Sosyoloji

Havza İlçesinin Genel Folklorik Yapısı

Cafer
Özdemir – Havza İlçesinin Genel Folklorik Yapısı

Yörede çocuk, ailenin temel taşı ve yegâne
amacı olarak görülür.

İki ve özellikle üçüncü yılda da çocuğu
olmayanlara kötü gözle bakılır. Böyle ailelere “zürriyetsiz” adı verilir.
Yaptıkları bir kötülüğün veya işledikleri bir günahın cezası olarak çocuklarının
olmadığı anlayışı yaygındır.

Çocuğu olmayan veya olduğu halde uzun süre yaşamayan
kadınlar değişik yöntemlere başvururlar. Civarda herkes tarafından bilinen
yatırlara, özellikle Dereköy Köyü’ndeki yatıra ve kaplıcalardaki Aslanağzı’na
giderek burada satılırlar. Satılma olayında kadının çemberi boynuna yular gibi
takılır ve yatır üç defa dolandırılır.

Yatırlarda çeşitli adaklar adanır.

Lâdik’teki Seyit Ahmeti Kebir’e gidilmesi
sonucu çocuk doğmuşsa Seyit Ahmet veya Kebire; kaplıcalardaki Aslanağzı’na
gidilmişse Aslan veya Aslan Habik; Mısmılağaç Köyü’ndeki yatıra gidilmişse Yahya
veya Satı; başka bir yatırda olmuşsa Satılmış veya Satı adları konulur.

Özellikle çocuğun beşiği, anneannesi tarafından
alınır. Babaannesi ise çocuğun kundağını düzer.

İki kadın aynı zaman içerisinde doğum
yaparsa, buna “Kırkı Karışmak” adı verilir.

Komşular göz aydınlığı ziyaretine gidecekleri
zaman yanlarında yumurta, bal, sütlaç, çorba gibi yiyecekler götürürler.

(Kırklama) kırk adet taş toplanır ve suyun
içine atılır. Annenin başı üzerine çocuk kaldırılarak içine taş konulmuş suyla
her ikisi de yıkanır (s. 187).

Çocuk kırk gün evde yalnız bırakılmamaya
gayret edilir. Aksi halde “Karağura” adı verilen ve insanları bedensel ve ruhi
bakımlardan etkileyen bir varlığın çocuğu sıkıştırdığına inanılır.

Çocuğun yastığının altına bıçak veya sarımsak
konulursa karağuranın gelmeyeceğine inanılır.

Doğum önceki yıllarda evlerde yapılırdı.
Çocuklar ılık su ile yıkanıp kundaklanır. Göbek
kordonu üç parmak hesaplanır ve oradan kesilir. Kalan kısım üç gün içinde
kuruyup düşer. Bu yüzden çocuk üç gün banyo yaptırılmaz. Eğer göbek kordonu kesildikten
sonra beşiğe bağlanırsa çocuğun gurbete gitmeyip evde kalacağına inanılır.

Ad genellikle sabah namazından sonra konulur.
Ad verme geleneğinde önce başı kıbleye gelecek şekilde çocuk seccadeye
yatırılır. Sağ kulağına ezan okunur, sol kulağına kamet getirilir. Çocuğun kulağına
ismi üç defa söylenir. Ad koyan kişiye hediye olarak bir havlu verilir.

Bebeğin ilk dişi çıkınca evde bulgur yemeği
pişirilir. Bu yemeğin içine mısır da katılır. “Diş Bulguru” adı verilen bu yemeği,
bir kap içerisinde komşulara götürme adeti vardır.

Çocuk dünyaya geldikten sonra, ebe evden
ayrılmadan ona yumurta yedirilir. Böylece çocuğun aç gözlü olmayacağına
inanılır (s. 188).

Kadınlar kimin huyunu beğenmezse, kimi
kusurlarından dolayı kınarlarsa doğacak çocuğun ona benzeyeceğine inanılır.

…bazı köylerde ve ilçe merkezinde “Kirve” âdetine
de rastlanmaktadır (s. 190).

Evlenememiş kız ve erkeklere “Kalık, Eremuk”
gibi adlar verilmektedir.

