Tarihi Şahsiyetler

Hoca Sadettin Efendi Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Hoca Sâdeddin Efendi (ö. 1008/1599) Osmanlı şeyhülislâmı ve tarihçisi.

943’te (1536-37) İstanbul’da doğdu. Bü­yük babası. Şah İsmail’e intisap etmiş­ken Çaldıran zaferinden sonra Yavuz Sul­tan Selim tarafından İranlı âlim ve sa­natkârlarla birlikte Tebriz’den İstanbul’a getirilen ve padişahın güvenini kazana­rak “hâfız-ı mahsûs-i sultanî” sıfatı ile Mısır seferine katılan İsfahanlı Hafız Muhammed, babası Yavuz Sultan Selim’in çok sevdiği nedimi Hasan Can Çelebi’dir. Sâdeddin Efendi, babasının saray çevre­sindeki etkisi sebebiyle daha küçük yaş­ta iken iyi bir tahsil gördü; sahn müder­risi Karamânî Mehmed Efendi’den ve devrin ileri gelen âlimlerinden ders aldı. Da­ha sonra Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’­den mülâzemetle 1856 da İstanbul’daki Murad Paşa Medresesi müderrisliğine ta­yin edildi. Şevval 971 ‘de (Mayıs 1564) Bur­sa Yıldırım Bayezid Medresesi’ne nakle­dildi ve bir yıl sonra hâriç rütbesine yük­seltilerek yevmiyesi 50 akçeye çıkarıldı. Zilhicce 977’de (Mayıs 1570) Bursa Sulta­nî Medresesi payesini alan ve ertesi yılın sonlarında Sahn müderrisliğine terfi eden Sâdeddin Efendi, Şehzade Murad’in mual­limi İbrahim Efendi’nin ölümü üzerine Muharrem 981’de (Mayıs 1573) onun ye­rine şehzade hocalığına tayin edilip Ma­nisa’ya gönderildi.

Bu görev Sâdeddin Efendi’nin hayatın­da bir dönüm noktası olmuş ve ilim ha­yatında olduğu kadar devlet yönetimin­de de etkinliği giderek artmıştır. Bundan sonra “Hoca” ve “Hoca Efendi” diye şöh­ret bulmuştur. Manisa’da Öğrencisine büyük bir saygı ve güven aşılamaya mu­vaffak olan Sâdeddin Efendi, sekiz ay sonra III. Murad’ın saltanata çağrılması üzerine onunla birlikte İstanbul’a geldi ve cülusun ardından (8 Ramazan 982/22 Aralık 1574) “hâce-i sultanı” unvanını ka­zandı. Fâtih Sultan Mehmed’in Kânun-nâme’sinde şeyhülislâm “reîs-i ulemâ”, hünkâr hocaları da “âerdâr-ı ulemâ ve müsteşâr-ı umûr-ı dîn ü dünyâ” olarak nitelendirilip hoca efendilerin şeyhülis­lâm ile aynı elkâbla anılmaları ve sadra­zamların onları “riâyeten” üst makama almaları öngörüldüğünden (Fâtih’in Teş­kilât Kanunnâmesi, s. 31-32) bir yandan padişahın güvenine sahip olan, öte yan­dan Kanunnâme ve geleneklerden kay­naklanan üstünlüğe dayanan Hoca Sâ­deddin, III. Murad’ın saltanatı dönemin­de sarayda çok seçkin bir mevki kazandı.

