GENETİK
Bitki, hayvan ve
insanlarda soyaçekim prensiplerini ve olaylarını inceleyen bilim dalı.
Soyaçekİmi inceleyen
bilime genetik adını veren William Bateson olmuştur (1905). Fakat modern
genetiğin babası, 1865’te yayınlanan eseriyle bu alanda bir çığır açan G.
Mendel’dir.
Mendel, Moravyah bir
papazdı. O, bitkilerin melezleşmesiyle ilgili gözleme dayalı deneyler yapana
kadar, soyaçekim, ana baba özelliklerinin çocuklarda ve diğer nesillerde
rastgele taşındığı bir durum olarak benimseniyordu. Mendd’in ünlü deneyleriyle
birlikte soyaçekimin gen adı verilen birimlerin belli bir uygunlukta bir araya
gelmesinden oluştuğu anlaşılmış oldu. Ancak tür özelliklerinin nesilden nesi-le
aktarılmasının ayrıntılı mekanizmalarının bilinmesi oldukça yenidir.
2O.yüzyıhn başında öncelikle genleri taşıyan renkli cisimler, kromozomlar
saptanmaya başlandı. Özellikle insan genetiğiyle ilgili bilgilerin
gelişiminde ise 1956’da J.H.Tijo ve A.Levan’ın insanda yirmi üç çift kromozom
olduğunu belirlemeleri önemli bir rol oynadı. Bugün artık bilinmektedir ki,
nesilden nesile geçiş, gen adı verilen kromozomlar üzerinde yerleşmiş organik
birimler aracılığıyla olmaktadır ve kromozom sayısı türlere göre değişiklik
göstermektedir. Kromozom sayısının türün gelişmişliği ve karmaşıklığıyla bir
ilgisi yoktur. Örneğin tavuklarda yetmiş sekiz kromozom vardır. Yine artık,
yeni bir organizmanın cinsiyetinin ve diğer bazı saç ve göz rengi vesaire gibi
fiziksel özelliklerinin genetik ilkelerine göre olduğu; bu geçişin
kromozomlarda DNA moleküllerinin içerdiği aminoasitlerin kendi aralarında
değişik biçimlerde bir araya gelerek oluşturdukları genetik şifreye göre sağlandığı;
genetik geçiş sırasında kromozom hatalarının ve bazı sakat genlerin geçişinin
de olabileceği dolayısıyla hemofili, al-binizm, fenilketonüri vesaire gibi
genetik hastalıkların ortaya çıkabileceği de bilinmektedir.
Fakat genetik ve
davranış ilişkisi henüz Çok belirsiz ve tartışmalı bir konumdadır. Soyaçekim
ile ilgili ilk çalışmalar yapılalı-dan beri, İnsanın davranış özelliklerinde
genetiğin ve çevre niteliklerinin nasıl bir rol oynadığı sorulmakta, çok farklı
değerlendirmeler, yorumlar yapılmaktadır.
Davranış genetiği ile
ilgili ilk sistematik çalışmayı On dokuzuncu yüzyılın sonlarında Sir Francis
Galton başlatmıştır. Aile üyelerinin başarıları ve fiziksel özellikleri
arasındaki bağlantıları, topladığı örnek verilerle açıklamaya çalıştığı
Galton’un bu araştırması, zamanının sosyal sınıf yapısı ve hatta İngiliz
imparatorluğu’nun üstünlüğü için bir haklılaştırma nedeni olarak kullanıldı.
Davranışın genetik temeli olduğuna ilişkin iddialar, bu tarzda bir çok politik
suistimale çanak tuttu. 1924’te Avrupa’dan Amerika’ya göç yoj günlüğünü önlemek
amacıyla, göçmenlere zekâ testleri verilmesi, uygun görülmeyenlerin ülkeye
sokulmaması buna tipik bir örnektir. Zekâ’nın soyaçekimle geçen bir özellik
olduğu bilimsel araştırmalarla kanıtlanamadığı halde, daha 1970’li yularda
Amerikan Anayasa Mahkemesi’nin üç nesildir geri zekâlı bîr aileden gelme geri
zekâlı bir kadına Virgmia kısırlaştırma yasasının uygulanması ise, genetiğin
politik suistimalinîn halâ sürmekte olduğunun göstergesidir.
Bunun yanı sıra
özellikle 1940-1970 yıllan arasındaki dönem, davranışta genetiğin öneminin
oldukça küçümsendiği insan davranışının bilinç-dışı gelişim ve öğrenme
teorileriyle yani çevresel etkenlerle açıklandığı yıllar olmuştur.
Ancak
a) Örneğin fenilketon (aşırı derecede zekâ geriliğine
yol açan fenİlalaninin vücutta toksit dozlarda birikiminin neden olduğu bir
hastalık) gibi kesinlikle genetik olan bir hastalıkta bile, eğer doğumdan
itibaren fenilalaninden kısıtlı diyet verildiğinde, zekânın normal gelişiminin
sağlanabilmesi şeklinde genetik ve çevre etkileşimini gösteren bir çok durumun
bilinmesi;
b) Davranış genetiğini incelemek için yöntem
konusunda araştırmacılar arasında bir
fikir birliği sağlanamaması, bu alanda en önemli denekler olan doğumdan
itibaren evlat edinilmiş eş yumurta ikizlerinin çok az olması;
c) Genetik ge-çİşe bağlı olma ihtimalleri en yüksek olan
davranış bozukluklarında bile genetiğin rolünün kesin olarak gösterilememesİ;
d) Çevresel etkenlere önem veren teorilerin, davranış
bozukluklarının tedavisinde yeterince başarılı olamayışları ve daha bİr-çok
başka nedenle genetikçi ve çevreci tutumların katılıklarında 1970’den sonra
bir yumuşama görülmüştür. İnsan davranışının nedenleriyle ilgili bugün egemen
olan yaklaşım, hem genetiğin hem çevresel etkenlerin bir arada etkili olduğu
şeklindeki bütünleştirici yaklaşımdır.
Davranış genetiğiyle
ilgili giderek etkisini arttıran bir başka alan ise etholoji, davranışsal
ekoloji gibi isimler de alan sosyo-biyolojidir. Sosyobiyologlar, başlangıçta
hayvanlar için öne sürdükleri özgün evrimci ilkelerin insanlar için de geçerli
olduğunu söylemeye başlamışlardır. Önde gelen sosyobİyologlardan olan
E.O.Wİ1-son Sosyobiyoîoji kitabında (1975) evrimin amacımn soyun sürekliliği
olduğunu söylemekte, bir türe ait üyenin soya yönelik davranışlarına soy
seçiciliği adını vermektedir. Ona göre insan davranışlarının da temeli bu soy
seçici tutumlarda yatmaktadır. Yani sosyobiyolojik yaklaşımda, insan
davranışlarında Öğrenmenin ve kültürel geçişin rolü en aza indirgenmektedir ve
yine böyle davranışların genetik temele sahip olduğu iddiasıyla birlikte politik
suiistimallere açık olma tehlikesi ortaya çıkmaktadır. “Er veya geç,
politika bİli-mi, hukuk, ekonomi, psikoloji, psikiyatri ve antropoloji hepsi de
sosyobiyolojinİn dalları olacaktır” (Time, 1 Ağustos 1977) iddiaları bu
tehlikeyi ciddî boyutlara ulaştırmaktadır.
ErolGÖKA Bkz. Davranış
Bozukluğu; Sosyobiyoîoji.