(Kız isteme) Yanlarında şeker, helva, pasta
vs. götürürler. Eskiden daha çok köy çöreği tercih edilirmiş. Bu çörek(ler)
“Bohça” adı verilen bir beze sarılıp kız evine götürülürmüş.

Cevapları olumsuzsa isteme günü getirilen
“bohça”yı bir aracı ile tekrar gönderirler.

Nişanda yenilecek yemeklerin malzemeleri oğlan
evinden götürülür. Buna “Zahra (Zahire) götürme” adı verilir (s. 191).

“Çeyiz Gösterme” denilen bir gelenek ise daha
çok kırsal kesimde uygulanır.

Eskiden hamam dönüşü güreşler
yapılır, koşular düzenlenirmiş. Koşuda birinci gelene tavuk hediye edilirmiş.
Bu yüzden buna “Tavuğa Koşma” adı verilirmiş
(s.
192).

Güveyi Kınası

Gelin almaya gidenlere “Dünürşü” adı verilir.
Arabalara birer yazma veya havlu bağlanır. Kız evine gelince gelinin odası
kilitlenir. Damat bir miktar para karşılığında odayı açtırır.

Damat ve yanındakiler yatsı namazına
giderler. İmam eşliğinde kalabalık bir grup dualarla eve gelir. Dua bitince
damadın sırtına yumruklar vurulur ve damat gerdek odasına alınır (s. 193).

Cenazenin tüm masrafları “Iskat” adı altında
toplanır. Cenaze sahibi ıskat için gerekli olan parayı imama verir. İmam da
taksimatını yapar.

Yörede “Devir” işlemi de uygulanır. Ama günümüzde
bu uygulamaya rastlanılmamaktadır. Bu işlemde ıskattan bir miktar para ayrılır
ve bozuk para şeklinde bir mendile konulur. Camide toplanan üç beş kişilik
fakir grubu bu parayı sırayla birbirlerine verirler. Veren alana: “Aldın mı,
kabul ettin mi?” derken alan: “Hop dike, kabul dike.” der. En sonunda imam bu
parayı onlara dağıtır. Devir işlemi ölünün kılamadığı namaz ve tutamadığı
oruçların karşılığı olarak yapılır (s. 195).

Kırsal kesimlerde yiyecekler daha
çok “kiler” adı verilen ve yazın dahi serin kalabilen odalarda muhafaza edilir.
Kiler daha çok evin alt katında bir oda veya tek katlı evlerin “kuz” tarafında
kalan odalardan biri olur.

İlçe merkezindeki ekmek ihtiyacı fırınlardan
karşılanır. Oysa köylerdeki ekmek ihtiyacı köydeki insanların ortaklaşa
yaptıkları “fırınlar”dan sağlanır.

“Pıtıl” adı verilen ve yörede
özellikle köylerde çok tüketilen ekmek bu tandırlarda yapılır.
Ayrıca Ramazan, bayram günleri ve kandil gecelerinde bu
tandırlarda yörede “sac ekmeği” olarak bilinen pişmiş yufka yapılır (s. 197).

…ormanı çok olan köylerde ahşap; taşın bol
olduğu köylerde taş; her ikisinin de mevcut olmadığı yerlerde ise topraktan
elde edilen kerpiç kullanılır. Buna rağmen köylerin genelinde karşımıza çıkan
yapı şekli hımıştır. Hımış evler, ahşapların arasına ufak tuğlaları yerleştirmek
suretiyle yapılır. Hımışların alt katı taş veya kerpiçten yapılır. Alt katta
duvarlar 50 veya 70 cm kalınlığında olup son derece sağlıklıdır. Buralar yazın
serin, kışın ise ılık olur. Bu yüzden yemeklerin yapıldığı ve insanların yatak
odası olarak kullandığı yerler alt katta bulunur. Eskiden bu alt katlar ahır
olarak kullanılırken günümüzde bu uygulama yok denecek kadar azdır (s. 200).

Köylerde evlerin büyük olmasına özen
gösterilir. İki katlı olsa da evler yüz yirmi metrekareden aşağı düşmez.
Birinci katta dış kapının açılması ile karşımıza çıkan ve odalara geçişte
kullanılan boşluğa “hayat” adı verilir. İkinci kattaki boşluğa ise “çardak” adı
verilir.

