İslam Tarihi

Garanik Olayı/Hadisesi Nedir, Tarihi, Hakkında Bilgi

Garanik. Mekkeli müşriklerce put anlamında kullanılan ve bazı rivayetlere göre şeytanın Kur’an âyetleri arasında göstermeye çalıştığı metinde geçen bir kelime.

Sözlükte “beyaz su kuşu, kuğu, tur­na: beyaz tenli genç ve güzel kız” an­lamlarına gelen gurnûk (gırnîk) kelime­sinin çoğuludur. İbnü’l-Kelbî ile Yâköt el-Hamevî’nin belirttiklerine göre Kureyş kabilesi mensupları putlarının Allah’ın kızları olduğuna inanır ve Kabe’yi tavaf ederken, “Lât, Uzzâ ve diğer üçüncüsü Menât hürmetine, çünkü bu üçü ulu ku­ğulardır ve şüphesiz şefaatleri umulan varlıklardır” diyerek onları yüksekte uçan kuşlara benzetirlerdi. Melek­lerin Allah’ın kızları olduğuna inanan Kureyşliler’in. putlarını genç ve güzel kızla­ra benzetmiş olmaları da mümkündür.

İslâm literatüründe garânîk kelimesi, Hz. Peygamber’in müşriklerin gönlünü İslâm’a ısındırmayı arzu ettiği bir sıra­da, şeytanın telkiniyle vahiylere Allah kelâmı olmayan bazı sözler karıştırdığı­nı ve daha sonra Cebrail’in ikazıyla bun­dan vazgeçtiğini iddia eden rivayetler münasebetiyle kullanılmış ve daha çok Necm süresiyle (53/19-20) Hac süresin­deki {22/ 52-54) âyetlerin nazil oluşuna ilişkin tartışmalara konu olmuştur. Garâ-nîkle ilgili ilk rivayet erken devir siyer yazarlarından İbn İshak’a aittir. Onun. Habeşistan’a hicret eden müslümanla-nn Mekke’ye dönüşlerinden söz ederken naklettiğine göre Resûl-i Ekrem kendi­sine nazil olan Necm sûresini okuma­ya başlamış, yanında bulunan müslü-man-müşrik herkes onu dikkatle dinle­miş, fakat, “Gördünüz mü Lât ile Uzzâ’yı” (53/19) mealindeki âyete geldiğinde şey­tan, “Andolsun ki bizi Allah’a yaklaştır­maları İçin onlara tapıyoruz” şeklindeki bir cümleyi araya sokunca müminlerin bir kısmı tas­dik etmiş, bir kısmı kabul etmemiş(Diğer kaynakların kaydettiğine göre Hz. Pey­gamber, secde etmeyi emreden sûrenin son âyetinin gereğini yerine getirmek üze­re secde etmiş, müşrikler de onunla birlikte secdeye kapanmışlar, aş.bk.). Şeytan ise âyet diye kattığı ibareyi müşriklere öğ­retmiş ve onlar tarafından durmadan tekrar edilmesini sağlamış. Bu durum Hz. Peygamber’i çok üzmüş; Cebrail ge­lince söz konusu ibareyi ve onunla ilgili olarak aldığı tepkileri anlatmış, Cebrail de bu ibarenin sorumluluğunu taşımadı­ğını belirterek Allah’tan getirmediği me­tinleri insanlara okuduğunu ifade etmiş. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem’i korku ve telâş almış. Bu sırada onu teselli etmek için şu âyet nazil olmuş: “Biz senden ön­ce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki o, vahyed ilenleri okuduğu zaman şeytan okuduklarına bir şey karıştırmış olma­sın. Ancak Allah şeytanın karıştırdıkla­rını iptal eder, kendi âyetlerini de sağ­lamlaştırır. Allah hakkıyla bilendir, hü­küm ve hiKmet sahibidir”(Hac 22/ 52). Mekke müşriklerinin Resûlullah’la birlikte secde ettikleri haberi Habeşis­tan’a ulaşınca oradaki müslümanlar ve­ya içlerinden bir grup, bundan müşrik­lerin müslüman olduğu sonucunu çıka­rarak Mekke’ye dönmeye karar vermiş. Ancak şehre yaklaştıkları sırada durum­dan haberdar olmuşlarsa da geri dön­meyi göze alamayıp herkes bir müşri­kin himayesini sağlayarak Mekke’ye gi­rebilmişler. Bu riva­yette garânîk kelimesi yer almamakla birlikte daha sonraki kaynaklarda, Ku-reyşliler’in Kabe’yi tavaf ederken putla­rı hakkında söyledikleri bilinen iki cüm­lenin (“Onlar ulu kuğulardır…”) garânîk kıssasının ana unsurunu teşkil ettiği nak­ledilmiştir.

İbn İshak’ın eserinden sonra Hz. Pey­gamber’in hayatıyla ilgili önemli bir kay­nak olan İbn Hişâm’ın eserinde ondan naklen sadece, Habeşistan’a hicret eden müslümanlann Mekkeliler’in İslâmiyet’i kabul ettiğini duyup ülkelerine geri dön­dükleri, fakat Mekke’ye yaklaşınca ha­berin asılsız olduğunu Öğrendikleri be­lirtilir ve garânîkten söz edilmez.

