Kimdir

Georges Bizet kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi

Georges Bizet kimdir? Hayatı ve eserleri hakkında bilgi: (1838-1875) Fransız besteci. Carmen adlı operası bu türün en önemli ürünlerinden biridir. Alexandre Cesar Leopold Bizet (vaftiz adı Georges’dur) 25 Ekim 1838’de Paris’te doğdu. Müzikçi bir ailenin çocuğuydu. Babası şan öğretmeni, annesi de başarılı bir piyanistti. Müzik yeteneği olan bir çocuktu ve bu alanda iyi bir eğitim gördü. Dokuz yaşında, yaşının küçük olmasına karşın, bilgisi ve piyanoda ulaşmış bulunduğu düzey sayesinde Paris Konservatuvarı’na kabul edildi. On yıl kadar devam ettiği bu okulda çok başarılı bir öğrenci oldu, çeşitli ödüller kazandı. Besteci C. Gounod’dan da ders aldı. Bizet, Gounod’dan oldukça etkilendi ve aralarında yakın bir dostluk oluştu.

1855’te on yedi yaşındayken bestelediği Do- Majör Senfoni, başarılı ve ilginç bir yapıt olduğu halde, 1935’e kadar bilinmeden kaldı. Bestecinin 1857’de Roma ödülünü kazanması üç yıllık bir İtalya gezisi yapmasına olanak sağladı. Bu gezinin, müziğin­den çok, kültürel gelişimine katkısı oldu. İtalya’da pek çok beste taslakları yaptı ama sadece üç yapıt tamamladı. Bunlardan dinsel konulu olan Te Deum, hiç çalınmadı. Bir opera buffa (güldürücü opera) olan Don Procopio, İtalyanca bir metinle ve İtalyan üslu­bunda bestelenmişti. Canlı ve melodik bakımdan zengin bir yapıt olan bu opera, Bizet’nin İtalya’daki ürünlerinin en özgünü sayılır. Vasco da Gama ise korolu bir senfonik şiirdi. Gounod’nun belirgin etkilerini taşır ve olağan kalıpların ötesine pek geçe­memiştir; yine de, yerel renkler ve fantastik öğeler içermesi, Bizet’nin gelecekteki gelişimini haber verir.

1860 Eylül’ünde, Venedik’teyken, hastalanmış olan annesinden bir mektup alan Bizet, hemen Paris’e dönmek zorunda kaldı. Ertesi yaz annesi öldü. Bu olay Bizet’nin öfkeli, sert kişiliğini daha da sertleştir­di, aşırı duyarlılığını artırdı.

İtalya’dan döndüğünde opera bestecisi olarak kendini göstermek kararındaydı. 1862’detek perdelik bir opera-comique olan La Guzla de l’Emir m (“Emir’in Guzlası”) oynanması kabul edildi. Ancak bu arada başka bir opera için öneri alınca, bu yapıtı oynatmaktan vazgeçti. Kişilik özellikleri nedeniyle güçlükle bestelediği yeni operasıLes pecbeursde perles (“İnci Avcıları”), 1863 Eylül’ünde sahnelendi ama başarısızlıkla sonuçlandı. Bu, çok önemli bir yapıt sayılmasa da, Doğu havası taşıyan ezgileri ve armonik örgüsüyle dikkat çekicidir.

Bizet operada kendini kabul ettiremeyince, geçi­mini ders vermek, dans müziklerini orkestralamak gibi yollarla sağlamak zorunda kaldı. 1866 yılı yoğun çalışmalarla geçti. Daha önce başladığı Roma Senfoni­si üzerinde çalışmaya devam etti, çeşitli şarkılar besteledi ve yeni bir operayı, La Jolie Fille de Perth’ı (“Perth’li Güzel Kız”) tamamladı. Metni beğenmediği halde sözleşmeye bağlı kalarak bestelediği bu opera, bir yıl gecikmeyle, 1867’nın son günlerinde sahnelen­di ve hem kamuoyu, hem de basın tarafından olumlu karşılanan tek operası oldu.

1867’de beste çalışmalarını sürdürürken, bir yan­dan da müzikle ilgili görüşlerini yayımlamaya başladı. Ertesi yıl sağlığı bozuldu. Hem boğazında önemli bir hastalık belirdi, hem de ruhsal bir bunalıma girdi. O dönemde yazdığı La Coupe da Roi de Thule (“Thule Kralı’nın Kadehi”) adlı operadan kalan parçalar, bestecinin bu ruh durumunu yansıtan özellikler taşır.

Opera yönetiminde tutucu bir genel müdürün bulunması Bizet’nin ilgi görmesini oldukça güçleştiri­yordu. 1869 yılında yeni bir müdür yardımcısının görev alması, besteciye iki opera üzerinde çalışma fırsatı verdi. Griselidis ve Clarissa Harlowe adlı bu operalar tamamlanamadı. Bestecinin daha sonraki iki ünlü yapıtı L’Arlessienrıe süiti ile Carmen operasının bazı temaları, bunlarda yer almaktadır. Bizet aynı yıl öğretmeni Halevy’nin yaklaşık iki yıldan beri âşık olduğu kızıyla evlendi.

