İslam Filozofları

Hacı Bektaş-ı Veli Hayatı, Felsefesi, Tarikatı, Sözleri (İslam Filozofları)

Hacı Bektaş-ı Veli (1209-1271)

Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL
Gazi Üniversitesi Türk Kültürü ve Hacı Bektaş-ı Veli Araştırma Merkezi Başkanı

Hacı Bektaş Veli, Ahmed Yesevi’nin halifesi Lokman Perende’nin bizzat talebesidir. Kendisi mükemmel bir dini-milli kültür formasyonu almıştır.

Bu sebeple O, Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması için Türkistan illerinden vazifeli olarak gönderilmiştir. Böylesine mesuliyetli bir görevi üstlenen Horasan Alperenlerinden Hacı Bektaş Veli’nin Hayatı ve Eserleri’ni burada bir kaç satırla anlatabilmemiz mümkün değildir. Onun hayatım daha çok eserlerinden hareketle ele almak zorundayız. Ancak günümüze kadar Hacı Bektaş Veli’nin hayatı ve eserleri hakkında (Prof. Dr. Esad Coşan hariç) ciddî bir araştırma yapılmamıştır.

Birkaç yıldan bu yana idame ettirmeye çalıştığımız “Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Merkezi” nezdinde Hacı Bektaş Veli’nin hayatını, eserlerini, fıkirlerini ve tesirlerini araştırmaya başladık. Bunlar zamanla Merkezimizde sırasıyla neşredilecektir.

Hacı Bektaş Veli’nin hayatını, eserlerini ayrı ayrı ele alacağız. Özellik Onun hayatı etrafında teşekkül eden menkıbeler ve velayetnâmeler çerçevesinde “Menkabevî Hayatı”nı ayrıca vereceğiz. Bu makalemizde ise, sadece “Hacı Bektaş Veli’nin Tarihî Hayatı ve Eserleri’ni ana hatlarıyla vermeye çalışacağız.

1. Hacı Bektaş Veli’nin Yaşadığı Devir ve Doğum Tarihi:

Asıl adı Muhammed Bektaş olan Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı dönem ve çevre iyi bilinmekle beraber, kaynaklarda doğumu hakkında farklı bilgilere rastlanmaktadır.

Doğum ve vefat tarihleri konusunu en eski kaynaklardan başlayarak bugüne kadar yapılmış tetkiklerden elde ettiğimiz bilgiler ışığında kısaca şöyle izah edelim:

Hacı Bektaş Veli’den bahseden kaynakların en eskisi Eflâki Dede’nin “Menâkıbu’l-Arifin”  adlı eseridir. Eflâkî, “Hacı Bektaş’ın Baba Resûlullah (Baba İshak)’ın meşhur halifesi olduğunu” söyler. Hacı Bektaş’tan bahseden diğer eski bir kaynak da; Aşıkpaşazade Tarihi’dir. Bu eserde Hacı Bektaş’ın doğum ve vefat tarihleri hakkında herhangi bir açıklamaya rastlanmasa da, seyahatlerinin izah edilmesi kayda değer bir bilgidir. Taşköprüzâde Ahmed (Ö. 1553), “Ey-şakâiku’n-Nu’mâniyyetî Devlei’l­Osmaniyye” adlı eserinde onu I. Murad ( 1362-1389) devri âlimleri arasında zikreder.

Tezkireci Ali de, Künhü’1-Ahbâr’ında onun Orhan Bey ( 1326-1362) zamanında yaşadığını söyler. Bu konuda taradığımız eserlerin bir çoğundaki tarihler bu döneme aittir.

Hacı Bektaş Veli’nin doğumu ve vefatı konusunda Hacıbektaş ilçesi Halk Kü­tüphanesinde bulunan bir yazma eserde şu kayıt bulunmaktadır: “Hazine-i Celîle’den Şeref Vürüd olan tomâr-ı kebîrde muharrar olduğu üzere tarihî vilâdet-i şerifleri 606 ( 1209) olarak müdde-i ömr-i şerifleri 63 olmağla 669 ( 1270) senesi vefât-ı şerifleri muharrer olduğundan iş bu mahalle tahrir olundu . Aynı kütüphanede 119 no’daki Vilâyetnâme’de (v.Ib)­Silsilenâme’den alındığı belirtilen Hacı Bektaş’ın 63 yıl yaşadığı ve 606/ 1209’da doğup 669/1270’de vefat ettiği kayıtları mevcuttur .

Vakıf kayıtlarından onun 690/ 1291 tarihmerinden önce vefat ettiği anlaşılmaktadır. 695 H.’de yazılmış bu vakfiyede Hacı Bektaş Veli’den “merhum” ola­rak söz edilmektedir. Bu konuda Bedri Noyan da, onun “Nuşabur”da doğduğunu, babasının İbrahim, annesinin Hatem (veya Hateme) Hatun olduğunu belirttikten sonra, Bektaşi kaynaklarında Hacı Bektaş’ın doğumunun “mürüvvet” sözünün ebced karşılığı (646/1248), “reft” karşılığı (680/1281), yaşama süresinin “Muhammed” karşılığı (92) ve Hakk’a yürüyüşünün karşılığı (723/ 1325) veya karşılığı (738/ 1337) olarak verildiğini nakleder . Bu konu­da bu tür ilmi araştırmalarda dikkate alınması gereken bir hususu da belirt­mek gerekir. Velâyetnâme’de adı geçen, Mevlâna, Seyyir Mahmud-ı Hayrânî, Nureddin bin Cebe, Hacım Sultan vb. gibi birçok zâd XIII. yüzyılın ikinci yarısında yaşamış kimselerdir.

