Sosyoloji

Friedrich Nietzsche – Şen Bilim

Friedrich Nietzsche – Şen Bilim

Bugüne dek felsefe yaparken tehlikeye
atılan, “hakikatten” başka bir şeydi, gelecekti, gelişmeydi, güçtü,
yaşamdı.

Tinin en son kurtarıcısı yalnızca büyük
acıdır.

“ŞAKA,
KURNAZLIK, ÖÇ”

Kovalamaktan, aramaktan yorulduğumdan beri bulmayı
öğrendim.

Derin kaz durduğun yeri kaynak onun altında

Vademecum / Beni izle

Yukarı tırman yalnızca ulaşmayı hiç düşünme!

BİRİNCİ
KİTAP

…insan varoluşunun komedisi henüz kendi
kendisinin “bilincinde” değil; şimdilik daha tragedyanın; ahlaklar
ile dinlerin zamanı.

Hayat yaşamaya değer

…koruma içgüdüsü

İnsan ara sıra, neden var olduğunu bilmek,
inanmak zorunda. İnsan türü, dönem dönem yaşama güvenmeden -yaşama nedenine
inanmadan gelişemez! İnsan türünün değeri ara ara, tekrar tekrar değerden
düşürülecek. (s. 41)

Bizim de zamanımız gelecek.

“İnsan zarara uğradığına nasıl sevinebilir,
nasıl olur da göz göre göre zarara uğramak isteyebilir; soylu heyecanlara
bağlanmak usun bir hastalığı olsa gerek.”

İyi insanlar (…) tinin çiftçileridir.

Düşünme, biçim bakımından bütün onurunu yitirmiş
durumda.

Bilim eylemlerin amacını verecek durumda mı?
Yoksa değil mi?

Bilinç.- Bilinçlilik organik yaşamın en son, en
geç ortaya çıkan gelişimidir.

Yeterince olgunlaşmamış bir işlev organizma
için tehlikelidir.

İnsanlar zaten kendilerinde bilinç olduğuna
inandıkları için onu edinmeye az çaba harcadılar.

…iyilik etmekle de acı vermekle de insan
başkaları üzerinde erk uygular.

Mülk, sahip olduğumuzda değersizleşir
genellikle.

İnsan, içinde uyanan yeni bir mülk edinme aç
gözlülüğünü “sevgi” diye adlandırır.

Seven bütün kalbiyle istediği kişinin
varlığına tek başına sahip olmak ister; onun hem ruhunda hem de gövdesinde
koşulsuz bir erk olmayı arzular. (s. 52)

Dünyanın şurasında burasında aşkın
sürekliliğinin bir biçimine rastlarız. Bu aşk türünde birbirine sahip olmaya
can atma duygusu yerini yeni bir sahip olma isteğine, arzuya bırakır, ikisinin
de üzerinde olan daha yüksek bir düşünceyi, ülküyü paylaşma isteğine
arzusuna… Ama bu sevgiyi kim biliyor? Kim yaşadı bu seviyi? Onun doğru adı
dostluktur.

Bir zamanlar biz yaşamda öylesine yakındık
ki artık dostluğumuzu -kardeşliğimizi de- durduracak hiçbir şey yoktu, aramızda
yalnızca bir köprücük vardı. Sen ona adım atmak isterken “Köprüden geçip
bana gelir misin?” diye sordum sana. Hemen o anda istemez oldun. Bir kez daha
gelmeni istediğimde sustun. O zamandan beri aramızda, dağlar, deli ırmaklar,
ayırıcı her şey vardı, istesek de birbirimize ulaşamıyorduk. Gelgelelim şimdi
sen küçük köprüyü anımsadığında, sözcükler derdini anlatmaya yetmiyor,
şaşkınlık içinde hıçkırıyorsun. (s. 54)

…kıskançlık, aç gözlülük; güvensizliğin, şiddetin
herhangi bir türü yer almasa gelişip yükselebilir mi? Bunlar olmadan, erdemin
gelişip büyümesi bile pek olanaklı değildir.

