Felsefe Yazıları

Hint Düşüncesi Tanımı, Tarihi, Öğretileri (Felsefe Akımları)

filozof/hintdsncesi HİNT DÜŞÜNCESİ

M.Ö. 1250-800 yıllan arasında yazıya geçirilmiş Veda adlı kitaplardaki inançları temel almakla birlikte, başlangıcı binlerce yıl daha ötelere uzanan, sonralarıysa, gerçekleşen çeşitli açılımlarla daha bir genişlik ve yaygınlık kazanmış bulunan ay­nı amaca yönelik ve oldukça benzer yorum ve yöntemleri benimseyen dinler topluluğunun Hindistan’da oluşturduğu, beslediği ve geliştirdiği inanç ve düşünceler bütünü, Hint düşüncesi olarak ifade edilir.

Varlık’ın tek olduğu, çokluk’ta gerçek varlık bulunmadığı, insan’in ancak bunun bilgisi sayesinde aşıp da Varlık’a katılma’yla mutluluğa ulaşacağı, yaşamın bu doğrultudaki bir süreç olarak algılanması gerektiği biçiminde özetlenebilecek olan Hint Düşüncesi, bu düşünceye kaynaklık eden din’e getirilmiş yorumlarla dış görünüşünde çelişen bir çeşitlilik sergiler. Hint dini yerine Hint dinleri demeğe zorlayıcı ölçüdeki bu çeşitliliğe karşın, bakış, düşünce, değerlendirme, yorum ve yargılar bakımından aralarında bir paralellik bulunduğu da bir gerçektir.

Başlangıçta “tek, eşsiz, benzersiz, doğurmamış, doğurulmamış, başlangıçsız, sona ermeyen, gerçeği gözle kavranamayan, bilgisiyle herşeyi kuşatan, güçlü ve yaratıcı” olarak nitelenen bir tanrı kimliğinde görülen Brahma’nın giderek evrenin katıldığı son gerçek olarak yorumlanması, tektanrıcı açıklamalara da elverişli olabilen bir üçlemeye yol açmış, bu kapının açılmasıyla birlikte de Hint dinleri çoktanrıcılığın baskınına uğramıştır. Bununla birlikte, Hint düşüncesi’nin bütünlüğü ve bütüncülüğü içinde tek olan varhk, hala temel ilke, bir ilk ilke olarak varlığını sür­dürmektedir.

Brahma’nın evrenin katıldığı son gerçek olarak algılanması, süreç’in Brahma’ya özgü kılınmasıyla birlikte, süreçteki sonsuzluk inancmı da getirmiştir. Bu yüzden, Hint düşüncesinde evrenin ezeli ve ebedi bir süreç olduğu varsayılır. Bu inançsa; çevrimsel zaman düşüncesine yol açar. Buna göre, zaman, belli bir yerde başlamakta ve belli aşamalardan geçtikten sonra, yine başladığı noktaya varıp, ikinci bir çevrimsel zaman dönemine girmektedir. Hindular, her çevirimi dört ayrı çağa bölerler (Caynacılar’da altı çağa bölünür):

Kritayuga, Tretayuga, Dvaparayuga ve Kaliyuga. İlki, insanların en mutlu ve mükemmel olduğu çağdır; sonuncusu da, bozulmanın uç noktaya vardığı çağ. Zaten bu uç noktaya varma sonucudur ki, kötüler yok olur, dağlara çekilmiş iyiler bir araya gelerek yeni bir Kritayuga’yı (Yunan-Latin mitolojisinde buna Altın Çağ denilir) başlatırlar ve böylece de zaman çevrimi yeniden başlar. (Kimi inançlarda insanlar toptan yok olur ve yeni bir Adem’le yeni bir çağ başlar.) Gök cisimlerinin devinimlerine bağlanan bu çevirimli zaman düşüncesi, Hint Öğretisinde diğer dinlerin benimsediği anlamda bir ahiret inancına elvermez. Bunun yerini Karma inanç alır. Bu inanca göre, işledikleri işler kaderlerini belirleyecek ve bu doğrultuda da onlar samsara’daki yerlerini alacaklardır. Öğretide samsara, dönen bir araba tekerleğiyle açıklanır. İnsanlar işlerine göre araba tekerleğinin ya çemberinde, ya merkezinde, ya da bu ikisi arası bir yerde konumlanacak, öldükten sonra yine işlemiş oldukları işlere göre samsarada yeni bir konum edineceklerdir. Merkez’e yerleşmeyi gerektirecek olgunluk elde edilinceye dek, yaşam, ölüm, yeni hayat, yeni ölüm sürüp gidecek, samsara’dan kurtuluş için insan ister istemez olgunluğu yakalayıcı bilgi ve tutumları edinmenin kaygısı içinde davranacaktır. Böylece, Nirvana’ya erişilecek ve ruh huzura kavuşmuş olacaktır. Bu noktayı yakalayan ruh kimine göre dünya üstü bir alemde sonsuz bir yaşam elde edecek; kimine göreyse tamamen çözülüp, külli ruhda yok olacaktır.

