Felsefeciler

İbn-i Haldun İlk Sosyolg (Filozof-Biyografileri)

 

İbn-i haldun

filozof/ibn-haldun
Doğumu –  27 Mayıs, 1332  Ölümü –   19 Mart, 1406       Bölgesi Tunus, Kuzey Afrika
Mesleği İslam Düşünürü    Önemli fikirleri ekonomi, sosyoloji, nufus bilimi, tarih, felsefe, siyaset bilimi, sosyal bilimler

İbn Haldun, (Arapça: ولي الدين عبد الرحمن ابن محمد بن محمد بن أبي بكر محمد بن الحسن‎ ; Walī ad-Dīn ʿAbd ar-Raḥmān ibn Muḥammad ibn Muḥammad ibn Abī Bakr Muḥammad ibn al-Ḥasan) 1332-1406 (Hicrî 732 / 808) yılları arasında yaşamış astronom, iktisatçı, tarihçi, matematikçi, sosyal bilimci ve İslam bilginidir. Tam adı Abdurrahman b. Muhammed b. Ebu Bekr Muhammed b. Hasan’dır.

İbn Haldun,
1. Ramazan ayında 1332 yılında Tunus’ta, nesli sahabilerden Vâil b. Hacer’e uzanan, Arap bir ailede doğdu. Aslı Yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzanır. Dedelerinden, ilk olarak Halid b. Osman, Endülüs’teki Karmuna’ya hicret etti. Endülüs halkının âdeti olarak Halid olan ismine u ve n harfleri eklenerek ismi Haldun’a dönüştü.

Yaşam öyküsü

İbn Haldun’un yaşamı çok iyi şekilde belgelenmiş ve özgeçmişini التعريف بابن خلدون ورحلته غربا وشرقا‎; at-taʿrīf bi-ʾbni Ḫaldūn wa-riḥlatu-hu ġarban wa-šarqan isminde anlatan bu kitap 1951 yılında Kahire’de Muħammad ibn-Tāwīt at-Tanjī tarafından yayınlanmıştır. İbn Haldun banū chaldūn isminde asil bir aileden, birkaç kuşak Carmona ve Sevilla, Endülüs (İspanyolca: Andalucía; Arapça: الأندلس‎ Al-Andalus)’de yaşamışlardır. Zaten Haldun aile ismi kökeni öncülleri Halid’ten gelir[1]. Özgeçmişinde İbn Haldun, kökeninin İslam Peygamberi Muhammed Mustafa sav. zamanında arap-yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzandığından ve ailesinin İslami fetih başlarında İspanya’ya geldiğinden bahseder.

Kendi deyimiyle;
“     “ve bizim ecdadımız, Hadramut’dan Yemen Araplarından Vail bin Hacer (Wa’il ibn Hajar), ünlü iyi tanınmış ve saygın Araplar.” (sayfa 2429, Al-Waraq yayını).     ”


Eğitim ve Öğrenim

Ailesi o zamanlar kuzey Afrika’da en iyi öğretmenlerden eğitim almasını sağlamıştır. Kaliteli bir Arap eğitimi olan, Kur’an, Arap dilbilimi, Hadis ve İslam hukuk (Fıkıh) (Arapça: فقه) alır. Ayrıca tasavvuf, matematikçi ve filosof al-Ābilī’den Matematik, Mantık (Greek: λογική) ve Felsefe eğitimini alır, İbn Rüşt (Arapça: أبو الوليد محمد بن أحمد بن محمد بن رشد‎, Abū l-Walīd Muḥammad bin Aḥmad ibn Muḥammad bin Rušd), İbn Sina (Arapça: ابو علی الحسین ابن عبدالله ابن سینا‎, Abū ʿAlī al-Ḥusayn ibn ʿAbd Allāh ibn Sīnā), Fahreddin Razi (Arapça: أبو عبدالله محمد بن عمر بن الحسین فخرالدین الرازي, Abu Abdullah Muhammad ibn Umar ibn al-Husayn al-Taymi al-Bakri al-Tabaristani Fakhr al-Din al-Razi) ve Şerafeddin al-Tusi (Arapça: شرف الدين الطوسي, Sharaf al-Dīn al-Tūsī)’nin eserlerini öğrenir. İbn Haldun 17 yaşında iken üç kıtayı, tabii ki Tunus şehrini de, etkisi altına alan Büyük Veba Salgınında ailesini kaybeder.


