Kimdir

Hüseyin Sadettin Arel kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi

Hüseyin Sadettin Arel kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1880-1955) Türk musiki bilgini, besteci. Türk musikisinin dayandığı sistemi açıkla­yan ilk kuramcılardan biri, geleneksel sistem içinde çoksesliliğe yönelen ilk Türk bestecisidir. İstanbul’da doğdu. Anadolu kazaskerlerinden Mehmed Efendi’nin oğludur. İzmir İdadisi’ni bitirdi; ayrıca Arapça olarak medrese bilimleri okudu, med­reseden “icazetname” (diploma) aldı. 1906’da İstan­bul Hukuk Mektebi’ni birincilikle bitirip, o zamanki kurala göre, altın “Maarif madalyası” ile ödüllendi­rildi.

İzmir Vilayeti Özel Kalem Müdürlüğü ile Adliye Nezareti’nde çeşitli görevlerde bulunduktan sonra, İstanbul’da Deniz Ticareti Mahkemesi üyeliğine (1909), ardından Adliye müfettişliğine atandı. Washington’da toplanan Uluslararası Hukuk Kongresi’ne hükümet temsilcisi olarak katıldı (1910). Adliye Ceza İşleri müdürlüğüne, bir buçuk ay sonra da Adliye müsteşarlığına getirildi (1911). Ertesi yıl müsteşarlık­tan ayrıldı. Şura-yı Devlet üyesi (1913), Tapu Kadas­tro genel müdürü (1914), Şura-yı Devlet Tanzimat Dairesi başkanı (1915) oldu. 1918’de Şura-yı Devlet’ in (Danıştay) kaldırılması üzerine görevinden çekil­di; daha sonra hiçbir resmi görev almadı, yaşamının sonuna değin avukatlık yaptı.

1908’de Meşrutiyet’in ilanından sonra Şehbal, 1939’da Türklük adlı dergileri çıkardı; birincisi 100 sayı, ikincisi 15 sayı yayımlanabilen bu dergilerde müzik ve kültür konularında çeşitli yazılar yazdı. 1943’te beş yıllık bir sözleşmeyle İstanbul Belediye Konservatuvarı başkanlığına getirildi. Sözleşme süresi dolunca görevinden ayrılarak İleri Türk Musikisi Konservatuvarı Derneği’ni kurdu. 1948’den sonraki yazılarını, bu derneğin yayın organı olan Musiki Mecmuası’nda yayımladı. Türk Filarmoni Derneği’nin de kurucusu ve ilk başkanıdır.

Arel, müziğe mandolin çalarak başladı. Batı notasını öğrendikten sonra, İzmir’de Şeyh Cemal Efendi’den, İstanbul’da besteci Şekerci Cemil Efendi’ den ud dersleri aldı. Ney, nısfiye, girift, tambur, keman, kemençe, piyano üzerinde de çalıştı. 1907-1909 arasında Edgar Manas’dan armoni, kontrpuan, füg dersleri aldı. Kompozisyon, orkestralama, çalgılama gibi Batı müziği konularını kendi çabasıyla, klasik ve dini Türk musikisini de daha çok zamanın tekke şeyhlerinden, özellikle Hüseyin Fahreddin Dede’den öğrendi.

Arel’in çalışmaları, bir yazar ve öğretmen, bir kuramcı ve bir besteci olarak yaptıklarıyla, üç yönden ele alınabilir.

Şehbal dergisinde Bedî Mensî takma adıyla, musiki tarihi, özellikle eski Türk notası ile ilgili aydınlatıcı yazılar yazdı; Kantemiroğlu’nun Edvar’ını yayımlayarak bu önemli eserin ortaya çıkmasını sağladı, içeriğinin zenginliğiyle olduğu kadar baskısı­nın güzelliğiyle de dikkati çeken bu dergi, uluslararası bir sergide altın madalya kazandı. Türklük dergisinde yayımlanan “Türk Musikisi Kimindir?” başlıklı dizi yazılarında, gerek Batılı yazarlarca, gerekse Cumhuriyet’ten sonra Türkiye’de sık sık ileri sürülen, Türk musikisinin yabancı kaynaklara dayandığı iddialarını cevaplandırdı. Geleneksel musikinin kaynağı olduğu söylenen eski İran, eski Arap, Bizans, Yunan müzik­lerine ait örneklerin günümüze ulaşamadan yok olduğunu belirttikten sonra, Türk musikisinin bu kültürlerin müzik anlayışından farklı bir sisteme dayandığı tezini savundu. Ziya Gökalp’ten bu yana, klasik Türk musikisinin yabancı kökenli olduğu yolunda birçok iddia ortaya atılmasına karşın, Arel’in bu yazılarındaki tezi bugüne değin çürütülmemiştir. 1948’den sonraki tüm yazıları Musiki Mecmuası’nda yayımlandı. Kuramsal çalışmaları, ders notları ile makalelerinin büyük bir bölümü bu dergide dizi yazılar halinde kalmış, ayrıca basılmamıştır.

