Hücre-i Saadet Nedir, Tarihçesi, Hakkında Bilgi
Hücre-i Saadet. Resûl-i Ekrem’in defnedildiği Hz. Aişe’nin odası.
Arapça hücre (oda) ve saadet (mutluluk) kelimelerinden oluşan bu terkip Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in kabirlerinin bulunduğu türbe hakkında kullanılır. Resûl-i Ekrem Medine’deki ilk mescidi inşa ederken kendisi için doğu duvarının güney kısmına bitişik iki oda yaptırdı ve bunlardan birine hicretten bir süre önce evlendiği Hz. Sevde’yi, diğerine de Medine’de evlendiği Hz. Âişe’yi yerleştirdi. Kur’ân-ı Kerîm’de Hucurât sûresinin 4. âyetinde, Resûlullah’ı dışarıya çağırma hususundaki kaba davranışları sebebiyle bedeviler kınanırken dolaylı olarak bu odalardan bahsedildiği için sûreye Hucurât (odalar) adı verilmiştir. Bu odalara girerken izin isteme konusuna temas eden âyette de “Peygamber’in evleri” tabiri kullanılmıştır.(Ah-zâb 33/53) Daha sonra sayısı dokuza kadar çıkan bu hücreler içinde Hz. Aişe’nin odası özellikle Resûl-i Ekrem’in buraya defninden dolayı önem kazanmış ve “hücre, el-hücretü’ş-şerîfe, el-hücretü’l-mukaddese, el-hücretü’l-muattara, hücre-i münîfe, hücre-i saadet” gibi adlarla anılmıştır.
Hz. Peygamber’in evinin, idarî bir merkez olma özelliği de gösteren mescidin bitişiğinde bulunması onun peygamberlik, devlet başkanlığı, kumandanlık, kaza ve iftâ gibi görevlerini kolaylaştırması bakımından önemliydi. Medine’ye geldiğinde devesinin yularının serbest bırakılmasını istemiş ve çöktüğü yeri mescid ve ikametgâhının arsası olarak seçmiştir. Bu sırada onun Hz. Nuh’a öğretilen, “Rabbim! Beni mübarek bir menzile kondur. Şüphesiz konaklatanlann en hayırlısı sensin” (Mü’minûn 23/29) duasını tekrarladığı rivayet edilir. Sahipleri arsayı bağışlamak istemişlerse de karşılığı ödenerek satın alınmıştır; bazı kaynaklarda, mescid arsasının dışında hücrelerin yerinin Harise b. Nu’mân’dan alındığı kayıtlıdır. Hz. Şevde ve Âişe’-nin odaları mescidle aynı tarzda taş temeller üzerine kerpiçten yapılmışlardı ve tavanları yoktu; sonraları hurma gövdesi merteklerin üzerine hurma dalları konulup toprakla örtülmek suretiyle kapatılmışlardır. Hücrelerin mescide açılanlardan başka muhtemelen dışa açılan kapıları da vardı. Resûl-i Ekrem son hastalığını Hz. Âişe’nin hücresinde geçirdi ve Hz. Ebû Bekir’in hatırladığı, peygamberlerin ancak vefat ettikleri veya en sevdikleri yere defnedildiklerini bildiren hadisin de işaretiyle bu odada toprağa verildi. Sonradan diğer odalar Mescid-i Nebe-vfye katıldığından hücre-i saadet denilince yalnız burası akla gelmiştir. Hz. Peygamber’in cenaze namazı burada küçük gruplar halinde kılınmıştır; namaz veya dua için gelen insanların hücrenin bir kapısından girip diğerinden çıktıkları anlaşılmaktadır. Hücrelerin kapılarında kıldan dokunmuş birer kalın perde bulunmaktaydı. Sadece Hz. Âişe’nin odasının Hint ardıcından yapılmış tek veya çift kanatlı bir kapısı olduğu rivayet edilir ve bu kapı herhalde Resûl-i Ekrem’in vefatından