İslam Tarihi

Gadir-i Hum Olayı Nedir, Ne Demek, Tarihi, Hakkında Bilgi

Gadîr-i Hum. Hz. Ali’nin imameti açısından Şiî gruplar nezdinde tarih! önem taşıyan yer.

Mekke ile Medine arasındaki Cuhfe mevkiine 4 km. kadar uzaklıkta olup sık sık yağan yağmurlar sebebiyle bataklık ve sazlık haline gelmiş bir gölcükten iba­rettir. Vaktiyle buraya yerleşmeyi düşü­nen Huzâa ve Kinâne kabilelerine men­sup az sayıda aile, şartların elverişsizli­ği yüzünden başka yere hicret etmek zorunda kalmıştı. Cidde şehrinin zaman­la önemli bir liman haline gelmesi ve Mekke ile Medine arasında yeni yolların yapılması sonucunda eski hac yolu üze­rinde bulunan Cuhfe önemini kaybet­miş, dolayısıyla Hz. Peygamberin hâtı­rasına inşa edilen mescidle birlikte Gadîr-i Hum da metruk hale gelmiştir.

Başta İsnâaşeriyye İmâmiyyesi olmak üzere hemen hemen bütün Şiî gruplara göre Hz. Peygamber Veda haccı dönüşü(18 Zilhicce 10/17 Mart 632), aslında din­lenmeye elverişli bir yer olmadığı halde önemli bir hususu bildirmek maksadıy­la burada konaklamış, bu sırada, kendi­sine indirilen her vahyi tebliğ etmesini emreden, bunu yapmadığı takdirde el­çilik görevini yerine getirmiş sayılmaya­cağını belirten âyet(Mâide 5/67) na­zil olmuştur. Resul -i Ekrem, kafilenin önde giden ve geride kalan bütün fert­lerinin toplanmasını istemiş, herkes gel­dikten sonra öğle namazını kıldırmış ve arkasından yeni gelen âyeti tebliğ ede­rek bir konuşma yapmıştır. Hz. Peygam­ber bu konuşmasında dünyaya veda et­me zamanının yaklaştığına işaret ede­rek risâlet görevini yerine getirip getir­mediği hakkındaki kanaatlerini ashabı­na sormuş, olumlu cevap aldıktan son­ra ashabının Allah’a ve âhiret gününe olan İmanını yeniden ikrar ettirmiş ve ardından “sekaleyn hadisi” diye meşhur olan sözlerini söylemiştir: “Size paha bi­çilmez iki şey bırakıyorum: Allah’ın ki­tabını ve Ehl-i beytimi… Benden sonra bunlara sarılırsanız asla sapıklığa düş­mezsiniz”. Resûl-i Ekrem konuşmasını bitirdikten sonra Hz. Ali’yi sağ tarafına almış, elini tutup kaldırmış ve şöyle demiş: “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Allahım, onu seveni sev, ona düşman olana düşman ol!” Hz. Peygamber’in bu açıklamalarından sonra orada bulunanlar sırasıyla gelip Hz. Ali’­yi tebrik etmişler. Bunların arasında Hz. Ebû Bekir, Ömer ve o anda Ali’nin ima­meti hakkında bir şiir söyleyen Hassan b. Sabit de varmış. Medine’ye hareket edilince yolda, hatta bazılarına göre da­ha orada, “…Bugün sizin İçin dininizi ik­mal ettim, üzerinize olan nimetimi ta­mamladım, din olarak sizin İçin İslâm’ı beğendim…” mealindeki âyet nazil ol­muş.(Mâide 5/3)

Gadîr-i Hum olayı Ahmed b. Hanbel, Müslim, İbn Mâce ve Hâkim en-Nîsâbûrî gibi Sünnî muhaddislerin naklettikleri ha­dislerde de geçmektedir. Ahmed b. Hanbel’in naklettiği rivayete göre Hz. Pey­gamber bir sefer esnasında Gadîr-i Hum denilen yerde konaklamış, öğle namazını kıldırdıktan sonra Hz. Ali’nin elinden tu­tup, “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır. Allahım, ona dost olana sen de dost ol, ona düşman olana sen de düşman ol!” dedikten sonra Hz. Ömer Hz. Ali ile karşılaşmış ve. “Ey Ali! Sen her müminin mevlâsı oldun” diyerek onu teb­rik etmiştir. Aynı konu­da başka bir rivayet nakleden Ahmed b. Hanbel, hadisin sonunda “Allahım, ona dost olana sen de dost ol, düşmanlık ya­pana da düşmanlık yap!” şeklinde yer alan kısmın hadise sonradan ilâve edil­diğini söyler (a.e, I, 152). Müslim’in riva­yetinde ise Resûl-i Ekrem’in, Mekke ile Medine arasındaki Hûm adı verilen bir mevkide yaptığı konuşmada ölümünün yaklaştığına işaret ettiği, ashabına Al­lah’ın kitabını ve Ehl-i beytini (sekaleyn) bıraktığını belirttikten sonra Allah’ın ki­tabına sarılmalarını tavsiye ettiği ve Ehl-i beyti konusunda onlara Allah’ı hatırlat­tığı nakledilmiştir. İbn Mâce ve Hâkim en-Nîsâbûri de benzer rivayetleri kaydetmişler­dir. Daha sonra Ya’kübî. İbn Kesîr ve Süyûtî gibi müteahhir dönem âlimleri bu ri­vayetlere eserlerinde yer vermişlerdir.

