Tarihi Eserler

Gazi Hüsrev Bey Külliyesi, Camii/Medresesi Tarihçe, Mimari, Özellikleri, Hakkında Bilgi

Gazi Hüsrev Bey Külliyesi. Saraybosna şehrinde XVI. yüzyılda yapılan, büyük bir Osmanlı külliyesi.

Külliyenin camii, kapısı üstündeki sü­lüs hattıyla yazılmış üç beyitlik Arapça kitabesine göre Kanunî Sultan Süleyman döneminde 937 (1530-31) yılında yapıl­mıştır. Fakat külliyenin diğer yapılarının inşası uzun sürmüş olmalıdır. Nitekim medrese, kapısı üstünde yer alan üç be­yit halindeki Arapça kitabesine göre 944 (1537-38) yılında inşa edilmiştir. Türbe­deki kitabe ise Gazi Hüsrev Bey’in vefat yılını 948 (1541) olarak verir. Kanunî Sultan Süleyman, 940 yılı Muharremi baş­larında(Temmuz 1533) verdiği temliknâme ile Gazi Hüsrev Bey’e geniş araziler bağışlamış, cami ile külliyenin çeşitli bi­naları için vakfiyeler düzenlenmiş ve bunlara ekler yazılmıştır. Bu belgelere göre hepsi de Rumeli’nin çeşitli yerlerin­de bulunan birçok mülkten başka nakit ve değerli mücevherlerin de vakfedildiği vakfiyelerde belirtilmiştir. Vakıfların sahibi tarafından öngörülen şartlara uy­gun olarak yürütülmesiyle de Gazi Hüs­rev Bey’in kethüdası Murad Bey (Voyvo­da) görevlendirilmiş, vakfın yaşatılması Murad Bey’den sonra onun neslinden gelenlere bırakılmıştır. Efendisine çok bağlı bir azatlı olduğu anlaşılan Murad Bey, Hüsrev Bey’den sonra 952’de (1545-46) vefat ederek onun kabri yanında yap­tırdığı mütevazi türbeye defnedilmiştir.

Evliya Celebi. 1070 yılı Şaban ayında(Nisan 1660) Edirne’den Sırbistan’a gi­derken uğradığı Saray şehrinde “saat kulesi olan mahalde” bulunan Hüsrev Paşa Camii’nden bahsederek bu cami­nin çok kalabalık cemaati bulunduğunu söyler. Ayrıca abdest musluklarından kı­şın ısıtılmış su akıtıldığı yolunda bilgi ve­rir: “Evkafı gayet kavî olduğundan mü­tevellisi cânib-i vâkıftan cemâat-i kesî-reye Bosna diyarının bu şiddet-i şitâsın-da imaret kazanları kadar büyük kazan­larla sular kaynatıp cümle musluklardan selsebilâsâ ıssı su cereyan ettirir, cemî-i ehl-i salât anda tecdîd-i vuzû’ edip iba­det ettikçe sâhibü’l-hayrât Hüsrev Paşa’ya hayır dualar ederler”.

Bosna’nın bu en önemli külliyesi, bu­raların Avusturya tarafından işgaline ka­dar esas üslûp özellikleriyle durmuş, an­cak bu yeni idare sırasında bazı kısım­ların restorasyonu yapılacağı iddiasıyla aslına uymayan ve çok çirkin arabesk üsluplu birtakım İlâvelerle yeni biçimle­re sokulmuştur.

Gazi Hüsrev Bey Külliyesi’nin yapılma­sının 450. yılı münasebetiyle bir kitap hazırlanmış ve burada külliye­nin vakfiyesiyle zeyillerinin metinleri de yayımlanmıştır. Tito rejimini bir zarar görmeden atlatan külliye, 1992’den be­ri sürüp giden Sırp saldırıları karşısında çok ağır tahribata uğramış, yanmış ve yıkılmıştır. Benzeri birçok eski İslâm ese­ri gibi Sırplar’ın bu tarihî sanat eseriyle birlikte şehirdeki diğer Osmanlı yapıla­rını özellikle tahrip etmeleri dikkat çe­kicidir.

Cami. 937 (1530-31) yılında yapılan Gazi Hüsrev Bey Camii bütünüyle kes­me taştan bir yapıdır. Geniş bir avlu için­de yer alan camiye, üstleri kubbeli beş bölümlü bir son cemaat yerinden geçi­lir. Kubbe kemerlerini taşıyan kemerler, başlıkları mukarnaslı mermer dört sü­tuna dayanır. Yanlarda ise düz duvarlar vardır.