Hakikatin, bilimin tiranlığı iktidarda
olduğu ölçüde yalanın değeri artacak…

Gerçek bir erdeminiz varsa, (ama erdeme
yönelik bir dürtücük değil) o erdemin kurbanı olursunuz.

Bir yerde yozlaşma baş gösterdiğinde oraya
alacalı bulacalı boş inançlar yayılır; bir ulusun o güne kadarki toplu inancı
geri püskürtülür; halk bu boş inançlar karşısında gücünü, rengini yitirir.

…güçlü, varlıklı biri avuçları altınla doldurmaya
hazır olduğunu gösterir göstermez, en soylu eller bile açılır.

Para kazanmak için iş aramak -Bugün uygar ülkelerde
erkeklerin tümü, bu bakımdan, hemen hemen aynı durumda: Onların tümü için iş,
kendinde bir amaç değil bir araçtır. Dolayısıyla, parası iyi olduktan sonra iş
seçerken pek de ince eleyip sık dokumazlar. Oysa, az olsa da, haz duymadan çalışmaktansa
seve seve ölecek insanlar vardır.

Düşünürler ile bütün duyarlı canlar için can
sıkıntısı tinin, mutlu bir yolculuktan, tatlı esintilerden önceki şu rüzgârsız
halidir. Ona katlanmaları, onun etkisinin sonucunu beklemeleri gerekir. Daha
küçük doğalar bunu hiçbir yolla başaramaz.

Gözler körleştikçe iyinin ülkesi genişler.

İKİNCİ
KİTAP

Kadınları baştan çıkaran erkeklerdir.
Erkekler kadınlardaki bütün kusurları gidermeli, düzeltilmeli. Çünkü kadın
imgesini, kendisi için yaratan erkektir. Kadın bu imgeye göre kendini biçimler.

(Kadın,
imgesini kendisi için yaratır
)

Kendinde yeterince trajedi, komedi bulan
biri için, herhalde en iyisi tiyatrodan uzak durmaktır.

…iyi düzyazı ancak şiirin karşısında
yazılır.

Ben yazılarımdan sıkılır, utanırım. Benim için,
yazmak daraltıcı, huzursuzluk veren bir gereksinim.

“Ah dostum’. Sonunda bu dünyadan ayrılmak
üzereyim, burada kalp ya kırılmak ya da bronz kesilmek zorunda.”

…özgür bir insan iyi de kötü de olabilir,
oysa özgür olmayan insan doğada bir lekedir (…) özgür olmak isteyen herkes
kendi çabasıyla özgür olmalı, bu özgürlük kimsenin kucağına gökten zembille
inmez.

ÜÇÜNCÜ
KİTAP

Buddha’nın ölümünden sonra, gölgesi yüzyıllarca
bir mağarada göründü -koskocaman, ürkütücü bir gölge. Tanrı öldü

Doğada yasalar olduğunu söylemekten
kaçınalım. Orada yalnızca zorunluluklar var.

Ölümün yaşama karşı olduğunu söylemekten
kaçınalım. Yaşayan, olsa olsa, ölünün bir türüdür, çok da ender bir türü.