filozof/hint dsncesi Karma ve Samsara inana, doğal uzantısıyla Kast düzenine yol açar. Çünkü yeryüzündeki durum, insanların Samsara’daki konumlarının bir yansımasıdır. Nitekim Hint Yaşamı’nda dört kast vardır: Brahmanlar (Rahipler), Kshatriya (askerler, krallar ve devlet memurları), Vaishya (çiftçiler, sanatkarlar ve tüccarlar) ve Shudra (sayılanlar dışında kalan halk çoğunluğu). İlk üç kastta doğanlara, Karma inana gereği iki kez doğanlar denilir ve dördüncü kasttakilerin görevi bu kesime hizmet vermektir. Çeşitli işlerde çalışırlar. Her kast gibi, bu sonuncu kast da kendi içinde bölümlere ayrılır ki, bu kasttan olmakla birlikte çamaşırcılık, balıkçılık, kasaplık, çanak-çömlek yapımcılığı gibi işlerde çalışanlara da kast-içi bir kast olarak Parya adı verilir. Parya, dokunulmaz anlamına gelir ve bunlara, pis sayıldıkları için, el değdirümez. Bu dört kastın dışında, bir de Pencam denen beşinci bir bölüm vardır ki, şehir temizlikçileri, tuvalet temizleyiciler bu kastın üyeleri sayılırlar. Hindu olmayanlarsa, kast-dışı olarak hep­sinden aşağıdırlar ve bunların dokunduğu su, ateş ve benzeri şeyler pis sayıldığı için kesinlikle kullanılmaz.

Kast sistemi, bir Hinduyu Samsara’da daha iyi bir yer almasını sağlayacak biçimde davranmağa zorlar. Sosyal yaşamda bunu sağladıktan başka, dindarlığa da Özendirir. Nitekim, kast sisteminin gereklerine uymak başta olmak üzere, tüm din buyrukları konusunda gösterilen duyarlılık, samsara’da daha iyi bir konum edinmek ve ikinci doğuşta daha yüksek bir kast içinde yer alabilmek amacına yöneliktir. Samsara’nın başdöndürücü bir biteviyelikle dönüşü ve bu dönüş içinde durmadan gidip dönme ise, usanç vermenin de ötesinde, gerçekten inşam yıldıracak bir olaydır. Kurtuluşun tek yolu da, Nirvana’nın gerçekleşmesidir. Bu da, zühd ve ibadette sürekliliği sağlayan bir etken olarak işlev verir.

Hint dinlerindeki yoga başta olmak üzere tüm riyazet uygulamalarının sırrı da, işte, bu “bir an önce kurtulup da huzura kavuşma” düşüncesinde yatıyor olsa gerektir.

Bu eğilimin çekiciliği, Hint dillerinde, Evrensel Varlık, Varlığın Yüceliği ve sürekliliği, varlıkta yok olma, bunu sağlamak üzere ibadetle birlikte düşünce ve düşünceleri tanımlayıcı söz üretme, böylece algılanan evrene ve yaşama bir açıklama getirme ihtiyacını da doğurmuş ve bunun sonucu olarak da bağımsız, kendi içinde bütünlenmiş ve diğer düşünce sistemlerini ve dinleri de etkilemiş olan Hint düşüncesi oluşmuştur. Bu düşünce, özellikle mistik ekollerin yararlandığı yorumlarıyla dünyanın her yöresine yayılmış ve agnostik (bilinmezci) öğretilerin hemen hemen tamamını etkilemiş,yönlendirmiş ve biçimlendirmiştir.

Zübeyir YETİK – SBA

İlgili Makaleler