Edebi Şahsiyetler

Gevheri Kimdir, Hayatı, Edebi Kişiliği, Eserleri, Hakkında Bilgi

Gevherî. Türk saz şairi.

Doğum yeri ve tarihi belli değildir; her iki hususta da farklı görüşler ileri sürül­müştür. M. Fuad Köprülü. Kırım Hanı Selim Giray’a yazdığı bir methiyeden do­layı şairin Kırımlı, Şükrü Elçin ve Saim Sakaoğlu ise İstanbullu olması İhtimalinin daha kuvvetli olduğunu söylemektedir.. XVII. yüz­yılın ikinci yarısında şöhret kazanan Gevherî’nin aynı yüzyılın ilk yarısının sonla­rına doğru dünyaya geldiği kanaati yay­gındır. Ancak M. Şakir (Üikütaşır), yayım­ladığı Gevherî’ye ait bir şiirden hareket­le onun saz şairi Kâtibi ile çağdaş olduğunu ve bu sebeple aynı yüzyılın İlk çeyreğinde doğmuş olabileceğini belirtmekte. Hik­met Dizdaroğlu ise daha geç bir tarihte doğduğunu söylemektedir.

Gevherî’nin adı da tartışma konusu­dur. Bir şiirinde geçen, “Gevheri ta’bir-dir Mustafa ismim” mısraından adının Mustafa olduğu anlaşılmakla beraber yine bazı şiirlerinden hareketle adının Ali veya Mehmed olduğu ihtimali üze­rinde de durulmaktadır. Ancak Sakaoğ-lu. şairin gerçek adının Mehmed olduğu­nu kesin bir dille ifade etmektedir.

Gevheri ile ilgili öncekilerden farklı ba­zı bilgiler Nihad M. Çetin tarafından or­taya atılmıştır. Çetin, Gevheri’nin Amas­ya’nın Gümüş kasabasında bulunan gü­müş madeninde maden eminliği göre­vini yürüttüğünü, yakın zamana kadar şairin Saray adını taşıyan konağının Amasya’nın Gümüşhacıköy ilçesinde bu­lunduğunu ve kendi annesi tarafından dedesi Gevherizâde Abdülvehhâb Efen-di’nin de Gevherî’nin torunu olduğunu söylemektedir. Ayrıca Gevhe­rî’nin adının kesin olarak Mustafa oldu­ğunu ileri süren Çetin, şairin divanının dedesi Abdülvehhâb Efendi’ye intikal ettiğini, ancak daha sonra Sivas’ta sa­tıldığını belirterek birinde “Gevheri” adı­nın ve 1260 (1844) tarihinin yer aldığı üç mührün de klişelerini yayımlamıştır. Ancak 1260 tarihini taşıyan mührün, XVIII. yüzyılın İlk yarısında Öldüğü kabul edilen Gevherî’ye ait olması mümkün görünmemektedir. Nihad Çetin, yine de­desi Abdülvehhâb Efendi’nin verdiği şi­fahî bilgilerden hareketle Gevheri ve Gevherî’nin oğlu Ahmed Efendi’nin Mer­zifon’da Abdürrahîm-i Rûmî Türbesi’-nin hazîresinde medfun olduklarını be­lirtmektedir. Bu yeni bilgiler ikinci bir Gevherî’nin varlığını düşündürecek ma­hiyettedir.

Genellikle kabul edildiğine göre Gev-herî IV. Mehmed (1648-1687), II. Süley­man, II. Ahmed ve II. Mustafa (1695-1703) devirlerini idrak eden şair ve hattat Meh­med Bahri Paşa’nın divan kâtipliğini yap­mış, görevli olarak bir süre Şam ve Bağ­dat’ta bulunmuştur. İyi bir medrese tahsili gördüğü ve ha­yatının daha çok İstanbul’da geçtiği söy­lenebilir. İki manzumesinden hareketle şairin IV. Mehmed’in 1663 ve 1683 yıl­larındaki Avusturya seferlerine katıldığı belirtilmekteyse de onun bu seferlere katılma­dığını, seferlerin başarıyla sonuçlanma­sı yolundaki temennilerini dile getirmek için bu manzumelerini İstanbul’da yaz­dığını kabul etmek gerçeğe daha yakın görünmektedir. Gevherî’nin bir ara Ru­meli serhadlerinde de bulunduğu ve Eğ­ri Kalesi alay beyi olan büyük babası Ah-med Ağa’ya şehâdetinden dolayı Eğri’-de bir mersiye yazdığı, İbrahim Naîmüd-din’in Hadîkatü’ş-şühedâ (telifi: 1157/ 1744) adlı eserinde kayıtlıdır. Gevhert-nin gezgin saz şairi olmadığı, ancak za­man zaman resmî görevleri sebebiyle İs­tanbul dışına çıktığı şiirlerinden anlaşıl­maktadır.

