HIRİSTİYANLIK
HIRİSTİYANLIK
İlk olarak, Hz.İsa’nın
tabilerine Romalıların bir küçümseme ifadesi olarak “Nası-ralı isa’ya
uyanlar (Hrist-os)” anlamında verdiği Hıristiyan adından gelen ve daha
sonra Hz. İsa’ya tabi olma iddiasında bulunanların dinine ad olarak kalan
semavi din. Bugün tüm tarihi ve arkeolojik araştırmaların da desteklediği bir
vakıa olarak, bütün peygamberlerin getirdiği din(-ler) temelde hep aynıda-.
Gerek Yaratılış ve Adem’in Cennet’ten çıkarılış kıssası, gerekse Nuh Tufanı
gibi daha başka kıssalar ve itikadı, ahlaki pek çok ortak öğeler, Hind
dinlerini inceledikten sonra, “İnsanlık önceleri tek bir dine tabiymiş,
bu din daha sonra yıldız yıldız parçalanmış” diyen Alman filozofu
Schelling gibi, daha başkalarını, sözgelimi Fransız Jean Dani-leou gibi
araştırmacıları da kültürlerin birliğinden söz etmeğe götürmektedir. Bu
bağlamda, Hz. Adem’in getirdiği ‘din’le, son peygamber Hz. Muhammcd’in getirdiği
Din’in temelde el-İslam ve Yahudilik ve Hıristiyanlığın ise, bu Din’in sonradan
aldığı şekillerin adı olduğu belirtilmelidir. Tahrif edilmiş şekilleriyle bile
Tevrat
ve İncil’de de açıkça
ifade olunduğu üzere, Hıristiyanlar da, Yahudiler de Hz. İbrahim’i ortak
ataları olarak kabul etmektedirler. Hz. Muhammed (s.y&Kiır’atı’d&
emredilen de “İbrahim Milleti’ne uyması” şeklindedir. Hz. İbrahim’de
kol İkileş-miş ve İlahi emanet, yani İslam, HzJshak ve soyundan gelen
peygamberlerle devam etmiştir. Hz. İshak’ın tornu olan Hz. Yusuf la birlikte
İslam Mısır’da hakim olmuş ve tarihte Hiksoslar devri diye geçen dönem, bir
bakıma Mısır’da İslam’ın hakimiyet yılları olmuştur. Bu duruma Kur’an’da da
işaret edilmektedir (Maide, 20). Hz. Yakub’un soyunun adı olan İsrail
Oğulları, bu hakimiyetin temsilcileriydiler. Daha sonra, Firavunlar döneminde
Mısır Kıptilerinin hakimiyeti ele geçirmesiyle, zaman içinde İslam’dan
uzaklaşmış bulunan İsrail Oğulları köleleştirİlmiş, büyük zulümlere maruz
bırakılmış ve nihayet Hz. Musa ile birlikte yeniden kurtuluş ve İslam’a dönüş
mücadelesi başlamıştır. Hz. Musa’dan sonra gelen Hz. Davud ve Süleyman gibi
rasuller ve ardından peşpe-şe gelen nebilerle İsrail Oğulları, Filistin
topraklarmda parlak bîr tarihi döneme imza atmışlardır. Hz. Musa, şeriatındaki
bir takım değişiklikelr dışında, temelde Hz. İbrahim’in diniyle gelmişti.
Yahudilik, bu Din’in tahrif edilmiş şeklinin adı oldu.
İsrail Oğulları
zamanla İslam’dan uzaklaşmış, Asuriular’ın, İranlılar’ın ve son olarak
Romalılar’in hakimiyeti altına girmiş, dünyanın dört bir tarafına dağıtılmış,
nihayet, Allah onları yeniden İslam’a çekmek için Hz. İsa’yı İncil’le göndermiştir.
Fakat ne var ki, İsrail Oğulları Hz. İsa’ya ihanet ederek, deyiş yerindeyse,
son şanslarını da kullanamayarak Hz. Davud’dan sonra bu kez de Hz. İsa diliyle lanetlenmişler
ve ilahi emanet artık -gerek Kur’an’m, gerek Barnabas İncili’nİn açıkça
belirttiği ve tarihin de açık seçik ortaya koyduğu üzere- İsmail soyundan gelen
Hz. Muhammed’e (s.) ve ümmetine verilmiş, Kıyamet’e kadar bütün insanların bu
Din’e bağlanmaları emredilmiştir. Yine, Şeriat’taki ufak tefek değişiklikler
dışında, Hz. İsa’nın getirdiği din de temelde İslam idi. O da Tevhid’i,
Peygamberlik, Melek, Kitap, Kader ve Ahiret inancını ortaya koymuş, insanları
Hz. İbrahim, Hz. Musa ve son olarak Hz. Muhammed’in getirdiği ibadet ve ahlak
düsturlarına çağırmıştı.
