Hüdavendigar Camii ve Külliyesi, Bursa- Tarihçesi, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi
Bursa’da I. Murad Hudâvendigâr tarafından yaptırılan külliye.
Şehrin dışında ovaya hâkim Çekirge semtinde inşa ettirilen külliye cami, medrese, zaviye ve türbeden ibarettir. Bulunduğu yerden dolayı bu esere bazı kaynaklarda Çekirge İmareti ve etrafında şifalı suların çıkması sebebiyle Kaplıca İmareti de denilmiştir. Çevresinde kurulan kaplıcalarla birlikte burada bir yerleşim yeri oluşmuştur. Çekirge semti 1950’lerden itibaren büyümüş ve esas şehirle birleştiğinden Bursa’nin bir mahallesi durumuna gelmiştir. Dolayısıyla külliye de yoğun bir yerleşim yerinin içinde kalmıştır. Hudâvendigâr Külliyesi’nin bir asır önce bile Bursa’nın ne kadar dışında olduğunu gösteren bir resim, Mary Walker adlı İngiliz’in 1880-1890 yılları arasında taş basması olarak yayımlanan albümünde görülebilir.
Külliyenin banisi olan I. Murad, Neşri’nin bildirdiğine göre Bursa Hisarı’nda ve buradaki Saraykapısı karşısında ayrıca bir cami yaptırmıştır. Hükümdarın Kosova sahrasında 1389’da şehid edilmesinden dolayı bu cami Şehâdet Camii olarak anılmıştır. Çekirge’deki külliye ise bir ibadet yeri görevinin dışında başka fonksiyonlara sahip olarak düşünülmüş ve o yıllarda şehre uzak yer seçiminde de bu düşünce hâkim olmuştur.
Hudâvendigâr Külliyesi’nin yapım tarihini açık olarak veren kitabesi yoktur, fakat günümüze kadar gelen bir vakfiye sureti bilinmektedir. Ayrıca çeşitli kaynaklar. Biga’nın fethiyle Sırp Sındığı zaferinin arkasından I. Murad’ın oğullarını sünnet ettirip kendi adına Bursa’da imaret ve imaret üstünde medrese yaptırdığını bildirir. Bu hususlar dikkate alınarak külliyenin yapımına 766’dan (1364-65) az sonra başlanmış olduğu söylenebilir. Ancak vakfiye 802’de (1400) çıkarılmış bir surettir. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin tesbitine göre vakfiyenin aslı 787 Cemâziyelâhirinde (Temmuz 1385) düzenlenmiştir. Buna göre Hudâvendigâr Külliyesi’nin 1367-1385 yılları arasında yapılmış olduğunu kabul etmek gerekir. Yine Ayverdi tarafından, bu vakfiyenin Kanunî Sultan Süleyman döneminde Türkçe’ye çevrildiği ve kitap halinde yazılmış bir nüshasının istanbul Üniversitesi Kütüphanesinde bulunduğu belirtilmektedir. Bu vakfiye ve eki Bursa ve çevresindeki pek çok köyün, arazinin, Mudanya Kalesi’nin, şehrin içinde iki hamamla dükkânların, çevredeki köylerde bağların ve Kurşunlu’nun külliyenin evkafından olduğunu ortaya koymaktadır.
Külliye 926’da (1520) 19.220 akçe harcanarak tamir ediimiş, 5 Zilhicce 970’te (26 Temmuz 1563) başka camilerle birlikte tamiri için ödenek çıkarılmış, 102S’te (1616) külliyenin çeşitli yapılarının kurşunlarının yenilenmesi için 59.100 akçe ayrılmış, 1045 Cemâziyelâhirinde (Kasım 1635) tabhâne ile sıbyan mektebinin kurşun ve kiremit örtüleri için 125.241 akçelik bir keşif yapılmıştır.