Garânîk hadisesine ayrıntılı olarak yer veren ilk kaynaklar III. (IX.) yüzyılda ya­zılmıştır. Bunların başında Vâkıdî ile İbn Sa’d’ın eserleri gelir. Bu müelliflerin nak­lettiğine göre Hz. Peygamber kavminin kendisinden yüz çevirdiğini görünce nef­retlerini celbedecek âyetlerin inmeme­sini arzu etmiştir. Bir gün Kabe’nin ci­varında Kureyşliler’le birlikte otururken Necm sûresini okumaya başlamış, 19-20. âyetlerine gelince şeytan 20. âyetin devamı gibi, “İşte onlar ulu kuğulardır (garânîk), şüphesiz ki şefaatleri umulmak­tadır” anlamında bir metni Resûl-i Ekrem’e okutmuş, Resûl-i Ekrem okumaya devam edip sûreyi bitirince sonundaki sec­de âyetinden dolayı secde etmiş, kavmi de kendisine uyarak secdeye kapanmış; yaşlı olduğu için eğilemeyen Velîd b. Muglre veya Saîd b. As (yahut her ikisi) bir avuç toprağı alnına getirip secdeyi yeri­ne getirmiş. Hz. Peygamber’in garânîk-ten söz etmesi Kureyşliler’i memnun etmiş, “Allah’ın dirilten ve öldüren, ya­ratan ve rızık veren olduğunu biliyoruz; fakat ilâhlarımızın O’nun katında bize şefaat edeceklerine de inanıyoruz. Sen onların şefaat edebileceklerini kabul et­tiğine göre artık aramızda bir anlaş­mazlık kalmadı” demişler. Bu durumdan son derece rahatsız olan Resul-i Ekrem evine çekilmiş. Akşam olunca Cebrail gel­miş, Hz. Peygamber sûreyi ona arzet-miş; Cebrail de, “Bu iki cümleyi sana ge­tirdim mi ki?” demiş; Peygamber, “Al­lah’a, söylemediği bir şeyi nisbet edip söylemişim” diye hayıflanmış. Bunun üze­rine şu âyet nazil olmuş: “Onlar, başka bir vahiy uydurup bize isnat etmen İçin neredeyse seni vahyettiklerimizden sap-tıracaklardı ve ancak o takdirde seni sa­mimi dost edineceklerdi. Eğer sana se­bat vermemiş olsaydık neredeyse onla­ra biraz meyledecektin”(İsrâ 17/73-74). Müşriklerin secde ettiği haberi ya­yılıp Habeşistan’a kadar ulaşınca orada­ki müslümanlar Mekkeliler’in îslâmiyet’i kabul ettiğini zannetmiş ve bir kısmı geri dönmüş. Mekke’ye yaklaştıktan sı­rada karşılaştıkları bir kervana Kureyşliler’İn durumunu sormuşlar, kervandakiler de Muhammed’in önce İlâhlarını hayırla andığını ve Kureyş’in ona uydu­ğunu, ancak daha sonra bu fikrinden vazgeçip ilâhlarını kötülediğini, Kureyş’in de ona tekrar kötülük yaptığını söyle­mişler. İbn Sa’d’ın naklettiği bu olay literatüre “garânîk hadisesi” olarak geç­miş ve giderek değişik rivayetlere bü­rünmüştür.

Sahih hadisleri derleyen belli başlı kay­naklarda, secde âyeti ihtiva eden sûre­lerin ilki olan Necm sûresi nazil olunca müslümanlann yanı sıra Ümeyye b. Ha­lef dışında bütün müşriklerin, hatta bü­tün insanların ve cinlerin Hz. Peygam-ber’le birlikte secdeye kapandıktan, Ümeyye’nin ise bir avuç toprağı veya ça­kıl taşını alnına götürüp secdeyi yerine getirdiği rivayet edilir. Bu arada Resûl-i Ekrem’in şeytanın müdahalesiyle garânîk metnini âyet diye okuduğuna dair her­hangi bir bilgi verilmez. Sahih olup olmadığına bakmaksızın garânîkle ilgili bütün rivayetleri bir ara­ya getirmeyi amaçladığı anlaşılan Taberî’nin kaydettiği bir rivayette İbn Sa’d’-dan farklı olarak hadisenin başlangıcı şöyle anlatılır: Hz. Peygamber, tebliğ et­tiği vahiylerden dolayı kavmiyle arasının açılmasına üzülmüş, sevgi duyduğu hem­şehrilerini kendisine yaklaştıracak ve onların küskünlüklerini ortadan kaldı­racak bazı âyetlerin gelmesini arzu et­miş, bunun üzerine Necm sûresi nazil olmuştur.