İnsanların banyo olarak kullandığı yerlere
genelde “çağlık” ismi verilmektedir. Çağlıklar ev içerisinde sobanın olduğu
odalara yapılır. Günümüzde çağlıkların terk edilerek evlere bağımsız banyoların
yapıldığı görülmektedir. Bazı evlerin birinci katlarında “tandır” adı verilen
ve ekmek pişirmeye yarayan yerler de mevcuttur.

Ambarlar ise tamamen ahşaptan yapılır.
Bunların yapımında çivi kullanılmaz. Genellikle evin hemen yakınında bulunur.

Köylerde çamaşırların toplu olarak yıkandığı
yapıya “yunnak” adı verilir.

Ahırlar ve samanlıklar evin yanına yapılır.

Köylerdeki evlerin yapımı bittikten sonra soğuğun
içeriye geçmesini engellemek, içerideki mevcut sıcaklığı korumak amacıyla
konutların dış duvarları çamur ve saman karıştırılarak yapılmış özel bir
balçıkla sıvanır (s. 201).

Direm Köyü’nde Yahya Paşa adında bir yatır
vardır. Buraya “Temreğu” hastalığı olanlar gelir. Bu hastalıkta insanın her
tarafı kaşınır ve zamanla vücudu yara gibi kızarır.

Mısmılağaç Köyü’nde “Siğil Evliyası” vardır.
Ellerinde siğil çıkan insanlar hicri ayların ilk çarşambasında oraya gider.
Yatırın yanında olan ağaçlardan ufak bir dalı hafifçe kırar, fakat koparmaz.

Kırarken: “Yarabbi, şifa senden. Bu mübareğin
yüzü suyu hürmetine duamı kabul et.” diyerek üç İhlas, bir Fatiha okur. Evliyanın
da ruhuna bağışlar. Dal kurudukça siğil de zamanla ortadan kalkar (s. 202).

Kanın durması için yaraya kül bastırılır.

Vücutta bir yara çıkınca “çıtlak” denilen bir
ağacın yaprakları toplanır. Bu yapraklar suda kaynatılır ve bu su ile
yıkanılırsa yara iyileşir.

Patatesler ezilip yanık yerlere sarılırsa bir
süre sonra yanan yer iyileşir.

Yanıkları tedavi etmek amacıyla, yanan
bölgeye salça sürülür. Bez parçası ile üstü kapatılır. Bir müddet sonra
yanıklar iyileşir (s. 203).

Böğürtlen meyvesi kırk gün yenirse gözün
görme gücünü artırır.

Lakap olarak adlandırdığımız bu isimlerin çok
çeşitli olduğu görülmektedir. İnsanların bu uygulaması tesadüf değildir.
Fiziksel aksaklık, unutulmayacak bir olay, değişik bir huy ve farkında
olunmadan yapılan davranışlar insanların diğerlerine lakap takmaları için
yeterli sebep olmaktadır.

Arif Hasan, Aygır Ayşe, Ayrangeven Recep, Bacak
Rasim, Balak Memedi, Cinton İsmail, Cor Memet, Çerkez Adil, Çıtak Halim, Çöp
Döndü, Dana Şerif, Dazı Recep, Demir Ağa, Gıdak Yahya, Dilcek Hüseyin, Eğriboyun
Musa, Elik Hasan, Gıdık Kadir, Gıldır Ahmet, Goden Ali, Göçmen Sabri, Görpe İsmail,
Kambur Habil, Kazkaz Hüseyin, Kınık İsmet, Koca Tüfek, Kör Ramuş, Kösüre Şerif,
Kuru Şaban, Motor Ahmet, Pisik Kurtça, Sarı İsmail, Seyis Ahmet, Sındırığın
Murat, Sırtlan İsmail, Tatar Ahmet, Tıkır Mustafa, Tışık Ömer, Topal Karanfil,
Tozil Ali, Vapur Hasan (s. 204).

Özdemir, Cafer. (2009), “Havza İlçesinin Genel Folklorik Yapısı.”
Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi. Cilt: 2, Sayı: 7. (s. 185-206)