Tarihi Eserler

Hasip Paşa Yalısı -Beylerbeyi- Tarihçe, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Hasib Paşa Yalısı. Boğaziçi’nin bugün mevcut olmayan en önemli yalılarından biri.

Beylerbeyi İskelesi’nin yaklaşık 200 m. kadar kuzeyinde bulunuyordu. Banisi II. Mahmud’un vezirlerinden Mehmed Hasib Paşa’dır (ö. 1870). Yalının kesin inşa tarihi bilinmemektedir. Daha çoK Hasib Paşa’nın ahfadından alınan mevcut bilgi­ler, II. Mahmud döneminde (1808-1839) önce birbirine fevkani bir dehliz-köprü ile geçilen ikiz yalı şeklinde yapılıp iç deko­rasyonuna başlanacağı sırada yandığı ve sonra yine aynı dönemde, muhtemelen 182S yılında bir İtalyan mimarı tarafın­dan tekrar yapıldığı şeklindedir. An­cak Sedat Hakkı Eldem, harem binasının cephesinde tesbit ettiği bazı emarelere dayanarak yalının bu tarihten önceye. XVIII. yüzyıl sonu-XIX. yüzyıl başına ait karakteristikler taşıdığını belirtmekte­dir. Yine II. Mahmud döneminde burada resmî top­lantıların yapıldığı, daha sonra Sultan Abdülaziz devrinde (1861-1876) Mısır hidiv hanedanından Mustafa Fâzıl Paşa’nın burayı kiralayarak maddî yardım­da bulunduğu Jön Türkler’in sık sık ziya­ret ettikleri bir yer haline getirdiği veri­len bilgiler arasındadır.

Harem ve selâmlık bölümlemesine gö­re yapılmış olan yalı harem, selâmlık, mâ-beyn dairesi, dağ köşkü. Boğaz suyu ile ir­tibatlı kapalı deniz hamamı ve büyük bir sanat değeri taşıdığı kabul edilen mer­mer havuzdan meydana geliyordu. Yalı­nın, Hasib Paşa Yalısı denilince akla gelen ve orijinal olan kısmı 1973 yılında yanan harem bölümü idi. 1906-1916 yılları ara­sında esaslı bir onarım geçiren ve Türk empiri detaylar içeren neo-baroktarzda­ki bu iki katlı yapının her İki katında oval bir sofa çevresine yerleştirilmiş mekân­lar bulunuyordu. Yapı, planı ile orta sofa-lı ev tipine güzel bir örnek teşkil ediyor ve bu plan tipinin (bk. divanhane; ev) Balkanlar’a kadar yayılmasını sağlayan ük eserlerden biri olma özelliğini taşıyor­du. Tam simetrik olmayan bir plana sa­hip yapının 17,50 x 12.50 m. boyutların­daki sofasının büyük ekseni üzerinde ey­vanlar, denize paralel olan küçük ekseni üzerinde merdivenler yer alıyordu. Pla­nın çekirdeğini oluşturan altlı üstlü iki oval sofa karnıyarık tarzında yapılmıştı ve bir tarafları denize, diğer tarafları bah­çeye bakıyordu. Bunlardan, uzunluğu ey­vanlarla birlikte 30 metreyi bulan üst kattaki herhangi bir yere dayanmaksızın tamamen çatıyla bağlantılı idi ve üzeri büyük bir ustalık isteyen askı tertibatıy-la körük gibi inşa edilip yine oval bir kub­beyle örtülmüştü (Ekimoglu, s. 64). So­faların dört köşesine yerleştirilen daire­lerin her biri kendi iç holüne sahipti ve bağımsız denilebilecek bir durumda ele alınmışlardı. Kuzeydoğu köşesinde yer alan daireler dörder odalı olup bunlardan köşe odası iki yanındaki odalara açılmak­taydı. Diğer daireler İse üçer odalı olarak düzenlenmişti ve her dairenin kendine mahsus hizmetli odası ve helası vardı. Bu dairelerin Önündeki holler birer kapı ile merdiven sofasına ve oval sofaya açıl­maktaydı.

Binanın bahçeye bakan doğu ve denize bakan batı cepheleri oval sofalann eğimine paralel olarak orta kesimde kavisli çı­kıntı yapıyor, bu uygulamaya büyük mer­diven sofasının duvarında da rastlanıyor­du; dört köşede bulunan mekânlar da köşeli çıkmalar halinde dışa taşkın ya­pılmıştı. Ayrıca batı cephesi rıhtım se­viyesinde eliböğründelerle denize doğru taşırılmıştı. Cepheye hareketlilik vermek amacıyla yapılan bu şekillendirmelerin yanı sıra yalının batı cephesinde, her iki katta aitlı üstiü konumda tasarlanmış kesintisiz birer pencere dizisi bulunmak­taydı. Cephenin tek süsünü teşkil eden pencere kafes ve parmaklıkları geç em-pire özelliği taşıyordu. XIX. yüzyılın ikinci yansında yapılan kafes tamiri sırasında pencereler mümkün olduğu kadar yük­seltilmiş ve korkuluklar da alçaltılmıştır. Yapı leb-i derya olduğu için planda bir de­niz girişi yoktu. Cümle kapısı bahçe avlu­suna bakan doğu cephesinde idi ve giriş eyvanından sonra doğrudan büyük sofa­ya açılıyordu. Üç büyük camekânla bölün­müş olan ve Önünde iki zarif sütun bulu­nan bu kapı, yalıya o döneme kadar Os­manlı sivil mimarisinde görülmeyen bir güzellik katmıştır.

