Türkistan mi­mari üslûbunu taşıyan bu cami Timur’lular döneminin en güzel mimari eser­lerinden biridir. Gevher Şâd mescide ek olarak türbe ile cami arasında yer alan Dârülhuffâz, Dârülhuffâz’la külliyenin gü­neyinde yer alan Dârüssiyâde ve Dârülhuffâz’ın doğusunda Tahvilhane veya Hizâne-i Âsitân-ı Kuds adını taşıyan üç bina daha yaptırdı. Dârülhuffâzın du­varının etek kısmı oyma taş. Dârüssiyâ-de’ninki ise Timur devri çinileri ile kap­lıdır. Timurlular’ın son döneminde Hü­seyin Baykara. Ali Şîr Nevâî’nin ravzası-nın kuzeyinde küçük bîr avlu (sahn) yap­tırdı. Eski avlunun güney kenarı da onun eseridir. Hüseyin Baykara’nın veziri Ali Şîr Nevâî’nin talimatı ile eski avlunun (sahn-ı köhne) ilk altın kaplamalı eyvanı yapıldı. Eyvandaki bir kitabe, eski avlu ile eyvanın 1470-1480 yılları arasında yapıldığını göstermektedir.

Safevîler döneminde Şah Tahmasb (1524-1576) haremin kubbesini ve kub­be yanındaki minareyi tamir ettirip altınla kaplattı. Bu dönemde tevhidhanenin revakı ile türbenin doğusunda Hâtem Hânî, kuzeydoğusunda Safevî dev­rinin en güzel çinileriyle kaplı Allahverdi Han, Dârülhuffâz’ın doğusunda Opok Mirza kümbetleri (kubbe), türbeye ve Allahverdi Han Kümbeti’ne bitişik olan Mescid-i Riyâz (Mescid-i Zenâne) ve Ali Şîr Nevâî Kümbeti’nin güneyinde yer alan el yazması Kur’ân-ı Kerîm’lerin saklan­dığı Kur’anhane yapıldı. Afşarlar zamanında da 1729, 1733-1734 yıllarında ba­zı tamir ve tezyinat yapılmıştır.

Kaçarlar döneminde Feth Ali Şah (1797-1834) haremin etrafında revakların do­ğusunda yeni avluyu yaptırmış (sahn-ı nev), Muhammed Ali Şah döneminde (1834-1848) avlu çiniyle kaplanmıştır. Bu avlunun dört yanında iki katlı dört ey­van vardır. Batıdaki 1288’de (1871) al­tın kaplanmış olup “Yeni avlunun altın eyvanı” (eyvân-ı tılâyı sahn-ı nev) adını taşır. Muhammed Şah’in dayısı Allahyâr Han’ın 1300’de (1883) yaptırdığı Dârüs-saâde ayna parçaları ile mozaiklenmiştir. Allahverdi Han Kümbeti’nin karşı­sında inşa edilen Dârüzziyâfe de ayna parçalan ile kaplanmıştır. Bu dönemde yapılan önemli binalardan biri de sahn-ı nevin güney köşesinde yer alan, Feth Ali Şah’ın oğlu Haşmetü’d-Devle’nin Ho­rasan valiliği sırasında inşa ettirdiği Med­rese-i Ali Nakî Mirza’dır.

