Edebi Şahsiyetler

Helmut Gaetje Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi

Helmut Gâtje (1927-1986) Arap dil bilimi, dil felsefesi ve İslâm mantığı alanlarındaki çalışmalarıyla tanınan Alman şarkiyatçısı.

Bremerhaven’de doğdu. 1947 yılında liseyi bitirdi. 1948’de Tübingen’de Pro­testan ilahiyatı okumaya başlamasının ardından Ârâmîce ve İbrânîce ile uğraş­ması birçok meslektaşı gibi onu da şar­kiyatçılığa götürdü. Ertesi yıldan İtibaren tahsiline Tübingen’de İslâm araştırmala­rı, semitistik ve felsefe bölümlerinde de­vam etti. 1955 yılında Jörg Kraemer’İn yanında Die Parva naturalia des Aristoteles in der Bearbeİtung des Averroes adlı doktora tezini tamamladı. Daha son­ra bir süre, Deutsche Forschungsgeme-inschaft tarafından masrafları karşılanan ve yayımı bugün de süren V/örterbuch der klassischen arabischen Sprache üzerinde çalıştı. Kasım 1956’da, o za­manlar Tübingen Üniversitesi bünyesin­de bulunan Şark Seminerine araştırma­cı, arkasından da asistan oldu. Temmuz 1961’de, Emevî dönemi şairlerinden Adî b. Rikâ’dan rivayet edilen şiirler üzeri­ne hazırladığı Die Fragmente des Adî îbn ar-Riqöc adlı doçentlik tezini verdi. Tübingen’de bir yıl doçent olarak görev yaptıktan sonra o sıralarda yeni açılan Saar Eyalet Üniversitesi Şarkiyat Bölü-mü’ne kurucu profesör tayin edildi (1963) ve 8 Mart 1986’da ölümüne kadar bu bölümün idareciliğini yürüttü.

Helmut Gâtje, doktora tezinde ele al­dığı Aristo’nun İbn Rüşd üzerindeki te­siri konusunu. Yunan düşüncesinin İslâm düşüncesine tesiri şeklinde genelleş­tirerek hayatı boyunca işlemiştir. Onun ilk çalışması gibi ölümünden sonra ya­yımlanan ve en son yazılarından biri olan “Zu neuen Ausgaben von Texten des Averroes başlıklı makalesi de[213] bu konuya ay­rılmıştır. Bu esas konunun yanında, dok­tora tezini kaleme aldıktan hemen son­ra bir süre Wörterbuch der klassischen arabischen Sprache İle meşgul olarak bu eserin Anton Spitaler ve Jörg Krae-mer ile birlikte ilk iki fasikülünü yayım­lamak suretiyle ilgi alanını dil ve sözlük çalışmalarını da içine alacak şekilde ge­nişletti. Buna, daha sonra Tübingen’de asistanlığını yaptığı Rudi Paret’in uzman­lık alanı olan Kur’an araştırmalarını da dahil etti. Gâtje’nin ilgi alanlarının çe­şitliliğini, üniversite öğrenimi sırasında derslerini takip ettiği ilim adamların­dan özellikle üçü, Kur’ân-ı Kerîm’i Al-manca’ya tercüme eden Rudi Paret, doktorasını yöneten Jörg Kraemer ve felse-fe-mantık hocası Bruno Baron von Frey-tag etkilemiştir. Gâtje’nin ilmî araştırmalarının dışında Arapça, Farsça, Türk­çe, Süryânîce ve Ârâmîce’nin öğretilme­sine katkıda bulunduğu, hatta zaman zaman kendisinin de bu konuda görev aldığı görülür.