Olayın başlangıcıyla ilgili olarak Taberî’nin naklettiği bir başka rivayet ise şöy­ledir: Kureyşliler, eğer ilâhlarını hayırla anarsa Resûl-i Ekrem’in meclisine katı­labileceklerini, bunu görecek Arap ileri gelenlerinin de kendisine destek vere­ceğini söylemiş, şeytan da bu yolda ona telkinde bulunmuştur. Aynı eserde Saîd b. Cübeyr’den nakledilen iki rivayette, olayın sebebinden ve şeytandan söz edilmeden Necm sû­resinin 19-20. âyetleri nazil olunca Hz. Peygamber’in garânîk cümlelerini oku­duğu, daha önce onun ilâhlannı hayırla anmadığını söyleyen müşriklerin secde­ye kapandıkları ve bundan sonra Hac sûresinin 52. âyetinin nazil olduğu be­lirtilir. Bunlardan başka Taberî, Resûl-i Ekrem’in namaz kılar­ken Necm sûresinde putlann adının geç­tiği kısmı okuduğunu, bunu işiten müş­riklerin, “Peygamber ilâhlarımızı hayır­la anıyor” diyerek ona yaklaştığını, Hz. Peygamber aynı âyetleri okumaya de­vam ederken şeytanın telkiniyle garâ­nîk cümlelerini telaffuz ettiğini bildiren farklı rivayetlere de yer vermiştir.

Geç dönem muhaddislerinden Beyha-kî’nin naklettiği rivayete göre Resûl-i Ekrem putlarla ilgili âyetleri okurken ga-rânîke dair bir metin telaffuz etmemiş, fakat şeytan böyle bir metin uydurarak müşriklere duyurmuş, onlar da bunu Peygamber’in söylediğini ve kavminin dinine döndüğünü zannederek sûrenin sonunda onunla birlikte secdeye kapan­mışlar. Hatta müslümanlar durumu bil­mediklerinden müşriklerin secdeye ka­tılmalarına hayret etmişler. Nihayet Al­lah, Hac sûresinin 52. âyetinde garânîk­le ilgili sözlerin şeytanın uydurması ol­duğunu açıklayıp bunlan iptal etmiştir.

Garânîkle ilgili rivayetler çelişkili bil­giler ihtiva ettiğinden âlimler bunlan farklı şekillerde   değerlendirmişlerdir. Bu değerlendirmeleri üç noktada topla­mak mümkündür, l. Garânîk hadisesi doğru olup Hz. Peygamber şeytanın tel­kini ve müdahalesiyle putlann şefaatçi olacağını ifade eden iki cümleyi yanıla-rak âyet diye okumuş, daha sonra bu cümleler Allah tarafından neshedilmiş ve bunun şeytanın Peygamber’i yanılt­masının bir sonucu olduğu bildirilmiş­tir. Başta Taberî olmak üzere Zemahşe-rî, İbn Atıyye el-Endelüsî, İbn Teymiyye, İbrahim el-Kûrânî, Ferîd Vecdî, Râsim Avni Efendi, Mahmud Esad Efendi, Mu-hammed Hamîdullah gibi bir kısım eski ve yeni âlim bu gruba dahildir. Zemah-şerî bunun, Hz. Peygamber’in çevresin­deki insanları deneyip gerçek mümin­lerle münafıklan ayırt etmesi için vuku bulduğunu söyler.[284] İbn Teymiyye ile İbrahim el-Kûrânî. garânîk hadisesinin Resûl-i Ekrem’in ismet sı­fatıyla ilgili bir mesele olduğunu kabul ederler. İbn Teymiyye’ye göre peygam­berin vahiyleri tebliğ ederken Allah’ın sonradan düzeltmesi şartına bağlı ola­rak hataya düşmesi mümkündür. Nite­kim Selef âlimleri garânîkle ilgili rivaye­ti doğru sayarak nakletmişlerdir. Bu ha­diseyi, garânîk metnini Hz. Peygamber’in telaffuz  etmeyip  şeytanın  uydurduğu ve müşriklere telkin ettiği şeklinde yo­rumlamak doğru değildir. Çünkü Hac sûresinin 52. âyeti bu olaya işaret et­mektedir. Garânîk rivayeti kabul edil­mediği takdirde şeytanın araya karıştirdığı sözlerin Allah tarafından neshe-dildiğini belirten bu âyete tutarlı bir an­lam vermek mümkün olmaz. Âyetteki temenna ve ümniyye kelimelerine “şah­sî tasavvur ve arzu” mânası vermek de meseleyi çözmez. Zira nefsin insana tel­kin ettiği arzu ortaya çıkmadıkça bu­nun  neshedilmesinden   bahsedilemez. Aynca Hz. Peygamber’in insanlara vahiy olarak tebliğ ettiği bazı âyetlerin daha sonra neshedildiğinin yine vahiyle açık­lanması, onun ilâhî gözetim altında bu­lunduğunu ve dolayısıyla güvenilir bir kimse olduğunu daha güçlü bir şekilde kanıtlar. İbrâhim el-Kûrânî de garânîk hadisesiyle peygamberlerin ismet sıfatı arasında ir­tibat kurmaya çalışır. Ona göre şeyta­nın dini bozacak şekildeki bir müdaha­lesine karşı korunmakla birlikte peygamberler bu nitelikte olmayan müdahalelerden korunmuş değildir. Garânîk olayı da şeytanın ikinci tür bir müdahalesiyle gerçekleşmiş olup Resûl-i Ekrem’i eğit­me hikmetine bağlıdır. İlâhî irade bü­tün insanların iman etmesini murat et­mediği halde Hz. Peygamber bunu iste­mek suretiyle yanlış bir kanaate sahip olmuş, Allah da onu eğitmek amacıyla şeytan tarafından yanıltılmasına imkân vermiş ve böylece hatasını düzeltip onu eğitmiştir. Çağdaş âlimlerden Ferîd Vecdî ise Resûl-i Ek­rem’in vahyi ruhanî bir varlık olan me­lek vasıtasıyla aldığını, aynı şekilde ru­hanî bir varlık olduğundan şeytanın ves­vesesini vahiyle karıştırabileceğini ve he­men arkasından bunun Allah tarafından ortadan kaldırılacağını söyleyerek garâ­nîk hadisesini mümkün görmüştür. Muhammed Hamîdullah da müfessirlerin garânîk hadisesini, genellikle garânîk cümlelerini Hz. Peygamber’in söyleme­diği ve şeytanın araya girip sadece müş­rikler tarafından duyulabilecek şekilde bunları okuduğu tarzında yorumladıkla­rını belirterek bunun meseleyi çözmek­te yetersiz kaldığını ileri sürmüştür. Ona göre garânîk metni vurgu ile ifade edi­lebilecek bir soru şeklinde âyet olarak nazil olmuştur. Fakat müşriklerden bi­ri âyeti, soru vurgusunu ihmal ederek olumlu bir cümle şeklinde okuyunca bu­nu duyan müşrikler secde etmiştir. Hz. Peygamber’in bu olaydan üzüntü duy­ması üzerine de âyet neshedilmiştir.

