Tarihi Eserler

Gazi Kasım Paşa Camii -Macaristan- Tarihçe, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Kasım Paşa Camii. Macaristan’ in Peçuy şehrinde XVI. yüzyılda yapılan cami.

Son yıllarda cadde kenarında temel ka­lıntılarına rastlanan çifte hamamdan da anlaşıldığı gibi şehrin çarşısının da yer al­dığı ana meydanın bir kenarında bulun­maktadır. Macaristan’ın fethinin arkasın­dan Kanunî Sultan Süleyman zamanında inşa edilen caminin kurucusunun o yıllar­da yaşadıkları bilinen Kasım paşalardan hangisi olduğu hususunda bazı tereddütler vardır. Fakat büyük ihtimalle bu eserin kurucusu, Macaristan’daki Türk idaresi sırasında önemli mevkilerde bu­lunan, bölgedeki faaliyeti ve Peçuy ile ilişkisi Peçevî tarihinde anlatılan ve diğerlerinden “gazi” lakabıyla ayrılan Ka­sım Paşa’dır. Mehmed Süreyya’nın ver­diği bilgiye göre Gazi Kasım Paşa, Mohaç ve Peçuy serhadlerinde mirliva olmuş, 959’da (1552) önce Budin, arkasından Tımışvar beylerbeyi I iğine getirilmiş, Ka­nunî Sultan Süleyman’ın saltanatının son­larına doğru orada vefat etmiştir. Nite­kim Gevay Antal, Budin beylerbeyi hak­kındaki kitabında Kasım Paşa’nın 1548-1552 yılları arasında Budin valiliğinde bulunduğunu bildirmektedir. Paşanın Tımışvar’da olması gereken kabrinden gü­nümüzde hiçbir iz kalmamıştır. Maca­ristan’ı ziyaret eden Evliya Çelebi’nin Pe­çuy şehrini anlatırken caminin gönül açıcı ve cemaati bol bir ibadet yeri olduğunu söyleyerek verdiği 100 ayak ölçüsü uzun­luğu herhalde abartılı olmalıdır. Yine ay­nı müellife göre caminin içindeki minber, mihrap, mahfel ve kürsü tarifi imkânsız güzellikte eserlerdir. Evliya Çelebi, cami­nin üstünü örten kubbenin büyüklüğüne işaret ettikten sonra bunun dört ke­mere oturduğunu belirterek İstanbul’­daki Sultan Selim Camii ile benzerlikku-rar. Ayrıca çok yüksek bir minare ile cüm­le kapısının iki yanındaki sofalardan da anlaşıldığına göre yedi kubbeli bir son cemaat yerine sahip bulunduğunu bildi­rir. Ancak bu hususta verdiği bilgiler mev­cut binaya pek uymamaktadır.

Macaristan elden çıktıktan sonra Ka­sım Paşa Camii’nin minaresi J. Molnâr’ın belirttiğine göre 1776’da yıktırıldiğı hal­de esas bina ayakta kalabilmiştir. Arka­sından dış duvarları âdeta bir kılıf içine alınmak suretiyle görünümü tamamen değişen cami barok üslûpla bir kiliseye çevrilmiştir. Bugün hâlâ şehrin en büyük kilisesi olan yapıda 1938’den sonra çok geniş ölçüde çalışmalar başlatılarak esas bünyeyi gizleyen ya da bozan elemanların ayıklanmasına girişilmiştir. Fakat pro­jeyi hazırlayanların Osmanlı devri Türk mimarisine dair yeterli bilgileri olmadı­ğından restorasyonun tam başarıya ulaş­tığı söylenemez. Hataların içinde en göze batanı ise alt sıra pencerelerin fil gözü al­çı pencereler biçiminde yapılmış olması­dır. Molnâr, kubbenin tam bir Osmanlı kubbesi görünümünü ancak 1966’da ala­bilmiş olduğunu bildirmektedir.

İlgili Makaleler