Tarihi Eserler

Gülbaba Türbesi-Tekkesi -Budapeşte- Özellikleri, Hakkında Bilgi

Gülbaba Tekkesi ve Türbesi.  Budin’de XVI. yüzyılda yapılmış türbe ve Bektaşî tekkesi.

Budin’in fetihinden az sonra, 1543-1548 yıllarında Budin Beylerbeyi Yahya Paşazade Mehmed Paşa tarafından Horozkapısı dışında. Veli Bey ılıcası yakı­nında Gülbababayırı denilen bağlık bir yerde yaptırılmıştır. Evliya Çelebi, “Der­vişleri gazaya gider; yaz ve kış meydan­larında çeşitli şamdan, çerağ, kandiller, buhurdanlar, gülabdanlar vardır. Kara ve deniz seyyahları mermer kapı ve du­varlarına pek çok beyitler yazmışlardır” dedikten sonra bu tekkenin Gazi Mihaloğulları’nın hayratı olduğunu bildirir. Yine Evliya Çelebi’ye göre Gülbaba, çi­çekli bir bahçe içinde kurşun örtülü bir kubbe altında yatar. Sandukası yeşil çu­ha ile örtülü olup başında Bektaşî tacı vardır. Seyyah, “Âşık u sâdıkınım ettim ziyaret ben gedâ / Bülbül-i gûyâ gibi ef-gân edem ey Gülbaba” diyerek herhal­de kendisinin de duvara bir beyit yazdı­ğına işaret eder. Evliya Çelebi daha son­ra türbedeki diğer iki beyti nakleder. Bunlardan ikincisinde Gülbaba’nın ne­reli olduğu bildirilir: “Merzifon’dan ge­lerek tuttu vatan / Şah Süleyman zama­nı Güllü Baba.” Evliya Çelebi aynı bilgiyi Budin’İn ziyaret yerlerini anlatırken de tekrarlar. Bu yıllarda Budin’İn en büyük müslüman mezarlığı Gülbaba Türbesi’nin çevresindeydi. Nitekim bu serhad şehrini tasvir eden eski bir gravürde, tekke ve türbenin bulunduğu Gülbababayın’nın kabirlerle kaplı olduğu işaretlenmiştir. Evliya Çelebi’nin ifadesiyle “nice Zaloğlu Rüstem gibi yiğitlerin” yattığı bu kabris­tan Budin kaybedildikten sonra ortadan kaldırılmış, XVIII. yüzyılda da bir hıristiyan mezarlığına dönüştürülmüştür.

Aslı Viyana’da bulunan 974 (1566) ta­rihli bir tamir kaydından öğrenildiğine göre Gülbaba Tekkesi altmış dervişi ba­rındıracak büyüklükteydi. Çok zengin vakıfları arasında Tuna üzerinde iki de­ğirmen. Felheviz ve Szent Mihâly kilise­lerine ait evlerle bir manastır, Jânos Ha-mamı’nın dört evi, tarlalar ve Solymâr nahiyesinin bütünü bulunuyordu. 1551 yılında Budin’e gelen Georg VVernher, buradaki ılıcalardan bahseden yazısın­da adını vermeksizin Güibaba Tekkesi1-ne de birkaç satır ayırmıştır.

Evliya Çelebi Budin’in kaybedilmesin­den yirmi dört yıl önce 1073’te (1662). Peter Lambeck 1666’da, Edvvard Brown da 1669-1671 yılları arasında Gülba­ba Tekkesi’ni ve türbeyi ziyaret etmiş­lerdir. Brown, adını “Dschulpapa” ola­rak verdiği tekkede şeyhin kendilerine kavun ve meyve ikram ettiğini, karşılı­ğında da birkaç parça gümüş verdikle­rini yazar.

Budin’in kaybedildiği yıllarda şehre gelen Giovanni Paolo Zenarolla burada üç tekke bulunduğunu bildirir. Bunlar­dan Hıdır Baba (Idirbaba) Tekkesi’nde on beş, Miftah (Miktar) Baba Tekkesi’nde yirmi dervişin barınmasına karşılık Gül­baba (GiulbaDa) Tekkesi’nde altmış der­viş bulunduğunu, buraya gelen misafir­lerin hoş karşılandığını, saygı ve ikram gördüğünü söyler. Budin’in 1686’da Türkler’den alınışına şahit olan İtalyan Bizozeri ise burayı, “Küçük bir koruluk içinde olan Gülbaba Tekkesi’nde bura­ya adını veren zatın kabri de vardır; bu mezarı çeşitli yerlerden Türkler ziyarete gelirler” diyerek anlatır.