Bursa’dan XVI. yüzyıldan itibaren geçen seyyahlar Hudâvendigâr Camii’nden bahsetmişlerdir. Alman elçisi David Ungnad ile 1573’te İstanbul’a gelen din adamı Stephan Gerlach 1576 Ekiminde ziyaret ettiği Bursa’da bu camiyi görmüştür. Ancak 1674’te basılabilen hatıratında bu eseri, “Bir Rum tarafından ve Bizans üslûbunda yapılmış, üst katında bir dehliz ve mermer sütunlar olan sevimli bir yapı” cümlesiyle tarif eder. Bir müddet sonra İstanbul’a gelen Reinhold Lubenau da Hudâvendigâr Camii’ni ziyaret etmiş ve ondan kısaca bahsetmiştir. Ona göre evvelce hıristiyanlar tarafından yapılmış güzel bir sarayken birçok koridoru, güzel mekânları bulunan bu yüksek bina daha sonra camiye dönüştürülmüştür. A. Gabriel’in de işaret ettiği gibi bu iddia Rumlar tarafından uydurularak hıristiy ani arca yayılmıştır. Aynı Alman yazarı, bu camide görülen taşa işlenmiş bir doğan kuşuyla ilgili bir efsane de nakleder.
Evliya Çelebi Bursa’dan bahsederken Hudâvendigâr Külliyesi üzerinde de durmaktadır. Ancak o da yabancı seyyahlar gibi bu cami için, “Tarz-ı binası hiçbir camiye benzemez, gayet musannadır” dedikten sonra, “Aşağısı ibadethane, fevkanîsi dâiren mâdâr medrese hücreleridir; herkes savmaasında imama iktidâ edip ibadet ederler; görmeğe muhtaç vâcibü’s-seyr bir câmi-i zîbâdır” sözleriyle bu eseri över. Arkasından da daha önce Lubenau tarafından anlatılan ve güya Murad Hudâvendigâr’a itaat etmediği için taşa dönüştürülen doğan kuşu efsanesini nakleder. Aynı efsane, XIX. yüzyıl başlarında Hammer’İn ve yüzyılın sonlarında Vital Cuinet’nin eserlerinde tekrarlanır. Hammer, 1804 yılında yaptığı Bursa ve İznik gezisi sırasında Hudâvendigâr Camii’ni de ziyaret etmiş, ruhaniyet ve öğretimin tek bina içinde birleştirilmiş olduğunu vurgulamıştır. Hammer de bu değişik görünüşlü yapının herhalde bir Frenk mimarın eseri olduğunu bildirir.
Fransız mimar ve araştırmacısı Charles Texier, XIX. yüzyılın ilk yarısı içinde Bursa”ya geldiğinde Hudâvendigâr Camii’nin planı ile Türk mimarisinde başka bir benzeri olmayan cephesinin resimlerini çizmiş ve bunların gravürlerini Anadolu hakkındaki eserlerinde yayımlamıştır. 1833’te Bursa’ya ilk geldiği zaman Hudâvendigâr Camii’ni çeşitli renklerde boyanmış ve badanalanmış bir halde bulmuş, fakat 1838’de tekrar ziyaret ettiğinde caminin içinin ve dışının “acımasızca” beyaz badana ile kaplanmış olduğunu görmüştür. Bursa’da 1836 yılında bir süre kalan Miss Julia Pardoe Hudâvendigâr Camii’nin esasında bir manastır olduğunu söyler. Bu İngiliz’in iddiasına göre üst kattaki mekânlar keşiş hücreleriyle manastırın yemekhanesidir. II.Mahmud’un emriyle Mekteb-i Tıbbiyye-i Şâhâne’yi kuran Avusturyalı Bernard da 1840 yıllarının Bursa’sini anlatırken Hudâvendigâr Camii’nin değişik mimarisiyle diğerlerinden ayrıldığına ve söylentiye göre bir Frenk’in eseri olduğuna işaret eder.