M, Fuad Köprülü, şairin hayatının son yıllarına doğru yazdığı tahmin edilen bir koşmasında geçen, “Bin yüz yirmi yedi üstüne tarih” mısraindan hareketle bu tarihten (1715) kısa bir süre sonra öldü­ğünü belirtmektedir. Aynı manzumeye başka bir cönkte rastlayan Hikmet Dizdaroğlu İse man­zumenin son dörtlüğünde yer alan, “Sene bin yüz elli yazıldı târih mısraına da­yanarak şairin bu tarihten (1737) sonra öldüğünü kabul etmenin daha uygun olacağını söylemektedir. Bu tarihler Gevherî’nin -XVII. yüzyılın ilk çeyreğinde doğduğu kabul edilirse- yüz yıl veya daha fazla bir süre yaşadığını göstermekte, bunun kabul edilmesi ise pek mümkün görünmemektedir. Ancak bu farklı görüşler­den hareketle şairin XVII. yüzyılın İlk ya­rısının sonlannda doğduğu ve III. Ahmed devrinden (1703-1730) kısa bir süre son­ra öldüğü kabul edilebilir.

XVII. yüzyıl Türk saz şiirinin büyük ge­lişmeler gösterdiği bir dönemdir. Olduk­ça güçlü saz şairlerinin yetiştiği bu yüz­yılda Gevherî’den başka Karacaoğlan ve Âşık Ömer gibi şöhretleri günümüzde de devam eden isimler bulunmaktadır. Gev­herî’nin şiirleri, XVII. yüzyılın ikinci yan­sından XX. yüzyılın başlarına kadar Ana­dolu, Rumeli ve Azerbaycan’da sevile­rek okunmuş, çeşitli mecmua ve cönk-lerde yer almıştır. Şiirlerini yazarken di­ğer saz şairleri gibi gelenekten faydala­nan Gevherî vezin, kafiye ve şekil gibi dış unsurlardan ustaca faydalanmış, gör­düğü eğitimin de etkisiyle şiirlerinde yazı diline oldukça yaklaşan, çağdaşı saz şair­lerine göre ağır sayılabilecek bir Türkçe kullanmıştır. Koşma ve semailerinde o dönemdeki halk Türkçe’sinin zenginlik ve incelikleri görülürken aruzla yazdığı divan, kalenderi, gazel ve müstezadlar-da dilinin aynı derecede zengin olduğu söylenemez. Onun şiirlerinde görülen ter­kipler, yaşadığı dönemdeki diğer halk şairlerinde olduğu gibi divan edebiyatı­nın etkisinde kalmasından ileri gelmek­tedir. Bu etki şairin sık sık kullandığı teş­bih ve mecazlarda da kendini gösterir. Ancak divan edebiyatı nazım şekilleriyle yazmış olan diğer halk şairleri gibi Gev-heri’nin şair kişiliğini de daha çok âşık tarzı şiirlerinde aramak gerekir.

Gevherî’nin şiirlerinde süratli, kont­rolsüz ve kolay yazmaktan ileri geldiği tahmin edilen kusurlara sık rastlanmak­tadır. Kafiyelerin zayıf oluşu, durak ha­taları ve ölçünün tam teşkil edilemeyişi bu hataların başlıcalandır. Bunların bir kısmının müstensihlerden kaynaklandı­ğı kabul edilse bile çoğunun şaire ait olduğu muhakkaktır. Hece vezniyle yaz­dığı şiirler, çağdaşı olan Karacaoğlan ve Âşık Ömer’in şiirleriyle karşılaştırıldığın­da bu durum daha açık bir şekilde gö­rülür. Aynı konulan tekrar edişi de Gevherî’nin bir diğer zayıf yönü olup bu hu­sus divan şairlerinin halk şiirini hafife alarak tenkit etmelerine zemin hazırla­mıştır. Bununla birlikte Gevheri kendisin­den sonra yetişen pek çok şairi etkile­miş ve bunlar tarafından üstat kabul edilmiştir.

Bir iki şiiri dışında sosyal konulara pek yer vermeyen Gevherinin şiirlerindeki en önemli tema aşktır. Bu ana tema için­de sevgili, rakip, ayrılık, kader ve çile önemli bir yer tutar. Şair. iksir kadar önemli saydığı aşkın peşinde daima ebe­dî güzelliği aramıştır. Birçok şiirinde ma­kamları bilerek kullanan şairin beste­lenmiş şiirleri klasik Türk mûsikisi ve halk mûsikisi repertuvarı içinde yer al­maktadır. Bunlar arasında Alâeddin Ya­vaşça tarafından şarkı formunda ve ma­hur makamında bestelenen, “Elâ gözlü nazlı dilber” mısraı ile başlayan koşma­sı ile yine aynı formda Ahmet Çağan’ın rast makamında bestelediği, “Ey benim nazlı cananım” mısraı ile başlayan bir diğer koşması zikredilebilir.

Gevherî’nin şiirleri üzerinde başta M. Fuad Köprülü olmak üzere Sadettin Nüz-het Ergun ve Mehmed Halid Bayn gibi birçok derleyici çalışmış ve pek çok şi­iri ortaya çıkarılmıştır. Hasan Eren, bir cönkte Gevherî’nin 300 kadar şiirinin bulunduğunu söylemektedir. Gevheri hakkında en kapsamlı çalışmayı Şükrü Elçin Gevherî Divânı -İnceleme – Metin – Dizin – Bibliyografya adlı eseriyle yapmıştır. Bu­rada şairin hayatı ve sanatı hakkında geniş bilgi verilmiş, daha önce yapılan çalışmalar da göz önünde bulundurula­rak birçok yazma mecmua ve cönk kar-şılaştınlarak onun hece ve aruz vezniyle yazdığı 979 şiiri yayımlanmıştır. Gevherî üzerindeki en son çalışmayı ise Burhan Kaçar hazırladığı doktora teziyle gerçek­leştirmiştir.