Tunus, Fas ve Gırnata’da ilk yılları

Eğitimi bitince Tunus şehrinde Hafsid hanedanından Sultan Abu İshak İbrahim II. al-Mustansır’ın yazmanı olarak çalışır. Daha sonra Tunus’dan Fas’a taşınır, 20 yaşına gelince onun siyasal meslek hayatı başlar, Sultan Abu İshak emriyle İbn Tafrāgīn’nin yanında idari işler görevi verilir.


Yaklaşımları

Özellikle köy-kent farklılaşması hakkında toplumsal çözümlemeler getirmiştir. Ünlü eseri Mukaddime’nin

2. bölümünde, göçebe-köy toplumsal yaşamı ile yerleşik-kent toplumsal yaşamı arasında önemli saptamalar yapmıştır. Ona göre, göçebe-köy toplumsal yaşamı, yerleşik-kent toplumsal yaşamından önce başlamıştır. Köy halkı, kent halkından daha sağlam, mert, özgüveni daha fazla, özgür, köklü ve az bozulmuştur. Köy aile yaşamı, kent aile yaşamından daha dengeli, daha sağlam ve daha huzurludur. Toplumsal bilinç ve duyarlılık, karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma köy toplumsal yaşamında daha fazladır. Ayrıca yaşlılara ve kadınlara verilen saygı ve değer de çok daha fazladır. İbn haldun tüm krallıkların da tıpkı canlı organizmalar gibi doğum,gelişme,duraklama ve ölüm evreleri olduğunu; doğum ve gelişme gibi evrelerin göçebe yaşam kültür ve ahlakının sonucu olduğunu, zamanla kent yaşamına alışan uygarlıklarınsa gerilemeye ve ölmeye başladıklarını(yokolmuş medeniyetleri ve yaşadığı dönemin olaylarını örnek göstererek)ileri sürmüştür. İbn Haldun’dan önceki tüm tarihçiler olayları tek tek ele alıp, hikâye gibi anlatmış, bir senteze gidememişlerdir. İbn Haldun ise tek tek fenomenlerden yola çıkarak ünlü tarih tezini öne sürmüş, böyleliklede sosyoloji adını verdiğimiz bilim dalı kendisiyle başlamıştır.

Eserleri

Yazarın kendi el yazması başsayfası: Lubab al-muhassal

* Lubab al-muhassal fi usul ad-din (لباب المحصل في أصول الدين‎; lubābu ʾl-muḥaṣṣal fī uṣūli ʾd-dīn)
* Schifa’ as-sa’il (شفاء السائل‎; šifāʾu ʾs-sāʾil)
* ʕallaqa li-l-Sultān
* Kitāb al-ʿibar (كتاب العبر وديوان المبتدأ والخبر في أيام العرب والعجم والبربر ومن عاصرهم من ذوي السلطان الأكبر‎; kitābu ʾl-ʿibar wa-dīwānu ʾl-mubtadaʾ wa-ʾl-ḫabar fī ayyāmi ʾl-ʿarab wa-ʾl-ʿaǧam wa-ʾl-barbar wa-man ʿāṣara-hum min ḏawī ʾs-sulṭāni ʾl-akbar)
* التعريف بابن خلدون ورحلته غربا وشرقا‎; at-taʿrīf bi-ʾbni Ḫaldūn wa-riḥlatu-hu ġarban wa-šarqan

Kendi yaşam öyküsünü anlataan bu kitab 1050 yılında Kahire’de Muħammad ibn-Tāwīt at-Tanjī tarafından yayınlanmıştır.

Vikipedi


HAKKINDA YAZILANLAR

İBNİ HALDUN KİMDİR?

Ülker Nihal Manaz – Dr Abdullah Manaz

filozof/ibn_haldun Ünlü İslam Bilgini İbni Haldun, 1332 yılında Tunus’ta doğdu. Geçmişte birçok önemli devlet ve bilim adamı yetiştirmiş bir aileye mensuptu. Babası değerli bir bilim adamıydı. İbni Haldun küçük yaşlarda eğitime başladı ve Kuran-ı Kerim’i ezberledi. 17 yaşında eken babasını kaybetti. İlk bilimsel çalışmalarını hukuk üzerinde yaptı ve bu konuda kendisini iyi yetiştirdi. Daha sonra matematik, edebiyat, mantık, tefsir,hadis ve gramer dallarında öğrenim gördü. Döneminin bilim adamlarından dersler aldı. 20 yaşlarından itibaren devlet idaresinde görevler üstlendi. Tunus emirinin başkatipliğine getirildi. Bu yıllarda, Kuzey Afrika’da bulunan İslam ülkeleri arasında siyasi ve fikri mücadeleler vardı. Nitekim bir süre sonra Tunus Hükümdarı bir savaşta öldürüldü. Onun yerine geçen idareciler ise, İbni Haldun’a karşı cephe aldılar. Bu nedenle İbni Haldun kardeşinin bulunduğu Fas’a geçmek zorunda kaldı. Zamanla burada da siyasi kargaşalar başgösterdi. İbni Haldun bir iddia ile hapse atıldı. Fas Sultanı’nın ölümü üzerine hapisten kurtulan İbni Haldun, bu kez de İspanya’daki Beni Ahmer Devleti’ne geçti. İdarecilerin isteği üzerine, Kastilya Kralı Zalim Pedro’nun yanında elçi olarak görevlendirildi.

