GELENEKSEL TOPLUM
En genel anlamıyla geleneğin ya da geleneklerin egemen olduğu toplum biçimi olarak tanımlanabilecek olan geleneksel toplum terimi, çağdaş sosyolojinin tartışma gündeminde özellikle 1960’lı yıllardan sonra kendine bir yer bulmuşsa da, tarihi hemen hemen sosyolojıninkiyle birlikte başlamıştır. Çeşitli sosyolog ve antropologlar ve sosyal düşünürler tarafından değişik tanımları yapılan geleneksel toplumun ana özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Modern toplumun sanayileşme, kentleşme, bireyleşme, akılcılık, piyasa ekonomisi gibi özelliklerine sahip değildir.
felsefe/adalama b) İnsan ilişkileri duygusal, samimi ve yüz-yüzedir.
c) Örgütler henüz uzmanlaşmamıştır.
d) Aile ve birincil grup ilişkileri egemendir.
e) Kitlesel okur-yazarlık yoktur.
f) Toplumsal hareketlilik (dikey olsun, yatay olsun) çok yavaştır.
g) Değişme (sosyal değişme) “gelenek”in ve geleneğin belirlediği siyasal yapının “içinde” vuku bulur, yani geleneksel yapı büyük ölçüde değişmeden muaf kalır.
h) Toplumun alt-unsurlan, kültürel faaliyetler, sosyal ilişkiler, hep toplumun ana dinamiğini besleyecek biçimde çalışarak toplumun çerçevesinin korunmasına yardıma olurlar ve böylece modern toplumlarda görülen toplumsal unsurlardaki dağınıklık geleneksel toplumlarda yerini bir bütünlüğe bırakır (istikrar).
Tüm bu özellikler gerçekte birer soyutlama olup onların “gerçekten” geleneksel topluma ait olup olmadığı konusu tam bir
belirlilik göstermez. Geleneksel topulumun kabaca geleneğe bağlı olduğu doğrudur, ama bu Burke’ün sözünü ettiği insan hakları, fikir Özgürlüğü gibi değerleri içinde barındıran “liberal gelenek” gibi seküler nitelikte değil, terimin hem metafizik, hem de sosyolojik anlamlarında “Kutsal” (sacred) bir niteliktedir. “Kutsal”, dolayısıyla da “gelenek” terimleriyle çok yaba bir ilişkisi olan” hiyerarşi”, geleneksel toplumun ana unsurlarından biridir. Geleneksel bir toplum, içinde yaşadığımız toplum gibi difüze, yani toplumsal katmanların kaynaşıp birbiri içinde eridikleri ve toplumsal bakımdan bir ast-üst ilişkisini ortadan kalktığı toplumlardan oldukça farklı olarak hiyerarşik bir toplum görüntüsü sunar. Toplumda kararlan yalnız hiyerarşinin en üstünde yer alan yöneticiler alır. Yoneticilerse meşruiyetlerini kutsal (ilahi) bir kaynaktan aldıkları için toplum alt katmanları yöneticilerin dikey kararlarına tabidirler. Yöneticiler Tanrı’nın yeryüzündeki halifesi ya da gölgesi veya vekilidirler. Dolayısıyla geleneksel toplumun oldukça net bir modelini Devlet adlı kitabında sunan Platon, sıradan halkın yöneticileri, bîr peygambere tabi imiş gibi taklit etmeleri gerektiğini söylemiş ve hiyerarşik bir toplum modeli ortaya koymuştur.