Arel, bir öğretmen ve yönetici olarak, sırasıyla, Darüttalim-i Musiki Cemiyeti’nde, İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda, İleri Türk Musikisi Konservatu­varı Derneği’nde çalıştı. Türk musikisinin “ustadan çırağa aktarılan” bir bilgi dalı olmaktan kurtarılarak çağdaş, bilimsel yöntemlerle öğretilmesi için uğraştı. Darülelhan’ın 1926’da kaldırılmasıyla, Türk musikisi öğretimi yapan hiçbir resmi kuruluş kalmamıştı. 1943’te çıkarılan bir yasayla Türk musikisi bölümü­nün kurulması ve Batı müziği öğretiminin geliştiril­mesi kararlaştırılmıştır. Aynı yasa uyarınca konservatuvar başkanlığına atanan Arel, müzik öğretimine birçok yenilik getirdi. Türk musikisi sisteminin konservatuvarda ders olarak okutulmasını sağladı. Bir “icra heyeti”‘ oluşturdu, bu topluluk bir süre sonra çağdaş bir müzik anlayışıyla konserler vermeye başla­dı. Ancak, konservatuvarda, yasa gereği, saz öğretimi yapılmıyordu. Arel burada uygulayamadığı yenilikle­ri gerçekleştirmek amacıyla kurduğu İleri Türk Musi­kisi Konservatuvarı Derneği’nde çoksesli bir Türk musiki öğretimi için çalıştı, saz öğretiminin Türk ve Batı müziği bilgileriyle yapılmasını sağladı.

Arel, bir kuramcı olarak, geleneksel teksesli musikiyi Batı müziği bilgisi ve kültürüyle inceleyip değerlendirdi. Makamları sınıflandırdı, bunların ayrı ayrı dizilerden değil, “dörtlü” ve “beşli’’lerden oluş­tuğunu ileri sürdü. Eski kuramların eksiklerini giderip hatalı yanlarını düzeltti. Türk Musikisi Nazariyatı Dersleri bu alandaki uzun çalışmalarının bir ürünü­dür. Dr. Suphi Ezgi’yle birlikte, 24 eşit olmayan aralıklı “sekizli”yi (gam) temel alarak, günümüzde kullanılan notalama sistemini belirledi. Daha önce Ebced, Hamparsum ve Batı notalarıyla yazılan eserler hatalı ya da eksik yazılabiliyordu. Arel ile Ezgi’nin sistemi müziğin yazılışında olduğu kadar, öğretimin­de de kesin kurallara varılmasını sağladı.

Cumhuriyet’ten sonraki yıllar Türk musikisinin yeni bir yol aradığı dönemdir. Bu dönemin müzik açısından en çok dikkati çeken yönü toplumda bir “alafranga-alaturka” tartışması yaratılmasıdır. Zaman zaman siyasi bir çekişme sertliği içinde süren bu tartışma, müzik çevrelerini olduğu kadar dinleyici kitlesini de ikiye böldü ya da bölünmeye zorladı. Bu bölünmenin olumlu yanı, Türkiye’de müzik zevkinin artık değiştiğini, teksesli musikinin de eski biçimiyle sürdürülemeyeceğini açıkça ortaya koymasıydı. An­cak, yeni bir zevk arayışının bir ifadesi olarak gündeme gelen müzik sorununun daha çok “ilerici-gerici” kalıpları içinde tartışılması, Türk ve Batı müzikleri arasında kurulabilecek etkileşimi, alışverişi büyük ölçüde önledi.

Arel’in en önemli yanı, böyle bir ortamda, söz konusu kutuplaşmayı benimsemeyerek, müzikte bir Doğu-Batı sentezi önermesidir. Ona göre, Türk musikisi, yapısındaki olanakları tüketmiş bir müzik değildir, tersine olanaklarının pek azını kullanmıştır. Önerdiği sentezin temelinde, Türk musikisinin beş yüz yıllık birikimini reddetmeden Batı müziği tekni­ğinden ve araçlarından yararlanılması fikri yatar. Bu fikirden yola çıkan Arel, geleneksel musikinin ancak çokseslilikle gelişebileceği, ama çoksesliliğe ancak kendi yapısından doğan bir armoniyle ulaşabileceği görüşünü savundu. Bunun sonucu olarak da, Türk musikisini Batı’nın 12 eşit aralıklı (temperament’h) sistemiyle değil, 24 eşit olmayan aralıklı sistemle, kendi makam dizileri, üzerinde çoksesliliğe yönelt­meye çalıştı. Özellikle “Armoni”, “Kontrpuan”, “Füg” başlıklı dizi yazılarında bu alandaki temel ilkeleri belirledi. Öte yandan, kemençenin çoksesli musikide kullanılabilmesi için bu sazın tellerini üçten dörde çıkarıp ses alanını genişletti, Batı müziğindeki keman ailesinden esinlenerek soprano, alto, tenor, bas, kontrbas kemençelerle bir beşli oluşturdu. Kemençe beşlisi için çoksesli bir eser yazdı. Ayrıca Türk musikisi için bir piyano planı üzerinde çalıştı, ama bu tasarısını gerçekleştiremedi. Arel tüm bu çalışmalarıy­la, Türk musikisini bırakıp Batı müziğini alma yoluna gidenlerden de, buna bir tepki olarak geleneksel musikiyi olduğu gibi koruyup sürdürmek isteyenler­den de ayrılır.