Pedro, İbni Haldun’un görüşlerine hayran kalmış ve birçok problemlerin çözümünde Ona danışmıştı. Ülkesinde kalması için büyük vaadlerde bulunuyordu. Buna rağmen İbni Haldun burada da fazla kalmadı, yine Fas’a döndü. Fakat, siyasi kargaşalar sonucu tekrar hapislere düştü. Büyük sıkıntılar çekti. Çeşitli sebeplerle birkaç İslam ülkesini daha gezdi. Bu arada, salgın bir hastalık yüzünden bütün ailesini kaybetmişti. Ayrıca, yerleşme kararı aldığı Mısır’a hanımını, çocuklarını ve mal varlığını getiren gemi batmış, yapayalnız kalmıştı. Bütün bu olaylar hayatının bundan sonraki kısmında İbni Haldun’un yalnızlığa çekilmesine neden oldu. Bir ara Mısır’da hem hakimlik yaptı hem de medresede dersler verdi. Ancak yine Onu kıskananlar ve görüşlerine tahammül edemeyenler ortaya çıktı. Timur ordularının Mısır ordularını yenmesi üzerine İbni Haldun da esir edildi. Bu olay, İbni Haldun’u Timur’un karşısına çıkardı. Timur Onun bilgisine ve zekasına hayran oldu. Onunla sohbetler yaptı. Hatta bu karşılaşmanın Timur’u istila fikrinden vazgeçirdiği söylendi. İbni Haldun, Timur’un parlak vaadlerini bir kenara iterek, tekrar Mısır’a geldi ve tamamen uzlete çekildi.

İbni Haldun, Mısır’da kaldığı bu dönem içerisinde ünlü eseri Mukaddime’yi kaleme aldı. O güne kadar edindiği fikri, siyasi ve ilmi tecrübesiyle adeta muhteşem denilebilecek bir eser vücuda getirdi. Bu eserinin birinci cildinde; önce tarihi olayları yani geçmişi gözler önüne serdi. İkinci cildinde; sosyal olayları tahlil etti ve İslam toplumunun güncel problemlerini ortaya koydu. Üçüncü cildinde ise; geleceğe ışık tutacak önemli tespitlerde bulundu ve metodlar belirledi. Eserinde daima objektif, realist ve tecrübeci bir hareket tarzını benimsedi. Coğrafi şartlarla sosyal hayatın ilişkisini, cemiyet şekillerini, Din ve Devlet hayatının sınırlarını, şehir ve köy ilişkisini, iktisadi hayatı, bilgi nazariyesini, ilimlerin tasnifini ve edebiyat meselelerini ele aldı. Genel Dünya tarihine yer verirken, özellikle Türk tarihine geniş bir bölüm ayırdı. Bu bölümde : “Bu Türklerin dünyadaki milletlerin en büyüğü olduğunu ve beşer cinsleri arasından onlardan başka ayrıca büyük bir cinsin bulunmadığını bil” diyerek okuyucunun dikkatini çekiyordu.

İslam bilimlerinin bütün dallarından, tabii ve sosyal bilimlere kadar, çağına ulaşan her konuda önemli tahlillerde bulunmuştu. Bu nedenle, Tarih Felsefesi’nin ve İktisat Bilimi’nin kurucusu olarak kabul edildi. Ayrıca insanlık tarihinin ilk toplum bilimcisi ve sosyoloğu olma özelliğini kazandı. Sosyoloji ilminin birçok temel prensiplerini Batılı bilim adamlarından yüzlerce yıl önce ortaya koydu. Tarih, siyaset teorisi ve sosyal psikoloji alanlarında İtalyan Makyavelli’ye; Sosyal düzenin genel esaslarında Montesqu’ya; Tarih Felsefesi sahasında Rosseu ve Ouguste Comte’ye; Devletlerin çöküşü ilkesinde İngiliz Tarihçisi Gibban’a; Pedagoji dalında ise William James ve Spencer’e ışık tutan metodlar belirledi.

