Ganizade Nadiri Kimdir, Hayatı, Eserleri, Hakkında Bilgi
Ganîzâde Mehmed Nâdiri (ö. 1036/1627) Mi’râciyyesiyle meşhur Osmanlı âlimi, şair ve hattat.
Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Atâî ve Kâtib Çelebi gibi müelliflerin kaydettiği 980 (1572) yılı genel kabul görmüştür. Aynı mahlası taşıyan Bağdatlı Nâdirî’den ayırt edilmesi için Ganîzâde Nâdiri olarak anılır. Aslen Bolulu olan Ganîzâde’nin büyük dedesi Bayezid Efendi Bolevî Çelebi unvanı ile tanınmış bir kadı, babası Abdülganî Efendi ise kazaskerliğe kadar yükselmiş bir âlim ve şairdir. Ganîzâde ilmiye muhitinde yetiştiği gibi tasavvuf terbiyesini de ailesinin içinde bulunduğu Nakşibendî çevrelerinde elde etmiştir. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’ye dair methiyelerin toplandığı bazı mecmualarda şiirlerinin bulunduğuna bakılarak onu Mevlevi kabul edenler varsa da bir Mevlevî kaynağı olan Esrar Dede Tezkiresi’nde Nâdirî’ye yer verilmemiş olması bu kanaatin doğru olmadığını düşündürmektedir.
Ganîzâde iyi bir medrese tahsili gördükten sonra Hoca Sâdeddin Efendi’den mülâzım oldu. 1000 (1592) yılında İlk olarak 40 akçe ile İstanbul’da Papasoğ-lu Medresesi’nde başladığı öğretim hayatını çeşitli medreselerde müderris olarak sürdürdü. 1005’te (1596-97) Sahn-ı Semân, ardından Süleymaniye medreselerinde bulundu. Bu arada Şeyhülislâm Sun’ullah Efendi’ye damat oldu. 1011 (1602) yılında tayin edildiği Selanik kadılığıyla ilmiye sınıfından ayrılarak kadılık mesleğine geçti. Kahire ve Edirne kadılıklarında bulundu. Edirne kadısı iken I. Ahmed’in dikkatini çekerek 1015 Şevvalinde(Şubat 1607) İstanbul kadılığına getirildi. 1018 Şevvalinde(Ocak 1610) bu görevinden azledilip Galata kadılığıy-la görevlendirildi, İki yıl sonra da Anadolu kazaskerliğine yükseldi. Bu sırada iki defa I. Ahmed’in Edirne seyahatine katıldı. 1023 Gemâziyelevvelinde(Haziran 1614) tekrar azledildi. 1028 Şevvalinde(Eylül 1619) Şeyhülislâm Zekeriyyâ-zâde Yahya Efendi’nin yerine Rumeli kazaskeri oldu. Bir yıl sonra bu görevden emekliye ayrıldı. Bunun bir azil olduğunu belirten kaynaklar da vardır. 1031′-de (1622) Galata kazası arpalık olarak kendisine verildi. İki yıl sonra ikinci defa Rumeli kazaskerliğine getirildi. Bu görevden de 1034 Şevvalinde(Temmuz 1625) ayrıldı. Altı ay kadar felçli olarak yatan şair 1036 Ce-mâziyelâhirinde(Şubat 1627) İstanbul’da vefat etti. Fatih’te evinin yakınında bulunan Âbid Çelebi Mescidi naziresine defnedildi. Ölümüne “el-Cennetü mes-vâh” ibaresi ve, “Nâdiri gitti bu devrin hayfâ” mısraı tarih düşürülmüştür.
Ganîzâde’nin öldüğünde elli altı yaşında olduğunu söyleyen Atâî ile aynı bilgiyi veren Mehmed Süreyya Bey ve ondan naklen Faik Reşad’ın buna delil olarak gösterdikleri “bî-gü-nâh” kelimesinin ebced hesabıyla karşılığı elli altı değil seksen sekizdir. Nitekim Müstakimzâde de bunu seksen sekiz olarak verir, Sadece Atâî, “bî-günâh” ibaresinin “tahlil tariki Özere” hesaplanması gerektiğine işaret eder. Bu durumda kelimenin ” nâh” kısmı elli altı etmektedir. Şairin elli altı yıl yaşadığı kabul edilirse doğum tarihi 980 (1572) olmakta, seksen sekiz yıl yaşadığı kabul edilirse bunu 948 (1541) yılına kadar geriye götürmek gerekmektedir.
Osmanlı âlim ve şairlerinin önde gelenlerinden biri olan Ganîzâde Nâdiri, süslü ye ahenkli söyleyişiyle BâKTyl, coşkun ve sanatkârane üslubuyla Şeyhülislâm Yahya ile NefTyi hatırlatır. Ayrıca bunlara nazireler yazan şair özellikle gazel ve kasidelerinde başarılı bulunmuştur. Kasidelerinin en güzeli, divanının ilk kasidesi olan ve her beyti “sihr-i helâl” derecesine ulaşmış kabul edilen yetmiş dört beyitlik mi’râciyyesidir. Türk edebiyatında miYâciyye türünün önemli örneklerinden biri olan bu kaside İle Şehnâme’sinde yer alan diğer mi’râciyyesi onun dinî hassasiyetini göstermektedir. Bilhassa şaire şöhretini sağlayan ilk mi’râciyyesi dinî duygu bakımından coşkun, samimi ve gerçekten şairane bir edaya sahiptjr. Bu mi’râciyyeye nazîre yazan Nev’îzâde Atâî, Halîmî ve Nâbî gibi şairlerin bu eseri aşamadığı kabul edilmektedir. Nâdirî bilhassa dinî eserlerinde güçlü bir lirizm yakalamış, samimi ve duygulu bir şair olarak görünmektedir. Şiirlerinde söz ve mâna sanatlarını başarıyla kullanmasının yanında vezin ve şekil bakımından da kusursuz denebilecek bir seviyeye ulaşmıştır. Dil bakımından ağır sayılabilecek ifadelerine Arapça’dan çok Farsça kelime ve terkipler hâkimdir.
Ahîzâde Abdülhalim Efendi’den hat meşkeden ve bu sanatın inceliklerini öğrenen Ganîzâde sülüs, nesih, rik’a ve ta’-likte devrin hattatları arasında yüksek bir dereceye ulaşmıştır. Müstakimzâde-nin, “Bî-hisâb kitab kitâbetiyle şerefyâb olmuştur” cümlesini onun bu sanattaki başarısının ölçüsü olarak kabul etmek mümkündür.