GÖSTERGEBİLÎM
GÖSTERGEBİLÎM
Semiolojiyle eşanlamlı
olarak kullanılan Semiotik (gÖstergebİlim) terimi, en genel anlamda işaretlerin
İncelenmesi olarak tanımlanabilir. GÖstergebİlim bir bilim alanı olarak tüm
iletişim ve bildirim sistemleri ile formlarım inceler. Göstergebilimin teori
ve yöntemlerinin gelişmesi spesifik alanlarda olmuştur: Önce tıpta, daha sona
felsefede ve nihayet içinde bulunduğumuz yüzyılda dilbilimde Göstergebilimin
1950’lerden sonraki hızlı gelişimi sosyoloji, antropoloji, edebi ve kültürel
eleştiri, dilbilim ve psikanaliz de içinde olmak üzere çeşitli atılımlara dek
uzanmıştır. Böylece iletişimle ilgilenen tüm sosyal bilim disiplinleri
üzerinde, hem sözel, hem de sö-zel-olmayan (sözsüz) mesajların analizi için bir
yöntem sunmayı amaçladığından belli bir etkisi olmuştur.
Göstergebilimde temel
düşünce, imleyi-ci (signifier) ile imlenen (signifıed) arasındaki bağ olarak
tanımlanan im’in (sign) yapışma ilişkin özel bir kavrayıştır, (tm
“i-şaret”, imlenen “işaretlenen” imleyici ise “işaretleyici”
olarak da çevrilebilir) Örneğin bir dizi ses (imleyici) ile onların verili bir
dil içindeki anlamları (imlenen) arasında varolan bağ ya da kırmızı rengin
tehlikeyi gösterdiği yolundaki toplumsal uzlaşma gibi. GÖstergebİlim
uzlaşımlar (konvansiyonlar), kodlar, sentaktik ve semantik unsurlar ile
mantığın incelenmesini İçerir. Kısaca hem anlamları üretmeye ve
karanhklaştırmaya, hem de im (işaret) sistemlerindeki anlamları değiştirmeye
yardıma olan tüm mekanizmaları inceler. Böylelikle gÖstergebİlim, sosyal
bilimler alanına giren çeşitli sorunları araştırmayı amaçlar: İletişim eylemi,
mit, ayin (ritü-el), ideoloji ve sosyo-kültürel evrim ve de-ğişme.
Sosyo-semiotik’e (toplumsal-gös-tergebilim) en büyük katkılar, Erwin
Goffman’myüzyüze etkileşim incelemeleri, Roland Barthes’in modern maddi kültüre
yönelttiği eleştiriler, Levi-Strauss’un Amerikan Kızılderili efsaneleri ile
ilgili araştırmaları ve Jagues Lacan’ın psikana-litik araştırmalarından
gelmiştir.
İmleyici, fiziksel bir
nesne, bir sözcük ya da bir tür resim olabilir. İmlenen imleyici tarafından
işaret edilen zihinsel bir kavramdır. İm (işaret) ise imleyici ile ünlenenin
birliğidir. Örneğin, bir Karahisar, hattı (imleyici), hayranlığa (imleneni)
işaret edebilir. Hem ‘hat’, hem de ‘hayranlık* diğer imleyici ve ünlenenlerle
birlikte ayrı ayrı varolabilirler, fakat onların bir araya gelmesi özgül bir
imi (işaret) oluşturur. İmleyici ile imlenen arasındaki ilişki tamamen
dolaysız da olabilir. Örneğin bir bebek fotoğrafı doğrudan imlenen’e (bebeğe)
işaret eder. Bununla birlikte, dilin durumunda olduğu gibi, başka durumlarda
imlenene imleyici tarafından işaret edilmesi büyük ölçüde bir toplumsal
uzlaşma konusudur.