2- Garânîk meselesinin bir aslı bulun­makla birlikte konuyla ilgili rivayetlerin hepsi doğru ve güvenilir olmadığından hadise tutarlı bir şekilde te’vil edilmeli­dir. Ferrâ el-Begavî, Kastallânî, İbn Ha-cer el-Askalânî, Ebü’I-Rdâ, İbn Kesîr, Süyûtî gibi âlimler bu görüştedir. Bu âlimlere göre Saîd b. Cübeyr’den nakle­dilenlerin dışındaki rivayetler isnad açı­sından zayıf ve münkatı’ olmakla birlik­te hadisenin değişik birçok rivayetle nakledilmiş olması bunun bir aslının bulun­duğunu gösterir. Nitekim başta Buhârî olmak üzere sahih hadis kaynaklarında, Hz. Peygamber’in Necm sûresini oku­masının ardından müşriklerin müsiü-manlarla birlikte secdeye kapandığı ri­vayet edilmiştir. Bu da olayın tamamen asılsız ol­madığını gösterir. Bundan dolayı garâ­nîk hadisesinin reddedilmesi isabetli olmadığı gibi bu rivayetlerin âhâd olduğu gerekçesiyle bilgi ifade etmediğini söy­lemek de uygun değildir. Çünkü Hac sû­resinin 52. âyeti bunların bir aslı bulun­duğuna işaret etmektedir. Resûl-i Ek­rem’in Necm sûresinin 19-20. âyetleri­ni okumasından sonra âyetler arasında verdiği fasıladan faydalanan şeytanın, Peygamber’in sesini taklit ederek onun tarafından söylendiğini zannettirecek şekilde garânîk cümlelerini okuduğu yo­lundaki bir te’vil yapılabilecek uygun bir yorum olarak görünmektedir. Bunun ya­nında, şeytanın telkiniyle Hz. Peygam­ber’in garânîk metnini yanlışlıkla âyet diye okuduğunu bildiren rivayetler zayıf ve güvenilmez kabul edilmelidir.

3- Garânîkle ilgili rivayetler asılsızdır ve bunlann tamamı uydurmadır. Başta Ebû Mansûr el-Mâtürîdî olmak üzere Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, Kâdî İyâz, Fah-reddin er-Râzî, Kurtubî, Kirmanı, Aynî, Şevkânî, Şehâbeddin Mahmûd el-Âlûsî. Muhammed Abduh gibi âlimlerin çoğu bu görüştedir. Bunlara göre garânîk ha­disesine dair rivayetlerin asılsız olduğu­nu gösteren pek çok delil vardır.

a- Rivayetlerin hiçbiri muttasıl isnad-la Hz. Peygamber’e ulaşmamakta, dola­yısıyla hiçbir sahâbî tarafından ona böy­le bir olay nisbet edilmemektedir. Bu sebeple de sahih hadis mecmuaları ga­rânîk hadisesine ilişkin herhangi bir ri­vayete yer vermemiştir. Garânîk rivayet-lerindeki İsnad zincirinde yer alan râvi-lerin çoğu güvenilir bulunmamıştır. İs­nad açısından sahih kabul edilen ve Saîd b. Cübeyr tarafından İbn Abbas’a atfe­dilen rivayet de sıhhatini zedeleyecek şüpheler taşımaktadır. Zira rivayetin so­nunda, “Zannettiğime göre İbn Abbas şöyle demiştir” ifadesine yer verilmek­tedir ki bu durum rivayetin güvenilirli­ğini şüpheli hale getirmektedir. Garânîk hadisesine dair ri­vayetler, genellikle sıhhat şartına önem vermeyen rivayet meraklıları tarafından nakledilmiştir. İbn Huzeyme, bu rivayet­lerin zındıklarea uydurulduğunu ispat etmek üzere bir eser yazmış, BeyhakI de garânîk hadisesinin naklen sabit ol­madığını söylemiştir. Ebû Hayyân el-Endelüsî, ga­rânîk konusuna dair ilk rivayetleri kay­deden İbn İshak ile bu kıssanın zındık­larea uydurulduğunu söyleyen İbn Huzeyme’nin isimlerinin (Muhammed b. İshak) aynı oluşu sebebiyle iki müellifi birbiri­ne karıştırarak garânîK hadisesinin zındıklarca uydurulduğuna dair eser yazan kişinin siyer müellifi Muhammed b. İs­hak olduğunu yazmış, daha sonra ondan fayda­lanan Kastallânî, Elmalılı Muhammed Hamdi, İzmirli İsmail Hakkı, İsmail Fen­nî, Ahmed Hamdi Akseki, Muhammed Heykel, Ahmed eş-Şerebâsî, Hüseyin Ha-temi gibi âlimler aynı hatayı tekrarla­mışlardır.

