HİMAYECİLİK
HİMAYECİLİK
Ekonomiyi dış
rekabetten korumayı amaçlayan ve devlet müdahaleciliğini savunan doktrine
himayecilik adı verilir. Himayecilik doktrini Merkantilizmle başlamıştır.
Merkantilistler ekonomik milliyetçiliği esas kabul etmişlerdir. Dış ticarette
İhracatta teşvik, ithalatta ise kısıtlayıcı bir politika izlemişlerdir. Mamul
malların ithalatım yüksek gümrük tarifeleri ile önlemek, hammadde ithalatım
kolaylaştırmak, diğer taraftan, yerli sanayiin ihtiyaç duyacağıhammaddelerin
ihracatınıyasak-lamak gibi uygulamalar yapmışlardır. Bu sebeple, ülkenin
ekonomik gücünün artacağı ve daha iyi rekabet edebileceği savunulmuştur.
Himayeciliğin ilk
temsilcileri, Alexan-der Hamilton ve Friedrich List’dir. XX. yüzyılın ikinci
yarışma kadar ABD’de prensip olarak doktrini uygulanan Hamilton’un görüşleri,
John Stuart Mili tarafından da benimsenmiştir. Alman olan List ise daha sonra
tabiyetine geçtiği ABD’de Alexander Hamilton, Henry Clay ve Heray Carey gibi
yazarların düşüncelerini incelemiştir. Görevli olarak döndüğü Almanya’da
“Milli Ekonomi doktrinini kurmuştur. List’in görüşleri Almanya’da II.
Dünya Savaşı’mn sonuna kadar uygulanmıştır.
Merkantİlist görüşler,
liberalizmi savunan fizyokratlar tarafından şiddetli eleştirilere uğramış ve
etkinliğini kaybetmiştir. Ancak I ve II. Dünya Savaşı yıllan arasında
merkantilist görüşler yeniden taraftar bulmuş ve dış ticarette kısıtlayıcı politikalar
uygulanarak yeni bir “neo-merkanti-list” akım doğmuştur.
Özellikle 1929’da
ortaya çıkan “ekonomik krizHin getirdiği dış ticaretteki güvensizlik
ortamı, ülkelerin yeni tedbirler almaşım gerekli kılmıştır. Bu dönemde ülkeler
altın veya döviz ödemekten kaçınarak malların mallarla takasım ve
“kliring” uygulanmasını benimsemişlerdir. Bu suretle, ülkelerde
kendi kendine yeterlilik (otarşi) gelişecek ve dünya ticareti darala-rak,
ödemeler bilançosunun aktif vermesinin sağlanması mümkün olacaktır.
II. Dünya Savaşı’ndan
sonra uluslararası ilişkilerin değişik boyutları ile yeni bir şekil alması
sonucu, dünyada biri Kapitalist diğeri Sosyalist olmak üzere iki ana blok
oluşmuştur. Diğer taraftan savaşı izleyen yularda eski kolonilerin bağımsızlığım
kazanması ve ortaya çıkan kalkınma ve azgelişmişlik sorunu,
“himayecilik” uygulamasını daha da ön plana çıkarmıştır. Kapitalist
etki alanına giren bölgelerdeki az gelişmiş ülkeler Uberal-kapİtalist ekonomik
rejimi kabul ederek, gelişmiş kapitalist ülkelerin ekonomik seviyelerine
ulaşmayı kendilerine hedef tayin etmişlerdir.