İmleyiciler aynı
zamanda farklı düzeylerde değişik imlenenlere de işaret edebilirler: Farklı
anlamlandırma (signifkation) düzeyleri ya da farklı ünlerin (İşaretlerin) anlam
çizgileri bulunabilir. Önceki örneği tekrarlarsak, bir bebeğin fotoğrafı bebeği
imleyebilir, ama o ikinci bir düzeyde, çocukluğun masumiyetini ya da aile hayatının
kutsallığını da imleyebilir. R.-Barthes imlerin ikinci anlamlandırma düzeyinde
iki işleyiş tarzının sözkonusu olduğunu söyler. Birincisi, onlar mitleri oluşturabilirler.
Şöyle ki, bir im (sembol) kültürel değerler üzerinde durmaktadır. İkinci
olarak, bir im yalnız bir imajın ya da nesnenin bir kavramla ilişkisini
kurmakla kalmaz, aynı zamanda bizde çeşitli duygular da uyandırır; imler
yalnız bir şeye işaret ezmek, aynı zamanda bir şeyleri çağrıştırırlar da.
İmler, kodlar halinde
düzenlenirler. Yine kodların nasıl kurulduğunu kültürel uzlaşımlar belirler;
zira onlar ünlerin anlamlı bir biçimde bir arada bulunabileceğine karar
verirler. Örneğin giyim-kuşam modaları bir kod oluşturabilir. Sözcüğün İma
ettiği gibi, bazı kodlar modanınkiler-den de az dikkat çekebilir ve örtük olabilirler.
Bu takdirde onları anlamlandıracak ayrıntılı analizleri gerektüirler.
GÖstergebİlim, bir
im’in dolaysız etkisinin ötesine geçip, daha geniş anlamlar ve işaret
sistemlerinin toplumsal işlevleri hakkında sorular için sosyal bilimler açısından
büyük önem taşımaktadır. Bununla birlikte, göstergebilimin, bu konulara dair
bir kavramlar manzumesi oluşturmaktan öte bir şey yapıp yapmadığı, daha da
önemlisi, göstergebilünsel bir çözümlemenin geçerli olup olmadığı tartışmalıdır.
Tarihi Kökleri
GöstergebUim
ilkelerinin ilk bilinen sentezi, hastalığın belirtileri ve imleriyle uğraşan
klasik Yunan tıbbında gerçekleşti-
rilmiştir. Bu
uygulamalı bağlamda Yunanlılar, hastalığın ilk doğru teşhisinin temeli olan
imleyicinîn ünlenenle olan ilişkisinin saymacahğı (keyfiliği) ilkesini
açıklamışlardır. Örneğin Yunanlılar, bilekteki acının bilekle değil, hayati
organlarla ilgili bir soruna işaret edebileceğini tesbit edip, teşhislerini
İmler arasındaki, ilişki kalıbı üzerine oturtmaya, çalışmışlardır. El ağrıları,
yüz solgunluğu ve nefes darlığının biraraya gelmesine yaklaşık bîr dçğr ru
tıbbi anlam verilmiştir. Bu, en başta* yalnızca bilimsel alana dair dîni
bii’^âtt çerçevesinde anlaşılabilecek fenomenlerin aktarılmasını
etkilemiştir. ..-‘i r
GÖstergebİlim tarihte,
batı biliminin önemli sorunları çözme yeteneği konu? sunda genel bir endişenin
egemen olduğu ya da Batılı kültürel ve felsefi değerlerin nihai geçerliliğinin
geniş ölçüde sorgulandığı günümüze benzer dönemlerde gelişmiştir. Bir düşünce
bunalımı vuku bulduğunda, imleyicinûı ünlenenle olaapröble* matik ilişkisi, im
ve toplumsal < konsensüs’un derinliklerine gömülmüş gidi tür konu değildir.
Daha çok, imfcyici/üntB-nen ilişkisi, hemen herkes için olaylarla onların
anlamlan arasındaki bir dizi sür reksizlîk şeklinde görülür.