Yakın tarihlerde, belki de Avusturya iş­gali döneminde biçimi değiştirilmiş olan, üstünde kitabenin yer aldığı cümle ka­pısı harime geçit verir. Bu kapının ke­meri içinde iki tarafta nişler vardır. Ca­mi harimi, eksen üzerinde sıralanan üs­tü kubbeli kare bir mekânla (13 x 13 m.), kıble yönünde onu takip eden yarım kub­be ile örtülü olmak üzere iki mekân ha­lindedir. Bunları sivri büyük bir kemer ayırır. Cami gövdesine nisbetle olduk­ça yayvan olan ana kubbenin yüksekliği 26 m. kadardır. Kubbeli bölümün iki ya­nında birer tabhâne odası bulunur. Bun­ların son cemaat yerine açılan birer pen­ceresi vardır. Ekrem Hakkı Ayverdi’nin yayımladığı planda, bu odaların dışarıya yan taraflara açılan birer kapıları oldu­ğu işaretlenmiştir. Tabhâne odaları, bu tip yapılarda olduğu gibi sonraları orta mekânla aralarındaki dolgu duvarları bo­şaltılmak suretiyle açılmıştır. Bunların aslında kapalı olmaları ve sadece birer kapı ile orta mekâna ulaşımı sağlamaları gerekir. Mihrap bölümünde yarım kubbeye geçiş zengin mukarnaslarla sağ­lanmıştır. Mihrap ise yine mukarnaslı olmakla beraber etrafını saran kalem işi nakışlar yapının gerçek üslûbuna uyma­yan geç dönem işleridir.

Caminin içi, herhalde XIX. yüzyıl son­larında esas üslûbuna uymayan kalem işi nakışlarla kaplanmıştır. Bunlar ara­sında harimin duvarlarındaki, taş derz­leri taklit eden süslemeler gözleri ra­hatsız eder. Girişin sağında bulunan ve sekiz somaki sütuna oturan mahfil de aynı dönemde değiştirilerek üstüne ba­rok korkuluklu ve çıkmalı bir balkon ek­lenmiştir. Minber mermerden olup mer­diven korkuluğu klasik üslûpta şebeke­lidir. Caminin ahşap pencere kanatları ve alçı pencereleri de değiştirilmiştir. Bu sonuncuların yerlerine ahşap çerçeveler konulmuştur.

Gazi Hüsrev Bey Camii, Halep’teki Hüs­rev Paşa Camii ile birlikte Osmanlı mi­marisindeki tabhâneli camiler tipinin son örneklerindendir. Bu biçimde ibadet yer­leri XVI. yüzyılın ilk yarısından itibaren artık yapılmamıştır. Ekrem Hakkı Ayver­di’nin Hüsrev Bey Camii ile İstanbul’da­ki Atik Ali Paşa Camii arasında bir yak­laştırma yapması ise yanıltıcıdır. Çünkü Atik Ali Paşa Camii’nde yanlardaki me­kânlar tabhâne odaları olmayıp bunlar doğrudan doğruya cami ana mekânına ait unsurlardır.

Sağ tarafta tabhâne odasına bitişik dıştan kapısı olan minare, Rumeli’deki Osmanlı dönemi minarelerinin çoğu gi­bi aşırı derecede uzundur. Ayverdi, kü­laha kadar yüksekliğinin 35,82 m. oldu­ğunu bildirir. Smail Tihiç ise yüksekliği 47 m. olarak verir. Ancak şerefe çıkma­larının basit bilezikler biçiminde oluşu, hiç değilse bu kısmının çok geç bir dö­nemde, belki de XIX. yüzyıldaki tamir sırasında yenilendiğini gösterir. Cami­nin avlusunun ortasındaki sekiz ahşap direğe dayanan bir saçağa sahip şadır­vanın yerinde 1893’te on iki köşeli ka­gir yeni bir şadırvan yapılmıştır.

