Hayrullah Efendi Tarihi, Kitabı, Konuları, Hakkında Bilgi
Hayrullah Efendi’nin (ö. 1866) Osmanlı tarih yazıcılığında bir çığır açmak yolunda kaleme aldığı Osmanlı tarihi.
Asıl adı Devlet-İ Aliyye-i Osmûniyye Târihi olup literatüre Hayrullah Efendi Târihi adıyla geçmiştir. Encümen-i Dâniş’in kurulduğu (1851) sıralarda yazımına başlanarak 1853-1865 yılları arasındaki zaman içinde muhtelif aralıklarla on beş cilt halinde ortaya çıkan eser, müellifin ölümüyle yarım kalmış olmakla beraber Osmanlı tarih yazıcılığında alışılmışın dışındaki farklı zihniyet ve tutumdan dolayı özel bir yere sahip olmuş ve bir kaynak değerini kazanmıştır.
Hayrullah Efendi’nin, kendi devrinin hükümdarı Sultan Abdülmecid zamanını da (1839-1861) içine alacak şekilde otuz iki Osmanlı padişahından her birinin saltanat devresine ayrı bir cilt tahsis etmek üzere planladığı eser, Osmanlı tarihinin Ertuğrul Gazi çağından başlayarak Sultan I. Ahmed’in (1603-1617) saltanatı sonuna kadar ancak on dört padişahın yer aldığı bir kesimini kuşatmaktadır. Eser, 1872-1875 yıllan arasında Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye müfettişi Ali Şevki Efendi tarafından Zeyl-i Târih-i Hayrullah Efendi adı altında tamamlanmak isten-mişse de I. Mustafa, II. Osman. IV. Murad ve Sultan İbrahim’in saltanatlarının ele alınıp 1648’e kadar zeyledildiği üç ciltten sonra bu teşebbüsün de sonu gelmemiştir. Ali Şevki Efendi, Hayrullah Efendi’nin çizdiği plan ve çerçeveyi takip etmeye çalışmakla beraber eseri onunki-nin seviyesine çıkaramamıştır. Hayrullah Efendi Târihi, Ali Şevki Efendi’nin zeyilleriyle beraber 1853-1875yıllan arasında, bazıları iki defa olmak üzere her biri 69 ile 237 sayfa arasında değişen. toplam 2054 sayfa hacminde on sekiz cüz halinde yayımlanmıştır.
Hayruliah Efendi bu eserini, “usûl-i ce-dîd üzre” dediği bir metot takip etmek suretiyle meydana getirdiğini sık sık belirtmektedir. Müellifin tarih alanına getirdiği farklılık her şeyden önce eserin tertip ve tasnif şeklindedir. Bütün ciltlerinde uyguladığı bir plan gereğince her bir padişahın saltanat devresine rastlayan tarihî hadiseler üçlü bir çerçeve içinde ele alınmaktadır Bahis konusu edilecek devreye giriş olmak üzere her defasında önce doğuda ve batıdaki devletlerin siyasî, askerî ve içtimaî durumlarına göz atılarak dünyanın o çağda ne halde bulunduğunu gösteren umumi bir tablo çizilir. Bu icmallerin ardından kitabın ağırlık merkezini kuran her ikinci fasılda, cildin kendisine tahsis edildiği padişahın saltanat süresinde Osmanlı Devleti’nin askeri, siyasî ve içtimaî hadiseleri üzerinde durulur; bunu da buraya kadar bahis konusu edilmiş hadiseler üzerinde tahliller yürütülüp aralarında münasebetler kurulan “muhakeme faslı”, bazan da “fezleke” dediği bir üçüncü fasıl takip eder. Eserinin terkibî bir mahiyet taşıyan muhakeme fasıllarında Hayrullah Efendi Osmanlı tarihini ele aldığı devrin umumi tablosu içine yerleştirmek, o çağın hadiseleriyle olan bağlantılarını göstermek hedefine oldukça yaklaşır. Bu fasılların bazılarında Hayrullah Efendi, haklarında o vakitler memleketimizde bilgi ve kaynak bulunmayan devletlerden de okuyucusunu haberdar etmektedir. Mâverâün-nehir sahası Türk hanlık ve hükümdarlıklarını. Türk hakimiyetindeki Hindistan’ın siyasî tarihi ve oradaki Bâbürlüler saltanatını, eserinin hemen her cildinde İspanya müslümanlarının hıristiyanlar elindeki içler acısı hallerini anlatan sayfaları bunlardan birkaçıdır.