Padişaha yakınlıkları ile tanınan Şemsî Ahmed ve Kara Üveys paşalarla Şeyh Şücâ”, Gazanfer Ağa ve Canfedâ Hatun gibi devlet yönetiminde etkili kişiler arasında yer aldı. Konumunu güçlendirmek için Sokullu Mehmed Paşa’nın muhalifleriyle iş birliği etmekten çekinmedi. Onun dev­letin dış siyasetine dair konularda en bü­yük etkisi, İngiltere ile diplomatik ilişkile­rin kurulması ve bir ticaret antlaşması­nın imzalanmasında görüldü. Kraliçe Eli-zabeth’in 1578’de başlayarak İstanbul’a gönderdiği temsilciler ve elçiler Babıâli ve sarayla münasebet kurmaya çalışır­ken hep Hoca Sâdeddin’den destek gör­müşlerdir. Bunların ilki olan Harborne ve ikincisi Barton, raporlarında Hoca Efen-di’nin kendilerine her türlü kolaylığı gös­terdiğini belirtmektedirler. İngiltere bir yandan Osmanlı Devleti ile ticaret ant­laşması yapmaya, öte yandan da savaş halinde bulunduğu İspanya ile Osmanlı­lar arasında bir iş birliğini önlemeye çalı­şıyordu. Harborne’un naklettiğine göre Hoca Sâdeddin Efendi kendisinden bu konuyla ilgili bir “arz-ı hâl” vermesini is­temiş ve onun hazırladığı metni düzel­terek III. Murad’a sunmuştur. Böylece Hoca Sâdeddin dönemin Akdeniz siyase­tinin mahiyetini. İngiltere ile münase­betlerin kapsamını ve önemini lâyıkıyla kavrayamamış olsa da Türk-İngiliz resmî ilişkilerinin kurulmasında büyük rol oy­namıştır.

Sâdeddin Efendi’nin sarayda ve yöne­timdeki yeri III. Murad’ın ölümünden son­ra da sarsılmadı. III. Mehmed’in tahta çı­kışında ilk biat eden o olmuştu. Asıl önem­lisi, yeni padişahın şehzadeliği sırasında hocası olan Molla Nasuh cülus davetinin alınmasından iki gün önce öldüğü için Sâ­deddin Efendi hâce-i sultanî unvanını kullanmaya devam etti. Bu arada Valide Safiye Sultan’m desteğini alarak eskiden beri aralan açık olan Şeyhülislâm Bostan-zâde Mehmed Efendİ’yi gözden düşürme­ye çalıştı. Çok geçmeden III. Mehmed. ve­zirliklere ve ilmiye rütbelerine tayin edi­lecek kişiler için Hoca Sâdeddin’le meşve­ret edilmesi emrini verince mevkii İyice sağlamlaşti. Artık Koca Sinan ve Damad İbrahim paşalar gibi biribiri arkasına iş başına geçen veziriazamlar da onunla iş birliği yapmak zorunda kaldılar. Gücünün zirvesinde olan Hoca Sâdeddin Efendi, III. Mehmed’in cihad için bizzat Avustur­ya seferine çıkmasını sağlamış ve birlikte giderek zayıf iradeli padişahı yönlendir­mede çok olumlu hizmet görmüş, Haçova zaferinin kazanılmasında etkin rol oy­namıştır. Bu arada Avusturya Arşidükü

Maximilian İle âsi Erdel Voyvodası Bathory kumandasındaki orduya karşı gönderilen Osmanlı kuvvetlerinin başarı kazanama­dıkları haberi gelmişti. Bunun üzerine 20 Ekim 1596Tda otağ-ı hümâyunda topla­nan meşveret meclisinde devlet ileri ge­lenlerinin çoğu düşmanla karşılaşmayıp geri dönülmesini teklif etti. Buna karşılık Hoca Sâdeddin, savaşın kabul edilmeyip başka tarafa teveccüh edilmesi halinde düşmanın kendilerini takip edeceğini ve tuzağa düşürebileceğini, üstelik şimdiye kadar hiçbir Osmanlı padişahının çok zo­runlu bir sebep olmadan muharebeden yüz çevirmediğini belirterek şehid olun­caya kadar savaşılması gerektiğini sa­vundu. Padişahın huzuruna girildiğinde de aynı ısrarla III. Mehmed’i düşmanı kar­şılayıp savaşa girmeye ikna etti. Bununla da yetinmeyen Sâdeddin Efendi ordu­nun savaşta alacağı düzenle de ilgilendi. Haçova’ya varıldığında padişahla birlikte ordunun merkezinde yer aldı ve üç gün süren savaşı hünkâr ve sadrazamla bir­likte idare etti. Savaşın ikinci günü (26 Ekim 1596) Osmanlı safları çözülünce Habsburg kuvvetleri hazine sandıkları­nın bulunduğu yere kadar ilerleyip san­caklarını diktiler. Yanı başında beliren bu tehlike karşısında III. Mehmed ne yapa­cağını şaşırdı; Sadrazam İbrahim Paşa’­nın telkiniyle savaş meydanından kaçma hazırlıkları yapılırken Hoca Sâdeddin Efen­di padişaha yerinde kalması gerektiğini, aksi takdirde ordunun dağılacağını belir­terek onu yatıştırdı ve hırka-i saadeti giy­direrek yerinde kalmasını sağladı.