b- Garânîk ibaresi, ilgili rivayetlerde farklı on beş metin halinde nakledilmiş­tir. Bu metin fesahat ve belagat açısın­dan Kur’an âyetlerine ve özellikle yer aldığı ileri sürülen Necm sûresinin di­ğer âyetlerine göre son derece sönük kalmaktadır. Hz. Peygamber bir yana müşrikler bile bu ibarenin Allah kelâmı olmadığını hemen anlamalı ve bazı ve­himlere kapılmamalıydı. Bundan başka bu rivayetler olayın vuku bulduğu yer, cereyan şekli ve olayda ResÛI-i Ekrem’in rolü gibi hususlarda da çelişkili bilgiler ihtiva etmektedir. Meselâ bazı rivayet­lerde Hz. Peygamber’in bu sözleri na­maz kılarken söylediği, bazılarında uy­ku başlangıcı halinde telaffuz ettiği, bir kısmında ise bunlan Resûl-i Ekrem’in değil şeytanın söylediği, diğer bir kısım rivayetlerde olayın Kabe’de, diğerlerin­de İse Kabe dışında bir yerde vuku bul­duğu belirtilmiştir.

c- Garânîk hadisesine dair rivayetler birçok bakımdan Kur’an’a aykırıdır. Her şeyden önce Kur’an’da, ilâhî koruma al­tında bulunan Hz. Peygamber’in kendi arzusuyla veya başkalarının telkiniyle sözler uydurup Allah’a isnat etmesinin, yahut vahiyleri kendi kendine değiştir­mesinin mümkün olmadığı, böyle bir şey yapması halinde şiddetle cezalandırıla­cağı belirtilmiş, kendisine okutulan vahiyleri unutmayacağı ve kal­bine yerleşmesi için vahiylerin âyet âyet nazil olduğu bildirilmiş, ayrıca ilâhî buyrukları açıkça tebliğ edip müşriklerden yüz çe­virmekle emredilmiş ve vahiy ile alay edenlerin üstesinden gelineceği ifade edilmiştir. Bütün bun­lar, Hz. Peygamber’in vahyi alırken ve bunu insanlara tebliğ ederken ilâhî ko­ruma altında bulunduğunu ve herhangi bir şekilde vahiyler arasına yabancı bir söz karıştırmasının mümkün olmadığım açıkça gösterir. Garânîk hadisesiyle irti-batlandırılan Necm süresinin 2-4 ve 19-23. âyetleri de bu konudaki iddialann isabetsizliğini ortaya koymaktadır. Zira bu âyetlerde Hz. Peygamberin kendi ar­zusuna göre konuşmadığı ve Allah’a at­fettiği her sözün vahiy ürünü olduğu ifade edilmiş, aynca putların ilâh ola­mayacağı, herhangi bir fonksiyonlarının bulunamayacağı, uydurulmuş isimler­den ibaret olmanın ötesinde bir değer taşımayacakları vurgulanmıştır. Sûrenin 26. âyeti, göklerde bulunan nice melek­lerin bile Allah’ın izni olmadan şefaat edemeyeceğini belirtmektedir. Bu se­beple İslâm’ın temel ilkesini oluşturan tevhid inancına zıt düşen şirkin Resûl-i Ekrem tarafından yanılarak bile olsa tasvip edilmesi, müşriklerin de putları­nın değersizliğini ortaya koyan bir sûre­nin sonunda secdeye kapanmaları mâ­kul görünmemektedir.

d- Garânîk olayı Kur’an’ın nüzulüne ilişkin bilgilerle de çelişmektedir. Zira iddia edildiğine göre bu olayın meyda­na gelmesi üzerine Hac sûresinin 52. âyeti inmiştir. Halbuki garânîk hadise­siyle irtibatlandınlan Necm sûresi Mek­ke döneminde, Hac sûresi Medine dö­neminde nazil olmuştur ve bu iki süre­nin nüzulü arasında altı veya sekiz yıla yakın bir zaman geçmiştir. Hz. Peygamber’i teselli etmek için indiği söylenen Hac sûresinin 52. âyetinin bu kadar uzun bir aradan sonra nazil olması amaca uygun düşmediği gibi bu süre zarfında garânîk metninin âyet olarak kalması da mümkün değildir.