Bu da bize Hacı Bektaş Veli’nin yaşa­dığı çağ hakkında (XIII. yüzyılın ikinci yarısı) tahminî bir fikir vermektedir. Genel olarak kaynaklarda verilen doğum tarihlerinin 1209-1248 arası, vefât tarihlerinin de 1270-1337 arası olduğu görülmektedir. Bu durum Hacı Bektaş Veli’nin XIII. yüzyılın ikinci yarı­sında yaşamış olduğunu kesinleştirmektedir.

Velâyatnâme’de Hacı Bektaş’ın babasının “İbrahimü’s-Sânî”, annesinin ise Nişabur şehri âlimlerinden Şeyh Ahmed’in kızı olduğu yazılıdır. Bu hususta şu kayıtları görmekteyiz: Sultan İbrahimü’s-Sâni ile Hatem 24 yıl evli kaldıkları hâlde çocukları olmaz. Sultan İbrahim, şehrin ileri gelenlerini toplayarak, bir erkek çocuğunun olması için dualar edilmesini, Kur’an-ı Kerim’den hatimler yapılmasını ister. Buna karşılık ihsanlarda bulunur. Bir hafta kadar hatimler yapılır, dualar edilir. Nitekim Hâteme Hatun Sultan İbrahim’den gebe kalır, müddeti dolunca da nur topu gibi bir erkek çocukları olur. Çocuğunun adını “Bektaş” koyarlar:

“Göricek yüzüni oğlunun o mâh
Adını Bektaş virdi onun şâh”  dediler.

2. Adı:
Vakfiyelerde ve diğer bazı kaynaklarda “Hacı Bektaş” olarak anılmasının daha sonraki hac’la ilgili kerâmeti dolayısıyla söz konusu olduğunu sanıyoruz. Ali’nin Künhü’l-Ahbâr’ı gibi daha sonra yazıları bazı kaynaklarda da Hacı Bektaş’ın sadece bir kalâp olduğu nakledilir.

“Bektaş” kelimesi bazen “Bektaş”, “Bekdeş”, “Petteş” gibi farklı şekillerde yazılmıştır. Bu kelime, “eş, benzer, misil, muâdil”  anlamlarına gelmektedir.

Ayrıca “Âmedan-ı Tâife-i Bektaşiyân be-Hânkâh-ı Hâce-i Cihân” adlı bir yazmada “Bektaş”ın beş harf olduğu ve her beş harfin de mânâları şu şekilde ifade edilmektedir.

“Bektaş beş harfdür: Evvel harf, bâ’dur: Bâ bulûğa işaretdür, yani kişi kendünün zâtınun esrarına vâkıf ve sıfatunun kârma ârif ola ki derecesi bâliğini bula, ki ol derece………..derecesidür. Üçüncü harftâ’dur: Tâ türâba işaretdür. Yani işi türâb misâli olup her kişinin pâmâli ola ve hiç kimse ile kıl u kâli olmayup gönlinde dünyâ eşgâli yir idinmeye. Fekr-la hâli hoş ola, tâ ki fukarâ menzilin bula. Dördüncü harf, elif dür: Elif uhuvvete isaretdür. Ya’ni kişi kimse her mu’mini yad bilmeyip uhuvvet eyleye âhiret için muhabbet ide müzâheret içün” ki buyurmuştur. Resül Hazreti (a.nı.). Beşinci harf, Şin’dür: Şin şeyne işaretdür. Yeşn arla ola bi’ar olmaya ve a’mâl-i kubihaden perhiz idüp ahval-i sahiha ile temiz ola, tâ ki makâmın bula ki yirde vekarına dalel ve ârme zelel gelmeye .

Prof. Dr. Esad Coşan, “Bektaş”ın lâkap olduğunu, zirâ “o zamanlarda âlim ve asil kişilerin -İranlı veya başka bir soydan olsa bile- muhakkak dini mahiyette bir ismi bulunduğunu” belirtmektedir.

Gerek Vilâyetnâmelerde, gerekse Hacı Bektaş’la ilgili diğer bazı eserler-de, Hacı Bektaş Veli için söylenen şu sıfatlar vardır: “Kutbu’l Aktâb, mesned-i ul’lul­ilhâb, Sultânu’l-evliyâ, Burhâmü’l­asfıyâ, Fahr-i erbâb-ı Bâbul-lâh, Envâ­rü’l-yâkin, Fatihü’l-evbâb-ı sülâle-i hazret-i sâhib-i sırr-ı ve’l-keşf, aşk deryası, Küşâde-i bâb-ı hikmet, Nesl’l sâki-i kevser, sâhib-i keşf-i ledünnî, Fahr-ı ma’den-i erkân, Sultânü’l­ârifın, ser-çeşme-i nûr-ı dîn, Tâcü’l­ârifin, Gavsü’l-vâsılîn, Heykel-i nûrânî, Kutb-ı Rabbâni…” vb.