Haçova’da kazanılan zafer Hoca Sâ-deddin’in ününü ve etkisini daha da art­tırdı. Ancak bu durum çok sürmedi. Cigalazâde Sinan Paşa’nın Damad İbrahim Paşa yerine sadârete getirilmesini iste­diğinden damadını tutan Safiye Sultan’la arası açıldı. III. Mehmed annesinin telki­niyle İbrahim Paşa’yı yeniden sadârete ge­tirirken Hoca Sâdeddin Efendİ’yi de ho­calıktan azledip ulemâ tayinlerine ve di­ğer devlet işlerine karışmamasını emret­ti.(9Cemaziyelâhir 1005/28 Ocak 1597) Bu arada içlerinde Şeyhülislâm Bostan-zâde Mehmed Efendi ile eski ders arka­daşı şair Kazasker Bâkî’nin de bulundu­ğu muhalifleri onun Mekke kadılığı ile merkezden uzaklaştırılmasını istemişlerse de artık “pir” olan Hoca Sâdeddin için bu yola gidilmesi uygun görülmedi.

Fakat on ay sonra İbrahim Paşa’nın sa­daretten alınması (Kasım 1597} ve Bos-tanzâde’nin ölümü Hoca Sâdeddin’e bek­lenmedik bir biçimde şeyhülislâmlık kapısını açtı. Yeni sadrazam Hadım Hasan Paşa. meşihat makamının kazaskerler­den Bakî ya da Karaçelebizâde Hüsâmed-din’e verilmesini arzettiği halde III. Meh­med Hoca Sâdeddin’i tercih etti ve 24 Şaban 1006’da (1 Nisan 1598) hâce-i sul­tanî unvanı ve ulufesi baki kalmak şartıy­la şeyhülislâmlığa getirildi; padişah ho­calığı ile şeyhülislâmlığı aynı anda yürüt­tüğü için “câmiu’r-riyâseteyn” unvanıyla anılmaya başlandı. III. Mehmed hocası­nın fetva makamına yükselmesine ilişkin olarak şöyle tarih düşürmüştü: “Oldu mol­lam Hoca Sa’deddin” (1006/1598).