e- Garânîk hadisesi, peygamberlerin sahip olmaları gereken sıfatlarla bağ­daşmaz. Muhtelif naslara ve âlimlerin ittifakına göre peygamberler hem vah­yi tebliğ ederken hata yapmaktan hem de küfre düşmekten  korunmuşlardır. Peygamberlerin vahyi algılayıp tebliğ et­mekte ve ilâhî buyrukları yerine getir­mekte hataya düşmeleri mümkün olsay­dı İlâhî mesajları ihtiva eden vahyin bağ­layıcılığı ve peygambere iman etmenin gerekliliği ortadan kalkardı. Kur’ân-ı Ke­rîm, şeytanın insanlar ve özellikle itaat­kâr müminler üzerinde etkili bir nüfuza sahip olmadığını beyan etmektedir. Peygamberler üzerinde, bilhassa nübüvvetle görevlendi­rilmelerinin ana hedefini oluşturan vahyi tebliğ sırasında etkili olabileceği ise asla düşünülemez.

Yukanda adlan geçen kelâm ve tefsir âlimleri bu delillere dayanarak garânîk hadisesinin asılsız olduğunu kanıtlama­ya çalışmakla birlikte, konuyla ilgili ri­vayetlerin haber-i vâhid de olsa bilgi ih­tiva edebileceklerini kabul edenleri uyar­mak amacıyla bu rivayetler hakkında çe­şitli yorumlar yapmışlar, Hz. Peygam-ber’in putları öven bir söz söylemediği­ni ve vahiyler arasına yabancı sözler ka­rıştırmadığını teyit etmek istemişlerdir. Bu yorumlara göre, Resûl-i Ekrem’in ga­rânîk cümlelerini müşriklere atfederek hikâye yoluyla telaffuz etmesi, garânîk kelimesiyle melekleri kastetmiş olması, Hz. Peygamber’in putlarla ilgili âyetleri okuyup duraklaması üzerine cinlere ve­ya İnsanlara mensup bir şeytanın araya girip onu taklit ederek söz konusu cüm­leleri söylemesi, müşriklerin de bunu Peygamber’e mal etmeye çalışmaları, Resûl-i Ekrem’in putlarla ilgili âyeti oku­duğunu duyan müşriklerin putlarını öv­mek için garânîk ibaresini araya sokma­ları veya onun putlarla ilgili âyeti okuma­sı esnasında âdetleri olduğu üzere gürül­tü ederek okuyuşunu bastırmak isteme­leri mümkündür. Bu görüş­leri ileri süren âlimler, garânîk rivayetle-riyle irtibatlandırılan Hac sûresinin 52. âyetini de çeşitli şekillerde yorumlamış­lardır. Ebû Mansûr el-Mâtürîdî, âyette geçen temenna ve ümniyye kelimeleri­nin “okumak” anlamına geldiğini kabul etmiş ve âyeti, “Senden önce hiçbir re­sul ve nebî göndermedik ki âyetleri oku­duğu anda şeytan kâfirlerin kalplerine peygamberle mücadele edecekleri bir­takım şüpheler atmasın” diye açıklamış­tır. Fahreddin er-Râ-zî’ye göre bu kelimelere “nefsin telkin ettiği arzu” mânası da verilebilir. Bu du­rumda âyetin meali şöyle o!ur: “Senden önce hiçbir resul ve nebî göndermedik ki bir arzu ve temennide bulunduğu za­man şeytan onun arzusuna bir şeyler karıştırmasın”. Sevkânî ise âyete, “şeytanın müşriklerin kulaklarına bazı sözleri âyet diye atma­sı” anlamını vermiş, temennanın “nef­sin fısıldadığı söz” mânasına alınması halinde âyete, “Peygamber’e nefsi bir söz fısıldadığı zaman şeytanın bunu te­laffuz ederek insanlara duyurduğu” şeklinde bir anlam verilmesi gerektiğini ka­bul etmiştir.