İbni Haldun, devlet hayatıyla dini hayatın sınırlarını ortaya koyarken, bir çeşit Laik Devlet sistemini savunmuştu. 1406 yılında ölen İbni Haldun’un temel gayesi; İslam Medeniyetinin tarihi ve sosyolojik problemlerine ışık tutmak ve İslam kültürüne yeni bir canlılık kazandırmaktı.

İBN HALDUN’A GÖRE DEVLETLERİN YIKILIŞ SEBEPLERİ

Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki; İbni Haldun’un bu alanda kullandığı temel kavram olan Umran terimi, çeşitli Batılı kaynaklarda bazen Medeniyet bazen de Kültür olarak geçmektedir. Kavram kargaşasına yol açmamak için önce bu kavramı izah etmek gerekir. İbni Haldun Umran terimini, toplumsal hayat ve örgütlenmenin iki aşaması olarak gördüğü Kırsal ve Kentsel hayat için genel olarak kullandığı zaman Kültür, Kent Ümranı şeklinde kullandığında ise Medeniyet anlamı taşımaktadır.

Bütün insan toplulukları Kırsal kültürden Kent kültürüne doğru bir gelişme gösterirler. Kırsal Kültür, kendi içinde 3 alt aşamada oluşur. İlk aşama, insani toplumsal hayat ve örgütlenmenin en ilkel biçimidir, göçebelik ve hayvancılığa dayanır. İkinci aşama, hayvancılık alanının çeşitlendiği yine göçebelik toplumudur. Üçüncü son aşama ise, küçük yerleşim birimlerinde (köy veya kasaba) sebze ve tahıl tarımının yapıldığı yerleşik hayatın oluştuğu dönemdir.

İbni Haldun’a göre; daha kalabalık halk topluluklarını bir arada toplayan kent hayatı medeniyetin ilk aşamasıdır. Burada hayvancılık ve tarımın yerini Sanayi ve Ticaret almıştır. Esasen, Kırsal alandaki üretim artışı, yeni ihtiyaçların belirmesine ve üretimin pazarlanması ihtiyacına yol açtığı için Kent hayatını ortaya çıkarmıştır. Kent hayatının sürekliliği ve varlığı için, insanların bir araya gelip üretim ve pazarlamada işbirliği yapmaya karar vermesi yeterli değildir. Bunları bir arada tutacak, birbirlerine zarar vermelerini önleyecek bir Egemenlik ve Siyasi Varlık yani Devlet olmak zorundadır. İbni Haldun’a göre; şehirleşme devleti değil, devlet şehirleşmeyi yaratır. Devlet olmadığı sürece Kentleşme de olmaz. Devletin varlığı ile Kent hayatı özdeşleşir. Kent hayatında ekonomik faaliyetlerin bozulması ile devletin çözülmesi birbiriyle doğrudan ilişkilidir. Her türlü ekonomik faaliyetin hedefi kazanç elde etmektir. Devletin ekonomik hayata adaletsiz müdahalesi, yüksek vergilerle kazancını artırmaya çalışması, mal ve paraya istediği gibi egemen olması, ekonomik hayatı felce uğratır.

İbni Haldun, siyasi bir egemenliğin oluşması, gelişmesi ve çözülmesi sürecinde Siyasi Lider veya liderlerden ziyade grubunun önemli olduğuna inanır. Siyasi bir liderin kişisel özellikleri ne kadar gelişmiş olursa olsun ekibini oluşturamadığı sürece kesin olarak başarıya ulaşamaz. Aynı şekilde, devletlerin çözülme sebeplerini Yönetenlerin kişisel kusurlarında aramak da yanlıştır. Bu görüşüyle İbni Haldun’a göre Devlet -siyasi- bir Hanedan niteliğindedir. Bir devletin ortaya çıkması, gelişmesi ve en yüksek noktaya ulaştıktan sonra çözülmesiyle bir siyasi hanedanın ortaya çıkması, gelişmesi, yükselmesi ve çözülmesi arasında sıkı bir paralellik kurar. Her devlete ortalama olarak 120 – 130 yıllık bir ömür tanır. Her devlet genel olarak 5 temel aşamadan geçer.
Kuruluş Devresi: Her türlü karşı koymanın bastırıldığı, daha önce onu elinde tutan hanedandan zorla alınması devresidir. Ele geçiren grupta canlılık ve etkinlik en üst düzeydedir. Henüz geleneksel alışkanlıklarını yitirmemiş, mütevazi ve kanaatkardır. Siyasi lider henüz kendisini vatandaşlarından ayrı tutmaz.