“Hacı” lâkabı ise, Vilâyetnâme’de yer alan bir kerâmet sonucu Bektaş’ın asıl adıyla birlikte anıla gelmiştir. Vilâyetname’ye göre, Hacı Bektaş’ın hocası Lok­man-ı Perende Horasan’dan hacca gittiğinde; Arafat’ta vakfeye geçildiği zaman, arkadaşlarına: -Bugün arife, bizim evde şimdi bişi bişirirler demiş. Bu hâl Hacı Bektaş’a malûm olmuş, Lokman’ın evinde pişirileri bişiden bir tepsiye koyarak. bir dakika içinde Arafat’a ulaştırmıs. orada bunu yemişler. Hac dönüşü Nişabûr halkı kendisini karşıladığı ve tebrik ettiği zaman, Lokman. “asıl Hacı olan Bektaş’tır, hepimiz onu kutlayalım” diyerek onun bu kerâmetini halka duyurmuştur.

3. Anadolu’ya Gelişi:
Aslen Horasanlı olan ve Nişâbur şehrinde doğduğu bilinen Hacı Bektaş Veli şeyhinin dergâhında üç yıl hizmet ettikten sonra, şeyhinden emanetleri ve icazeti alır. Şeyhinin, “Müjdeler olsun ki Kutb’ul aktâblık” senindir; kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenmeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rum’a saldık. Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdallarına seni baş yaptık, demesiyle, Hacı Bektaş, Anadolu’ya gelmek için yola çıkar. Velâyetnâmedeki bu kayıt, tarihî kaynaklarca da doğrulanmaktadır.

Hacı Bektaş’ın Amasya, Kayseri, Sivas şehirlerine gittiği daha sonra Karacahöyük’e yerleştiği de Aşıkpaşazâde tarafından nakledilmektedir. Değişik kaynaklarda Hacı Bektaş’ın önce Necef, Kerbelâ, Bağdat ve bazı imamların makamlarını ziyaret ettiği; Şanı Kudüs, Halep, Gaziantep, Elbistan, Tarsus, Bozhöyük, Muğla Kalesi gibi birtakım yerleri de dolaştığı kaydedilmektedir.

Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük’e geldiği zaman İdris Hoca ile karısı Kutlu Melek (Kadıncık Ana)in misafiri olur, kendisinin ilk müritleri de bunlardır .

4. Vefatı
Hacı Bektaş Veli’nin vefatı da doğumu gibi. ihtilaflıdır. Kaynakların çoğu onun 63 yıl yaşadığı H. 606 (1209)’da doğup H.669 (127:)de vefat ettiğini kaydetmektedir. Müritlerinin doğum tarihleriyle uyuşması açısından 1270’den sonra verilen tarihlerin de göz önünde bulundurulması gerektiğini hatırlatarak onun kesin olarak 13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın başına rastlayan tarihlerde vefat ettiğini söyleyebiliriz.

Aşık Paşazâde Tarihinde, Hacı Bek­taş’ın kardeşi Menteş’in şehit edildiğini, Hacı Bektaş’ın Kayseri’den Karacahöyük’e geldiği ve mezarının orada olduğu kaydedilmektedir .

5. Mezarı:
Hacı Bektaş Dergâhı’nın üçüncü avlusu olan Hazret Avlusu’nun giriş kapısının karşısındaki bölümdedir.

Türbenin, Hacı Bektaş’ın ölümünden 242 yıl sonra ( 1582) Yasinabud Livası Emiri Murad bin Adullah tarafından yaptırıldığı anlaşılmaktadır . Avlu kapısından sekiz basamak merdivenle aşağı inilir. Merdivenin karşısında asıl binaya giriş kapısı bulunmaktadır. Bu kapıya kadar yolun iki kenarında Dede, Baba ve Babagânın on iki tane mezarı vardır.

Hacı Bektaş Türbesi’nin Selçuklu mi­marisinin güzel örnekleriyle işlenmiş mermer bir (Akkapı) medheli vardır. Buradan iki basamak merdivenle loş bir koridora girilir. Koridorun, sağ tarafında Kızılca Halvet (Çilehâne-Çile Damı) vardır. Halvet kapısının tanı karşısında yüklük şeklinde bir girinti vardır.

İkinci kapıdan “Kırklar Meydanı’na girilir. Kırklar Meydanı’na girilen kapının sağ tarafında Hacı Bektaş Veli’nin sandukasının bulunduğu yatırın giriş kapısı vardır. “Gök eşik”ten içeri girilince, tahminen 5X5 metre ebadında türbe ortasında Hz. Pîr’in yüksek sandukası görülür. Yatırda büyük bir azamet ve kutsallık vardır .