H. Wilde gibi bazı yabancıların kaynak gösterdikleri, Bursa’nın resimli rehberi mahiyetinde olan ve 1900 yıllarına doğru basılan albüm ciddi bir kaynak olarak kullanılamaz. Burada Hudâvendigâr Camii’nin bir Bizanslı ustanın eseri olarak gösterilmesi bir esasa dayanmamaktadır. Aynı iddia, Düyûn-ı Umûmiyye adına Anadolu vilâyetlerinin durumunu inceleyen Vital Cuinet tarafından da ileri sürülmüştür. Ona göre I. Murad camiyi Bizanslı usta Christodoulos’a inşa ettirmiştir. Ancak Cuinet, yapının asiında camiye çevrilmiş eski bir Bizans kilisesi olmasının daha inandırıcı olduğunu ve binanın bütünü gibi en ufak ayrıntılarının da hıristiyan sanatının özelliklerini taşıdığını söyler; minarenin de esasında çan kulesi olduğunu ileri sürer. Bu söylentileri camideki hizmetlilerin ortaya çıkardıkları veya en azından yayılmasına yardımcı oldukları yine Cuinet’den öğrenilmektedir. Bunların anlattığına göre üst kattaki hücrelerin çoğunun boş durmasının sebebi, buraya yerleşen medrese öğrencilerinin hücrelerin eski sahipleri olan keşişlerin ruhları tarafından rahatsız edilmesi ve karanlık dehlizlerde kovalanması, hatta birçoğunun aşağıya atılarak sakatlanmasına sebebiyet verilmesidir.
Hudâvendigâr Medresesi Osmanlı tarihi içinde önemli bir öğretim müessesi olarak görev yapmış, XVI. yüzyıl başlarında “otuzlu” iken 1062’de (1652) “altmışlığa” kadar yükselmiştir. Müderrisleri arasında Molla Gürânî, Zenbilli Ali Efendi, Tâcîzâde Cafer Çelebi gibi ünlü kişilerin adlarına rastlanan bu medresede Cahit Baltacı’nın tesbitine göre XVI. yüzyıl sonuna kadar otuz yedi müderris ders vermiştir. Fakat daha sonra bu müessesenin önemini kaybettiği ve unutulduğu anlasılmaktadır. XIX. yüzyılda bazı yabancı seyyahlar medresenin bütünüyle metruk durumda bulunduğunu kaydeder.
Bursa’da eski eserlerde çok büyük tahribat yapan, hatta birçoğunun yıkılmasına yol açan 1855 zelzelesi Hudâvendigâr Külliyesi’nin başta camii olmak üzere ek binalarında da izler bırakmış olmalıdır. Cami II. Abdülhamid döneminde tamir edilmiş ve bu arada her tarafı beyaz renkte badanalanın ıştır. Bu tamire işaret eden 18 Cemâziyelâhir 1322 (30 Ağustos 1904) tarihli dört satıriık ta’lik hatlı bir levha cümle kapısının üstüne konulmuştur.
Sanat tarihçileri uzun süre, Texier nin hatalı ve eksik rölövelerine dayanarak Hudâvendigâr Camii’ne yayınlarında yer vermişlerdir. Dresden Teknik Üniversitesi’nden Cornelius Gurlitt’in görevlendirdiği öğrencilerden H. VVilde’in, Bursa’nın Osmanlı-Türk mimari eserlerine dair bir doktora tezi yaparak bunu 1909 yılında kitap olarak yayımlamasından sonra Hudâvendigâr Camii ilim alemince daha iyi tanınmıştır. Ancak Wilde de bu yapının aslında bir kilise olduğu düşüncesinden sıyrılamamıştır. Çizdiği plan ve kesitler ise Texier’ninkinden daha iyi olmakla beraber yine kusursuz değildir. Hudâvendigâr Külliyesi’nin daha iyi ve hassas rölöveleri 1935-1940 yılları arasında Sedat Çetintaş tarafından çizilmiş, bunun arkasından A. Gabriel de eserin rölövelerini hazırlatmıştır. Daha sonra Ekrem Hakkı Ayverdi Hudâvendigâr Külliyesi’ne büyük eserinde yer vermiştir.