Hz. İsa’nın tabileri,
gerek onun zamanında, gerekse ve özellikle ondan sonra, bir yandan putperest
Roma zulmünün, bîr yandan Yahudi ikiyüzlülüğü ve alçaklığının pençesinde
zorluk dolu yüzyıllar geçirmişlerdir. Şehirlere dağılan ve insanları Tevhid’
e çağıran bu insanlar öylesine işkencelere uğramışlardır ki, sözgelimi Antakya
ve Mersin yörelerindeki kalıntılar ve eserler gibi tarihin izleri buna şahitlik
etmektedir. İşte bu ilk yayılış döneminde, gönülden gönüle yol bulan İsa’nın
Dini, önceleri evden eve girerek zulümler işleyen, erkekleri ve kadınları
sürükleyip zindana atan ve İsa’nın şakirdlerine karşı tehdit ve kati
soluklarıyla varan Pavlos (St.-Paul) adlı sözde hıristiyan olmuş bir Yahudi
tarafmdan içten bir darbe yemiştir. Düzmece bir hadiseyle hiristiyanlıkta ihtilal
yapan Pavlos önce Şeriat’ı reddetmiş, deyiş yerindeyse, Din’in zarfını parçalamış,
sonra da onun harimine inerek, Tevhid’i Teslis’e çevirmiştir. Bundan sonra
Hıristiyanlararası iç mücadeleler kızışmış, Roma’yı dize getirip, onun resmi
dini’olan Hıristiyanlık içten parçalanmış, Özellikle Barnabas gibi muvahhid
havarilerin ve şakirdlerin İzini takip eden Arius gibi yazarların etkisiyle
Kuzey Afrika’da Tevhid’den sapmayan muvahhid Hıristiyanlar yaşamaya ve
mücadeleye devam ederken, Batı (Roma-Bizans) Hıristiyanlığı, Î.S. 325’te
toplanan İznik Konsülü’-nün de kararıyla Teslis’e dayalı, dolayısry-le Şirk’e
düşmüş Hıristiyanlık şeklini almıştır. Tevhid’den sapmayan Hıristiyanlık, Hz.
Muhammed’le (s.) birlikte kolayca İslam’a testim olurken, Batı Hıristiyanlığı
zamanla bir devlet dini -Roma dinİ-haline gelmiş, geniş biçimde örgütlenmiş,
önceleri Roma toprakları üzerinde yabancılar olarak nitelendirilen ve
kendilerini Tanrı’nın Krallığının Vatandaşları olarak gören Hıristiyanlar,
zamanla içte ve dışta büyük zulümlere başvurmuşlar, dışta müslümanlara karşı
tam bir Haçlı ruhu gelişirken, içerde engizisyon mahkemeler ri dayanılmaz zulüm
ve işkence örnekleri olarak tarihe geçmiştir.
Hıristiyanlık, kendi
içinde Katoliklik, Ortodoksluk, Protestanlık gibi mezheplere ayrılmış, XVI.
yüzyılda ortaya çücari Reform hareketleriyle, bir bakım» içten yırtılmış ve bu
hareketler, modern uygarlığın doğuşunda etkili olmuştur. Çoğunluğu teşkil
eden Katolikliğin ve hatta bir bakıma Hıristiyanlığın merkezi Vatikan ve
ruhani liderleri Papa’dır. Papalık, tarihde olduğu gibi, Din’in yerini
Materyalizm’e bıraktığı ileri sürülen günümüzde de tüm Hıristiyanları,
özellikle müslümanlara karşı birleştirici bir fonksiyon görmektedir.
Hıristiyanların ayin yaptıkları binalara kilise adı verildiği gibi, özel
konumuyla Kilise, bir bakıma tüzel kişilik olarak örgütlü Hıristiyanlığın da
adıdır.
Tahrif edilmiş semavi
bir din olan Hıristiyanlığın başlıca temel öğeleri şöyle sıralanabilir.