6. Eserleri:
Bilindiği gibi, yakın zamana kadar Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu bilinen eserlerin sayısı oldukça azdı. Fuat Köp­rülü, “Anadolu’da İslâmiyet” adlı maka­lesinde Hacı Bektaş Veli’nin bir Fatiha Tefsiri, bir Makâlât’ı bir de Farisi bir eseri olduğunu nakletmekte. Daha sonraki araştırmacıların Hacı Bektaş’a ait olduğunu söyledikleri eserler ise şunlardır:

a) Kitabü’l-Fevâ’idi:
İstanbul Üniversitesindeki nüsha (Ty.55)da, anlatım üçüncü şahıs ağzından verilmektedir. Abdülbâki Gölpınarlı, bu eserin Hacı Bektaş Veli’ye ait olmayıp, Mesnevî, Nefehât… gibi bazı tasavvufi eserlerden iktibaslarla oluşturulduğunu söyler.

Eserin Üniversitedeki yazması Türkçe’ye çevrilmis ve basılmıştır. Eser ­muhteva olarak Makalât’la çok büyük benzerlikler göstermektedir. Prof. Dr. Esad Coşan, eser hakkındaki mütealâlarını belirtirken, eserin, gerçekten Hacı Bektaş’la ilgili olduğunu, ancak “eserin muhtelif ilâve ve tahrifler ile asli hüviyetinden uzaklaştığı”nı  söyler.

b) Fatiha Suresi Tefsiri:
Hacı Bektaş Veli’nin böyle bir eseri bulunduğunu ilk defa Fuad Köprülü haber vermiştir. Ancak o da Bahâ Sa’id Bey’in verdiği ma’lumata dayanır. Bahâ Sa’id Bey, sonradan yanan Tire Kütüp­hanesi’nde Hacı Bektaş’a ait bir tefsir-i Fatiha olduğunu söylemistir. Prof. Dr. Esad Coşan ise, “Tire Kütüphanesi­ne gittiğini, fakat eserin ne nüshasına ne de eserle ilgili bir kayda rastlayamadığını belirtmektedir.

Mutasavvıfların bilhassa Fatiha, Yasin-i Şerif tefsiri gibi birtakım tefsirler yapmaları Hacı Bektaş’ın da böyle bir eseri bulunabileceğini muhtemel kılıyor.

c) Şathiyya:
Hacı Bektaş Veli’nin iki sayfa kadar tutan bir şathiyyesi olduğunu yine Ab­dülbaki Gölpınarlı nakletmektedir. 1680 yılında Enverî mahlası Hurufı ve Nakşî bir müellif tarafından nazım ve nesir karışık olarak “Tuhfetü’s-Salikîn” adıyla şerhedilen bu eserin yeri bilinmiyor. Bu konuda, Türk Ansiklopedisi’nin “Bektaş” maddesinde sınırlı bilgi veren A. Gölpınarlı, eserin bulunduğu yeri zikretmemiştir.

ç) Hacı Bektaş’ın Nasihatleri:

Hacı Bektaş Veli’ye ait nasihat ve vasiyetler, bir nüshası Hacıbektaş İlçesi Halk Kütüphanesi Ktp. no:29’da kayıtlı olan ve Dedemoğlu tarafından yazılan “Akâid-i Tarikat”ı müteakiben kaydedilmiştir. Nasihatların İstanbul Arkeoloji Müzesi Ktp.no: 891’de kayıtlı “Mecmuatü’r-resâil” içinde eksik olarak bulunduğu da bilinmektedir.

Bu nasihatların gerçekten Hacı Bektaş’a ait olup olmadığı konusunda kesin bir delil bulunmamaktadır.

d) Besmele Şerhi:
Bir nüshası Manisa Kütüphanesi’nde bulunan bu eser Türkçe olarak kaleme alınmıştır. Eser, Hacı Bektaş Veli Besmele Tefsiri adıyla neşredilmiştir .

Hacı Bektaş Veli bu eserinde besmelenin mânâ ve ruhunu yorumlar. Bunu yaparken de ayet, hadis ve birtakım kıssalardan deliller getirir.

e) Hacı Bektaş’a ait olduğu söylenen diğer eserler:
Abdulbaki Gölpınarlı tarafından Hacı Bektaş’a ait bir “Hadis-i Erba’în Şerhi” bulunduğu nakledilmiştir . Ayrıca, “Makalât-ı Gaybiyye ve Kelimât-ı Ayniyye” adlı bir diger eserin de ona ait olduğu söylendiği halde esere dair herhangi bir kayda rastlanmamıştır.

Hacı Bektaş’a atfedilen şiirlerin de, esasen “onun enfes evlâdı olarak bilinen ve İdris Hoca ile Ana Hatun soyundan gelen üç tane Bektaş Çelebi’den ilki olan Zekr-nûş Yusuf Bali oğlu Bektaş Çelebi ( 1554-1580)’ye ait olduğu muhtemel görülmektedir.”