Otorite Devresi: İktidarı elinde tutan lider kendi grubu üzerinde otoritesini tesis eder, mülkü ve nimetlerini kendisi için istemeye başlar. Grupta rakip olacak ileri gelenler yönetimden uzaklaştırılır, kendine bağlı itaatkar kişiler yönetime gelir.

Rahatlık Devresi: İktidarın meyveleri toplanır, servet genişletilir, şan ve şöhret ön plana geçer, kendini ölümsüzleştirecek eserler meydana getirilir. Siyasi liderin hem kendi grubunu hem de diğer grupları tam egemenlik altına aldığı dönemdir. Güçlü ordu, iyi çalışan sivil bürokrasi ve düzenli toplanan vergiler vardır.

Taklit Devresi: Siyasi iktidar, atalarının bıraktıklarını yeterli görmeye başlar. En doğru yolun kendisine miras bırakılan yolu takip etmek olduğuna inanır. Taklitçilik ve gelenekçilik, yenileşmenin önünü tıkar.

Savurganlık Devresi: Siyasi iktidar, atalarından kalan mirası arzu ve hevesine göre israf etmeye ve savurganlık yapmaya başlar. Devlet yönetimine ehliyetsiz kişiler geçirilir. Devletin çözülme ve yıkılma süreci başlar. Ordusunu, memurunu besleyemez ve giderlerini karşılayamaz hale gelir ve yıkılır.

İbni Haldun, devletin çözülmesinde dış faktörlerden ziyade iç etkenlerin öncelik taşıdığını kabul eder. Bununla birlikte devletin tümüyle ortadan kalkışı bir dış saldırıyla gerçekleşir. Devletin yıkılışındaki en temel sebepleri; Lider, Ekonomi ve Ahlak olmak üzere 3 temel başlık altında ifade eder.

Lider; devletin kurulma saflasında grubuyla ahlaki bir otorite ilişkisi içindedir. Zamanla otoritesini paylaşmak istemez. Liderin kibir, bencillik ve başkalarına hakim olma duygusu öne geçer. Ona göre siyasetin kendisi de Tek Bir Hakim olmayı gerektirir.

Ekonomi; güç olarak iki temele dayanır : Asker ve Para. Devletin kuruluş safhasında fazla paraya ihtiyaç olmaz. Devlet büyüyüp geliştikçe yeni ihtiyaçlar paraya olan ihtiyacı da ortaya çıkarır. Koruyucu sınıfı ile yönetim arasında ücretlerin ve ihtiyaçların karşılanmasına paralel bir hoşnutluk ilkesi vardır. Yönetimin tek para kaynagı vergilerdir. Vergilerin akması içinse sağlam ve gelişen bir ekonomik yapı gerekir. İbni Haldun, ekonominin kendine has kanunları olduğunu belirtir ve herhangi bir zorlama ekonomik hayatı alt-üst eder. Ekonomik gelişmenin bir üst sınırı vardır ve ondan sonra duraklama ve gerileme başlar. Tahrik edilen insani ihtiyaçların artma hızı, bunları karşılayacak kazanç ve gelirlerin artış hızından fazla olduğu için bir noktada yetersizlik başlar. Bu noktada Devlet, ya giderlerini kısmak ya da gelirlerini artırmak şeklinde iki yoldan birini kullanmak durumundadır. Ne yazık ki bu noktadan sonra bu iki yol da başarıya ulaşamaz. Rahatlığa alışmış olanlar kemer sıkamazlar. Devlet gelirleri artırmak için ya varolan vergileri artırır ya da yeni vergiler koymak isteyebilir. Oysa Vergi ile Kazanç arasında tecavüz edilmemesi gereken sınır aşılırsa teşebbüs arzusu zayıflar. Vergide de gelir sağlayamayan Devlet, bu defa ekonomik hayata girmek ister. Üreticilerden mallarını değerlerinin altında almaya, tüketiciye fahiş karla satmaya çalışır. Bunun sonucu üretici üretimden, tüccar ticaretten vazgeçer. Tüketiciler şehirden kaçış yolları arar. Devlet bunun da fayda etmediğini görünce, önce yakınındaki varlıklı kişilerden başlayarak herkesin malına ve mülküne el koyar. Bu da vatandaşların yönetimden yüz çevirmesine, dış güçlerle ittifak yapılmasına, ekonomik hayatın durmasına ve devletin ortadan kalkmasına yol açar.