Gâtje, her ne kadar üzerinde çalıştığı metinleri yorumlarken “müellifin ne kas­tettiğini tesbit ederek bu tesbiti esas al­mak gerektiği” görüşünü savunsa da şarkiyatçı geleneğinin, bir bütün olarak İslâm tefekkürünü Grek felsefesine ve Özellikle de Aristo felsefesine irca etme temayülünü aşamamıştır. Yazılarında gö­rülen, her şeyi Grek felsefesine dayan­dırma gayreti, onun sınır­lı konularla İlgilenmesi ve bu sebeple -meselâ fıkıh usulü, beyân ve meânî ilim­lerinde- ortaya çıkan fikirlerin aynı za­manda filozoflar tarafından bilindiği hu­susunu gözden uzak tutmasından da kaynaklandığı anlaşılmaktadır. Gât­je’nin şarkiyatçı geleneğiyle yetinmeyip uğraştığı alanlarla ilgili Batı bilimlerin­deki yeni gelişmelere de açık olması onu şarkiyatçıların çoğundan ayıran bir hu­susiyetidir. Meselâ üniversite öğrencili­ği sırasında derslerini takip ettiği von Freytag’ın Logik. Ihr System and ihr Verhaltnis zur Logistik adlı kitabını, özellikle dil-mantık ve dil-varlık ilişkisini ele aldığı hemen her ya­zısında zikreder. Transformasyonel gra­meri dikkate alarak yazdığı “Probleme semantischer Identitât” adlı makalesinde de Arap dil bi­limcilerinin modern transformasyoncu-lannkine benzer bir biçimde “”derin ya­pı” ile “yüzeysel yapfyı ve formel-lisanî ile semantik anlam seviyelerini birbirin­den ayırdıklarını göstermeye çalışmıştır. Gazzâlî hakkında yazdığı “Logisch-semasiologische Theorien bei al-Gazzali” baş­lıklı makalesi, onun son zamanlarda or­taya çıkan kavram bilimi (semasiologie) veya gösterge bilimiyle de (semiotique) ilgilenmesinin ve bu alanda yapılan yeni çalışmalardan faydalanarak düşünürün o güne kadar anlaşılamamış bir cephe­sini tesbit etme gayretinin ürünüdür.

Şarkiyatçı geleneğinin yetersiz oldu­ğu yerlerde Gâtje, bu geleneğin temel var sayımlarını sarsmadan modern bilimlerdeki terminolojiyi kullanmaktan da geri durmamıştır. Özellikle Gunter Jakoby’-nin işlediği “dilden hareketle varlık hak­kında konuşma” fikrinin tesiri altında kalarak nahvi bu yönden ele almış, fa­kat Arapça’nın bu konuda Jakoby’nîn yaklaşım şeklinin öngördüğü temellere yeterince sahip bulunmadığı iddiasını ileri sürmüştür. Ancak bu iddiayı ileri sürerken Jakoby’nin tezinde Almanca’yı esas aldığını ve Arapça ile Almanca’nın yapı açısından farklı olduklarını gözden uzak tuttuğu anlaşılmaktadır. Gâtje’nin, Arap dil biliminden hareketle ulaştığı başlıca sonuç ise Batıda yazılan Arapça dil bilgisi kitaplarında yeterince hisse­dilmeyen “tarif ile “tahsis’in farkını göstermek ve özellikle tahsisin nahiv ve bu esasa dayalı tercümeler açısından önemini vurgulamak olmuştur. Gâtje nahivle ilgili araştırmalarında günlük di­li ontolojik-mantıkî açıdan tahlil etme­yi denemiş ve bu konuda daha çok Ze-mahşerî’nin el-Mufaşşal’ı ile Muvaffa-kuddin İbn Yaîş’in bu kitaba yazdığı şerh­ten faydalanmıştır. Gâtye, bu iki eser­de nahiv ele alınırken bazı mantıkî kav­ramlara müracaat edilmiş olmasını, nah­vin de Grek düşüncesinin tesiri altında ortaya çıktığı tezini desteklemek için kullanmıştır.