Temmuz 1870’te Fransa-Almanya savaşıyla baş­layan olaylar onu oldukça etkiledi. Ulusal Ordu’ya katıldı, Paris kuşatıldığında bile kentte kalmaktan çekinmedi. Coşkulu halk şarkıları bestelemesi için yapılan önerileri kabul etmedi. III. Napolyon impa­ratorluğumun çökmesini sevinçle karşıladı. Paris Komünü’nü benimsemiş ya da savunmuş olmadığı halde, Komün’e karşı alınan tavırları da desteklemedi. An­cak sokak savaşları çok tehlikeli duruma gelince Paris’ten ayrıldı. Bu dönemde başka bir ülkeye göç etmeyi düşündüyse de sonuçta Fransa’da kalmayı kararlaştırdı. Savaşın getirdiği yıkımla ulusal duygula­rın aşırı boyutlara vardığı bir ortamda, Wagner’in müziğini övmekten geri durmadı. Bu olaylar Bizet’ nin ulusallık, sanat ve siyaset ilişkisi gibi konulardaki düşüncelerini büyük oranda etkilemiş, aynı zamanda onun hem kişi, hem de müzikçi olarak olgunlaşmasını sağlamıştır.

Bizet’nin kısa yaşamının son yılları en yüksek verim düzeyine ulaştığı bir dönem oluşturur. Ancak, bu da ona özlediği başarıyı getirmemiştir. 1871 yazının bir ürünü olan Djamileh adlı yeni operası, 1872 Mayıs’ında sahnelendi ve hemen hiç beğenilme­di. Librettonun (Opera metni) kuruluğuna karşın doğulu havası ve zengin orkestralamasıyla, Bizet’nin özgün müziğinin bir örneği savılan bu yapıt ancak doğumunun 100. yılında, 1938’de yeniden oynandı. 1871 sonbaharında, iki piyano için on iki parçadan oluşan Jeux d’enjants (“Çocuk Oyunları”) adlı bir süit besteledi. Bunlardan biri, Petit Süite d’orchestre adıyla orkestra için düzenlendi. Aynı dönemde, A. Daudet’nin L’Arlessienne adlı trajedisi için yazdığı orkestra müziği, 1872’de tam bir başarısızlıkla sonuçlandı. Oyun sahnede üç hafta bile kalamadı. Oysa, 1885’te yeniden çalındığında L’Arlessienne büyük bir başarı sağlayacaktı.

Bizet’ nin son büyük yapıtı ve opera sanatının en bilinen örneklerinden biri olan Carmen üzerinde, 1873’te çalışmaya başladığı tahmin edilmektedir. Operanın bestelendiği yıllarda Bizet, umut kırıcı olaylar yaşadığı gibi sağlığı da sık sık bozuluyordu. 1874’te tamamlanan yapıtın sonbaharda sahnelenmesi planlanmıştı. Ancak büyük bir olasılıkla tutucu opera yönetiminin operanın konusundan hoşnut olmayışı nedeniyle temsil ertelendi. 1875 başında opera müdü­rünün değişmesi hem provaların başlamasına imkân verdi, hem de Bizet’ye 25.000 Frank’lık bir gelir sağladı. Besteciye Legion d’Honneur Chevalier nişanı verildi. Carmen yıl boyunca 37 kez oynandı. Sonra­dan opera tarihinde seçkin bir yer alacak olan yapıt, fazla beğenilmedi ve olumsuz eleştirilere uğradı. Georges Bizet Carmen’in 31. kez oynanacağı 3 Haziran 1875 günü öldü.

Bizet’nin gelişimi döneminin öbür Fransız beste­cilerinden fazla farklı değildir. Konservatuvar eğitimi ve İtalya gezisini başarı kazanamayan operalar izler. Bizet bu başarısızlıklara hayli direnmiş, göğüs ger­miştir. Daha çok İtalya’da bulunduğu yıllarda geliş­tirdiği müzikle ilgili görüşleri, derin bir çözümleme olmayıp, bir çeşit sezgiye dayandırılmış gibidir. Bizet bestecileri kısaca iyi müzik yapanlar ve yapamayanlar diye ikiye ayırıyordu. Doğuştan bir yetenekle kolayca beste yapabilen müzikçileri örnek alıyor, öğrencileri­ne de bunlarla ilgilenmelerini öneriyordu. Bizet’ye göre bu bestecilerin başında Mozart ve Rossini gelmekteydi. Yaşadığı bütün zorluklara, umut kırık­lıklarına karşın, kendinde de böyle bir yeteneğin bulunduğu inancını korudu.