Ahlak; ilkesinin uygarlığın -ilimlerin, sanatların, şehir hayatının, zenginliğin, konforun, ince alışkanlıkların- gelişmesine paralel olarak bozulup bozulmadığı tarih boyunca tartışma konusu olmuştur. Eski Atina’dan başlayarak Rönesans’a kadar pek çok düşünür, ahlaki yozlaşmanın bir devletin çöküşünde önemli bir etken olduğunu savunur. Berkeley; “Büyük Britanya’nın çöküşünü önlemek üzerine yazdığı düşüncelerinde, İngiliz halkının madddi heveslerinin artışından ve ahlaki niteliklerini kaybedişinden önemle bahseder. Kurtulmak için Hristiyan ahlakının ilkelerinin yeniden saygınlığa kavuşturulması gerektiğini belirtir.” Aynı şekilde Fransa’da J.J. Rousseau; “Uygarlığın gelişmesinin ahlakın bozulmasına yol açtığını” savunur. Spengler; “Batının çöküşünü konu ettiği eserinde gelişmeyle birlikte ahlaki değer ve kurumların yozlaşmasından” söz eder. Örneğin; Yürek dili yerine, ilmi dinsizlik; Saygı ve gelenek yerine, soğuk olgusallık; Halk yerine, kitlesellik; Gerçek ve canlı değerler yerine, para ve soyut değerler; Devlet ve Toplum yerine, milletlerarası toplum değerleri hakim olur. İnsanlar; kanaatkar, dayanıklı, kendine güvenen, cesur, yardımserver, namuslu, dindar olmak yerine, haris, mağrur, korkak, tembel, bencil, müsrif, rahatına düşkün, dini değerlere lakayt hale gelirler. Doymak bilmeyen ihtiyaçlarını meşru yollardan tatmin edemeyenler, gayrı meşru yolları zorlar ve ahlaki değerleri yıkarlar.

Çözülme sürecinde devlet bütün vatandaşlarına karşı adil değildir. Halk bireyselleşmiş, gayrı meşru ilişkiler yaygınlaşmış, din ve ahlak duyguları zayıflamıştır.İbn-i Haldun

İbn-i Haldun büyük İslâm tarihçisi, kırâat ve fıkıh alimi, devlet adamı, sosyolog. İsmi, Abdurrahmân bin Muhammed Hadramî, künyesi Ebû Zeyd, lakabı Veliyyüddîn’dir. Aslen Yemen’in Hadramut şehrinden olduğu için Hadramî, âilesi Tunus’a hicret etmeden önce Endülüs’ün İşbiliyye şehrinde oturduklarından İşbilî isimleriyle de anıldı. 1332 (H. 732) senesinde Tunus’ta doğdu. 1406 (H. 808) senesinde Kâhire’de vefât etti.

İbn-i Haldûn, çocukluğundan olgunluk yaşına gelinceye kadar, babası Muhammed Vâbilî’nin nezâretinde yetişti. Ondan terbiye görüp, ilim öğrendi. Önce Kur’ân-ı kerîm’i ezberledi. O zamânın en meşhur kırâat âlimi olan Şeyh Ebû Abdullah Muhammed bin Bezzâl-i Ensârî’den kırâat-i seb’a’yı öğrendi. Arap dili ve edebiyâtını babası ile Muhammed el-Arabî, Muhammed Şevvaş ve Ebû Abbâs Ahmed bin Kassâr’dan öğrendi. Fıkıh ve hadis ilmini; Şemseddîn Ebû Abdullah Muhammed bin Câbir, Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah, Ebû Kâsım Muhammed Kusayr’dan okudu. Bunlardan başka, zamânındaki meşhur âlimlerin ilim meclislerine devâm edip, bilgi edep ve fazîletlerinden istifâde etti. Her birinden icâzetnâme (diploma) alarak, aklî ve naklî ilimlerde âlim oldu.