Gâtje, mantık alanındaki araştırmala­rını özellikle İbn Sînâ ve İbn Rüşd üze­rinde yoğunlaştırmış, bu arada Batı’da nisbeten yeni olan şartlı kıyaslar ve mü­rekkep önermeler mantığı alanında müs-lüman mantıkçıların ulaştıkları sonuçla­rı ortaya koyarken bunlardaki orijinali­teyi Stoa mantıkçılarında da benzeri ko­nuların ele alındığı gerekçesiyle inkâr etmiş, ayrıca araştırmalarında çağdaş Batı düşüncesindeki yeni gelişmeleri dik­kate almaya çalışırken müslüman man­tıkçıların sadece Aristo mantığında, on­da yoksa Stoa mantıkçılarında bulunan fikirlerin birer nakledicisi olduklarını gös­terme gayretine girmiştir. Nitekim bu gayretle, Aristo mantığında bulunmadı­ğı halde İbn Sînâ tarafından çok geniş bir şekilde ortaya konan şartlı istidlalle­ri, hem onun ifadelerini hem de Stoacilar’dan gelen kırık dökük bilgileri zor­layarak Grek düşüncesine irca etmeye çalışmıştır. Yine Fârâbî’nin mürek­kep önermeleri ele alan görüşlerini de onun Stoa mantığından istifade edişinin bir delili olarak görür. İbn Sînâ’nm, eş-Şifâ3 ve diğer eserlerindeki istidlal şekilleri­ni başkalarından almayıp bizzat kendisinin geliştirdiğini söylemesine temas eder; arkasından da bu ifadenin, onun öncüsünün ve bu işi yaparken faydala­nabileceği hazırlayıcı malzemenin bu­lunmadığı anlamına gelemeyeceğini ile­ri sürerek şarkiyatçılarda yaygın şekilde görülen bu tavrı her ne pahasına olur­sa olsun bırakmak niyetinde olmadığını gösterir. Ona göre müslüman mantıkçı­larının Grek mantıkçılarına dayandıkla­rı gerçeğini tartışmaya dahi gerek yok­tur; asıl mesele geçiş yollarının tesbi-tinden ibarettir. Bu var sayımdan hare­ketle, hemen her şeyi Grek mantıkçıla­rından aldığına inandığı İbn Sînâ’nın bu­nu hangi yollardan gerçekleştirmiş ol­duğu konusunda bir dizi spekülasyon yapar. Meselâ Grek mantıkçılarının kul­landığı bir kelime eğer İbn Sînâ’nın işle­diği bir kavrama benziyorsa, bu benzer­lik İbn Sînâ’nın ilgili fikri ve hatta bu ala­nı onlardan -bu konuda yazı yazıp yaz­madıkları bilinmese dahi- aldığını göstermek için yeterli bir delildir. Bu arada İbn Sînâ’nın Aristo sonrası Grekçe eser­leri görme imkânının olmadığını ve han­gi kitapların Arapça’ya çevrildiğinin de kesin biçimde bilinmediğini kabul eder; ancak arkasından bunun sadece tesirin keyfiyetiyle ilgili olduğunu ve meseleyi daha da karmaşık bir hale getirdiğini ileri sürerek İbn Sînâ’nın. kaynaklarını daha önceki İslâm tefekküründe bulan Grek mantığından farklı bir mantık siste­mi geliştirdiğini reddeder. Ona göre, müslüman mantıkçıla­rının Aristo mantığında bulunmayan bir­çok alanda ortaya koydukları yenilikler Aristo sonrası Grek mantıkçılarından fay­dalanılarak açıklanmalıdır.

Gâtje. İslâm’da dil-düşünce ilişkisi üze­rinde çalışan nâdir araştırmacılardan bi­ridir. Çeşitli makalelerinde mantıkla na­hiv arasında ortak olan birçok konunun müslüman dil âlimleri tarafından nasıl ele alındığına temas ettikten sonra Ba-tı’da yazılan Arapça gramer kitaplarında, nahiv kitaplarındaki ontoiojik- semantik fikirlerin ihmal edilmesinden doğan ek­sikliklere dikkat çekmiştir. Nahiv konu­sundaki çalışmalarında Arapça’yı man­tığa irca ederek incelemek onun yazıla­rındaki en orijinal tarafı oluşturur. An­cak dilin mantığını ortaya çıkarmak İçin değil dili mantığa irca etmek için çalışır ve bunu yaparken de dili kullanmanın ontoiojik ön şartlarını ve sonuçlarını bi­rinci planda tutarak İslâm dünyasında unutulan bir düşünce şeklini adını koy­madan sürdürür.

Sadece araştırma yapmakla kalmayan Gâtje, çeşitli eserlerinde kendisinin de dahil olduğu araştırma geleneğinin ilim­deki önemini vurgulamış ve bu konuda­ki görüşlerini zaman zaman tekrar göz­den geçirmiştir. Yayımlanmış yazılarının bir kısmı Alman üniversitelerindeki şar­kiyatçılık üzerinedir. Gâtje’nin eserleri, hem konulan hem de metotları açısın­dan tarihî-filolojik şarkiyatçı geleneği­nin bazı değişikliklerle birlikte günümüz­deki bir devamı olmaktan öteye geçe­memiştir.

İlgili Makaleler