Bir besteci olarak, hem Batı müziği hem Türk Beste musikisi alanında eserler verdi. Batı müziği alanında çalışmaları oda müziği parçaları, çeşitli çalgılar için “üçlü’ler, “dörtlü’ler, “beşli’ler, “altılı’lar, piyano parçaları, piyano eşliğinde okunan eserler, “lied’ler, çocuk şarkıları, koro parçaları, “kanon’lar, “füg’ler, “fantezi’ler vb. besteledi.

Türk musikisinde bestelediği parçalarda, klasik eserlerdeki kalıpları tekrarlamaktan kaçındı, birçok yenilik denedi. Daha önceki besteciler genellikle bileşik makamlar düzenleyerek yenilik yapmayı dü­şünmüşler, basit makamların göçürümlerini denemeyi pek düşünmemişlerdi. Arel ise basit makamları yalnız kendi yerinde değil, hemen hemen bütün perdeler üzerinde kullandı. Bu özelliği, eserlerini göçürüm (şed, transposition) bakımından zenginleştirir. Arel göçürdüğü dizilerden birine ayrı bir makam adı verdi; Ferahnüma adını taşıyan bu makam, Kürdî basit makamının Yegâh (re) perdesine aktarılmış biçimidir. Besteci, Hüzzam ile Şedd-i araban’ın birleştirilmesiy­le elde edilen, Lale-gül adlı bir de bileşik makam oluşturdu. Pek çok makam, usul ve bol geçkili Doğu-Batı (modulation) bir üslup kullandı. Hemen her biçimde sentezi (formda) beste yaptı. Bestelediği parçalarda, nota üzerinde “nüans” işaretleri yazılıdır. Eserlerinin te­mel özelliği, geleneksel musikinin daha önceki bestecilerce işlenmemiş malzemesi ile Batı müziğinin teknik olanaklarını birleştirmesidir.

Sayısı iki bini aşan eserlerinin büyük çoğunluğu basılmamış ve seslendirilmemiştir. Pek az bir bölümü­nün  notaları Musiki Mecmuası’nda yayımlanmış, birkaç parça saz eseri dc Darüttalim-i Musiki Heye-ti’nce plağa alınmıştır. Eserlerinin temalarının notaları öğrencisi Laika Karabey’dedir. Bu bakımdan, Arel’in bir besteci olarak gerçek değerinin ortaya çıkması, eserlerinin tamamının yayımlanmasına, daha önemlisi, yayımlanan parçaların da büyük bir bölümünün seslendırilmesine bağlıdır.

Arel, Türk musikisi sistemini ve tarihini birçok yönden incelemiş, önemli kuramsal çalışmalar yap­mıştır. Rauf Yekta Bey ve Dr. Suphi Ezgi’yle birlikte, Türk musikisinin sistemini bilimsel ölçülerle açıkla­yan üç bilginden biridir. Türk musikisinin bugünkü notalama yöntemi, Arel’in Dr. Ezgi’yle yaptığı çalış­maların bir sonucudur. Arel, bir besteci olarak, geleneksel makam dizileri üzerinde çokseslilik yolları aramış, bestelediği eserlerle çoksesli Türk musikisinin öncüsü olmuştur. Dergilerde yazdığı yazılarda, o güne değin el atılmamış kuramsal ve teknik konulara herkesin anlayabileceği bir açıklık getirmiş; musikide yenilik kabul etmeyen “alaturka” tutuculuğuyla mü­cadele etmiştir. Eski nota sistemlerine göre yazılmış eserleri günümüz notasına çevirmiş, musiki terimleri­ne Türkçe karşılıklar bulmuş, musiki aletlerini geliş­tirmiştir. Hukuk alanında da çalışmaları vardır. Arel, tüm bu uğraşlarıyla, Cumhuriyet döneminin önemli kültür adamlarından biridir. Türk musikisi tarihiyle ilgili Farsça, Arapça, Türkçe pek çok eser ile çok değerli bir nota koleksiyonundan oluşan zengin kitaplığı, ölümünden sonra, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne bağlı Türkiyat Enstitüsü’ne bağışlanmıştır.

Arel’in gerek bestelediği eserlerle, gerekse yazıla­rıyla önerdiği bireşimin özü, sanat musikileri teksesli bir sisteme dayanan Ortadoğu ülkeleri için olduğu kadar, Batı’nın “tonal” sistemine tepki gösteren çağdaş besteciler için de yeni ufuklar açabilecek değerdedir.

YAPITLAR (başlıca):

Kitaplar:

Teksesli eserleri:

Çoksesli eserleri:

71 Oda müziği parçası ve sözlü eser.

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 7. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983