Budin elden çıktıktan hemen sonra 1686’da çizilen bir resimde Gülbaba Tek­kesi kırk iki numara ile işaretlenmiştir. Fontana Nessenthaler’in yine Budin’in kaybedilmesinin ardından çizdiği gravür­de de yamaçta tekkenin harabesiyle da­ha yüksekte Gülbaba Türbesi sekiz köşeli mimarisi ve kubbesiyle belirtilmiştir.

1690’da tekke etrafındaki müslüman mezarlığı bağ haline getirilirken binala­rın bir kısmı üzerinde bir manastır ku­rulmuş, Gülbaba Türbesi olan yapı da Katolik Cizvit tarikatı rahipleri tarafın­dan işgal edilerek kiliseye çevrilmiştir. Fakat XIX. yüzyıl içinde bu tarikatın faali­yeti durdurulunca türbe hıristiyan iba­det yeri olmaktan çıkarılmıştır. Sultan Abdülaziz’in Batı Avrupa seyahati prog­ramında 1867’de Budapeşte’ye de uğ­raması tasarlandığında türbe, belediye tarafından padişahın ziyaret etmesi ih­timali düşünülerek acele düzenlenmiş, etrafında padişah için bir de çadır ku­rulmuştur. Ancak Abdülaziz buraya ka­dar gelmediğinden belediye başkanı, tür­benin tabanından küçük bir çukur açtı­rarak buradan aldığı toprağı Tuna üze­rinde bir gemide konaklayan padişaha gümüş bir kap içinde takdim etmiştir. Bundan böyle bir İslâm türbesi görünü­münde korunmasına özen gösterilen bu tarihî eser, âdeta Türk-Macar yakınlaş­masının bir sembolü olarak kabul edil­miştir. 1877 yılında Budapeşte’ye gelen, içlerinde Çaylak Tevfik’in de gazeteci ola­rak bulunduğu kalabalık bir Türk heye­ti türbeyi ziyaret etmiş, bu seyahat mü­nasebetiyle Çaylak Tevfik bir kitap yaz­dığı gibi Ibk. bibi.I Macarlar tarafından da içinde, “İttihâd-ı Macar ve Türk ola dâim mes’ûd” nakaratlı bir manzumenin yer aldığı Macarca bir kitap basılmıştır. Bu kitapta bulunan resimler arasında, Gülbaba Türbesi’nin bir İslâm kabrine dönüştürülmüş durumunu ve Türk he­yetinin burada Fatiha okuyuşunu göste­ren bir gravür yer almaktadır.

Türbenin çevresi XIX. yüzyılda önce Joseph Thoma’nın mülkiyetine geçmiş, daha sonra Johann Wagner adında bir mimar tarafından satın alınarak buraya Rönesans üslûbunda bir galeri inşa et­tirilmiştir. A. Kari Fischer. 1898’de Gül­baba ve türbesi hakkında bir monogra­fi yayımladığında bu galeri henüz yapım halindeydi A. Kari Fischer tarafından 1898’de yayımlanan küçük bir araştırmada yer alan bir resimde “tekkenin gö­rünümünü gösterir” denilmekteyse de bütünüyle Batı üslûbundaki bu yapı bir Türk Bektaşî tekkesini değil, aynı yerde sonradan kurulan Cizvit manastırını tas­vir etmektedir. Bu yıllarda Budapeşte’­ye gelen müslümanlar Gülbaba Türbesi-ni ziyareti ihmal etmiyorlardı. Fischer’in yazdığına göre, bir müslüman ziyaretçi türbe yakınındaki bir evin sahibi bulu­nan büyük annesine başvurarak evin al­tındaki, eski bir taş ocağı olan kayadan oyma bodrumu ziyaret etmek istemiş ve Budin’in işgali esnasında düşmandan kaçan soylu bir Türk kızının burada Öldü­ğünü söylemiştir. VVagner’in galerisinin yapımı sırasında türbenin kubbeden te­mele kadar çatlak olduğu anlaşılarak bi­nayı takviye için yapılan araştırmada te­melin yok denilecek kadar az olduğu gö­rülmüş ve içinde herhangi bir kabre de rastlanmamıştır. Gülbaba Türbesi’nin ma­hiyeti ve Cizvitler’in burayı kilise olarak kullandıkları dönemde ortadan kaldırılıp kaldırılmadığı hususunda artık bir araş­tırma yapılması mümkün değildir.