Azgelişmiş ülkelerin
en önemli problemi, sanayileşmelerini gerçekleştirebilmektir. Sanayileşmenin
başlangıç aşamasındaki yeni kurulan sanayiler dış rekabete karşı
korunmaktadır. İlk aşamada emek-yoğun sanayiler kurulur. Çünkü sermaye birikimi
ve mevcut teknoloji bu tür sanayilerin kurulmasınamüsaittir. Rekabet gücü
zayıf olan tüketim maddelerine yönelik bu sanayilerde daha çok yerli
hammaddeler kullanılmaktadır. Bu amaçla hem sanayiler korunmuş olacak, hem de
ithalatı kısmak suretiyle döviz tasarrufu sağlanmış olacaktır. Döviz
ihtiyacının fazla olduğu bu aşamada bir birim döviz tasarruf etmenin marjinal
değerinin, bir
birim döviz
kazanmaktan daha yüksek ol- ci
çerçevesinde yerine göre bir ekonomik duğu savunulur. “İthal ikamesi”
adı da ve- zorunluluk olduğu ortaya
çıkmıştır. Dışa rilenbu strateji, tüm azgelişmiş ülkelerde açık stratejilerin uygulanması “milli
eko-uygulanmaktadır. nomi”
çizgisinin terkedildiği anlamına gel-Himayecilik politikasında yerli
sanayiin memelidir. Himayecilik bir
politika stra-korunması yanında, ihracatın da teşvik tejisidir ve az gelişmiş ülkelerin
iktisadi edilmesi amacı ile bazı mali tedbirlere kalkınmanın başlangıç aşamasında baş
başvurulur. Bundan başka gümrük vergi-
vurdukları önemli araçlardan biridir. Hat-lerinin artırılması, ithalata
getirilen mik- ta sanayileşmiş
ülkelerin (ABD, îngÜte-tar kısıtlamaları gibi diğer araçlar da kul’ re, Almanya gibi) belli dönemlerde
hima-lanılır. Ancak, ekonominin gelişme süre- yeci politikalar uyguladıkları ve
himayeci-cî içerisinde bu tedbirler bazı tıkanıklıkla- ligin son yıllarda birçok uluslararası
tor>-ra yol açabilmektedir. Zira, emek-yoğun lantıda gündemin en önemli ekonomik
so-sanayilerin kurulmasından sonra serma-
nımı olarak ele alındığı görülmektedir, ye-yoğun sanayilerin kurulmasına
gidildi-
(Yusuf TUNA) ğinden, bu aşamada kısmen dış ticaret po- Bk. Liberal Ekonomi; Markantiüzm;
Tica-litikasında da bazı değişiklikler yapılması ret; Ticaret Hadleri. gerekli olabilir. Bu
bakımdan, himayeciliğin bütün sektörler için ve sürekli olarak HİNDUİZM fayda sağlayacağı iddiası doğru
değildir.
Çünkü, özellikle
1960’h yıllardan sonar Genellikle
Hindistan’daki her türlü dü-dünya ticaret hacminin büyümesi ve ulus- şüncenin bir anlamda dini bir mahiyet
ar-lararası iktisadî ilişkilerin yoğunluk kazan- zettiği ve Hinduizmin bir çok yüzyıllar
bo-ması, azgelişmiş ülkelerle gelişmiş ülkele- yunca Hindistan’ın fikri hayatım
etkile-rin ticari münasebetlerinin gelişmesi, hi- mekle kalmayıp, aynı zamanda onun
sos-mayeci politika uygulamaları yerine, kıs- yal ve kültürel hayatım da tamamen belirmen
liberal politikalar uygulanmasının
lemis olduğu kabul edilir, daha faydalı olacağı görüşü, hem teoride Hinduizm ne bîr felsefe, ne de tam bir
hem de tatbikatta taraftar bulmuştur. Dış
dindir. O daha çok büyük ve karmaşık bir rekabetin sağlayacağı faydalar
yanında ba-
toplumsal-diniorganizmayabenzer.İçeri-zı sektörler İçin himayeciliğin
kaçınılmaz sinde sayısız kült
(inanış), mezhep ve fel-olduğu bir gerçektir. Bu bakımdan ülke- sefı sistem barınmakta ve çok sayıda
tann-ler, “mukayeseli üstünlüklere sahip ol-
yavetannçayatapma(politeizm)ileçeşit-dukları sahalarda dışa açık,
rekabet gücü li ritüeller, törenler ve
manevi disiplinleri zayıf olan sektörlerde ise içe dönük (hima- kapsamaktadır. Bu karmaşık ve dahası
sü-yeci) stratejiler uygulamaktadırlar. Meşe- reklivegüçlümanevigeleneğinçeşitliveç-la,
tarım sektörü dünyada hemen hemen
heleri, geniş Hindistan yan kıtasının coğ-bütün ülkeler tarafından
himaye edilmek- rafı, ırkî, dilsel ve
kültürel karmaşıklığraı tedir.