Hz. Peygamber hakkında eser yazan Sir VVilliam Muir, Reinhart Pieter Anne Dozy, R6gis Blachere, Theodor Nölde-ke, Montgomery Watt gibi şarkiyatçılar, Kur’ân-ı Kerîm’in vahiy ürünü oluşu ve Hz. Muhammed’in nübüvveti konusun­da sahip oldukları menfi kanaati pekiş­tirmek amacıyla garânîk hadisesine fev­kalâde önem vermişler ve bunun doğru olduğunu kanıtlama yolunda hayli çaba sarfetmişlerdir. Bunlardan W. Muir, bu hadisenin doğruluğunu Habeşistan’a hic­ret eden müslümanlann üç ay sonra ge­ri dönmesine dayandırırken İslâm’a karşı objektif davrandığı görüntüsünü vermeye çalışan M. Watt, bu olayın müs-lümanlarca sonradan uydurulmasının veya gayri müslimler tarafından İslâmî kaynaklara sokulmasının düşünüleme­yeceğini, dolayısıyla Hz. Muhammed’in şeytanî âyetleri başka âyetlerle değiştir­miş olduğunu iddia etmiştir. Leone Caeta­ni, Maurice Gaudefroy-Demombynes, Louis Massignon gibi şarkiyatçılar ise bu hikâyenin tarihî bir değer taşımadı­ğını ve asılsız olduğunu kabul etmişler­dir. L. Caetani, bu rivayetin müslüman âlimle­rin çoğunluğu tarafından naklen sabit görülmediğini, İsnad zincirinde Muham-med b. Kâ’b gibi güvenilmez râvilerin bulunduğunu, muhtemelen İbn Hişâm’-dan sonraki bir dönemde uydurulduğu­nu, ayrıca hikâyenin muhtevasının şüp­he uyandıracak bir nitelik taşıdığını be­lirtmiştir. Ona göre müşriklerin, müslü-manlan hicrete zorlayacak derecede Hz. Peygamber’e düşman olmaları sebebiyle onun Kur’an okumasını dinlemeye ta­hammül göstermeleri, bunun yanında Peygamber’in, vermiş olduğu mücadele­ye aykırı bir şekilde putlan övecek kadar açık bir yanlış yapması imkânsızdır. Şarkiyatçı Rudi Pelli’-nin garânîk hadisesini tekrar gündeme getirmesinin ardından Hindistan asıllı İn­giliz yazar Selman Rüşdi, Batılı müellifle­rin eserlerinden ilham alarak yazdığı The Satanic Verses adlı roma­nının bir bölümünde (s 112-126) garânîk rivayetlerini ele almış ve tarihî gerçekler açısından olduğu kadar edebî açıdan da bir değer taşımadığı kabul edilen kita­bında Resûl-i Ekrem’i ve temiz eşlerini karalamak istemiştir.

Öyle anlaşılıyor ki garânîk kelimesi ve bunun yer aldığı cümleler, Hz. Peygam-ber’in risâletinden önce putlarını övmek için müşrikler tarafından kullanılmıştır. Erken devir müelliflerinden İbnü’l-Kel-bî’nin eserinde bunu nakletmesi yeter­li bir delil sayılmalıdır. Muhammed Abduh’un bu hususu kabul etmemesi, söz konusu bilginin sadece Yâküt el-Hame-vfnin eseri gibi müteahhir bir kaynakta bulunduğunu zannetmesinden kaynak­lanmış olmalıdır. Şeytanın telkin ve mü­dahalesiyle veya müşrikleri İslâm’a ka­zandırmak amacıyla bu ifadeyi Hz. Peygamber’in âyet diye okuduğu iddiasına gelince, bazı âlimlerin de belirttiği gibi bunun vuku bulduğuna ihtimal vermek mümkün değildir. Zira Kur’an’ın beyan­larına göre şeytanın vahye muttali olup müdahalede bulunması ve âyetlere ya­bancı sözler karıştırması, Resûl-i Ek­rem’in de vahiy ürünü olanla olmayanı birbirinden ayırt edememesi düşünüle­mez. Çünkü Kur’an’ı şeytanlar indirme­miş ve indiremez; bâ­tıl ona önünden de ardından da yaklaşamaz; Hz. Peygamber şeytanın etkisine mâruz kalmış biri değildir; şeytan sadece günahkâr ve iftiracı kimselere yaklaşa­bilir. Eğer Resûl-i Ekrem şeytanın müdahalesine açık ol­saydı Kur’an’ın tamamı tartışmalı hale gelir ve Allah tarafından vahyedilen bir kitap olduğu yolundaki güven sarsılırdı.