Yapının iç duvar ve tavan dekorunu oluşturan başlıca elemanlar büyük oval kubbe, sepet kulpu kemerler ve tavanlar­da yer alan değişik boyutlardaki çeşitli geometrik taksimattı. Daha ziyade alt katta ahşap kaplı olan tavan üst katta bağdadî üzerine sıvalıydı. Yalının alt ve üst katlarında, sofalardan köşe dairele­rine açılan kapıların her iki yanında çerçe­veleri altın yaldızlı sekiz adet kristal boy aynası yer almaktaydı. Köşe dairelerine açılan hol kapılarına da XVIII. yüzyılda Fransa’da üretilen gülkurusu renginde camlar takılmıştı. Yalının üst katında kö­şe dairelerinin önündeki iç hollerde ve se­lâmlıklarda dörderden sekiz adet barok üslûpta yapılmış mermer çeşme vardı. Bu çeşmelerin ayna taşlan elips şeklinde ve bombeliydi; üzerlerine de sarı, yeşil ve kırmızı damarlı yumurta biçimi iri taşlar yerleştirilmişti.

İç avluda hamam, limonluk, arabalık ve kalfalar dairesi, dış avluda mutfak, çama­şırhane, hizmetkâr ve kapıcı daireleri gi­bi birimler bulunuyordu. Yalının, Yalıboyu caddesi üzerindeki sokak kapısının karşı­sına rastlayan bir kapıdan tepesinde bir dağ köşkünün yer aldığı yamaçtaki arka bahçeye geçiliyordu. Şekil ve plan bakı­mından en az harem binası kadar orijinal olduğu ileri sürülen bu köşk merkezî so-falı plan tipindeydi. Cephede dışa taşkın­lık yapan sofanın üç tarafında toplam on beş adet büyük boyutlu pencere bulunu­yordu. Köşkün üst katına trabzanlarıyla dikkat çeken bir çifte merdivenle çıkılır­dı. Merdivenin üzerinde sazende heyeti için yapılmış özel bir yer vardı. Ömrünün son dönemlerinde ünlü şair Âsaf Halet Çelebi’nin oturduğu köşk onun ölümü­nün ardından yıktırılmıştır.

Selâmlık bölümü XX. yüzyılın başında geçirdiği bir yangında yok olmuş, yerine Hasib Paşa’nın oğlu Rauf Bey tarafından 1915 yılında bugün Kalkavan Yalısı ola­rak anılan kuleli bina yaptırılmıştır. Oriji­nal selâmlık yapısıyla hiçbir ilgisi bulun­mayan bu üç katlı ve iki kuleli, altı kagir. üstü ahşap bina, mimari açıdan Türkya-pı geleneğine uygun olmadığı gibi leb-i derya da değildir. Sanâyi-i Nefise Mekte­bi mimari bölümü hoca ve öğrencileri ta­rafından orijinal selâmlığın bir durum pla­nı çıkarılmıştır. Halen Mimar Sinan Üni­versitesi Arşivi’nde bulunan bu plandan anlaşıldığına göre eski selâmlık ” H” şek­linde bir plana sahip, deniz tarafında yak­laşık 44 m. cephesi olan tek katlı, leb-i derya bir bina idi ve orta eksen üzerinde yer alan büyük bir sofanın her iki tarafın­da kademeli olarak Boğaz’a doğru uza­nan, gayri muntazam bir şekilde yerleş­tirilmiş dörder odalı iki bölümden mey­dana geliyordu.

Yalının selâmlık dairesine ait, XIX. yüz­yıl sonu zevkine uygun şekilde ve natü-ralist bir anlayışla düzenlenen bahçesin­de barok üslûpta bir havuzla bir şadırvan yer alıyordu. Yaklaşık 12 m. boyunda ve 6 m. eninde olan bu zarif havuz harem, selâmlık ve mâbeyn dairesi arasında idi ve aslında birbiriyle bağlantılı biri büyük, diğeri küçük iki ayrı havuzdan oluşuyor­du. Deniz tarafında bulunan 10-15 cm. derinliğindeki küçük havuzun fıskiyesin­den çıkıp teknesinde biriken sular ince oluklardan geçmek suretiyle dolambaçlı bir su yolu şebekesine, oradan da bir çağ­layan gibi büyük havuzun teknesine dö­külürdü. Havuzun her iki ekseninin uçla­rında bulunan madenî fıskiyelerden üçü ağızlarından su akan kuğu şeklindeydi. Gerek orijinal mimari özellikleri, gerekse Boğaziçi’nin en eski ve en büyük yalıların­dan biri olması sebebiyle Türk mimarlık tarihi açısından ayrı bir önem taşıyan Ha-sib Paşa Yalısı, 14 Ekim 1973*ü 1S Ekim’e bağlayan gece saat 01.30 sıralarında çı­kan şüpheli bir yangında dört yanından birden tutuşarak tamamen yanmıştır; kalıntıları ve arazisi i 991 yılından beri Sa­bancı ailesinin mülkiyeti altındadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

İlgili Makaleler