Hacı Bektaş Veli’nin “Hunda-nâme” ve “Üssü’l-Hakikâ” adlı eke eserinin daha olduğu söylenmekteyse de, şimdi­ye kadar hiçbir nüshasına rastlanılmaması, bizim bu eserlerin kimliği hakkında bir yargıda bulunmamızı güçlendirmektedir.

f) Makâlât:

Prof. Dr. Esad Coşan tarafından neş­redilen Makâlât’ın aslı, Arapça’dır. Velâyetnâme’de “Said Emre’nin Makâ­lât’ı Türkçe’ye çevirdiği söylenir. Oldukça zengin bir nüsha özelliğine sahip olan eserin aynı zamanda manzum ve mensur türleri de bulunmaktadır.

Makâlât’ın ona ait olduğu konusunda hiç süphe bulunmamaktadır. Çeşitli dini ve tasavvufi meselelerin çok açık bir şekilde ele alındığı bu eserin asıl önemli özelliği, Hacı Bektaş Veli’nin şimdiye kadar tanıtıldığı gibi Şiî-Batınî bir kişilikte olmayıp, aksine şeriate bağlı bir mutasavvıf olduğunu açıkça göstermesidir.

Makalât bilindiği gibi, dört kapı-kırk makam tertibi üzre kaleme alınmıştır. Bu tertip, Ahmed Yesevi’nin “Fakr­nâme”siyle hemen hemen aynıdır. Dört kapı (şeriat-tarikat-ma’rifet­hakikat) kırk makam anlayışı Türk mutasavvıflarının kabul ve takip ettikleri bir sülük anlayışıdır. Makâlât, bu özelli­ğiyle, Fakr-nâme’nin bir şerhi gibidir. Bir Hacı Bektaş muakkibi olan Yunus Emre de, şiirlerinde bu sülûk usulünü oldukça geniş olarak ele almıştır.

Bu da bize göstermektedir ki Türkistan’da Ahmed Yesevi ile başlayan tasavvuf hareketi, Anadolu’da Hacı Bektaş Veli ve Yunus Emre ile hayat bulmuştur. Bu üç gönül adamı fikirleri itibariyle birbirini takip eden ve bütünleyen bir zincirin halkalarıdır.

türkceciler.com

Hacı Bektaş Veli Sözleri -1————————–Hacı Bektaş Veli Hayatı, Felsefesi, Tarikatı, Eserleri
Hacı Bektaş Veli Sözleri -2————————–Hacı Bektaş Veli Şiirlerinden Seçmeler
Hacı Bektaş Veli Sözleri -3
Hacı Bektaş Veli Sözleri -4


filozof/bektailik” 204″ 216″

TARİHSEL VERİLER IŞIĞINDA HACI BEKTAŞ VELİ:

Hacı Bektaş Veli, Osmanlı İmparatorluğunda XIV. yüzyıldan itibaren, sosyal ve siyasi bakımdan büyük etkinliği olan, II. Mahmut tarafından Yeniçeri Ocağı ile birlikte kapatılan, Abdülaziz zamanında tekrar canlanan ve 25 Kasım 1925 tarihinde Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına kadar devam eden Bektaşi tarikatının piridir. Hacı Bektaş Veli’nin harcını kardığı Alevi-Bektaşi anlayışı, Anadolu’nun yanı sıra Balkanlar, Arnavutluk, Yunanistan, Bulgaristan, Bosna, Kosova, Makedonya, Gül Baba türbesinin bulunduğu Macaristan’ın Budapeşte şehrinden Azerbaycan’a kadar bir çok yerde kabul görmüş ve benimsenmiştir.

Hacı Bektaş Veli’nin düşünce ve öğretisinin yayılması, ölümünden çok daha sonra, 14.yüzyıl başlarında kurulan tarikatının, 16.yüzyıl başlarında etkinlik kazanması ile olmuştur. Hacı Bektaş Veli, hakkında anlatılan söylencelerle, tarihsel gerçekliklerden kopuk olarak yaşatılmıştır. Kendi döneminde tanınmaktadır ve Mevlana, Baba İlyas, Ahi Evren’le çağdaştır. Kaynaklar bu dönemin ünlülerinin ilişkilerini mistik bir dille anlatırlar. Döneme ait bilgiler aktaran Aşıkpaşazade, Eflâki, Elvan Çelebi, Vasiti gibi yazarlar, Hacı Bektaş’a ait bilgilere yer vermişlerdir. Ölümünden sonraki yıllarda, hakkında “Vilayetname” düzenlenir. Adına tarikat kurulur. Mevlevi inançlı Eflâki’nin, Hacı Bektaş Veli’yi kendi tarikat önderleriyle kıyaslayarak, küçük düşürücü öyküler anlatması, dönemin mezhep ve tarikat bağnazlığından kaynaklanmaktadır. Alevi – Bektaşilik’le ilgili belge ve kaynakların yokedildiği de, tarihsel bir gerçektir. Bu durum da, Hacı Bektaş Veli’ye ilişkin, sağlıklı bilgilere ulaşmamıza engel olmuştur.