Türbeler. Gazi Hüsrev Beyin kesme taştan yapılmış türbesi caminin sol ta­rafında yer alır. Her bir kenarı ortalama 3,30 m. ölçüsünde olan bu sekizgen plan­lı türbenin üstü sağır kasnaklı bir kub­be İle örtülüdür. Her cephede açılmış çift sıra pencereler içeriyi aydınlatır. Yayvan kemerli girişi küçük bir sundurma saça­ğı korur. Kapının kemeri üstündeki alın­lıkta üç beyitlik Arapça kitabede Hüsrev Bey’in vefat tarihi olan 948 (1541) yılı verilmiştir. İçinde çiniler ve kalem işi na­kışlar vardır.

Hüsrev Bey’in türbesinin hemen ya­nında, ona nazaran çok daha küçük öl­çüde olmak üzere yine kesme taştan ve kubbeli Murad Bey’in türbesi bulunmak­tadır. Bu altı köşeli türbede yatan Mu­rad Bey, kapı üstündeki Türkçe kitabe­ye göre 952 (1545-46) yılında vefat et­miştir.

Medrese. Caminin karşısında yer alan ve Hüsrev Bey’in annesi Selçuk Hatun adına yapılan medrese için Gazi Hüsrev Bey ayrı bir vakfiye hazırlatmıştır. 26 Receb 943(8 Ocak 1537) tarihli bu vak­fiyeye göre medresenin inşası camiden birkaç yıl sonradır. Kapısı üstünde­ki üç beyitlik Arapça kitabesinden 944 (1537-38) yılında tamamlandığı öğrenil­mektedir. Medresede 1960 yılına kadar yüksek dereceli İslâm ilahiyatı öğreti­mine devam edilmiştir. Üstü kurşun ör­tülü olduğundan halk arasında Kurşum-liya (Kurşunluca) olarak adlandırılmıştır.

Bina cami gibi muntazam İşlenmiş kes­me taşlardan yapılmıştır. Yayvan kemer­li kapısı üstünde kitabesi bulunan giriş mukarnaslı bir kavsara içindedir. İki yan­larda mihrap biçiminde oturma nişleri vardır. Bu gösterişli taç kapıdan avluya geçişi sağlayan dehliz küçük, ancak di­ğerlerinden daha yüksek bir kubbe ile örtülmüştür.

.Medresenin iç avlusu dikdörtgen bi­çiminde olup üç taraftan sütunlu revak-larla çevrilidir. Bu kubbeli revaklardaki mermer sütunların başlıkları, XVI. yüz­yılın’ baklavalı başlıklarının benzeri ol­makla beraber bunların rölyefleri aşırı derecede belirtilmiştir. On kubbeli revaklı, fakat oldukça dar görünüşlü avlu­nun ortasında bir şadırvan yer alır. Ders­hane- mescid kare planlı ve içten yakla­şık 6.50-7 m. ölçüsündedir; böyle bir mekânın hacmine uygun, alt kısımları mukarnaslı tromplu, sağır kasnaklı bir kubbe bunu örter.

Avlunun etrafında hepsi kubbeli ve ocaklı on iki hücre sıralanır. Bunların dı­şarıdan hava ve ışık almalarını sağlayan pencereleri vardır. Genellikle Osmanlı medrese mimarisinde ilgi çekici çözüm­ler bekleyen köşe odalarının girişleri me­selesi burada avlunun köşelerindeki üç dar dehlizle yapılmıştır. Dördüncü kö­şede ise böyle bir çözüme gidilmeksizin burada arkadaki avluya geçişi sağlayan dar bir koridor yer almaktadır.

Sıbyan Mektebi. Külliyenin doğu tarafın­da olduğu bilinen sıbyan mektebi 1697, 1766, 1788, 1831 ve 1842 yıllarında ya­narak tamir edildikten sonra 1843’te tekrar ihya edilmişse de bundan sonra artık önemini kaybettiğinden Ekrem Hakkı Ayverdi’nin tesbitine göre hiçbir iz kalmamacasına ortadan kalkmıştır.