İbn-i Haldûn, ilimde şöhret ve fazîlet sâhibi olması sebebiyle, zamânın hükümdârlarınca takdir edilip sevildi ve önemli vazifelere tâyin edildi. Yirmi yaşlarında Tunus Hükümdârı Ebû İshak’a kâtib oldu. Sohbetlerine hayrân kalan, Fas hükümdârı Ebû İnân, 1349 senesinde Fas’a dâvet ederek, nişancılığa, her türlü yazışma, kânun ve nizâmların tanzim ve tasdikine memur etti. Böylece onun yakın adamlarından oldu. Fakat, onun bu derece yükselmesini çekemeyenler, sultana çeşitli şikâyetlerde bulunarak, suçsuz olduğu hâlde, 1360 senesinde hapse atılmasına sebeb oldular. Fas sultânının vefâtına kadar hapiste kaldı. Sonra sultânın veziri hapisten çıkarıp eski görevine tâyin etti. Fas’ın idâresi Sultan Ebû Sâlim’in eline geçince ona önce nişancılık, sonra da zabtiye ve dâvâlara bakma vazifesini verdi. Sultânın ölümünden sonra, vezir Ömer bin Abdullah hükümdâr oldu. Bu vezirle aralarında soğukluk hâsıl olunca, İbn-i Haldûn Fas’tan ayrılarak Endülüs’e gitti. Endülüs Sultânı Ebû Abdullah bin Ahmed, onu büyük bir alâkayla karşıladı ve bir müddet ilminden istifâde etti. Daha sonra Bicâye Sultânı Ebû Abdullah dâvet ederek, merâsimle karşıladı ve memleketinin idâresini ona teslim etti.

Bu sırada dağlarda yaşayan Berberî eşkıyâları isyân hâlindeydi. İbn-i Haldûn bizzat eşkıyâların üzerine yürüdü. Bâzan yumuşaklık ve şefkatle bâzan da şiddetle muâmelede bulunarak, âsîlerin hakkından geldi. Bicâye hükûmetinin durumunu düzeltmek üzereyken Sultân Ebû Abdullah öldürüldü. Tlemsan Hükümdârı Ebû Hamun’un dâveti ile 1371 senesinde Bicâye’de Biskrâ şehrine vardı. Burada da bâzı görevlerde bulunduktan sonra, Benî Tucin ilinde, “Selâmeoğulları Kalesi” adıyla tanınan şehre gitti.

Devlet memûriyetlerini bırakarak bir köşeye çekilip, ilim ve ibâdetle meşgul oldu. Bu kalede dört sene kaldı. Bu müddet içinde ilim âlemince takdir edilen mühim eseri Mukaddime’yi yazdı ve eserini 1378 senesinde Tunus Sultânı Ebû Abbâs’a takdim etti. Tunus Sultânı, Mukaddime’de ortaya koyduğu usûller çerçevesinde, bir de târih kitabı yazmasını ricâ etti. Bundan sonra da umûmî târihi yazdı.

Hacca gitmek maksadıyla Tunus’tan çıkıp Mısır’a gitti. Kâhire’de talebelerin ricâsıyla Câmi-ul-Ezher’de ders okutmaya başladı. Kısa zamanda şöhreti yayıldı ve Ezher Medresesine müderris (profesör) oldu. 1384 senesinde de kâdılığa tâyin edildi. İki sene kadar bu vazifede kaldı. Âdil kararları ile herkesin sevgisini kazandı. Büyük bir İslâm hukukçusu olarak tanındı. Kendisini çekemeyenlerin şikâyeti üzerine, sultânın huzûrunda onlarla muhâkemeye çıktı. Hasımlarının iddiâlarını kesin delillerle çürüttü. Bu hâdiseden sonra kâdılığı bıraktı. Bir müddet daha ders okuttu. Tîmûr Han Şam’ı alınca, onunla görüşüp hürmet ve ikrâmına kavuştu.

Ömrünün son senelerini Mısır’da geçiren İbn-i Haldûn’a, Sultan Nâsıreddîn Ferec devrinde de hürmet ve saygı gösterildi. Sultan Sâlih’in türbesinin yanındaki medresede fıkıh ve hadis dersleri okuttu ve defâlarca Mâlikî kâdılığında bulundu. Kâdılığı esnâsında, 1406 senesinde Kâhire’de vefât etti. Nasr kapısı dışında Sofiyye Kabristanına defnedildi.

İbn-i Haldûn, sosyoloji ilminin kurucusu olarak tanınmıştır. O, sosyoloji ilmine İlmu Tabiat-il-Umrân adını vermiştir. İnsanların cemiyetler hâlinde birbiriyle yardımlaşarak memleketlerini îmâr etmelerini ve yaşayışları için gereken geçinme vâsıtalarını, sebepleri ve âletleri hazırlamalarını “umrân” kelimesiyle ifâde etmiştir. Kendinden önce sosyoloji ilmine temas edenlerden farklı olarak, bu ilmin, siyâset, ahlâk, hitâbet ve başka ilim ve fen cümlesinden olmayıp kendi başına bir ilim olduğunu ortaya koymuştur.