Kaçık
adam
– Öğle öncesi aydınlığında bir fener yakan,
Pazar yerinde koşarken durmadan 
“Tanrıyı arıyorum! Tanrıyı arıyorum!” diye bağıran kaçık adamı
duymadınız mı? Oradakilerin çoğu tanrıya inanmayanlar olduğu için onun böyle
davranması büyük bir kahkahanın patlamasına yol açtı, onu kışkırttılar.
“Ne, yolunu mu şaşırmış?” diye sordu biri. Bir başkası “Çocuk
gibi yolunu mu kaybetmiş” dedi. “Yoksa saklanıyor mu?’’, “Bizden korkuyor
mu?’’, “Yolculuğa mı çıkmış?”, “Yoksa göçmüş mü?” Onlar birbirlerine
böyle bağırarak güldüler. Kaçık adam onların arasına sıçrayıp bakışlarıyla
onları delip geçerek “Tanrı nerede?” diye sorar, “şunu da
söyleyeceğim, onu biz öldürdük –sizlerle ben! Onun katiliyiz hepimiz. Ama bunu
nasıl yaptık? Denizi kim içebilir? Bütün çevreni silmemiz için bize bu süngeri
kim verdi? Onu güneşinin zincirlerinden kurtarır iken ne yaptık biz yeryüzünde?
Nereye gidiyor şimdi dünya, biz nereye gidiyoruz? Bütün güneşlerden uzağa mı?
Sürekli, boş yere geriye, öne, yana, bütün yönlere atılıp durmuyor muyuz? Üst
alt kaldı mı? Sanki sonsuz bir hiçte yolumuzu yitirmiyor muyuz? Boş uzayın
soluğunu duymuyor muyuz? Hava giderek soğumuyor mu? Giderek daha çok, daha çok
gece gelmiyor mu? Öğleden önce fenerleri yakmak gerekmiyor mu? Tanrıyı gömen
mezar kazıcılarının yaygarasından başka bir ses duyuyor muyuz? Tanrısal
çürümeden –Tanrının çürümesinden başka koku duyuyor muyuz? Tanrı da çürüdü. Tanrı
öldü! Tanrı ölü! Onu öldüren de biziz!

Bütün katillerin katili olan biz nasıl
avunacağız? Dünyayı şimdiye dek elinde tutan, en kutsal, en güçlü olan bizim
bıçaklarımızla kana bulandı. Kim temizleyecek bu kanı bizden? Hangi suyla
arıtabiliriz kendimizi? Nasıl bir kefalet törenini düzenlesek, hangi kutsal
oyunu oynasak? Bu eylemin büyüklüğü bizim için fazla büyük değil mi? Bu ancak
eylemi gerçekleştirene yaraşır sayıldığı için bizim tanrı olmamız gerekmiyor
mu? Hiçbir zaman daha büyük bir eylem olmadı, şu da var ki, bizden sonra
doğacak olan, bu eylem yüzünden şimdiye kadarki tarihlerden daha yüksek bir
tarihin bir parçası olacak!”

Kaçık adam burada susar, dinleyenlere bakar:
Onlar da suskun, söylenenleri yadırgamış halde ona bakarlar. Sonunda kaçık adam
elindeki fenerini yere atar, fener söner, parçalan çevreye dağılır. Sonra
“çok erken geldim, daha zamanı değildi. Bu tekinsiz olagelme daha yolda,
yolculuğunu sürdürüyor. O daha hâlâ insanların kulağına ulaşmadı. Şimşeğin de
gökgürültüsünün de zamanı var. Yıldızların ışığının zamanı var, siz yaptıktan
sonra bile, işlerinizin görülmesinin, duyulmasının zamanı var. Bu eylem onlara hâlâ
en uzak yıldızdan bile uzak, ama yine de bunu onlar yaptı!” Kaçık adamın
aynı gün farklı kiliselere daldığı, içerde Requem aetemam deo’yu söylediği
anlatıldı. Dışarı sürülmüş, sorguya çekilmiş; ama o şu yanıtı vermiş hep
“Tanrının türbeleri, mezarları değilse nedir bu kiliseler?” (s. 130-131)

İlkin, istemin var olması için haz ile
hoşlanmama düşüncesi gerekir.

Tanrı sevilmek istediyse ilk başta
yargılamayı bir yana bırakmalıydı…

“Sana iyilik edene yaltaklanma!’

Ulus adlarının genellikle kaba adlar olduğunu
unutmayalım. Örneğin Tatar, “köpek” anlamına gelir. Çinliler onları böyle
adlandırırdı. “Germans” özünde “kâfir” demektir.

Birinin yönettiği yerde kitleler vardır.
Kitlelerin olduğu yerde köle olma ihtiyacını da buluruz. İnsanların köleleştirildiği
yerde, az sayıda birey vardır. Sürü içgüdüsünün vicdanı, bu az sayıdaki bireye
karşı çıkar.

