Gülşehri Kimdir, Hayatı, Eserleri, Edebi Kişiliği, Hakkında Bilgi
Gülşehr (ö. 717/1317’den sonra) Mutasavvıf şair.
Kaynaklarda hayatına dair pek az bilgi vardır. Hakkında bilinenler, kendi eserlerindeki bazı kayıtlarla kendinden sonra yaşamış Ahmedî (ö. 815/1412-13), Hatiboğlu (ö. 838/ 1435ten sonra) ve Kemal Ümmî (ö. 880/1475) gibi birkaç şairin şiirlerinde rastlanan birtakım sözlerden ibarettir.
717’de (1317) kaleme aldığı Mantıku’t-tayr’daki bazı beyitlerden onun Kırşehir’de (Gülşehri) zaviye sahibi, müridi çok ve bütün şehir halkınca tanınan, evinde her gece semâ yapılır, saygıyla eli öpülür meşhur bir şeyh olduğu öğrenilmektedir. Hârizm’den gelip Kırşehir, Eskişehir ve Ankara dolaylarına iskân edilmiş Oğuz boylarından birine mensup olduğu sanılan Gülşehrî’nin Kırşehir’e ne zaman yerleştiği belli değildir. Mevlâna Celâleddîn-i Rûmî’nin ölümünden sonra Sultan Veled’in, kendisini Mevlevi tarikatını yaymak ve bir zaviye kurmak üzere Kırşehir’e göndermiş olması ihtimalinden söz edilirse de bu husus henüz açıklık kazanmamıştır.
Yerleştiği yerin adını kendine mahlas olarak alan şairin asıl adının Ahmed veya Süleyman olabileceği ileri sürülmektedir. Bazı araştırmacılar, Mantıku’t-tayr’ın İstanbul Arkeoloji Müzeleri Kütüphanesi” n-de bulunan nüshasının (nr. 1360) baş tarafındaki “Kitâbü Mantıki’t-tayr min kelâmi şeyhi’İ-muhakkikin mürşidi’t-tâ-libîn el-âlimü’l-fâzıl eş-Şeyh Ahmed el-Gülşehif ibaresine dayanarak şairin adının Ahmed olması gerektiği düşüncesindedirler. Fakat Gülşehrî’nin gerek kendi eserlerinde gerekse hakkında bilgi veren diğer eserlerde Ahmed ismine rastlanmadığı gibi Kırşehir’de Şeyh Ahmed adında bir kimsenin türbesi de mevcut değildir, öte yandan Manüku’t-tayr’ûa Süleyman adının sık sık geçmesi ve Kırşehir’de de Şeyh Süleyman adında birinin türbesinin bulunması, araştırmacılardan bazılarını şairin adının Süleyman olabileceği kanaatine götürmüştür. Kitapçı Raif Yelkenci de Gülşehrî’nin, Sultan Veled’in halifelerinden olup 697 Muharreminde Kırşehir’in doğusuna düşen bir yerde bir Mevlevi zaviyesi kurmuş olan Şeyh Süleymân-ı Türkmânî ile aynı kişi olduğunu ileri sürer. Ancak Mantıku’t-tayr’ûa geçen Süleyman isimlerinin hemen tamamı doğrudan doğruya Süleyman peygamberle ilgili olup hiçbir yerde Gülşehrî mahlasıyla birlikte zikredilmemektedir. Ayrıca Şeyh Süleyman’ın 710’da (1310) Sultan Veled’in ölümünden iki yıl önce vefat etmiş olduğu da anlaşılmaktadır (a.g.e, ay). Görüldüğü gibi şairin adı hakkındaki bilgiler kabul edilebilir olmaktan uzaktır. Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’i 717’de (1317) tamamlamış olmasına ve eserin sonundaki, “Şükr ol bir Tann’ya ki bu kelâm / Ömrümüzden ilerü oldu tamâm” beytine bakılırsa onun Kırşehir’de 717′-den sonraki bir tarihte ve epeyce ilerlemiş bir yaşta vefat ettiği anlaşılır.
Eserlerinden Gülşehrî’nin İslâmî ilimler yanında matematik, mantık ve felsefeye de vâkıf olduğu anlaşılmaktadır. Birçok seyahat yaptığını, kendinden önce yaşamış ve kendi zamanındaki şairlerin şiirlerini okuduğunu söyleyen Gülşehrî en çok Mevlânâ, Attâr, Senâî, Sa’dî ve Nİzâmî’nin tesirinde kalmıştır. Özellikle Mevlânâ’dan çok etkilenmiş olması onun Mevlevî olabileceğini akla getirirse de gerek Mevlevî kaynaklarında gerekse silsilenamelerde bunu doğrulayan bir kayda rastlanmamaktadır. Buna karşılık geniş bir tasavvuf kültürüne sahip olan Gülşehrî’nin Ahî Evran’ın talebelerinden olması muhtemeldir.
701’de (1301) Farsça olarak yazdığı Feleknâme’den sonra şöhret kazanan Gülşehrî kendisini Senâî, Attâr, Nizamî, Sa’dî, Mevlânâ ve Sultan Veled gibi büyük şairlerin takipçisi saymakta ve onlarla aynı daire İçinde görmektedir. Onun hem şeyh hem de şair olarak kendini tasavvuf ve edebiyat âleminin en büyük simaları arasında zikretmesi dikkati çekmiş ve bu yönü bazı şairlerce tenkit edilmiştir. Bunlar arasında Ahmedî, Gülşehrî gibi başka şairleri taklit etmediğini, yazdıklarının doğrudan doğruya kendisine ait bulunduğunu, Gülşehrî gibi kendini beğenmiş bir kimse olmadığını söyleyerek onu eleştirmektedir. Fakat Ahmedî’nin edebî şahsiyetinin teşekkülünde ve eserlerinde Gülşehrî’nin tesiri açıkça görülmektedir. Bu durum, Gülşehrî’nin dönemin en mühim şahsiyetlerinden biri olarak anılmaya değer bir şair olduğunu gösterdiği gibi, Mecmû-atü’n-nezâir ve Câmiu’n-nezâir gibi sonraki asırların tanınmış bazı şiir mecmularında manzumelerinin yer alması, onun şöhret ve tesirinin XVI. yüzyıl başlarına kadar devam ettiğini ortaya koymaktadır.
Devrindeki birçok şairin, Türkçe’nin Arapça ve Farsça’ya nisbetle kaba ve ifade bakımından kabiliyetsiz olduğu yolundaki görüşlerinin aksine fikir yürüten hemen hemen tek şair Gülşehrî’dir. Ferîdüddin Attâr’ın Mantıku’t-tayr’ını Türkçe’ye aktarırken alelade bir tercümeden ziyade, Türkçe’nin bütün imkânlarını kullanarak âdeta orijinal bir eser ortaya koyduğunu ve Türk dilinde daha önce bu kadar güzel bir eser meydana getirilmediğini söyleyerek övünmesi, onun şuurlu ve idealist bir kişi olduğunu göstermektedir Ayrıca eserleri didaktik ve sûfîyâne bir mahiyet taşıdığı halde dilinin sade ve temiz, üslûbunun itinalı ve canlı, nazmının ise devrine göre oldukça pürüzsüz oluşu, onun sanat kabiliyeti hakkında yeterli bir fikir verir. Gülşehrî’nin, Yûnus Emre’den sonra zamanının duyguca kuvvetli olduğu kadar usta bir şairi olarak da çağdaşlan arasında önemli bir yer tuttuğunda şüphe yoktur.