Böylece yeniden güç kazanan Hoca Sâ­deddin rakiplerinden intikam almakta gecikmedi ve yine devlet işlerine müda­hale etmeye başladı. Hadım Hasan Pa­şa’yı sadâretten azlettirerek yerine Cer­rah Mehmed Paşa’yı tayin ettirdi; arka­sından üçüncü defa bu mevkiye getirilen Damad İbrahim Paşa’yı da kendisine uy­mak zorunda bıraktı. Bu arada Macaris­tan seferine çıkan Serdar Satırcı Meh­med Paşa’ya gerekli talimatı bizzat ver­miş, başarısızlığı üzerine de bir mektup göndererek onu azarlamış ve İbrahim Paşa’nın Uyvar seferi dolayısıyla gerekli maddî kaynağın temininde yardımcı ol­muştur. Ayrıca Kırım Hanı II. Gazi Giray ile mektuplaştığı ve onunla iyi ilişkiler içinde olduğu anlaşılmaktadır. Öte yan­dan şeyhülislâm olarak fetva vermede büyük bir sürat gösteriyordu. Her cuma günü Ayasofya Camii’nde kendisine so­rulan meselelerle ilgili olarak Türkçe, Arapça veya Farsça yazılmış mensur ya­hut manzum cevaplar veriyordu. Hoca Sâdeddin, 12 Rebîülewel 1008 (2 Ekim 1599) günü III. Murad için Ayasofya’da okunacak mevlide gitmek üzere evinde abdest alırken fenalaştı; bu durumda iken camiye gitti ve orada ve­fat etti. Şeyhülislâmlığı on sekiz ay iki gün sürmüştür. Cenaze namazını Fâtih Camii’nde, yerine getirilen Sun’ullah Efen­di kıldırdı ve naaşı Eyüpte yaptırmış ol­duğu dârülkurrâ haznesine defnedildi. “Nâgehan göçtü Hoca Sa’deddin (1008/ 1599) mısraıyla ölümüne tarih düşürül­müştür.

Hoca Sâdeddin Efendi, çeyrek yüzyıla yakın ilmiye mesleği yanında idarî ve si­yasî işlerde de söz sahibi olmuştur. Za­manın birçok edip ve şairi eserlerini ona ithaf etmişlerdir. Kendisini acı bir dille tenkit eden Gelibolulu Mustafa Âlî bile Menâkıb-ı Hünerverân’ıru onun arzu­su üzerine yazmış ve rasathane kurması için büyük destek verdiği Takryyüddin astronomiyle ilgili yazdığı eserleri ona it­haf etmiştir. Himayesine mazhar olanlar arasında ilmiye mensupları yanında Şeh­nameci Lokman ve Kınalızâde Hasan Çe­lebi de sayılabilir. Devrinin önemli siyasî olaylarında rol oynaması birçok muhalifi­nin ortaya çıkmasına yol açmış ve hak­kında bazı suistimallere karıştığı yolunda ithamlarda bulunulmuştur. Özellikle oğul­larını ve yakınlarını önemli mevkilere ge­tirmesi ulemâ mesleğindeki bozulmaya sebep olarak gösterilir. Büyük ulemâ ai­lelerinin doğuşu da bu döneme dayan­dırılır. Daha sağlığında oğullarını Anadolu ve Rumeli kazaskerliklerine getirtmiş, böylece Hocazâdeler ailesi ulemâ arasın­da nüfuzlu bir yer kazanmış ve bu aile etkisini sonraki asırlarda da sürdürmüş­tür  Nitekim Hoca Sâdeddtn’ın beş oğlu da babaları gibi rtrriıye sınıfına girmiş, ikisi Mehmed ve Esad efendiler şeyhü­lislâmlığa. Abdülaziz ve Salih efendiler kazaskerliğe kadar yükselmiştir. Torun­larından Ebûsaid Mehmed. Bahâî Meh­med ve Ebûsaid’in oğlu Feyzullah efendi­ler de şeyhülislâmlık yapmışlardır.

Büyük para hırsına rağmen hayır ve hasenattan geri kalmayan Hoca Sâdeddin Efendi Eyüp Camii’nde herkese açık bir kütüp­hane kurmuş, oturduğu Beşiktaş sem­tinde bir hamam ve bir ekmek fırını yap­tırmıştır. Eyüp’te inşa ettirdiği dârülkurrâ daha sonra tekkeye ve mescide çevril­miştir. Bu mescid Servi Mahallesi Mesci­di (Hoca Sâdeddin Efendi Mescidi) adıyla anıl­maktadır. Hoca Sâdeddin ayrıca Sofular’-daki Sofu Ali Çavuş Mescidi’ni de tamir ettirmiştir.

İlgili Makaleler