İbn-i Haldûn’un sosyoloji ilmi ile ilgili görüş ve düşünceleri meşhur Mukaddime kitabındadır. Bu kitap, yazdığı târih kitabının önsözü mâhiyetinde olup, iki cilt hâlindedir. İbn-i Haldûn, târih ilminde belli metodlar bulunmasını ve târih yazarlarının bu metodlara uymasını açıklamalı bir şekilde misallerle yazmıştır. Gördüğü ve yaşadığı siyâsî hâdiseler, sultânlar ve idârecilerle irtibât hâlinde bulunması eserin yayılmasında büyük rol oynamıştır. İbn-i Haldûn yine, psikolojiyi târihe uygulayan ilk ilim adamıdır.

İbn-i Haldûn’un manzûme, risâle, İbn-i Rüşd ve Fahreddîn Râzî’nin eserlerine yazdığı özetlerin yanında, matematik ve mantığa dâir eserleri de vardır. Fakat bunlar günümüze kadar gelememiştir. Günümüze ulaşan tek eseri yedi ciltlik Kitâb-ul-İber’dir. Bir târih kitabı olan bu eser, üç bölümden meydana gelmiştir. Birinci bölüm, Mukaddime’dir. İkinci bölümde Arapların târihi yanında, Sûriye, Pers, Yahûdî, Kıpt, Yemen, Roma, Türk ve Franklılar târihi; üçüncü bölümde ise Berberîlerin ve güney Afrika’daki Müslüman hânedânların târihi anlatılmaktadır. Eser, inceleme ve araştırma yönünden emsâlsizdir. Bütün Avrupa târihçilerinin birçok konularda mürâcaat ettikleri ana kaynaktır. Yedi cilt hâlinde Mısır’da basılmıştır.

Bu târih kitabının girişi olan Mukaddime başlı başına meşhur bir eserdir. Çeşitli yönleriyle insan cemiyetlerinin târif ve açıklaması ile başlayan Mukaddime, altı bölümden ibârettir. Birinci bölümde medeniyet; ikinci bölümde göçebe ile şehirli kültürlerinin karşılaştırılmaları, zıtlıklardan ortaya çıkan çatışmaların sosyolojik târihî sebepleri ve sonuçları; üçüncü bölümde hânedânlar, krallıklar, halîfeler, sultanların asâlet sıralaması, idârenin temelleri, bâzı Hıristiyan ve Yahûdî olanlar da dâhil olmak üzere çeşitli mevzûların açıklanması; dördüncü bölümde köy ve kasabalardaki hayâta dâir müşâhadeleri; beşinci bölümde geçim araçları, meseleler, sanat ve ticâret, iş hayâtı, zirâat, dış ticâret, inşâat; altıncı ve son bölümde ise çeşitli bilimler, öğrenme ve öğretme, psikoloji ve bilimlerin sınıflandırılması anlatılmaktadır.

Mukaddime, değişik konular ve bilgiler hakkında bir hazînedir. Özellikle İbn-i Haldûn’un kullandığı araçların antik ve ortaçağ batı târihçi ve sosyologlarına çok farklı gelmesi, bu eseri onlara çok değerli kılmıştır. Bâzı batılı târihçiler tarafından ortaçağın en önemli eseri olarak görülen bu kitap, târihî metodları açıklayan modern bir el kitabına benzemektedir.

Mukaddime’nin ilk iki kısmı Şeyhülislâm Pîrîzâde; üçüncü kısmı da Cevdet Paşa tarafından; daha sonraki yıllarda ise, başka mütercimlerce tercüme edilerek yayınlanmıştır. Târihinin bir kısmını da Sabîhî Paşa tercüme etmiştir. Bu eserler, ayrıca Avrupa dillerine de çevrilmiştir. Bu kitaplarından başka eserleri de olduğu rivâyet edilen İbn-i Haldun’un mûteber olmayan görüş ve fikirleri de vardır.

İbn-i Haldûn, Anadolu’da Kâtib Çelebi tarafından tanıtıldı. Nâimâ, Pîrîzâde Mehmed ve Ahmed Cevdet Paşa gibi Osmanlı târihçilerinde İbn-i Haldûn’un tesirleri görüldü. Batı dünyâsı ise İbn-i Haldûn’la 19. asırda tanışabildi. İlk defa Hammer 1812 senesinde onun önemini anlamış ve onu“Arap Montesquiesü” olarak isimlendirmiştir. Batı tarafından tanınması, İslâm dünyâsında ününü bir kat daha arttırmıştır.

Kalemgüzeli.net