Hayrullah Efendi, vak’aları seçici ve eie-yici bir zihniyetle “vekâyi-i cesîme” ve “ve-kâyi-i âdiyye” olarak iki ayrı sınıfta değerlendirir. Vekâyi-İ cesîmeden saydıkları, devlet ve milletin belirli bir zaman dilimindeki hayatına yahut geleceğine tesir edecek çapta kuvvetli ve sarsıcı- akisler meydana getiren, çok defa sosyal bünyeye, içinde bulunulan devlete veya bir siyasî hâkimiyete yön verecek güçte olan hadiselerdir. Vekâyi-i âdiyye ise toplum hayatında her zaman olagelen hadiseler, tesir ve şümulleri kendi dairelerinden dışarı taşmayan fiillerdir. Hükümdarın ava gitmesi, huzurunda cereyan eden bir bayram merasimi veya bir elçi kabulü, filân mevsimi İstanbul yerine Edirne sarayında geçirmesi, ramazan ve bayramların karşılanışı, mevlid cemiyetleri, saray düğünleri, sünnet eğlenceleri, donanmalar ve şenlikler, sürre alayı uğurlamaları, tevcîhat, tayinler vb. bu ayırımda vekâyi-i âdiyye sınıfı içinde yer alır. Hayrul-lah Efendi, Osmanlı vak’anüvislerinin eserlerini bu tür olaylarla doldurduklarını belirterek kendilerini tenkit eder ve tarihinde bunları elemek suretiyle vekâyi-i cesîmeye girecek kategoriden hadiselere yer verir; bu hadiseleri sebep, tesir ve netice bağlantıları içinde ele almaya çalışır. Ona göre bir milletin tarihçe büyüklüğüne, geçmişinde sahip bulunduğu vekâyi-i cesîme kadrosu ölçü olmaktadır. Bu bakımdan tarihimizin başka milletle-rinkine nisbetle müstesna bir yeri ve çapı bulunduğu halde bunları hatırlamakta gösterdiğimiz ihmal dolayısıyla büyük bir kusurumuza parmak basar. Esefle belirtir ki her biri tarihte başlı başına bir fasıl tutacak derecedeki zafer ve hadiseleri ilk idrak edildiklerinde şenliklerle kutlarken tarihimize karşı olan ilgisizlik neticesi bunlar sonraları anılmaz olmuş ve unutulmuş gitmiştir. Hayrullah Efendi. tarihten asıl beklenen şeyin geçmişin olayları arasında bağlantılar kurarak bunların sebep ve neticelerini araştırıp ortaya koymak, özellikle de hal ve gelecek için mesajlar verip uyarılarda bulunmak olduğunu söyler ve Osmanlı tarihçilerini bu vazifeyi yerine getirmediklerinden dolayı kusurlu bulur. Batılı tarihçilerin İslâm ve Osmanlı tarihine dair eserlerinde dinî ve kavmî taassupla hareket ederek düşmanca görüş ve beyanlarla gerçekleri çarpıtmakta oluşları kadar doğulu tarihçilerin de çoğunlukla mezhep taassubu, hanedan tutma, siyasî otoriteye veya hâkim zihniyete yaranma, kavmiyet duygusu gütme gibi davranışları ile gerçekten uzaklaşmış bulunmalarını çekinmeden yerer.