Hacı Bektaş Veli’nin doğumu, ölümü, kim tarafından eğitildiği, Anadolu’ya tam olarak hangi tarihte geldiğine dair kesin bilgiler bulunmamaktadır. Hakkında bilgi veren en eski kaynaklardan biri olan Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli, Hz. Ali’nin soyundan yedinci İmam Musa Kazım nesline bağlanarak, soy seceresi hakkında şu bilgi verilmektedir. “Hacı Bektaş Veli, Seyyid Muhammed İbrâhim-î Sânî, Seyid Mûsa’î-Sânî, İbrâhim Mükerrem el-Mücâb, İmam Mûsâ Kâzım.” Ancak bu silsilenin doğruluk derecesi de tartışma konusu olmuştur. Hz. Ali ile Hacı Bektaş Veli arasındaki şahısların azlığı nedeniyle, silsilede noksanlık veya kopukluklar olabileceği ileri sürülmüştür.

Hoca Ahmet Yesevi tarafından yetiştirilip Anadolu’ya gönderildiği iddialarına karşılık, yaşadıkları dönem göz önünde bulundurulduğunda, 1166’da ölen Ahmet Yesevi ile 1209-1271’de yaşayan Hacı Bektaş Veli’nin aynı zaman diliminde yaşamadıkları açıktır. Yaygın olan kanaate göre, Lokman Perende’nin himayesinde ve Yesevilik öğretisinin etkin olduğu bir ortamda yetişmiştir. Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli’nin Anadolu’ya gelişi şöyle aktarılmaktadır. “Kürdistan’da bir kavmin içinde bir zaman eğleşir.(……) O kavmi kendisine bağlar.(……) Rum ülkesine yürür. Elbistan’da Ashâb- ı Kehf mağarasına uğrar. Orada erbain çıkarır. Kayseri’ye doğru yola çıkar.(……) Rum ülkesine Zülkadirli ilinde Bozok’tan girer. Sulucakarahöyük’e iner”. Horasan ve Erdebil’de aldığı tekke eğitimi, Anadolu’ya geliş yolu ve Anadolu’da bulunduğu yerler dikkate alındığında, Hacı Bektaş Veli, Yesevilik, Melamilik, Batınilik, İsmaililik, Ahilik, Babailik, Mevlevilik, Kalenderilik gibi dönemin inanç ve anlayışlarını, yakından tanıyor ve biliyor olmalıdır.

Baba İlyas’ın torununun oğlu Elvan Çelebi (Ölümü:1359) tarafından yazılan ve Baba İlyas’ın söylencelere dayalı yaşam öyküsünün anlatıldığı Menâkıbu’l-Kudsiyye fî Menâsıbı’l-Ünsiyye’de, Hacı Bektaş Veli, Baba İlyas’ın halifeleri arasında sayılmaktadır. Aynı eserde, ‘Baba Resûl’ ile Baba İshak’ın değil Baba İlyas’ın anlatıldığı görülmektedir.

Eflâkî’nin 718(1318)-754(1353) yılları arasında yazdığı, Menâkıbu’l-Ârîfin adlı kitabı da, Hacı Bektaş Veli’nin, Rum beldesinde ayaklanmaya sebep olan Baba Resûl’ün halîfe-i has’ı (gözde müridi) olduğunu ifade ederek, bu bilgiyi doğrulamaktadır. Eflâki, Hacı Bektaş Veli’nin “ârif ve yakîn’e” ermiş olduğunu, fakat İslam’ın kurallarına uymadığını belirtmektedir. Eflâkî, Hacı Bektaş adını üç yerde kullanmakta ve büyük atası Baba İlyas’ın altmış halifesi arasında saymaktadır.. Baba İlyas’ın altmış halifesi arasında, Osman Gazi’nin kayınpederi Ede Bâlî’nin de olduğunu, Eflâkî’den öğrenmekteyiz.

Tarihçi Âşıkpaşazâde’nin (Ölümü:1481) 1478’de yazdığı Vekayinâmesinden, Hacı Bektaş Veli’nin kardeşi Menteş ile Horasan’dan gelerek, 1240 yılındaki Babai ayaklanmasının öncüsü Baba İlyas’ın yanında yerlerini aldıklarını öğreniyoruz. Hacı Bektaş’ın Anadolu’ya gelmesini beyan edeyim” diye başlayan Âşıkpaşazâde’nin anlatımı şöyle: “Bu Hacı Bektaş Horasan’dan kalktı. Bir kardeşi vardı, Menteş derlerdi. Birlikte kalktılar. Anadoluya gelmeye heves ettiler.. O zamanda Baba İlyas gelmiş, Anadolu’da oturur olmuştu. Meğer onu görmek isteğiyle gelmişler. Onun dahi hikayesi çoktur. Hacı Bektaş kardeşiyle Sivas’a, Sivas’tan Baba İlyas’a geldiler. Oradan Kırşehir’e, Kırşehir’den Kayseriye geldiler.. Hacı Bektaş kardeşini Kayseri’den gönderdi. Vardı Sivas’a çıktı. Oraya varınca eceli yetişti onu şehit ettiler..”