1- Teslis
(İsa’nın Rabba ve aynı zamanda Tannanın Oğlu, Ruhu’I-Kuds’ün de bir tür ilah
kabul edilmesiyle ortaya çıkan Baba-Oğul-Ruhu’1-Kuds şeklinde (eka-nim-i
selase) uluhiyyet inana
2- İnsanların doğuştan günahkar ve cehennemlik olup,
Hz.Adem’in günahından gelen bu kötülüğü İsa’nın çarmıha gerilmekle temizlediği
ve dolayısıyleşeriat’ın gerekli olmayıp, salt İsa’ya inanmakla
cennet’egiri-lebileceği inana (Reform hareketleriyle ortaya çıkan Protestanlık*
ta ise, sürekli çalışmak ve kazanmak, kutsanmış olmanın işareti kabul edilir);
3– Hz. Muham-med’i ve dolayisıyle İslam’ı red ve Hz.
İsa’nın çarmıha gerildiği inancı
4– Kilise’nin insanların günahlarını affetme yetkisine
sahip olduğu inancı vb. Bu inançlar İslam’agörebatılolup, Hz.İsa’nın getirdiği
dinin öğeleri arasında yer almıyordu. Araştıran ve hakkı teslim edebilen bir takım
Batılı yazarlar da, Hıristiyanlıktaki bu ve başka türlü batıl inançları
kaldırıp, Hz. İsa’yı böylesi tahriflerden kurtaran İslam’a teşekkür
etmektedirler. Sözgelimi, bunlardan ünlü İtalyan oryantalisti Dr. Laure Veccia
Vaglieri şöyle yazmaktadır:
“İslam sayesinde,
paganizm (putperestlik) çeşitli biçimleriyle bozguna uğradı. Kainat kavramı,
dini ameller ve sosyal hayattaki gelenekler her biri kendilerini alçaltan
canavarlıklardan kurtarıldı ve beyinler önyargılardan temizlendi. İnsan nihayet
şerefini kazandı; Yaratıcısının, tüm İnsanlığın Rabbi önünde secdeye kapandı…
Ruh, batıl inançlardan, insan iradesi ise, kendisini başkalarının iradesine ya
da sözde gizli güçlere, papazlara, sahte su- sahiplerine, kurtuluşu
engelleyenlere, Allah’la kul arasında kendilerini aracı kabul ederek
başkalarının iradeleri üzerinde hakimiyetleri olduğuna inananlara bağlı kılan
tüm zincirlerden kurtuldu. İnsan, yalnızca Allah’ın kulu oldu ve başka
insanlarla olan ilişkisi ise, hür insanların hür İnsanlarla olan ilişkileri
şekline çevrildi. İnsanlar önceleri sosyal eşitsizlikler altında inlerken,
İslam insanlar arasında eşitliği getirdi. Müslümanla başka müslümanlar
arasındaki fark, doğum veya başka kişisel farklar olmaktan çıkıp, yalnızca
Allah korkusu, güzel ameller ve ahlak farkı haline geldi.”
Temelde ilahi bir din
olduğundan, Hıristiyanlıkta da İslam’da olduğu gibi, bir takım önemli ahlaki
düsturlar elbette vardır. Bunların başlıcalan, doktrin olarak zulme,
ikiyüzlülüğe, ihanete, bencilliğe, günahkarlığa, tutkulara esir olmaya, şiddet
ve öfkeye karşı akma, tevekkül, adalet, doğruluk, kalb ve vicdan temizliği,
yardımlaşmayı teşvik, merhamet, ahde vefa, yalan söylememe, affedici olma ve
günahta ısrar etmeme gibi prensiplerdir.
Hıristiyanlık
alabildiğine dünyevileşmiş bir ortamda ve dünyevileşmiş insanlara geldiğinden,
öncelikle Din’ in uhrevi ve ru-hi-manevi yanları üzerinde durmuş, onları
merhametli, affedici ve hoşgörülü olmaya, dünya işlerinden ve başkalarına hükmetmekten
uzaklaşmaya çağırmış olmakla birlikte, hiçbir zaman şeriat’sız geldiğini
ileri sürmemiş, tam tersine, Hz. İsa kendİsinin’Şeriat’ıyıkmaya değil, tamamlamaya
geldiğini açıkça ifade etmiştir (Matta: V/17). Fakat, Pavlos eliyle Şeriat’
ından kopanldığı için, Hıristiyanlık bir bakıma ‘öte dünya’ dini haline gelip,
her ülkenin ‘laik’ hukukuyla izdivaç edebilir bir konum kazandığından, devletin
laikliği Hıristiyanlığa zarar vermez olmuştur.
Ali ÜNAL