HAFIZA
Geçmişteki
yaşantıların kısmen veya tamamen bilinçte canlı tutulmasını ve yeniden
oluşturulmasını ifade eden, onların yaşadıklarını anlatmak isteyen bir terimdir.
Hafıza, insana özgü olup hayvanlarda-Irî-alışkanlık yetisinden farklıdır.
Hafıza, üç aşamalı bir
süreç içinde ele alınır. Bunlardan ilki, belli bir yaşantının hafızaya
alınmasına bilinçli bir girişimle karar verilen ve buna uygun aktif bir dikkatin
sarfedildiği “kayıt” aşamasıdır. Bunu, anıların canlanma aşamasına
kadar sağlam kalmasını sağlayan “saklama” aşaması izler. Saklamanın
olabilmesi için bir hafıza izi veya izleniminin organizmada bir değişiklik
yapması gerektiği, nörofîz-yalojik bir ön kabuldür. Hafıza izlenimi kavramı,
ilk kez Amerikalı psikolog Lash-ley tarafından, bir uyarılmanın sonucunda
sinir dokusunda sürekli veya yarı-sü-reklibir değişiklik olmasıyla oluşan bir
hafıza birimi anlamında kullanılmıştır. Lash-ley’in bu görüşünü izleyen
nörofizyolojik araştırmalar da, hafıza izlerinin altında bi-yo-kimyasal
süreçler olabileceğini ortaya çıkarmıştır. Fakat bu süreçlerin neler
ol-duğuhenüzaydınlatılabilmiş değildir. Hafızanın son aşaması ise, kaydedilen
ve saklanan yaşantıların bilince çıkmasıdır.
Bütün bu hafıza
süreçlerinin sonuçlan test edilebilir. Örneğin birisine çeşitli rakamlar veya
kelimeler söylenir, bir süre sonra bunları tekrar etmesi istenir. İnsanın bu
becerisi yaşla, çeşitli ilaç ve hastalıklarla azalabilir, özellikle yaşlılıkta
yaşantıların kaydedilmesi ve saklanması aşamalarını oluşturan mekanizmalar
bozulur; bilginin kodlanmasında güçlükler or-ganizmadakideğişiklikler
aracılığıyla hafıza izlenimleri oluşumunda eksiklikler olur. Yaşlılık bu
nedenle unutkanlıkların arttığı bir dönemdir. Eğer bunamaya doğru bir gidiş
varsa, bu unutmalar çok yoğunlaşır ve daha çok en yeni anılar unutulur.
Lashley ve Ortodoks
nörofizyolojik yaklaşıma göre, hafıza eşit potansiyellere sa-hİp,
birbirlerinin işlevlerini üstlenebilen farklı beyin kabuğu parçalarının çalışmalarının
sonucunda meydana gelir. Yani izlenimler, tüm beyne yayılmış, çok karışık
kapalı sinir hücresi devrelerinden oluşmuştur. Kapalı sinir hücresi
devrelerinde-ki hücrelerden her hangi biri bir dış uyaranla uyarılacak olursa,
tüm beyin devreleri uyarılarak hatırlama olayı ortaya çıkar. Fakat yakın
dönemlerdeki araştırmalar, beynin hipokampus denilen bölgesinin çift taraflı
çıkarılması veya tahrip edilmesi sonucunda hafıza işlevlerinin kaybolduğunu
göstermiştir. Demek kî, yalnızca yaşantıların nasıl saklandığı değil, hafıza
işlevlerinin beynin hangi bölümlerince yürütüldüğü de tam bilinmemektedir.
Yukarıda ifade edilen
hafıza süreci daha çok hafızanın kısa- dönemli hafıza denilen türü için
geçerlidir. Kısa-dönemli hafıza, örneğin bir telefon numarasının ezberlenmesi
görevini yürütür. Oysa bir de yıllar önceki olayları hatırlamamızı sağlayan
uzun-dönemli hafıza vardır. Bir yanıyla uzun-dönemli hafızada, kısa-dönemli
hafızanın belirli ve önemli yanlarının ayrıca korunması söz konusudur. Bir
açıdan bakıldığında, bütün bilgilerimiz, zihnimiz-deki bütün materyaller
karmaşık hafıza süreçlerinin etkileşiminden ibarettir. Bu nedenle uzun-dönemli
hafıza, ayrıca öğrenme teorisi içinde değerlendirilir.
Hafızanın bir de
psikolojik boyutu vardır. Hatırlanan olay, asla yaşanan olayın aynısı
değildir. Yaşanan olay, bireyin ilgilerine ve tutumlarına göre çarpıtılmış bir
biçimde ortaya çıkar. Psikanalitik teoriye göre benliğin bilinç-dışından gelen
içgüdüsel zorlamaları geriye itme mekanizmaları, bireyin çarpıtmasında önemli
bir rol oynar. Bu nedenle Freud, unutmaları, yanlış hatırlamaları; temel
psikanalitik malzemeler arasında sayar. Hangi anıyı saklayıp, hangisini
unutacağımıza ve sakladığımız anılarımızı nasıl hatırlayacağımıza karar veren
organizmadaki biyokimyasal süreçler değil, psikolojik yapı-mızdır.
Erol GÖKA