Baba İlyas’ın örgütlediği, Baba İshak’ın yönettiği 1240’daki Babai ayaklanmasında Sivas’da öldüğü anlaşılan Menteş ile kardeşi Hacı Bektaş Veli’nin yollarının, ayaklanmadan önce ayrıldığı; Hacı Bektaş Veli’nin Babailerin kırımı ile sonuçlanan, Malya Ovası’ndaki savaşa katılmadığı ve Sulucakarahöyük’e (Hacıbektaş’a) geldiği anlaşılmaktadır.

Aşıkpaşazade’ye göre, Hacı Bektaş Veli kendinden geçmiş bir meczub idi. Tarikatı ve müridleri yoktu. Hacı Bektaş Veli’nin; Aşıkpaşazade’nin Hatun Ana dediği (Vilayetnamede Kutlu Melek – Fatma Ana – Kadıncık Ana isimleri ile anılan), manevi bir kızı olduğunu; tasavvuf öğretisini ve kerametlerini ona emanet ettiğini; Hatun Ana’nın da bunları Abdal Musa’ya aktardığını, Aşıkpaşazade’den öğreniyoruz. Bu bilgiyi, Abdal Musa Vilayetnamesi de doğrulamaktadır. Bu bilgiler, o çağdaki “kadının”, erkek müridi olacak kadar, yüksek bir statüye sahip olduğunu göstermektedir. Vilayetname’deki anlatımlar da, İslami dönemdeki kısıtlamalardan önce, kadının sosyal yaşamda etkin bir yerde olduğunu ortaya koymaktadır. Meclislerde erkeklerin yanında yer almakta ve yabancı konuklara hoş geldin diyebilmektedirler.

Vilayetname’de, Hacı Bektaş Veli’nin Osman Gazi’ye kılıç kuşatıp Elif Tac giydirdiği yazılı ise de, Aşıkpaşazade bu konuda açık ve kesin bir bilgi vererek, Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı Hanedanından kimse ile görüşmediğini açıkca ifade etmektedir. Aşıkpaşazade, Eflâkî ve Elvan Çelebi’nin anlatımları ile Hacı Bektaş Veli Türbesinden gelen ve Ankara Kütüphanesinde korunan, Ciritli Derviş Ali (Resmî Ali Baba) tarafından 1176(1765)’da kopya edilmiş Vilayetnamede, Hacı Bektaş Veli’nin 606(1209/1210)’da doğduğu, 63 yıl yaşayarak 669(1270/1271)’de öldüğüne dair verilen bilgi örtüşmektedir. 1281’de, 23 yaşındayken Kayı Boyu’nun yönetimini üstlenen Osman Gazi’ye, Hacı Bektaş Veli’nin kılıç kuşatıp Elif Tac giydirmesinin, Hacı Bektaş Veli ile ilişkilendirilen Yeniçeri Ocağının kurulmasından sonra, Vilayetname’ye eklenmiş olabileceğini düşündürtmektedir.

Hacı Bektaş Veli’nin çocuklarının olup olmadığı, Alevi ve Bektaşiler arasında ihtilaf konusu olmuştur. Ortaya atılan farklı iki iddia vardır. Çelebiler, Hacı Bektaş Veli’nin Fatma Nuriye veya Kadıncık Ana (Kutlu Melek)’dan Seyyid Ali Sultan (Timurtaş) adlı bir çocuğun dünyaya geldiğini, kendilerinin de bu soydan olduklarını iddia etmektedirler. Babağan (Babalar) kolu ise, Hacı Bektaş Veli’nin mücerret kaldığını, dünyadan da mücerret olarak göçtüğünü iddia etmektedirler. Bu grup mensuplarına göre, bugün Hacı Bektaş Veli’nin evladı olarak bilinenler, Pir’in Kadıncık Ana’dan gelen nefes (yol) evladlarıdır.

Hayatının büyük bir kısmını Sulucakarahöyük’te (Hacıbektaş) geçiren Hacı Bektaş Veli, ömrünü de burada tamamlamıştır. Mezarı, Nevşehir İli’ne bağlı Hacıbektaş İlçesi’nde bulunmaktadır.

YAŞAM FELSEFESİ, İNANÇ VE ÖĞRETİSİ:
Hacı Bektaş Veli’nin 13.yüzyılda temellerini attığı ve günümüzde de geçerliliğini koruyan düşüncelerinin ışığını; O’nun (yada O’na atfedilen) şiirleri ve özdeyişlerinde; hakkında anlatılan söylencelerin satır aralarında buluyoruz. Bu şiir ve özdeyişlerle, söylencelerin satır aralarında; Hacı Bektaş Veli’nin, sevgi, eşitlik, tanrı, din, paylaşım, hoşgörü, bilim, eğitim gibi kavramlara bakışını yakalıyoruz. Felsefesini insan sevgisi, hoşgörü, paylaşım ve toplumsal eşitlik ilkeleri üzerine oluşturduğunu görüyoruz.

