Tarih

Hürrem Sultan’ın Son Seneleri

Hürrem Sultan bütün emellerine kavuşmuştu. Kanuni Sultan Süleyman’ın en küçük arzularına varıncaya kadar yerine getiriyordu. Elli beş yaşında, ağarmış saçları, tazeliğini yitiren çehresi, Kanûni’nin nazarında parlak bir güzelliğin son kalıntıları idi. Yavuz Sultan Selim’in edip oğlu, gözleri âhûlara babası derecesinde zebun olacak bir hassasiyeti haizdi. Onun nazarında taht ve saltanatın, mal ve mülkün hiç değeri yoktu :

Mülk-ü dünya kimseye kalmaz sonu berbad olur
Ey Muhibbi şöyle farzet—kim Süleyman olmuşuz

Diyen zamanın hakânı hayatın ve aşkın felsefesine tamamiyle vâkıftı.

Kanûni altmış iki yaşında idi. Bu yaşa gelinceye kadar ne muharebeler görmüş, ne saltanatlar sürmüş, şerefli ve debdebeli haşmetli günler geçirmişti. Sultan Süleyman, Osmanlı namını cihan medeniyetinde yükseltecek bir devre hâkimdi: İstanbul, Osmanlı sanat hayatının merkezi : Ebu Suudlar ve Yahya Beyler Osmanlı zekâ ve duygularının iki erişilir elemanı idiler. Yavuz’un necip oğlu şahsında bütün bir devri temsil ediyordu. Kanûni yükselme devrinin mühim bir simâsı idi. Bu devirde Osmanlı devletinin hududu kuzeyden ve güneyden, doğudan ve batıdan büyümüş, Fatih’in göz kamaştıran tahtı rafında krallıklar iltihak etmişti. Tü ırkı kudret ve kâbiliyetinin en yüksek noktasında idi. Türk zekâsı adalet cengaverlikte, debdebe ve ihtişam yüce bir mevkiiye yükselmişti. Hz. İsâ’nın sükun ile dolaştığı yerler, Abbasi halifelerinin saltanat sürdüğü beldeler, Attila’nın son saltanatından ses veren payitahtlar, Filistin’in bereketli sahilleri, Dicle’nin feyizli ovaları hep Osmanlı devletinin emrindeydi.

Bütün bu azamet ve serveti yalnız bir iahıs nefsinde temsil ediyordu; Kanuni Sultan Süleyman. Kanûni ülkesini tedbirli ve yüksek zekâlı vezirlerle idâre etti. Fütûhatı cihanın çeşitli yönlerinde idi: Mısır’da, İran’da, Afrika’nın merkezine kadar Sultan Süleyman’ın büyüklüğünü anlamayan, duymayan yer kalmamıştı. Orduları Avrupa’da Mohaç’ta zaferler kazanıyordu. Budin’e Beylerbeyi tâyin olunuyor, Viyana önünde kahramanlıklar gösteriliyor. Donanması Nice sahillerinde şanlı bayrağımızı dalgalandırırken, ordularımız I. Fransuva’yı hapisten kurtarmak için Tuna boylarında heybetle ilerliyordu. Ordunun başında her zaman Padişah bulunuyordu.

Kanûni Sultan Süleyman yaratılıştan askerdi. Fakat ruhen şairdi. Şiirde (Muhibbi) mahlasını kullanıyor, zamanın şan ve kahramanlık destanlara duygulu sahifeler ilâve ediyordu, Şehzadelerine pek düşkündü. Şehzade sultan Mehmet’in ölümü kalbinde acı bir yara bırakmış, hassas kalbinin ezilikliğini dindirmek için ölümsüz âbide olan Şehzade Camii’ni inşâ ettirişti. Kanûni’nin nazarında saltanat bir cihan kavgası idi. En büyük devlet bir nefes sıhhatdi. Bu sıhhatin başlıca zevkleri de aşkda ve kadın nazarlarında idi. Kanûni, cihana hâkim olduğu halde kadın tahakkümü altında huzur ve sürür hissediyor:

Ağlayıp zarilik ile eylesem yüzbin niyaz,
Yar nazîn arttırır bin türlü istiğna eder
.

Hürrem Sultan, ne tarih yazarlarını dedikleri gibi, din işleriyle uğraşıp hayatım hayır işlerine bağlamış dindar, ne de Avrupa tarihçileri yazdıkları gibi, ömrünü Kanûni’ye kaldırmak, yaşadığı çevreyi beğenmemek, Osmanlı büyüklerini yok
etmekle geçirmiş zulmü seven bir kimse idi. Osmanlı sarayına yabancı ülkeden gelmiş, çevresine alışmış, sevildiğine inanan, güzelliği, ile övünen, en küçük isteklerinin bile yerine getirilmesini isteyen, arzulu, güzel bir kadındı. Onun çekiciliğine, sinirliliğine, etrafını etkilemesine yardım eden, Kanûni’nin hassas ruhunda yer eden güzelliği idi.

Osmanlı sarayını güzelliği ve zekâsıyla idare eden sultanın bütün endişesi kızı Mihrimah Sultanı, damadı Rüstem Paşayı, oğlu Şehzade Bayezıt’ı huzur ve mutluluklara kavuşmuş görmekti. Sultan, bu isteklerine pek çabuk erişti. Fakat bu kavuşmak çok acı fedakârlıklar sonunda husûle geldi. Rüstem Paşa, sadrâzamlık mevkiine geçtiği dakikadan itibaren Hürrem Sultan mutlu idi. Artık kadınlık arzularını engelleyecek bir sebep kalmamıştı. Kanûni, her türlü emirlerini uygulayan, her türlü arzularını yerine getirmeye kâdir, zorlu bir kuvvetti. Hürrem Sultan’ın en ziyâde kıskandığı, varlığını hâkimiyeti için yegâne engel saydığı Pargalı İbrahim Paşa, şimdi Galata sahilinde sonsuza dek sessizlik içinde idi.