Osmanlı Devleti’nin son yıllarında bu türbe ile ilgilenilerek tamir ve tefrişi için yardımda bulunulmuştur. 1885’te Lajos Gri adında bir mimar türbeyi tamir et­miş. Budapeşte’de Türk elçiliğinde gö­revli Rumbeyoğlu Fahreddin, türbe ve Gülbaba ile ilgili bir monografi yayımla­mıştır. Budapeşte Üniversitesi mimarlık öğrencileri I. Dünya Savaşı yıllarında Ma­caristan’daki Türk eserlerinin rölövele-rini çizdiklerinde. Semih Rüstem adında bir öğrenci türbenin o yıllardaki duru­munu aksettiren plan ve kesitini çizerek 1917’de yayımlamıştır. Budapeşte’de 1926-1927 yıllarında başşehbender ola­rak görevli bulunan Müftüoğlu Ahmed 1877’de Budapeşte’de bulunan Dir Osmanlı hevetinm Cul-baba Türbesi içinde Fatiha okuyuşunu tasvir eden gravür Hikmet türbenin içini İstanbul’dan geti­rilen seccadelerle döşetmiştir. Gülbaba’-ya daima iyi duygular besleyen Macar­lar da onu konu alan bir oyun sahne­ye koymuş ve “Gülbaba” adıyla bir film yapmışlardır. Bu film 1940 veya 1941′-de İstanbul’da bir sinemada gösterilmiş­tir. Romancı ve masal yazan H. Chr. An-dersen ile besteci Huszka’nın Gülbaba ile ilgili eserleri olduğu söylenmektedir.

II. Dünya Savaşı’nın ardından Macaris­tan’da komünist rejim hâkim olunca tür­benin yıktırıldığı yolunda bir söylenti çık­mış, ancak bunun gerçek olmayıp sade­ce içindeki mefruşatın yok edildiği anla­şılmıştır. Macar hükümeti 1960’tan son­ra, daha önce Wagner tarafından yapılan ve çeşitli çarpışmalarda yer yer zarar gö­ren sütunlu ve kemerli galeriyi, belirli bir sanat akımının temsilcisi olmasına rağ­men yıktırarak türbenin meydana çıkma­sını sağlamış. Türk hükümeti de 1973′-te buraya birçok sanduka örtüsü, halı, şamdan ve yazı levhası göndermek su­retiyle iç dekorasyonunu tamamlatmıştır. Gülbaba Türbesi’nin yanına minareli ve kubbeli bir cami inşa edilerek burayı bir İslâm merkezi haline getirme projesi ise henüz gerçekleşmemiştir.

Gülbaba Türbesi, klasik Osmanlı dö­nemi Türk türbe üslûbuna uygun biçim­de sekizgen bir yapı olarak ve munta­zam kesme taştan inşa edilmiştir. Üstü aslında muhtemelen kurşun kaplı bir kubbe ile örtülüydü. Bina Cizvit papaz­ları tarafından kiliseye dönüştürüldü­ğünde iki pencere örülerek bir cephe­sinde Türk mimarisinde benzeri olma­yan oval bir pencere açılmış, kubbenin tepesine de binaya bir kilise görünü­mü vermesi için bir aydınlık feneri ek­lenmiştir. Fakat Fischer’in monografi­sinden öğrenildiğine göre kubbe delin-mediğinden bu aydınlık feneri gerçek­ten içeriyi aydınlatmıyordu. Son onarım­larda bu fener kaldırılarak kubbenin te­pesine Türk sanatındaki şekline hiç uy­mayan bir alem konulmuştur. Türbe ki­lise haline getirildiğinde yay kemerli ka­pının bu unsuru sökülerek giriş açıklığı üstteki sivri kemerle birleştirilmişken sonraları bu giriş aslına uygun biçime sokulmuştur.

Rumbeyoğlu Fahreddin türbede Gül-baba’yı anlatan bir levhanın bulunduğu­nu söyler. İlk beytinde, “Bunda medfun Gülbaba hazretleridir dâima / Bülbül-âsâ zâiridir rüh-ı pâk-i etkıyâ” denilen, Kemal adlı bir şaire ait bu methiye son­radan kaybolmuştur.

Gülbaba Türbesi’nin restore edilmesi için faaliyet göstermekle de tanınan müs-lüman Macar ilim adamı Hacı Abdülk-rim Germanus (Gyula Germanus) yapıyı bir kitabına ad olarak seçmiştir. Ancak Gon-dolatok Gül Baba Siryânâl (Gülbaba Türbesi’nde düşünceler) adlı bu kitap yazarın bir sembol olarak ele aldığı Gülbaba adı etrafında İslâm kültür ve medeniyetini tanıtmaya yönelik düşüncelerinin yer al­dığı bir eserdir.

Avrupa içlerindeki Osmanlı-Türk hâ­kimiyetinin günümüze kadar ulaşabilen pek az sayıdaki mimari hâtıralarından olan Gülbaba Türbesi, Macarlar’ın gös­terdiği ilgi ve Türkiye’nin desteği saye­sinde uzaklarda kalmış bir geçmişi hay­siyetli bir biçimde yaşatmaktadır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

İlgili Makaleler