Kütüphane. Gazi Hüsrev Bey kurduğu külliyeye bir de kütüphane vakfetmişti; ancak bunun binasından günümüze bir şey gelmemiştir. Sonraları Hünkâr Ca­mii önündeki bir binaya taşınan bu kü­tüphanede birçok değerli yazma eser, şer’î sicil defteri ve vakfiye bulunmakta­dır.(Bk. Gazi Hüsrev Bey Kütüphanesi)

Hankah (Tekke). Bu bina da artık mev­cut değildir. İlk yapıldığında Halvetî ta­rikatına ait olan tekke daha sonra Nak­şibendî tekkesi olmuştu. Avusturya’nın işgali sırasında 1697’de yanan, 1755’te yeniden yapılan. 1831 ve 1852’de tek­rar yanan ve tamir edilen tekke sonra­ları bütünüyle yıktırılmıştır. C. Truhelka tarafından yayımlanan, doğruluk dere­cesi kontrol edilemeyen bir plana göre bu bina ince uzun, dikdörtgen biçimin­de bir yapı olup ortasında sütunlu re-vaklı, dar ve uzun bir şadırvan avlusu bulunmaktaydı. İki tarafta, revaklara açılan on dört hücre ve bunların arala­rında niçin yapıldıkları anlaşılamayan ye­di dehliz vardı. Girişin yan tarafındaki, hücrelerden daha büyük ve üç cephe­sinde pencereler bulunan dikdörtgen bir mekânda mihrap işaretlendiğine göre burası tevhidhâne-mescid olmalıdır. Gi­rişin tam karşısına isabet eden dar ta­rafın dışında da gusülhâne olması muh­temel kare bir mekânla helalar bulunu­yordu.

Revak kemerlerinin yarım yuvarlak oluşu, hücrelerin avluya açılan kemerli pencerelerinin klasik Türk mimarisine ters düşen biçimleri, hankah-tekkenin XVIII veya XIX. yüzyılda önemli ölçüde değişmiş olduğunu gösterir. Revak sü­tunlarının keskin hatlı başlıkları da her ne kadar klasik baklavalı başlıkları andırmaktaysa da Osmanlı dönemi Türk sanatındaki başlıklardan çok farklıdır.

Misafirhane, Aşhane-İmaret. Külliyenin batı tarafında olması gereken misafir­hane ile aşhane-imaretten bugün bir iz kalmamıştır. Yerinde, mütevellisi tara­fından “imaret hanı” olarak adlandırılan bir han inşa edilmiştir.

Hamam. Vakfiyesinde anilmamaktay-sa da hamamın Gazi Hüsrev Bey Külliye-si’nin bir parçası olduğu ve belki de vak­fiyenin yazılmasından sonra gelir sağla­mak üzere yapıldığı sanılır. Çifte hamam olduğu anlaşılan bu binanın C. Truhelka tarafından yayımlanan planı, Osmanlı -Türk hamamları hakkında yeterli tecrü­besi olmayan bir kişi tarafından çizildi­ğinden aydınlanmaya muhtaç bazı hu­suslar taşır. Ortalarında birer şadırvan bulunan soyunma yerlerinden (camekân) kadınlar kismınınki hiçbir hamamda gö­rülmeyen bir biçimde bölünmüştür. Ilık­lık kısımları da ufak mekânlar halinde­dir. Truhelka’nın planında bunların örtü sistemleri belirtilmemiştir. Sıcaklık kı­sımları ise küçük halvet mekânları biçi­mindedir. I. Dünya Harbi yıllarına gelin­ceye kadar esas görevine uygun olarak kullanılan hamam, Yugoslav idaresi sı­rasında gece kulübüne dönüştürüldü­ğünden mimarisinde de değişiklikler ya­pılmıştır. 1993-1995 yılları arasında sü­rüp giden Sırp hücumları ve tahripleri sonunda bugün ne durumda olduğu bi­linmemektedir.

Hanlar. Gazi Hüsrev Bey Vakfı’na ait olmak üzere külliyenin çevresinde bazı hanlar bulunmaktadır. Bunlardan yalnız Taşhan olarak adlandırılanı esas evkaf­tan olmalıdır. Diğerleri sonraları vakfa bağlanmıştır. C. Truhelka tarafından ya­yımlanan planına göre Taşhan iki esas bölümden oluşmuştu.  Bunlardan biri.