Peirce’in İmler
Tıpolojisi
Günümüz gÖstergebİlim
çalışmalarının düşünce temeli, başlıca İsviçreli dÖbîlimT ci Ferdinand de
Saussure ile Anıerikan pragmatist filozof Charles S.Feirce’üı ya? alarmda
bulunur. Peirce’in gostergebi-lim ilkelerini sentezinin ardından, imleyi? cinin
ünlenenle İlişkisi esasına dayandırılmış üç büyük im (işaret) tipi ortaya
kan-* muştur: İkonlar, göstergeler (indides)!» semboller. 1- İ konik bir im,
imleyenle ım-lenen arasındaki benzerlik bağına dayanır ve sahihlik
(authenticİty) ve özgünlü-ke (origanality) ilişkinin toplumsal ve hukuki
düzenleme ve anlaşmaları gerektirir; 2- Göstergeler, temsil ettikleri şeyin doğrudan
hareketiyle meydana gelirler; merak uyandıran ve dedektif kitaplarının
bilimsel, tarihsel ve diğer türlerine bağımlıdırlar; 3- Semboller, keyfi
(savmaca) ve uzlaşunsaldırlar (bir dildeki sözcükler gibi) ve uygun anlamlar
üzerinde toplumun mutabakatını (konsensüs) gerektirirler. Herhangi bir nesne ya
da fikir, üç tip imin bîr tanesi tarafından temsil edilebileceğinden, temsil
tarzı, yorum şeklini ve özgül toplumsal anlaşmaları da İma eder. Kısacası, her
bilimsel veya başka söylem şekli, temel ve çoğunlukla dile getirilmemiş
top-lumsaldeğerleri yansıtan bilinç-dişi kararların sonucudur. Göstergebilim,
deneysel bilimde ve Marksist teoride zımnen varolan toplumsal ilişki biçimi ve
zihni çerçeve gibi konulan gösteren çeşitli alan ve disiplinleri çözümlemek
suretiyle bir ‘öte— dil’ (metalanguage) olarak iş görür.
Göstergebilimcüer sık
sık yöntemlerini Kartezyen rasyonalizme dayanan disiplinlerdeki
meslektaşlarından hem daha katı, hem de siyasal açıdan daha bağımlı (angaje)
olma iddiasında bulunurlar. Paradok-salmış gibi görünen bu iddianın kaynağı,
göstergebilimin temelini oluşturan imieyi-ci-imUnen ilişkisinin ‘rasyonel*
bilimin temeli olan özne/nesne ilişkisiyle olan karşıtlığında yatar.
Rasyonalizmin ve onun çocuğu olan pozitivizmin göstergebilim-sel eleştirisine
göre, özne/nesne karşıtlığı, bilimsel öznelliğin deneysel nesneye egemen
olduğu bir hiyerarşi kurma yönünde bir emir biçimini almaktadır. Gerçekte
masum olan bu formülasyonun (ki çok büyük bir entellektüel enerji israfma yol
açmıştır), aşırılık ve kötüye kullanmaya karşı hiçbir tedbiri yoktur.
Özgüllükle özne/nesne arasmdaki çatlak, diğerleri üzerinde egemenlik kurma
hakkını iddia etmek, onların belirttikleri anlamların mümkün bir anlamlar
dizisinden çıkan tek doğru anlamlar olduğunu öne sürmek için bir grup ya da
sınıf için (örneğin ‘Batı’ ya da ‘Doğu’ gibi) nihai bir felsefi hakh-laştırma
olarak iş görür. Kuşkusuz sapkın entellektüel eğilimleri hizaya getirmek ve
kesinlikle toplumsal ideolojiyi bilimsel teoriye göre düzenlemek suretiyle bu
paradigma çerçevesinde bilimsel anlama ve toplumsal düşünceyi ilerletmek
mümkündür, ama bu yaklaşımın izleyicilerinin ondan şüphe etmemesi şartıyla
imleyici/inı-lenen ilişkisinin sağladığı bakış açısından bu, katı bir analitik
üsluptan çok, ahlaki (moral) ya da siyasal bir tutum olarak görülür.
(SBA) Bk. Dilbilim;
Semantik; Yapısalcılık.