Şiî geleneğinin zengin ve geniş riva­yetlerle ayrıntılı bir şekilde anlattığı Ga­dîr-i Hum olayı İbn Hişâm, İbn Sa’d. Taberî gibi ilk devir müellifleri nce ya hiç zikredilmemiş, yahut da Resûl-i Ekrem’in konuşmasına yer verilmeden sadece ora­da konakladığından söz edilmiştir. Ayrı­ca bunlann hiçbiri Resûl-İ Ekrem’in söz­lerini, Şiîler’in anladığı gibi Hz. Ali’nin imameti ve hilâfeti için bir delil olarak değerlendirmemiştir. Aslında Şiî gelene­ğinin bu olay münasebetiyle indirildiğini söylediği âyet(Mâide 5/67) müfessirlerin büyük çoğunluğuna göre çok ön­ce nazil olmuştur. Esasen bu âyetin, için­de yer aldığı diğer âyetlerle birlikte ele alındığında müslümanlar hakkında de­ğil yahudi ve hıristiyanlar hakkında na­zil olduğu ve onların Hz. Peygamber’e bir kötülük yapamayacaklarını ifade ettiği anlaşılır.

Diğer taraftan Resûl-i Ekrem’in hadi­sinde geçen “mevlâ” ve onunla birlikte “velî” kelimeleri “halife” veya “imam” de­ğil “dost, efendi, arkadaş” mânalarına gelir. Birçok âyette Allah ve Resulü’nün müminlere, müminlerin de Allah’a ve bir­birlerine dost oldukları ifade edilirken hem velî hem de mevlâ kelimeleri kul­lanılmıştır. Bu durum birçok hadiste de görülmektedir. Bun­dan dolayı sekaleyn hadislerinde yer alan mevlâ kelimesi âyet ve hadisler çerçe­vesinde dost olarak anlaşılmalıdır. Sün­nî kaynaklarına göre bu hadis, çeşitli sa­vaşlarda müşrik akrabalarını öldürdü­ğü için müslümanlar arasında Hz. Ali’ye karşı duyulan antipatiyi gidermek ve en önemlisi, Yemen seferinde (10/631-32) ganimetlerin paylaştırılması sırasında katı davranışları ve beraberindekileri küstürmesi sebebiyle kendisini Hz. Pey­gamber’e şikâyet edenleri teskin edip müslümanlar arasında kardeşlik ve dost­luğun bozulmasını önlemek amacıyla söy­lenmiştir. Hz. Ali’nin torunu Hasan el-Müsennâ’ya Resûl-i Ek­rem’in, “Ben kimin mevlâsı isem Ali de onun mevlâsıdır” sözünü söyleyip söyle­mediği sorulmuş, o da şöyle cevap ver­miştir: “Evet söylemiştir, fakat bununla emirliği kastetmemiştir. Eğer maksadı bu olsaydı daha açık bir ifade kullanırdı, çünkü Resûlullah müslümanların en fa­sihidir… Yemin ederim ki Allah ve Resulü halifelik için Ali’yi seçip müslümanlara idareci yapsalardı ve Ali de bunu yeri­ne getirmeseydi Allah’ın ve Resulü’nün emirlerini ilk terkeden o olurdu”. Ehl-i sünnet âlimlerinin. “Ben kimin mevlâsı isem…” hadisinden çıkardığı nihaî so­nuç, Hz. Ali’yi sevmenin veya ona düş­man olmanın Resûl-i Ekrem’i sevmeye veya ona düşman olmaya yakın bir hü­küm taşıdığı yönündedir.

Gadîr-i Hum, Şiî dünyasının 18 Zilhicce’de coşku ile kutladığı bir bayramdır. Büveyhîler’den Muizzüddevle Ahmed b. Büveyh 352’de (963) İrak’ta, Fâtımîler’den Muizzüddevle-Lidînillâh 362’de (973) Mısır’da bu günü resmî bayram ilân et­mişlerdir. 18 Zilhicce, günümüzde de halk tarafından İran’da, her biri Ebû Bekir, Ömer ve Osman’ı temsil eden iç­leri balla doldurulmuş üç çöreğin bıçak­lanması suretiyle kutlanır. Onlara göre bal üç halifenin kanını sembolize eder. 18 Zilhicce Nusayrîler tarafından da son derece önemli bir bayram kabul edilir (E |İng.), II, 994).

TDV İslâm Ansiklopedisi