yansıtmaktadır. Hinduizmin tezahürleri Günümüzde himayeciliğin
“ekonomik inanılmaz genişlik ve
derinlikteki kavra-nûlliyetçUik”
olmaktan çıktığı, değişen yışlan
içeren son derece entellektüel fel-dünya şartları ve politika stratejileri
süre- sefelerden tutun da kitlelerin
naif ve çocuğumsu ritüllerine dek uzanır. Hinduların çoğunluğu basit
köylülerden müteşekkildir. Bunlar, halk dinini günlük ibadetlerinde
yaşatırlar. Öte yandan Hinduizm; ulaştığı derîn kavrayışları aktaracak bir takım
Önde gelen manevi üstadlar da yetiştirmiştir.
Hinduizmin manevi
kaynağı Veda’laida bulunur. (Veda’lar Vedik ‘kahinler* adı verilen adları
bilinmeyen bilgelerin yazdığı kadim kutsal metinler kollcksiyonu-dur) Dört
adet Veda mevcuttur: En eskisi ■Rig Veda’dn. Hindistanın kutsal dili olan
kadim Sanskrit dilinde yazılmış olan Ve-dalar, Hinduizmin bir çok dalı için en
üst dini otoriteyi temsil eder. Hindistan’da Vedalar’ın otoritesini kabul
etmeyen bir felsefî sistem ortodoks dini anlayışın dışında değerlendirilir.
Vedalar’ın her biri
muhtemelen İ.Ö.1500 ile 500 yıllan arasındaki farklı dönemlerde yazılmış olan
çeşitli parçalardan mürekkeptir. En eski parçalar kutsal ilahiler ve
ibadetlerdir. Kurban ritüelleriy-le ilgili daha sonraki parçalar vedik ilahilerle
ilişkili olup son loşun olan Upanişad-lar bu ritüellerin felsefî ve pratik
muhtevasını işlemektedir. Upanişadtar Hinduizmin manevi mesajının özünü
içerir. Onlar yirmi beş yüzyıldır Hindistan’ın en büyük kafalarım
yönlendirmiş ve onlara ilham kaynağı olmuşlardır.
Bununla birlikte
Hindistan’ın halk kitleleri Hinduizmin öğretilerini Upanişad-lar’dan değil
Hint mitolojisinin uzun destanlar içinde bir araya getirilen halk hikayelerinden
almışlardır. Engin ve renkli Hint mitolojisinin esasını oluşturan bu
destanlardan birisi olan Mahabharata, Hindistan’ın en gözde dini metni olup
Bhagavad Gİta’nın en nefis manevi şiiridir. Yaygın adıyla söylersek Gita,
tanrı
Krişna ile büyük keder
İçinde olan savaşçı Arjuan arasındaki bir diyalogdur. Arjuna Muhabsarata’nın
başlıca öyküsünü teşkil eden büyük aile savaşında kendi akrabasını öldürmek
zorunda kalmıştı. Arjuna’-mn muharipleri olarak tebdil-i kıyafet eden Krişna
iki ordu arasındaki adalet arabasını yönetir ve bu dramatik savaş sahnesinde
Krişna Arjuna’ya Hinduizmin en derin hakikatlerini açıklamaya başlar. Tanrı
konuşurken iki aile arasındaki savaşın gerçekçi arkaplanı derhal ortadan silinir
ve Arjuna’nın mücadelesinin aslında insanın ruhi (manevi) mücadelesi olduğu
açıldık kazanır. Bu aydınlanma peşinde koşan savaşçının savaşıdır. Krişna Arjuna’ya
şu tavsiyelerde bulunur: “Öyleyse onların kalplerinde bulunan cehaletten
doğan şüpheyi hikmet kılıcıyla öldür. Kendinle uyum içinde ol, Yoga halinde ve
yüksel, büyük savaşçı, yüksel.”