sonra takılmıştır. Daha sonra hücre-i saadete Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer defnedildi. Hz. Ömer’in defninin ardından Hz. Âişe oturduğu kısımla kabirler arasına bir duvar ördürüp sadece bir kapı bırakmıştı; oturduğu bölümün kuzey kısmında da bir kapı bulunmaktaydı ki bu yukarıda sözü edilen Hint ardıcı kapı olsa gerektir. Vefatında Hz. Hasan, vasiyeti üzerine teberrüken dedesi Hz. Peygamber’e arzedilmek üzere hücre-i saadete getirilince onun burada kalan tek kabirlikyere gömülmek istendiğini sanan Emevîler siyasî mülâhazalarla buna karşı çıktılar ve benzer olayların bir daha yaşanmaması için kabrin bulunduğu kısmın kapısını tamamen kapattılar. Hücredeki bir kabirlik yerle ilgili farklı rivayetler de vardır. Yahudi asıllı sahâbî Abdullah b. Selâm, Tevrat’ta Hz. Peygamber ile Hz. îsâ’nın beraber defnedileceklerinin yazılı olduğunu belirtmiştir. Bu rivayet, hücre-i saadetteki söz konusu bir kabirlikyere Hz. îsâ’nın kıyamet öncesi dünyaya indikten ve Muhammed ümmeti olarak öldükten sonra gömüleceği şeklinde yorumlanmıştır. Cemaatin çoğalması sebebiyle Mescİd-i Nebevî’nin zaman zaman genişletilmesi gerekmiş, bu husustaki ilk çalışmalar Hz. Ömer ve Hz. Osman tarafından hücrelerin bulunduğu kısmın dışında kalan üç yönde, daha çok da batı ve kuzey yönlerinde yaptırılmıştı. Buna rağmen Emevîler döneminde insanlar, özellikle cuma gibi cemaatin fazla olduğu vakitlerde boş hücrelerde de namaz kılmaya başlamışlardı. Abdülmelikb. Mervân bu hücreleri satın almış, fakat hâtıralarına hürmeten yıktırmamıştı. Daha sonra Halife Velîd, Medine valisi olan Ömer b. Abdülazîz’e yıktırılıp mescide dahil edilmelerini emretti; o da ikinci bir Harre Vak’ası’nın yaşanmaması için buna istemeyerek boyun eğdi. Hücrelerin yıktırılması Medineliler’i çok üzmüş ve uzun süre ağlaşmalarına yol açmıştır. Saîd b. Müseyyeb, Hasan-ı Basrî gibi yıkımdan önce hücreleri görenlerden buraların mütevazi yapısı hakkında bazı bilgiler nakledilmektedir. Tavanı bir insanın elini uzattığında değebileceği kadar alçak olan hücrelerin Hz. Peygamberin sade hayatını göstermesi bakımından aynen bırakılmasını isteyenler çoğunluktaydı. Vali Ömer b. Abdülazîz teberrüken hücrelerden alınan kerpiçlerle kendine Medine’nin Harre mevkiinde bir ev yaptırdı. Bu kerpiçlerden bir tanesi bir süre hücre-i saadet yanında sergilenmiştir. Ömer b. Abdülazîz halifeliği sırasında Bizanslı ve Kıptî mimarlardan da yararlanarak hücreyi daha mâmur bir hale getirdi. Bu sırada daha önce Abdullah b. Zübeyr tarafından etrafına çekilen duvar yenilendi. Kuzey kısmı Hz. Fâtıma’nın evini de içine alacak şekilde genişletildi ve Kabe’ye benzememesi için üçgen planında yapıldı. Böylece hücre beşgen hale getirildi; ancak etrafını çevreleyen şebeke günümüzde de olduğu gibi dikdörtgendi. Bu arada hücrenin üstü “kubbetü’l-hücre” ve “kubbetü’n-nûr” denilen küçük bir kubbe ile örtüldü. Bu çalışmalar 88’de (707) başlamış, 91′-de (710) tamamlanmıştır.