Geleneksel toplumun hiyerarşik bir toplum olmasının yanısıra, değişimi reddeden ya da değişimden hoşlanmayan bir toplum olduğu da vurgulanmalıdır. Modem toplum gibi “mozaik” bir toplum tipi olmadığından, her parçası ya da kısmı “organik” bir birliktelik içinde ve birbirini besleyecek tarzda faaliyet gösterir. Bu nedenle unsurlardan birindeki değişim hemen yapının değişmesine yol açmaz, tersine yapı tarafından kontrol altına alınır. Zamansal değişme dediğimiz fenomenin geleneksel toplumlarda olmayışı (ya da gözle görülemeyecek bir mikyasta oluşu) omu modern toplumdan ayıran en önemli yanıdır. Mekânsal değişme (örneğin göçler, sürgünler vb.) ise geleneksel toplumlarda mevcuttur. Örneğin her nesilia kendisine farklı meşguliyetler bulduğu modern toplumlardan ayrı olarak geleneksel toplumlarda meslek, babadan oğula geçen bir şeydir, yani zamanın geçmesiyle meslek değişmez. Bu da gelenğin (elden ele aktarmanın) bir uzantısıdır. Geleneksel toplumlar değişmeyen, kalıcı ve kutsal bir odak kurarak değişmeleri kontrol edebilmiştir. Modern toplumlar ise değişimlere kapılarını sonuna kadar açarak her türlü değişmenin iyi olduğu gibi bir yanılgıya zemin hazırlamışlardır. vernest Gellner, geleneksel toplumları modern toplumdan ayırt eden şeyin ne olduğuna dair araştırmalarında modern toplumun “içinde yaşadığımız dünyâyla içinde düşündüğümüz dünyayı” birbirinden ayırdığını, bunları birbirinden bağımsızlaştırdığını söyler ve geleneksel bir toplumda doğal dünya ile sosyal ve ahlaki dünyanın birbirinden ayrılmamış olduğunu ve birbirini besleyecek tarzda kurulduğunu belirtin “Geleneksel bir toplumda” der Gellner, “sözgelimi neyin yenip yenmeyeceğinin mantığı siyasal ya da ekonomik faaliyetleri yöneten öncüllerle aynı kaynaktan çıkmaktadır.” Gerçekte bu nokta, yani piyasanın (ekonominin) toplumun dokusundan ve değerlerinden kopmadığı geleneksel toplum fikri Karl Polanyi’nin Büyük Dönüşüm (Great Transformation) adlı kitabında enine boyuna incelenmiştir. Polanyi modernlik-öncesi toplumlarda piyasanın bağımsız bir kurum olarak topluma kendi isteklerini dikte ettirmediğini, tersine onun toplumun,kamunun bir parçasını oluşturduğunu ve toplumun ihtiyaçlarını karşılamak üzere faaliyet gösterdiğini söyler. Bu konu daha yalanlarda Wright Mills ve J. Habermas gibi düşünürler tarafından da vurgulanmış ve toplum üzerinde ekonomik ve politik çıkarları olanların kurduğu hegemonyanın bİr”kamualanı” oluşturmasıyla yıkılabileceği öne sürülmüştür.
Geleneksel toplumlar üzerine yapılan tipolojiler oldukça kabarıktır ve sayıları giderek artmaktadır. Genellikle tarihsel tipolojiler olan bunları şöyle sıralayabiliriz: Maine’in “Statüler” ve “Sözleşme” (contract); Tönnies’in “Cemaat” ve “Toplum”; Weber’in “Statü” ve “Sınıf, St.Simon’un “Üç Aşama”; Spencer’in “Askerî” ve “Sınar ; “Birincil” ve “İkincil Gruplar”; Durkheim’in “Mekanik” ve “Organik”; Redfıeld’in “Folk” ve “Şehir”; Becker’in “Kutsal ve Laik”; Marks’ın “Feodal” ve “Kapitalist” (ya da “sosyalist”) kategorileri, birincisi geleneksel, ikincisi modern topluma karşılık olan tipolojilerdir. Bu tipolojiler zorunlu olarak birinden öbürüne geçileceğini öne sürmüşler ve bazıları ise normatif bir dille bunun gerekliliğini vurgulamıştır. Biz burada Tönnies ve Durkheim’in toplumsal grup tipolojileri olmayıp, toplumsal ilişkilere dayanan tipolojilerini kısaca özetleyeceğiz.
Durkheim, benzerliğe dayalı bir dayanışma üzerine kurulmuş toplumlarla (mekanik dayanışma), işbölümüne dayalı bir dayanışma üzerine kurulmuş toplumları (organik dayanışma) birbirinden ayırır. Durkheim’a göre mekanik dayanışma ilkel, yüzeysel ve insiyakı (iç güdüsel) dir. Buna karşılık iş bölümü bir toplumda uğraşları birbirini tamamlayan üyelerin karşılıklı bağımlılığına dayanan rasyonel bir dayanılmayla sonuçlanır. Mekanik dayanışmamn geçerli olduğu toplumlarda birey, topluluktan kopmamış, onun içinde bir bakıma “erimiş” durumdadır. Buna karşılık organik dayanışma, her biri kendi kişiliğini, bir birey olarak kendi benliğini geliştirmiş; birbirlerine karşılıklı bir ihtiyaç duyan ve karşılıklı bağımlılıklarının rasyonel olarak bilincine varan insanları bir araya getirir.