Dikkat et! Düşünüyor: Çok geçmez bir yalan
hazırlamış olur. Bu kültürün bir aşamasıdır, bütün halklar orada durmuştur.

Uyumak isteyenler odalarını karartır ya da
sürüne sürüne inlerine girerler.

Düşünceler duygularımızın gölgeleridir.

A: “İnsanı olsa olsa ona denk olanlar över.”

B: “Evet, seni öven, sana “senin
denginim” der.

İnsan ancak yanıtlayabileceği soruları işitir.

Ne yaptığımız hiçbir zaman anlaşılmaz. Ama
övülür ya da kınanır hep.

Özgürleşmenin
mührü nedir?
– İnsanın
artık kendi kendinden utanmaması.

DÖRDÜNCÜ
KİTAP

Acıda, hazdaki kadar bilgelik var. İkisi de türün
korunmasına en üst düzeyde katkı yapan etkenlerdendir. Acı olmasa tür çoktan
yok olurdu.

Yaşam… Bilginin ta kendisi…

Herkes kendisinin en uzağındakidir.

Bizim kişisel,  en derin acımızı neredeyse hiç kimse kavrayamaz,
hemen hemen hiç kimse ona oluşamaz.

Bize açılan şey kendisini yalnızca bir kez
açar.

Elbette Yunanlılar “her şeyin iki üç
kat güzel olması” için dua ettiler, Tanrılara iyi nedenlerle yakardılar. Çünkü
tanrısal olmayan gerçeklik, bize güzeli ya hiç vermez ya da bir kez verir.

BEŞİNCİ
KİTAP BİZ KORKUSUZLAR

“Gövde, titriyor musun?

Seni nereye götürdüğümü bilseydin, çok daha
fazla titrerdin…”

…insan buyurmayı ne ölçüde az bilirse, o
ölçüde buyuran, şiddetle buyuran birine- bir tanrıya, bir prense, bir sınıfa,
bir fizikçiye, günah çıkaran bir papaza, bir öğretiye ya da parti bilincine-
göz diker.

…insan kendini dile getirerek kendinden
kurtulur; “itiraf ettiğinde” insan unutur.

Beni ilgilendiren “kendinde şey” ile
görünüş arasındaki karşıtlık hiç değil. Çünkü bu konuyu böyle bir ayrıma karar
verecek ölçüde “bilmiyoruz”. Bilgi için, “hakikat” için organımız
yok. Biz, ancak insan sürüsünün, türünün çıkarı bakımından yararlı olduğu ölçüde
biliyoruz (ya da inanıyoruz ya da düşlemliyoruz.) Burada “yarar” denilen
şey bile, sonuçta, yalnızca bir inanç, imgesel bir şey. Belki günün birinde tam
da bu belalı aptallık yüzenden yok olacağız. (s. 227)

Biz Almanlar (…) Hegel hiç olmasaydı da Hegelci
olurduk.

…güzelleştirme, kibrin kendini kandırması
değil mi?

Kadınların seviden ne anladığı:

…onun sevgisi bir inançtır: Kadında başka
bir inanç yoktur.

Erkek, bir kadını sevdiğinde, ondan
kesinlikle bu seviyi ister,

Bir kadın gibi seven erkek köle olur; oysa
kadın gibi seven kadın daha yetkin bir kadın olur.

Kadın mülk edinilmek, sahiplenilmek ister;
sahip olma kavramında emişmiş, tutulmuş olmayı ister. Sonuçta o, alan birini ister,
kendini vermeyen, kendini sunmayan birini ister,

(Erkek) onun aşkı, sahip olmaktır,

Ama sahip olma isteği hep bir sahip olma ile
son bulur.

…bir konuda uzman olan biri, bunun bedelinin
onun kurbanı olarak öder.

Felsefe yapmak hep bir tür kan emiciliktir.

Bu kitabın yazarı insan sevmez biri
değildir, bugün insandan nefret etmek çok pahalıya patlıyor. (s. 258)

Türkçeleştiren: Levent Özşar

Asa Yayınları

2003, Bursa

İlgili Makaleler