Hz. Peygamberin özellikle vahyi alıp tebliğ etmekteki masumiyeti ilkesine aykırı olan ve güvenilmez râvilerin nak­lettiği mürsel bir haber niteliği taşıyan garânîk hadisesinin kaynaklarda zikre­dilmesine, bazı sahih hadis mecmuala­rında. Necm sûresinin nüzulünün ardın­dan müslümanlarla birlikte müşriklerin de secde ettiğine dair bir haberin yer alması sebep teşkil etmiş olmalıdır. An­cak bundan hareketle, söz konusu riva­yetlerde hiç bahsedilmeyen garânîk ola­yının vukuunu doğru kabul etmek müm­kün değildir. Çünkü Buhârî’nin nakletti­ği rivayette “bütün insanların ve cinle­rin secde ettiği” bildirilmektedir ki bu­nun ne anlama geldiği ve hangi maksat­la gerçekleştiği bilinmemektedir. Müş­riklerin secdesi, adlarını duydukları put­larına saygı amacını taşıyabileceği gibi müslümanları dinlerinden çevirmek için başvurdukları bir hile de olabilir. Nite­kim İslâm düşmanlarının sabahleyin ina­nıp akşamleyin inkâr etme taktiğini uy­guladıkları bilinmektedir. Âhâd ve mürsel de olsa garânîk-le ilgili rivayetlere itibar etmek gerekir­se bunların içinde dinin temel ilkelerine ve Kur’an’a aykırı düşmeyen rivayetler tercih edilmelidir ki bu da Beyhakı” tara­fından yukarıda sözü edilen rivayet ola­bilir. Zira burada, garânîk cümlelerini Hz. Peygamber’in değil şeytanın telaffuz et­tiği ve müşriklerin bunu Peygamber’e atfettikleri belirtilmektedir. Garânîk met­nini okuyan şeytanın mutlaka cinlerden biri olarak düşünülmesi de zaruri değil­dir. Resûl-i Ekrem’le mücadele etmele­ri için şeytandan ilham alan müşriklerin araya girerek onun sözlerine bu ibareyi karıştırmış olmaları mümkündür. Nite­kim Kur’an’da, peygamberlerle müca­dele etmeleri için şeytanın kendi dost­larına birtakım fikirler ilham ettiği be­lirtilmektedir. Ayrıca Taberi’nin naklettiği rivayetlerin ilkinde garânîk hadisesinden sonra nazil oldu­ğu belirtilen ilk âyette, müşriklerin Al­lah’a ait olmayan bazı sözleri vahiyler arasına karıştırma teşebbüsünde bu­lundukları, bunu Hz. Peygamber’e teklif ettikleri, ancak muvaffak olamadıkları bildirilmektedir. Ebû Hayyân el-Ende-lüsî. Hac sûresinin 51. âyetinde belirtil­diği gibi, ilâhî âyetleri tesirsiz hale ge­tirmek için birbirleriyle yarışırcasına gay­ret gösteren müşriklerin varlığına dik­kat çektikten sonra 52. âyette söz ko­nusu edilen şeytanın “İnsan şeytanı” ola­bileceğini söylemiş, bu âyette Resûl-i Ekrem’e herhangi bir atıfta bulunulma­dığını, sadece önceki peygamberlerin durumuna işaret edildiğini kaydetmiş­tir. Bu arada, Zemahşerî ile İbn Atıyye el-Endelüsîgibi müfessirlerin eserlerin­de ileri sürdükleri iddiaların masum pey­gamberler şöyle dursun sıradan müslümanlara bile nisbet edilmesinin caiz ol­madığını ifade etmiştir.

Habeşistan’a göç eden müslümanlardan bir grubun geri dönüşüyle garânîk hadisesi arasında bir münasebetin bu­lunduğu, yerli ve yabancı kaynakların he­men hemen ittifakla kabul ettiği bir hu­sustur. Ancak Habeşistan muhacirleri­nin bu dönüşünü Hz. Ömer’in müslüman olmasına bağlayanlar olduğu gibi müşriklerin sec­de edişini başka sebeplere bağlayanlar da vardır. Esasen Hac sûresinin özellikle 5Z. âyeti ihtiva eden bölümü­nün Medine’de nazil olduğu kanaati müfessirler arasında ağırlık kazanmıştır.

Sonuç olarak garânîk hadisesinin mev­cudiyetini güvenilir rivayetlerle belgele­menin mümkün olmadığı görülmekte­dir. Bu olayın vuku bulduğuna delil ola­rak Habeşistan’a hicret eden müslümanlardan bir kısmının geri dönüşü göste­rilirse de garânîk rivayetine ilk yer ve­ren İbn İshak bunu muhacirlerin dönü­şüne bağlamamaktadır. Aslında söz ko­nusu dönüş bu olaydan sonraki bir za­mana rastlamaktadır. Ayrıca kaynakların belirttiğine göre ilk muhacirler Habeşistan’da şaban ve ra­mazan aylarında kalmış, şevval ayında ise geriye dönmüşlerdir. İbn Sa’d’ın ri­vayetine göre Kureyşliler’i memnun eden âyetlerin okunması ramazan ayında vu­ku bulmuştur. Halbuki müşriklerin müs­lüman olduğu haberinin Habeşistan’a ulaşması ve müslümanların Habeş Kralı Necâşî’nin ikamet ettiği Aksûmîs mer­kezinden bir veya bir buçuk ay içinde Mekke’ye gelmeleri mümkün değildir. Kaldı ki müşriklerin secde ettiği rivaye­tini garânîK hadisesine bağlama zaru­reti de yoktur. Onların zaman zaman Hz. Peygamber’e tâviz verip her iki dinin bir arada yaşanabileceğini söyledikleri bilinmektedir.

Garânîk hadisesi tefsir, siyer ve İslâm tarihi kitaplarında ele alınmış, bu konu­da ayrıca bazı monografiler de yazılmış­tır. Muhammed b. Abbas et-Tilimsânî’-nin el-‘Urvetü’l-vüskö fî tenzîhi’l-en-biyâ ‘an firyeti’l-ilkö, Ahmed el-Melevî’nin Menhelü’t-tahkik fî mes’eleti’l-garânîk, Hüseyin el-Hüseynî’nin Risale fî şerhi tilke’l-ğarânîki’l:ulâ, Ali b. Hasan et-Taberî’nin Delâ’üü’t-tah­kik li-ibtâli kışşati’i – garânîk, Ahmed Hamdi Akseki’nin Hâte-mü’î-enbiyâ Hakkında En Çirkin Bir İsnadın Reddiyesi ve Muhammed Nâsırüddin el-Elbâ-nî’nin Naşbü’l-mecânîk îi-nefsi kışşa-ti’1-ğarânîk adlı eserleri bunlardan bazılarıdır.

TDV İslâm Ansiklopedisi

İlgili Makaleler