Krişna’nın manevi
taliminin temeli -ki Hinduizmin de temelidir- çevremizdeki eşyanın ve
hadiselerin çokluğunun, aynı nihai hakikatin değişik tezahürlerinden ibaret
olduğu fikridir. Brahman adı verilen bu gerçeklik, çok sayıda tanrı ve tanrıçaya
tapınmalarına rağmen Hinduizme monistik karakterini veren birleştirici kavramdır.
Nihai hakikat olan
Brahman, her türlü nesnenin ‘ruhu* ya da iç özüdür. O sınırsız olup her türlü
kavramın ötesindedir. O akılla kavranamaz, hatta kelimelerle bile uygun
biçimde tanımlanamaz: “Brahman ezeli ve yücedir: olanın ve olmayanın
ötesindedir.” Yüce Ruh kavranılamaz; o sınırsız ve doğmamış olup mahiyeti
düşü-nülemeyendir.” Üstelik İnsanlar bu gerçeklik hakkında konuşmak
isterler ve Hindu bilgeler efsaneye olan karakteristikeği-mnlcnyk-Brahman’ı
tanrı olarak tasvir ettiler ve ondan mitolojik dille söz ettiler. Tanrı’nın
çeşitli veçhelerine, Hindulann ibadet ettiği çeşitli tanrıların adlan verilmiş
olmakla birlikte, kutsal kîtaplan tüm bu tanrıların tek bîr nihai hakikatin
yansımalarından ibaret olduğunu açıklamaktadır: “İnsanlar ‘Bu tannya
ibadet et!, Şu tannya ibadet et! derler. Gerçekte onlar {Brahman’la)
yaratığıdır. Ve O, tanrıların tümüdür.”
Brahman’ın insan
ruhundaki tezahürüne Atman adı verilir. Atman ve Brahman’ın -ki tekil ve
nihai hakikati temsil ederler- bir olduğu fikri Upanişadlar’ın özünü teşkil
eder. Hindu mitolojisinde devamlı tekrarlanan ana konu, dünyanın Tann’mn
kendini -kurban etmesi suretiyle yaratılmasıdır. Burada ‘kurban
etme'(-sacrifice) kelimesinin orijinal anlamı “kutsallaştırmak” tır.
Tann sonunda yine Tan-n haline gelecek dünyaya dönüşür kendini kurban etmek
suretiyle. Tann’mn bu yaratıcı faaliyetine Ula, yani Tann’ nın oyunu denir ve
dünya ilahi oyunun bir safhası olarak görülür. Hindu mitolojisinin büyük
bölümü gibi Ula miti de güçlü bir bü-yüsel kuvvete sahiptir. Brahman kendisini
dünyaya dönüştüren büyük büyücüdür ve o bu başarıyı Rig Veda’daki maya sözcüğünün
özgün anlamı olan ‘büyünün ya-raücı gücüyle yerine getirir. Maya sözcüğünün
-Hint felsefesindeki en önemli terimlerden biridir- anlamı yüzyıllar içinde
<N£§iklik geçirmiştir. İlahi failin ve büyü-CÖnün kudreti, ya da gücü
anlamlarından b oyununun etkisindeki herhangi bir psikolojik haline işaret eder hale gelmiştir.
Tanrısal lila’mn çok sayıdaki formunu gerçeklikle karıştırdıkça ve tüm-bu
formların aslı olan Brahman’m birliğini kavramadıkça maya’mn etkisindeyiz
demektir.
Buna göre maya, sık
sık yanlış biçimde söylendiği gibi, dünyanın bir yanılsama olduğu anlamına
gelmez. Yanılsama (illusi-on) eğer biz çevremizdeki biçimler ve yapıların,
nesneler ya da olayların, ölçümleyen ve kategorileştiren zihinlerimizin
ürettiği kavramlar olduklarını farketmek yerine, tabiatm gerçeklikleri
olduklarım düşünürsek yalnızca bakış açımızda vardır, maya, işte bu kavranılan
gerçekliğin yerine koyma, ya da haritayı gerçek coğrafi mekanla karıştırma
yanüsamasıâır.