kare bir iç avlu etrafında sıralanan kare odalardan meydana gelmişti. Bu bölü­mün bir tarafına bitişik, ortasında bir dizi halinde sıralanan payeler bulunan binanın ise kervansaray olduğuna ihtimal verilebilir. Dört tarafa kapısı olan, her bir kenarı yaklaşık 35 m. kadar uzun­luktaki kare planlı avlunun, ileride yeri­ne dokuz kubbeli bir bedesten inşa edil­mek üzere tasarlandığı, fakat bunun ger­çekleşmediği bir ihtimal olarak hatıra gelirse de bitişiğinde kervansaray bu­lunduğundan bu bölümün ortası, üstü açık avlulu iki katlı bir ticaret hanı ola­rak yapılmış olması da mümkündür. Avlunun ortasında evvelce bir şadırvanla bunun üstünde küçük bir mescid bulunduğu söylenir. Bu kare bölümün bir kenarında yine ona bitişik olarak 100 metreyi aşan uzunlukta bir arasta var­dı. Ortasındaki yolun iki tarafında sıra­lanan dükkân hücrelerinden başka aras­tanın bir yan cephesi boyunca da dış dükkânlar yer almıştı. Birinci bölümün esas girişinin iki yanında birbirinden farklı mekânlar vardı. Bunlardan bir ta­raftakiler arasta ile birleşiyordu. Taş­han 1879 yangınında zarar görmüş ve tamir edilmediğinden sonraları yıktırıl­mış, yerine bir otel binası inşa edilmiş, ancak bazı parçalan kalabilmiştir.

Ekrem Hakkı Ayverdi. Taşhan dışında Gazi Hüsrev Bey Vakfı’na sonradan bağ­lanmış bazı hanların da adlarını verir. Bunlardan İmaret Hanı, vakfın misafir­hanesi yerinde mütevelliler tarafından yaptırılmıştır. Mimarisine ve bugünkü durumuna dair bir açıklama yoktur. Hân-ı Cedîd adı verilen yapının 1174-1179 (1760-1766) evkaf muhasebe def­terlerinde adı geçer. Bu han, Mustafa Gül Ağa tarafından yaptırılmış doksan İki odalı ve birçok dükkanlı bir yapı idi. Birkaç defa yanmış, tamir edilmiş, son olarak 1879’da tekrar harap oluşunun arkasından XX. yüzyıl başlarında yerine dört adet modern bina inşa edilmiştir. Morica Han denilen yapı ise XVIII. yüzyıl başlarında Gazi Hüsrev Bey evkafı mül­kiyetine geçmiştir. Osmanlı dönemi Türk mimarisi üslûbunda muntazam dikdört­gen biçiminde bir han olup 1957’de yan­mıştır. İki katlı olan hanın alt katında otuz altı odası vardı. Ayrıca ortadaki av­luda daha küçük kare bir avlu etrafın­da odalar yapılmıştı. Eski fotoğrafların­dan, hanın üst kat mimarisinin geç dö­nem yapı üslûbuna işaret ettiği söyle­nebilir. 1957’den sonra hanın kurtulan bir bölümü, modern biçimde tamir ve yenilemeden geçirilerek kahvehane ve restoran yapılmıştı. Ancak binanın son durumu bilinmemektedir. Ekrem Hakkı Ayverdi, Gazi Hüsrev Bey evkafına bağ­lanmış olan bir de Koluk Hanı’nın adını verir. Bunun yerinde sonraları bir otel yapılmıştır.

Saat Kulesi. Gazi Hüsrev Bey’in vakfi­yesinde adı geçmemekle beraber vakıf­ların ortasında yer alan saat kulesi de onun adıyla anılır. Herhalde vakıf müte­vellileri tarafından yaptırılmıştır. XVII. yüzyılda mevcut olduğu tesbit edilen saat kulesi birkaç defa yenilenmiş olup son haliyle Türk mimarisine aykırı bir üslûbu vardı. Kare planlı, köşeleri pahlı kesme taş kulenin yukarı kısmında her cephede yarım yuvarlak kemerli ikişer pencere vardır. Saat bunların üstünde ve arasındadır. En üstte ise her cephe­de üçer göz halinde bir kapalı teras bu­lunur. Üst kısmı 1874’te yenilenen ku­ledeki saatin Saraybosnalı iki tüccar ta­rafından İngiltere’den getirildiğini Smail Tihic bildirir.

Hazîre. Caminin yanında içinde on ka­dar kabir bulunan bir de hazîre vardır. Buradaki mezarların en eskisi 1853, en yenisi 1939 yıllarına ait olup ileri ge­len Bosnalı din ve siyaset adamlarına aittir.

Avlunun kuzeybatı köşesindeki muvak-kithânenin, külliyenin vakıf gelirleriyle 1859 yılında yapılmış olduğunu Smail Ti­hic bildirir (bu madde Smail Tihic’ten alı­nan notlarla tamamlanmıştır).

TDV İslâm Ansiklopedisi