Pehlevî döneminde Âsitân-ı Kuds Külliyesi’nde büyük değişiklikler oldu. Rı­zâ Şah Pehlevî 1928’de Meşhed’i ziya­ret edince önce Âsitân-ı Kuds’ün etra­fındaki yolların düzenlenmesini emretti. Bu sırada külliyede bir müze kurma dü­şüncesi gelişti. 1945’te sahn-ı nev ile yeni yolun güney kemeri arasında yüksel­tilen arazi üzerine yapılan müze Sahn-ı Pehlevî adını aldı. 1959’da Gevher Şâd’ın binalarından olan Tahvilhane ve ona bi­tişik Opok Mirza Kümbeti bir revak ha­line getirilerek Dârüsselâm adı verildi. Medrese-i Ali Nakî Mirza’nın kuzey oda­ları birleştirilip bir revak haline dönüş­türüldü ve Dârüssürûr diye adlandırıldı. 1956 da Kur’anhane ile Mescid-i Bâlâser’in methali birleştirilip Dârüşşüki, Ali Nakî Medresesi’nin batı odaları bitiştiri­lip Dârülizze. medresenin üstü mukar-nas biçiminde örtülüp Dârüzzikr şeklin­de adlandırıldı. Mescid-i Riyâz ve ravzanın arkası birleştirilerek bir revak hali­ne getirildi ve buraya Dârülfeyz denildi. Külliye’de III. (IX.) yüzyıldan beri mevcut olan kütüphane, özellikle sahn-ı nevin bat cephesindeki ikinci katın çeşitli odalarında bulunmaktaydı. Kütüphane ve müzeyi içine alan 10.000 metrekarelik beş altı yeni bina 1977’de bitirildi. Çok sayıda değerli yazmalar ihtiva eden kütüphanede 1986 sayımına göre 26.175 adedi Kur’ân-ı Kerîm ve çeşitli yazmalar olmak üzere Arapça, Farsça ve Batı li­sanlarında basılmış toplam 176.282 eser bulunmakta idi.

Âsitân-ı Kuds’ün çoğu Meşhed ve Ho­rasan’da, diğerleri ise Tahran, Kazvin, Rest, Mâzenderan, Azerbaycan, Kirman ve Şiraz’da bulunan han. hamam, hastahane, çarşı, dükkân, İmalâthane, ev ve suyolu gibi pek çok vakıf gayri men­kulü bulunmaktadır. Bu vakıfların gelir­leri mütevellileri tarafından tahsil edilip mahallî masraflar ayrıldıktan sonra Âsi­tân-ı Kuds vakıf idaresine gönderilir. Bu gelirler asırlar boyu Âsitân-ı Kuds hiz­metleri, ziyaretçiler ve bölge halkının fa­kirleri için sarfedilmektedir.

Vakıfların I. Tahmasb’dan önce nasıl idare edildikleri hususunda yeterli bil­gi bulunmamaktadır. Çeşitli zamanlar­da Özbek, Moğol ve Afgan istilâlarında vakfiyelerin pek çoğu kaybolmuştur. Gü­nümüze kadar intikal edenlerin büyük çoğunluğu Safevîler ve daha sonraki de­virlere aittir. Safevîler devrinde Asitân-ı Kuds vakıflarının yöneticilerine tevliye veya mütevelli denildiği, ayrıca yeni va­kıfların idaresini yüklenen özel mütevellilere de “Hakku’t-tevliye” denen bir ücret ödendiği bilinmektedir. Safevîler’den sonra Nâdir Şah devrinde kurulan bir divan vasıtasıyla âsitanın vakıf em­lâkinin tesbiti yapılmış ve daha iyi idare edilmesi için gerekli gayretler sarfedilmiştir. Nâdir Şah’ın yeğeni Ali Şah da ziraata elverişli birçok arazi vakfederek Tomâr-ı Ali Şah adı verilen sicile kay­dettirdi. Kaçarlar devrinde vakıfların ida­resi mütevellibaşı denilen yüksek sevi­yede bir idareciye bağlandı ve yönetici­ler onun kontrolü altında faaliyetlerini yürüttüler. Nâsırüddin Şah zamanında vakıfların idaresini üstlenen Adudülmülk vakıf emlâkinin gelirleri ile ilgili bir fih­rist tanzim ettirdi, bunun yanında kü­tüphanenin muhafazası için şahtan emir çıkardı. Ayrıca zaman zaman ortaya çı­kan siyasî olaylar ve mütevellilerin za­afları sonucu görülen aksaklıklar ve ge­lir azalmalarının giderilmesi hususunda gerekli tedbirler alındı. Pehlevîler dev­rinde ise şahlar âsitan vakıflarının yö­netimini kendi üzerlerine alarak bu işi “Nâibü’t-tevliye” denilen özel temsilcile­ri vasıtasıyla yürüttüler. Âsitanın yöne­timi 1979 inkılâbından sonra Meşhed’de ileri gelen din adamlarından teşek­kül eden bir heyete bırakılmıştır.

Diyanet İslam Ansiklopedisi

İlgili Makaleler