Hindulann tabiat
anlayışında tüm formlar izafi, seyyal ve daima değişen ilahi oyunun büyük
büyücülerince oluşturulmuş maya’dir. Maya dünyası daima değişim içindedir,
çünkü ilahi Ula ritmik ve dinamik bir oyundur. Oyunun dinamik gücü Hint
düşüncesinin başka bir önemli kavramı olan karma’dır. Karma eylem demektir.
Oyunun aktif ilkesidir bu; yani bütün şeylerin dinamik bir biçimde birbiriyle
bağlantılı olduğu hareket halinde bir kainatı dile getirir. Gita’nın
ifadesiyle,”Karma y her şeyin hayatlarını ondan kazandık-lan yaratma
gücüdür.”
Karma* mn anlamı,
tıpkı maya’mn anlamı gibi asli kozmik düzeyinden psikolojik bir anlama
büründüğü insani düzeye indi-rilmişti.Dünya görüşümüz par çalara ayrıldıkça,
maya’mn etkisi altında kaldıkça ve Çevremizden bağımsız olduğumuzu ve bağımsız
bir şekilde hareket edebileceğimizi düşündükçe, karma’yla sınırlanmışız
demektir. Karma’mn bağlarından kurtulmak, insan da dahil tüm tabiatın birlik
ve ahenginin farkına varmak ve buna uygun olarak faaliyet göstermek demektir.
Maya’nm etkisinden
kurtulmak ve kar-ma’nmbağlannı parçalamak duyulanınızla kavradığımız tüm
fenomenlerin, aynı gerçekliğin bir parçasını oluşturduğunun
farkına varmak
demektir. O, kendi benliğimiz de dahil, her şeyinJ3/aAmört olduğunu somut ve
kişisel olarak yaşamak anlamındadır. Bu yaşantıya Hindu felsefesinde mokşa,
ya da ‘özgürleşme’ adı verilir ve bu Hinduizmin özü sayılır.
Hinduizm, Sayısız
özgürleşme yollan olduğu iddiasındadır. O tüm bağlılarının Tanrı’ya aynı
şekilde yaklaşabileceklerini asla beklemeyecek ve farklı bilinç halleri için
değişik kavramlar, ritüeller ve manevi tecrübeler sunacaktır. Bu kavram ve uygulamaların
pek çoğunun birbirine tezat teşkil ediyor oluşu, Hindulan zerre kadar
ilgilendirmez; çünkü onlar bilir ki, hangi şekilde olursa olsun Bralıman,
kavramların ve tasavvurların ötesindedir. Bu tavırdan Hinduizmin
karakteristiği olan büyük hoşgörü ve geniş görüşlülük çıkmıştır.
Hinduizmin en
enteüektüel okulu, Upa-nişadlar’a dayanan ve Brahman’ın herhangi bir mitolojik
içerikten beri gayrı şahsi metafizik bir kavram olduğu üzerinde duran
Vedanta’dır. Bununla birlikte yüksek felsefi ve entellektüel düzeyine rağmen
Vedantacı özgürleşme yolu Batı felsefesindeki birçok özgürlükçü okuldan oldukça
farklı bir mahiyettedir. Onun yo-luBrahman’la birleşmeyi gerçekleştirmeye
yönelik günlük mcditasyon ve diğer ruhsal egzersizleri içerir.
Bir başka önemli ve
etkili özgürleşme yöntemiyoga’dır. Yoga, “bağlamak”, “birleşmek”
anlamlarına gelir ve bireysel ruhun Brahman’la birleşmesini ifade eder.