Hacı Bektaş Veli’nin, Hoca Ahmed Yesevi Dergahı’ndaki eğitim ve öğrenimini tamamladıktan sonra; 1

2. ve 13. yüzyılın savaş ve kargaşa ortamında, barışın simgesi olan bir güvercin donuyla Anadolu’ya geldiği söylencesi oldukça anlamlıdır. (Velayetname’de her ne kadar Hacı Bektaş Veli’nin Hoca Ahmed Yesevi’den emanetlerini aldığı ifade edilerek, Hacı Bektaş Veli onun çağdaşıymış gibi gösterilmekte ise de, aslında ikisinin yaşamı arasında bir asırlık fark vardır. Bu ilişki, sadece manevi bir ilişkidir.) Anadolu’ya geldiğinde, mazlumun ve yoksul Anadolu halkının safında yerini alan, bir süre Amasya’da Baba İlyas’la birlikte hizmet veren Hacı Bektaş Veli; daha sonra güvercin donunda Sulucakarahöyük’e, bugünkü Hacıbektaş ilçesine yerleşerek, Anadolu insanının yaşam biçimleri, inançları ve kültürel değerlerinin sentezinden oluşturduğu, Anadolu Alevi ve Bektaşi inancını ve yaşam felsefesini burada yeşertmiştir.

Hacı Bektaş Veli’nin, savaş yerine barışı; düşmanlık yerine dostluğu; kin yerine sevgiyi ve hoşgörüyü benimseyen,  hümanist bir anlayışa sahip olduğunu görmekteyiz.

Bir çok medeniyetlere evsahipliği yapmış olan Anadolu; 13.yüzyıldan itibaren, Hacı Bektaş Veli’nin “düşünce karanlığına ışık tutanlara ne mutlu”, “nefsine ağır geleni kimseye uygulamayınız” , “eline, beline, diline sahip ol” , “yetmişiki milleti bir gör” anlayışı ile yoğurulur.  “Yolumuz, ilim, irfan ve insanlık sevgisi üzerine kurulmuştur” diyen Hacı Bektaş Veli; öğretisinin temel ilkelerini oluşturan bu dizeleriyle, günümüz insanının ulaşmaya çalıştığı hedeflere işaret ettiği anlaşılmaktadır.

Hararet nardadır, sac’da değildir,
Keramet baştadır, tac’da değildir,
Her ne arar isen, kendinde ara,
Kudüs’te, Mekke’de, Hac’da değildir.

diyen Hacı Bektaş Veli, her şeyi insanda arayan; Hakk’ı kendi özünde, kendi özünü Hakk’ta bulan anlayışıyla, sevgiyi ve bilimi kendisine rehber kılmıştır. Hacı Bektaş Veli’ye duyulan ilgi, saygı ve sevgi, Alevi-Bektaşi öğretisinin temelini oluşturan İnsan-Tanrı-Doğa sevgisine  dayanan hümanist yaşam felsefesi ve öğretisinden kaynaklanmaktadır. O’nun anlayışında dinin kaynağı tanrı korkusuna değil, tanrı sevgisine dayanır.

“Bilimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır”, ” kadınları okutunuz”, ” okunacak en büyük kitap insandır” diyen Hacı Bektaş Veli, inancı hurafelerden arındıran; akla, mantığa ve sevgi temeline dayandıran; kadın ve erkek eşitliğini savunan ve döneminde Hatun Ana (Kadıncık Ana) önderliğinde kurulan Anadolu Bacıları teşkilatına büyük destek veren bir düşünce adamıdır. Halk kültürüne ve eğitimine önem veren; üretimde ve paylaşımda sosyal adalet ilkesini benimseyen; “insanın alnı açık ve cesur dolaşması için her şeyden önce adaletli olması gerektiğini” savunan bir düşünürdür.

Hacı Bektaş Veli Dergahı, Alevi-Bektaşi inancının bir merkezi olduğu gibi; sosyoekonomik, kültürel ve politik dayanışmanın da bir merkezi olmuştur. Bir kültür merkezi olan bu dergahta, halkı aydınlatacak ve halkın sorunlarıyla ilgilenecek dervişler, mürşitler, dedeler, dede-babalar yetişmiştir. Ahi kurumlarıyla (meslek loncalarıyla) birlikte, çeşitli meslek dallarında eğitim verilmiştir.

“Hiç bir milleti ve insanı ayıplamayınız!” diyen Hacı Bektaş Veli; Anadolu’nun sosyal, siyasal, ekonomik, etnik ve dinsel yapısını dikkate alarak, sevgi ve hoşgörü kültürünün temellerini atmıştır. Uygarlıklar beşiği Anadolu’nun zengin kültür mozaiğini, bozmadan; parçalamadan; farklılıklarıyla; sevgi ve hoşgörü temelinde biraraya getirerek ve tasavvufla yoğurarak, Anadolu Alevi ve Bektaşiliği’nin doğmasına öncülük etmiştir. Farklı dillerden, farklı kökenlerden ve kültürlerden gelen insanları bir bilen; ceylanla arslanı dost olarak kucaklayan, bu anlayıştır. Bu anlayışın, Evrensel İnsan Hakları Beyannamesinde ifade edilen düşüncelerin temeli olduğu; günümüz insanının, hala bu anlayışa ulaşma çabası içinde olduğu yadsınamaz.