Tönnies’in “topluluk” (cemaat ya da community) ile “toplum” (society) arasında yaptığı ayrım her ne kadar Marks’ın ekonomik temele dayalı ve evrimci tipolojîsinden etkilenmişse de, daha çok iki irade biçimini, “organik” irade ile “düşünülmüş” iradeyi birbirinden ayıran psikolojik bir teoriye dayalıdır. Birinci irade biçimi duygusal eylemlere, tutku, sevgi ve nefrete, yiğitlik ve korkuya, iyilik ve kötülüğe vb. yol açar. İkincisi ise akla, ölçüp biçmeye, çıkara dayanan eylemlere, para, iktidar vb arayışlarına yol açar. “Topluluk” organik iradeye denk düşer; birbirine samimiyetle bağlanan insanlar arasında gelişir. Bunlar aile, akrabalık, klan gibi kana bağlı; komşuluğa dayanan anlayışa bağlı topluluklar şeklinde birkaç türe ayırır. “Toplum” ise tersine çıkara dayalı ilişkilerden kurulmuştur; sanayi ve ticaret işletmeleri, baskı grupları, savunma dernekleri gibi.
Bu iki tipoloji arasındaki benzerlikler önemlidir. Topluluk, “benzerlik” üzerine kurulmuş “toplum”dur, “toplum” ise “iş bölümü” dayanışmasına dayanan bir toplumsal gruptur. Fakat Tönnies daha çok psikolojik, Durkheim ise sosyolojik bir ölçüt kullanmaktadır. Ancak her iki tipolojinin kategorilerinin belli tercihler doğrultusunda oluşturulduğu da söylenmelidir. Tönnies’in “topluluk” (cemaat) dediği kategori ortaçağ Germen kırsal topluluğundan esinlenmiş olup, tercihini ondan yana yapmış ve “toplum” kategorisini soğuk ve samimiyetsiz bularak onun adeta insan ilişkilerinde bir gerilemeyi ifade ettiğinden sözetmistir. Oysa Durkheim’a göre mekanik dayanışmadan organik dayanışmaya geçiş, toplumlar adına bir ilerlemedir ve tercihi de ikinciden yanadır.
Görüldüğü gibi hemen tüm toplum tipolojileri -global ve tarihsel tipolojiler olsun, toplumsal grup ya da toplumsal ilişki tipolojileri olsun- belli bir değer yargısını beraberinde getirmektedir. Bu, geleneksel ve modern toplum ayrımını yaygınlaştıran Daniel Lerner’in durumunda da görülmektedir. Lerner “geleneksel toplum -geçiş toplumu – modern toplum” şemasını oluştururken gerçekte pozitivist ve evrimci bir model kurmakta ve tüm toplumların bu evrelerden geçmesi gerektiğini iddia etmektedir. Oysa daha relativist bir açıdan bakıldığında her toplumun “kendisinde başlayıp kendisinde biten bir dünya” olduğu ve her toplumun kendisine özgü bir gelişme çizgisi izlediği söylenebilir. Örneğin Doğulu toplumlar her zaman bu tür tipolojUerin başını ağrıtan yapılarıyla ayrı bir modernleşme çizgisi izlemişlerdir. Sözgelimi İran, XX. yüzyılın sonlarında modernleşmenin “kale”sinde geri yönde açılmış bir gedik olarak gözükmekte ve geleneksel toplumun yapısına daha yalan bir özellik sergilemektedir.
Son olarak şunlar söylenebilir: “Modern ve geleneksel toplum ayrımları Batılı sosyologların “ileri-geri kalmış” ya da “gelişmiş-az gelişmiş” gibi kavramlarla toplumlara bakarak geliştirdikleri bir takım teoriler olup, geleneksel ya da modernlik öncesi toplumların özelliği diye sıralananların genellikle Batı feodalitesinden alınmış olduklarım söylemek gerekir. Sosyolojide ve antropolojide ilkel toplum teriminin bir çok eleştiriye uğraması üzerine “geleneksel toplum” teriminin yeğlenmesi de gösteriyor ki, geleneksel toplum bu sosyologların, içinde Gelenek’in toplumu bir bütün olarak beslediği ve damarlarına kutsal (ilahi) olanı zerkettiği ve değerlerini O’nun rengine boyadığı bir toplumdan çok ilkel, farklılaşmamış, gelişmemiş, kategorilerine sığdırılmak istenen bîr toplum tipidir. Oysa müslümanlann geleneksel toplum teriminden anlamaları gereken tam da budur.
Mustafa ARMAĞAN – SBA