Bu güvenini Carmen’le kanıtlamış sayılır. Ancak Carmen onun başyapıtı olsa da, birdenbire doğan olağanüstü bir başarı olarak görülmemelidir. Kendi döneminin müzik yaşamıyla sürekli bir etkileşim içinde kendi özgün yapıtlarını vermek için gösterdiği çaba, hemen tüm yaşamına yayılır. 17 yaşındayken bestelediği Do-Majör Senfoni bu çabanın ilk ürünü­dür. Yüz yıllık bir gecikmeyle konser yaşamına girebilen bu yapıt, lirik ve etkileyici özellikleriyle senfoni dünyasında sağlam bir yer edinmiştir. Üslup, yapı ve kullanılan malzeme bakımından Schubert’in senfonilerini hatırlatır. Oysa bestelendiği dönemde bu senfoniler pek bilinmiyordu. İkinci bölümdeki Doğulu hava da daha sonraki pek çok Fransız bestecide görülen bir özelliktir.

Bizet’nin arayıcı tavrı, birçok yapıtı tamamlama­dan bırakmasına ve zaman zaman kendiliğinden beste yapmak yerine, akılcı çabaya da yer vermek gerektiği­ni düşünmesine yol açmıştır. 1858’de Gouiıod’ya yazdığı bir mektupta, kendi özgünlüğünü bulmanın güçlüğünden söz eder, üslubuna geçici bir durgunluk gelmiş olduğunu belirtir. Ancak, Gounod gibi “bi­linçli” müziğe yönelmesinin, Bizet için başarılı ve verimli bir dönem açmış olduğu pek söylenemez.

İlk önemli operası olan inci Avcıları’nda besteci, yerel bir hava, şiirsellik ve etkileyici bir anlatım sağlayabilmiştir. Bununla birlikte bu başarılı verim ve duyarlık, yapıtın bütününde görülmez. Yer yer beli­ren Gounod etkileri hem olumlu, hem de olumsuz özelliklere yol açmıştır. La Jolie Fille de Perth operası da, kısmen başarılı bir yapıt sayılır. Konunun işlenişi bakımından İnci Avcıları’ndan daha olgun bir düzeye ulaşan bu opera, yerel renkler ve armoni yenilikleri bakımından o kadar zengin değildir. Yine de Bizet’ nın “kendini bulma” sürecinde önemli bir adım oluşturur. İki operada da Meycrbeer ve Wagner’in izleri bulunur. O dönemde Meyerbeer Fransa’da, Wagner ise tüm Batıda ve çok daha kalıcı nitelikte bir etkiye sahipti. Meyerbeer biçimselliğe ağırlık veren ve dönemin incelmiş Fransız zevklerine yönelen “Büyük Opera” tarzının başta gelen temsilcisiydi. Bizet’nin canlı, renkli, uzaktan da olsa farklı kültürlere yönel­mek isteyen müziği, bu türden aldığı tüm mirasa karşın, onun karşısında bağımsız kişiliğini kazanmak zorundaydı. Nitekim, bu operalardan İkincisinde Meyerbeer’in etkisi daha azdır.

Wagner operası ise hemen her opera bestecisinin karşısında konumunu belirlemek zorunda kaldığı, çok yaygın ve derin bir etkiye sahipti. Bizet’nin de tüm operaları Wagner taklitçiliğiyle suçlandı. Oysa o Wagner’i büyük bir sanatçı olarak kabul etmekle birlikte, hem kendisi hem de Fransız opera geleneği açısından bu etkiden sıyrılmayı amaçlıyordu. Konulu sahne yapıtlarındaki karakter çizme girişimlerinde Bizet’hin başvurduğu bazı tema tekrarlamaları, Wagner’in Leitmotive tekniğini gerçekten andırır ama bu ne kökeni, ne de kullanılış biçimi bakımından bir taklit sayılamaz.

Bizet, 1871’de bestelediği Djamileh operasında, aradığı özgünlüğü artık bulduğuna inandı. Bu yapıt hiçbir yankı uyandırmadı ama onu izleyen L’Arlessıenne ve Carmen, Bizet’nin yanılmamış olduğunu kanıtladı. L’Arlessienne Daudet’nin oyunuyla tam bir işbirliği halinde, taşra havasını yansıtan zengin ezgi­lerle örülmüş, anlatım gücü yüksek bir orkestra yapıtıdır ve konulu müzik türünün başta gelen örneklerinden birini oluşturur.

Carmen ise Fransız opera-comıque geleneğinin zirvesi durumundadır. Pek çok eleştiri almış olmasına karşın bugün artık üstün değerini kabul ettirmiş bulunmaktadır. Konunun işlenişi, kişilerin gerçekliği ve dramatik öğelerin ulaştığı bileşim, Carmen’o. bu konumunu sağlamıştır. Yapıtın asıl taşıyıcı ekseni de estetikle anlatımın başarıyla kaynaştığı Bizet müzi­ğidir.

Eserleri:

Opera

Vokal Müzik

Orkestra Müziği

Kaynak: Türk ve Dünya Ünlüleri Ansklopedisi, 17. cilt, Anadolu yayıncılık, 1983