Çeşitli yoga okulları ya da ‘tarikatları’ vardır. Bunlar bazı farkh tipte ve
farklı ruhsal düzeylerdeki insanlar için düzenlenmiş çeşitli zihinsel
disiplinleri ve temel fiziksel eğitimi içerirler.
Şuadan Hindu için
Tanrı’ya yaklaşmanın en yaygın yolu, ona kişisel bir tanrı, ya da tanrıça
sureti içinde tapınmaktır. Engin Hint hayal gücü sayısız tecellilerde tezahür
eden binlerce tanrı üretmiştir. Bugünkü Hindistan’da en çok tapınılan üç tanrı
Şiva, Vİşnu ve İlahi Ana’dır. Şiva birçok forma girebilen en eski Hint
tanrıçalarından biridir. Ona Brahman’la bütünlüğünün kişiselleşmesini temsil
ettiğinde Maheşvara (Büyük Tanrı) adı verilir ve o Tann’mn pek çok tekil yönünü
temsil eder. En ünlü tezahürü Nataraja, yani dansçıların kralı olandır. Kozmik
Dansçı olarak Şiva, evrenin bitmek bilmez ritmini, dansı aracılığıyla besleyen
yaratma ve bozma (kevn ve fesad) tanrısıdır.
Vişnu da pek çok
kisveyle görünür. Bu kimselerden birisi Btıagavad Gita’nın tanrı Krişna’sidir.
Genel olarak Vişnu’nun görevi kainattaki işlerin idamesidir. Bu üçlemenin
üçüncü tanrısı Şakti, yani ilahî Anne’dir. O, pek çok sureti içinde dişil kainat
enerjisini temsil eden arketipsel, ilahedir.
Şakti, Şiva’nın eşi
olarak da karşımıza çıkar ve ikisi sık sık, batı dini sanatında hiç bilinmeyen
olağanüstü derecede bir duygusallık yayan büyüleyici tapınak heykellerinde
tasvir edilen muhteris kucaklayışlarda bir arada görülür. Birçok Batılı dînin
tersine duyumsal haz Hinduizmde asla bastırılmamıştır. Çünkü vücut daima insanoğlunun
bütünleyici bir parçası olarak değerlendirilmiş ve ruhtan ayrı bir şey olarak
düşünülmemiştir. Bu nedenle bir Hindu iradesiyle vücudun tutkularım kontrol
etmeye çalışmak yerine kendisini bütün varlığıyla birlikte beden ve ruhunu bir
arada farketmeyi amaçlar. Hinduizm Orta-Çağ Tantrizmi denilen aydınlanmanın
her birinin içerisinde her ikisinin de yer aldığı duyumsal aşka dair derin bir
deneyimle
arandığı bir dal
geliştirmiştir.
Şiva, Ortaçağın bu
erotik mistisizm formuyla yakından ilişkilidir, aynı şekilde Şakti ve Hint
mitolojisinde çok sayıda varolan diğer dişil tanrılar da böyleydi. Bu tanrıça
bolluğu da yine gösterir ki Hinduizm de» daima dişilikle ilişkili olmuş bulunan
insan tabiatının fiziksel ve duyumsal yanı tamamıyla Tann’nm bütünlenmiş bir parçasıdır.
Hindu tanrıçaları ‘kutsal bakire1 şeklinde düşünülmemiş, fakat hayranlık
verici güzelliğin duygusal kucaklayışları şeklinde tasvir edilmiştir.
Batıların, Hint
mitolojisini çeşitli tezahürleri ve enkarnasyonlaruıı temsil eden çok sayıda
tanrı ve tanrıçayla kolayca kafası karışmaktadır. Hinduların bu tanrılar
çokluğuyla nasıl basa çıkabildiğini anlamak için, Hinduizmin tüm bu tanrıların
özde özdeş oldukları yolundaki ana tavrını daima akılda tutmak şarttır. Onlar
aynı ilahi gerçekliğin tezahürleri olup ebedî, her yerde hazır ve nazır ve -son
olarak-kavranamazolanBrahman’ıyansıtmakta-dırlar.
(SBA) Bk. Budizm; Hint
düşüncesi.