Hürrem sultan hayratı ve hasenatı severdi. Kudüs’de birçok vakıflar, İstanbul’da Dârüşşifâlar ve medreseler astroloji-2/hurrem-sultan.tablo” 120″ 190″ yaptırdı.

Bu devirde Hürrem Sultan’ın nüfuzu en yüksek seviyeye ulaşmıştı. Bu yükselme devri doğuda üstün ve çekici, taçlı bir kadın tanıyordu. O da Hürrem Sultan. Ressamlar bile bu latif simâyı hayallerinde olsun yaşatmak tadından geri kalmak istemiyorlardı. Kimi başında bir hotoz, arkasında bir örgü saç, elinde henüz açılmış bir gül, bir kadın simâsı resmi çiziyor, kimi Sultanı ipekli ve incili feracesi ile düşlüyordu. Sultan’ın en güzel, en sevimli resmi Viyana’da Arşidük Ferdinand’ın kolleksiyonundaki tablodur. Bu tabloda Hürrem Sultan’ın genç ve latif simâsmda melâl ve endişenin hazin tahassüsleri görülür. İnce kaşları, biçimli burnu, ince bir tül içine gömülen zarif çenesi, başında ipekli bir serpuş, üzerinde tülden bir yaşmak, feracesinin yakasındaki iri inciler pek ustaca dizilmiştir. Bu tabloda Sultan’ın gözlerini bir noktaya dikmiş, üzgün ve kederli düşündüğü görülür.

Hürrem Sultan doğuda ve batıda kadın nüfuzu nâmına, sonuna dek yaşayacak bir nam bıraktı.

Sultan, yalnız kendisine ait servetle muazzam âbideler vücuda getirecek bir kudreti haizdi. Özellikle hayratı yalnız İstanbul’da değildi, Ankara’da bile cami yaptırmıştı. Kızı Mihrimah Sultan adına Edirnekapı’sında, Üsküdar’ın ağaçlık sahillerinde yapılan camiiler, Sultanın Osmanlı sarayında gördüğü terbiyenin, ruhen duvduğu hayırseverliği güzel, sürekli belirtileri idi. Osmanlı saltanatının parlak ve tantanalı devrinde muhteşem bir doğu sultanı olmak üzere tanındı. Osmanlı tarihinde acı teşebbüsleri ve hayırlı işlerile nâmını pekiştirdiği gibi batı edebiyatında yükselme devrinin doğu güzeli ve doğunun çekici bir kadın zekâsı olmak üzere şöhret kazandı. Kanûni’yi senelerce aşkı ile güzelliği ile kendisine bağladı. En büyük düşman ordularını yenen, hayatının son yıllarında Zigetvar’ın fethi uğrunda canını esirgemeyen  Sultan Süleyman, Hürrem Sultan’ın nüfuzuna hiç bir zaman galebe edemedi. Sultan bu nüfuz ve hâkimiyetin tadı ile mutlu bir ömür geçirdi. Kızı Mihrimah Sultan’ın mutluluğunu, oğlu Şehzade Bayezıt’ın saltanatını en şerefli arzularından sayardı. Fakat kanlı vasıtalarla elde edilen bu mutluluk geçici oldu. Tarihimizde acı hatıralar  bırakan Hürrem Sultan nihayet Sultan Süleyman’ın kolları arasında M. 1556’da vefat etti. Bu kayıp Kanûni için pek acı olmuş bir zafer hiç bir muvaffakiyet, meşgûliyet, içinde duyduğu acımıvordu. Sultan Süleyman sevgili eşini gözyaşlarıyle Süleymaniye Camiinin yanına gömdü. Senelerce sevdiği bu vücudu saltanat devrinin görkemli âbidesi  yanında görmek ve kendi de yanına gömülmek istedi. Uzun serviler, pembe erguvanlar, taptaze şimşirler arasında Hürrem Sultan’a en ince oymalarla işlenmiş bir türbe yaptırdı. İçini rengarenk çinilerle, sandukâsını ipek kumaşlarla donattı. Sultan’ın dört çevresi kalmıştı: Biri mavi zemin üzerine, kenarı sırmalı, yeşil ve altın sırmalı ipeklerle işlenmişti. Diğerleri beyaz zemin üzerine kılaptan işlemeli kenarları irili ufaklı zarif karanfillerle süslenmişti. Sultan Süleyman, bu seçkin hatıraları Hürrem Sultan Türbesine koydurdu. Kimbilir bu zarif çevreler onun gönlünde ne çeşit anılarla saklıydı. Yokluğunu bir türlü unutamadı. O, saltanatının en kıymetdar ortağı idi. Uğrunda ne fedakarlıklar etmiş, ne acılara katlanmıştı. Ruhen hassas ve asil olan Kanûni Hürrem Sultan’ın isteklerini yerine getirmek için saltanat devrini lekeleyecek teşebbüslerde bile bulunmuştu. Şimdi ruhunun biricik mâbûdesi topraklar altında idi.

Hürrem Sultan’ın vefatından üç yıl geçtiği halde Kanûni bu acıyı bir türlü unutamadı. İstanbul’un hemen çok yerlerinde fakirlere sadakalar dağıtıyor, ruhu için hayrat ve hasenat vücuda getiriyor, Mekke ve Medine’deki ulema ve fakirlerine dağıtılmak edilmek üzere Mısır hazinesinden her yıl ( üç bin altın) gönderilmesi için Mısır beylerbeyine emrediyordu.