Kimdir

Hugo Grotius kimdir? Hayatı ve eserleri

Hugo Grotius kimdir? Hayatı ve eserleri: Hugo  Grotius’un  (1583-1645)  temel  çıkış  noktası,  sonradan  Descartes’ın  formülleştireceği, Aydınlanmanın  kendisine  temel  edineceği  akıl  anlayışıdır. Bu  kendine  yeten  akıl  anlayışı  sayesinde Grotius, bağlayıcılığını Tanrı olmadığı zaman dahi koruyacak olan bir doğal hukuk öğretisi geliştirir. Onun sisteminde elbette Tanrıya da yer vardır. Fakat Grotius Tanrının iyinin kötü olmasının nedeni olmayacağı  düşüncesiyle  Tanrının  bile  artık  doğal  hukukun  ilkelerini  değiştirmesinin  mümkün olmadığını  ileri  sürerken,  artık  tıpkı  matematiğin  kavramları  gibi  a  priori  olan  bu  ilkelerin değiştirilemeyeceğini  ve  dolayısıyla  insan  aklıyla  keşfedilebilen  değişmez  bir  doğal  yasa  olduğunu söyler.

Grotius  da  aslında  doğal  yasanın  insanın  aklıyla  keşfedebileceği  bir  kurallar  sistemi  olduğunu söylerken, bu tür kuralların Tanrının iradesinden bağımsız olarak geçerli olduğunu ifade eder. Gerçekte hipotetik  bir  nitelik  taşıyan bu  iddia,  daha  sonra  kategorik  ve  kesin  bir  tez  haline  gelecek  ve  doğal yasayla  hukukun  kendinden  açıklığı, Tanrının  varlığını  gereksiz  hale  getirecektir. O,  doğal  hukukun varlığına  ilişkin  olarak  a  priori  bir  argüman  öne  sürer.  Başka  bir  deyişle,  Grotius  doğal  hukuk kurallarını insanın rasyonel ve toplumsal bir doğaya sahip olduğu ilkesinden çıkartır, bir edimin insanın doğasıyla uyumlu olması gerektiği olgusuna dayanarak kanıtlar.

O, dedüktif bir yöntemle varlığını ve bağlayıcılığını öne sürdüğü doğal yasaya ek olarak, aklından çıkarsanmayan,  tam  tersine  iradi olan  bir  yasa  daha olduğunu  öne  sürer:  İnsan  yasası.  İşte  bu  insan yasasını  tanımlarken, onun öğretisinin tamamen sekülerleştiğini görürüz. Ona göre beşeri hukuk, yani insani irade ile konulan yasa üç türlüdür. Birinci anlamıyla o, doğrudan sivil güce bağlı olmayan, ondan daha az kapsamlı ve bir babanın, efendinin veya benzer amirlerin emirlerini ifade eden yasadır. İkincisi ise sivil güçten çıkan ve özel bir politik toplum  içinde yaşayan insanların birbirleriyle olan  ilişkilerini düzenleyen  sivil  yasa  olarak  pozitif  hukuktur.  Üçüncü  beşeri  hukuk  türü  ise  ulusların  yasası,  yani zorlayıcı gücünü milletlerin iradesinden alan uluslararası hukuktur. Özellikle uluslararası hukuk doğal hukuktan değişebilir olması dolayısıyla,  insanın doğasına uygun olarak akıldan çıkarsanan  şeye değil de iradeye dayanması bakımından ayrılır.

Beşeri  hukuku,  insan  yasasını  iradeye bağlayarak  doğal hukuktan ayıran Grotius,  doğal hukukun toplumsal yapıda işgal edeceği yeri ve oynayacağı rolü gösterirken, öncelikle politik toplumun kökeni ve buna bağlı olarak da politik iktidarın kaynağı konusunu ele alır. Ona göre de  toplumun kökeninde bir  anlaşma  vardır.  Demek  ki  Grotius  da  sözleşme  veya  toplum  öncesi  bir  durum  olarak  doğa durumunun varlığını öngörür. Gerçekten de Grotius’a göre doğası gereği  toplumsal ve rasyonel olan, bu  yüzden  de  bir  doğa  yasasına  bağlı  bulunan  insan,  toplum  öncesi  doğa  durumunda,  yani  hiçbir egemen otoritenin var olmadığı bir durumda otorite eksikliğinden dolayı, sürekli yasa  ihlalleriyle, bir kaos  ya  da  kargaşa  hali  içinde  yaşar.  Rasyonel  bir  varlık  olarak  insanın  doğa  yasasını  bildiği  ve dolayısıyla bu yasaya itaat etmesi gerektiği açıktır fakat bu yasayı, yani doğal hukuku uygulayacak ve ona  politik  bir  yaptırım  gücü  verecek  bir  otorite  olmadığı  için  yasanın  ihlali  çok  mümkündür.  Bu yüzden  doğa  durumu  aslında  bir  savaş  durumu  olarak  ortaya  çıkar.  Bununla  birlikte  aynı  insan, doğasını  meydana  getiren  rasyonalite  uyarınca  uyum  ve  barış  içinde  yaşamak  isteyen  bir  varlık olduğundan,  barışı  sağlayacak  bir  otorite  tesis  etmek  amacıyla  bir  birleşme  sözleşmesiyle  toplumu yaratır ve bir politik sözleşme ile toplumun yönetim biçimini ve yöneticilerini belirler.

Grotius bir hipotez olarak değil de tarihsel bir gerçeklik olarak sunduğu söz konusu çifte sözleşme anlayışının  sonucunda,  politik  toplum  ve  onun  egemen  gücünün  doğal  hukukun  sınırlamalarıyla uluslararası  hukukun  getirdiği  sınırlamalara  tabi  olduğu  söyler.  Bu  da  onda  egemenin  yasa  koyma ediminde  keyfi  iradeye  dayanmaması  anlamına  gelir.  Egemen,  insanların  üzerinde  anlaştıkları ilkelerden dolayı varlık kazanmıştır; bundan dolayı, onun bu  ilkeleri gerçekleştirme ödevi vardır. Bu ödevi  gösteren  şey  ise  doğal  hukuktur.  Başka  bir  deyişle, Grotius’ta  yükümlülük  rızadan  çıkmakla birlikte,  insanların bu  sözleşmeye uymaları  gerektiği hususu doğa yasasından gelir. Buna göre,  doğa yasasının temel kuralının “sözüne uyma” olduğu söylenebilir. Rızadan doğan yükümlülük gücünü doğa yasasından  alır  çünkü  söze uymayı  buyuran doğa  yasası  aynı  zamanda bütün  insanların  barış  içinde yaşamalarını emreder.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci