Francis Bacon kimdir? Hayatı ve eserleri
Francis Bacon kimdir? Hayatı ve eserleri: Bacon, modern düşüncenin, Descartes’la birlikte, en önemli temsilcisi, hatta kurucusudur. Onun modern felsefenin ilk büyük filozofu, çağının düşünüşünün bütün özelliklerini taşıyan, modernlik ruhunu en iyi karakterize eden, hatta bir anlamda öncülüğünü yapan bir filozof olduğu kabul edilir. Bacon bilimcidir, yani en genel anlamıyla rasyonalisttir. Aslında bilimciliği açık seçik bir biçimde ilk savunan, onun çığırtkanlığını yapan ilk büyük filozof olarak Bacon, doğayı doğrulukla bilmenin tek güvenli yolunun bilim olduğunu, bilimsel yöntemin insana doğayı denetleyeceği bilgiyi sağlayacağını ileri sürmekteydi.
17. yüzyılın en özgün ve en derin entelektüel reformcusu olarak Bacon, bilim ve felsefede, yepyeni bir sayfa açmanın gereğine vurgu yapanların başında geliyordu. O, geleneği, geleneksel bilgeliği deneyi unutup, otoriteye gereksizce iman ettiği için eleştirirken, bir yandan da ilerlemeciliğin; uygulamalı bilimsel bilgi alanında hızlı bir biçimde biriken deneysel bilgi ve tarihsel ilerleme anlamında modern teknolojik ilerleme düşüncesinin en büyük temsilcisiydi. Buna göre, bilgiyi güce eşitleyen; bilginin yeni teknik icatlar ve mekanik keşifler şeklinde cisimleştiği zaman, tarihin motoru veya itici gücü haline geldiğini savunan Bacon, üstelik bunu İngiliz ve Avrupalı entelektüellerin geçmiş zamanların edebi ve felsefi başarılarını övdüğü, Yunan ve Roma edebiyatlarını ve kültürünü yücelttiği bir çağda yapmıştı. Tarihin Aristoteles gibi filozofların öne sürdüğü şekliyle döngüsel veya Spengler benzeri kültürel pesimistlerin savunduğu üzere geriye doğru değil, fakat öne veya yukarı doğru gitmek anlamında ilerleyici olduğunu savunmaktaydı. Bu, onda seküler bir inanç haline gelmişti; nitekim söz konusu ilerleme inancını, ilk eserlerinde geçici bir hipotez olarak öne süren Bacon, aydınlanmış ve daha iyi bir dünyanın Avrupa Uygarlığı’nın kaderi olduğuna hükmetmişti.
(a) Bilimler Sınıflaması
Francis Bacon ’ın (1561-1626) bütün eserleri, ama özellikle de üç temel eseri bilimciliğini, reformculuğunu ve ilerlemeciliğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. The Advancement of Learning [İlahi ve Beşeri Bilginin İlerlemesi] bilgideki, Novum Organum bilimsel yöntem ve metodolojideki, Nova Atlantis [Yeni Atlantis] ise toplum ve politik alandaki reform teşebbüsünü ifade eder. Sözgelimi İlahi ve Beşeri Bilginin İlerlemesi adlı eserinde, Avrupa uygarlığının entelektüel açıdan bir çıkmaz sokak veya kriz içine girdiğini; bu krizden çıkılabilmesi veya ileriye doğru yol alınabilmesi için ortadan kaldırılması gereken birtakım engeller bulunduğunu öne sürer ve dolayısıyla geleneğe karşı savaş açar.
İlahi ve Beşeri Bilginin İlerlemesi, Bacon ’ın geleceği belirli bir teknik ilerleme anlayışına uygun olarak bilim aracılığıyla inşa etme projesi doğrultusunda önemli bir dönüm noktası oluşturmasına rağmen, bu yönde en önemli yeri ünlü Novum Organum tutar. Gerçekten de bilimlerin evriminde, deneysel yöntemin kuruluşunda büyük rol oynamış eserde Bacon, Aristoteles’in Organon adlı eserine karşı, bilimlerin ilerlemesini sağlayacak yeni bir mantık, daha doğrusu yeni bir metodoloji önerir.
Bacon tasarladığı doğrultuda yol alabilmek, projesini hayata geçirebilmek için önce seküler veya modern bir tutumla çeşitli disiplinlerin, sözgelimi bilim, felsefe ve teolojinin birbirleri karşısındaki durumunu, onları birbirlerinden ayıran sınırları ve nihayet bilimlere ilişkin sınıflamasını ortaya koyar. Onun söz konusu sınıflamasında, bilginin farklı dalları veya çeşitli bilimler insan zihninin farklı meleke ya da yetilerini temsil eder veya yansıtır; buna göre, tarih belleğe, şiir ya da edebiyat hayal gücü ya da imgeleme, felsefe de akla karşılık gelir. Başka bir deyişle, sınıflaması, biraz da geleneksel bir tarzda, rasyonel ruhu üç ayrı yeti ya da kısma bölme yaklaşımına dayanan
Bacon, felsefeyi de üçe ayırır:
(1) Tanrıyı konu alan teoloji,
(2) doğayı konu alan doğa felsefesi ve
(3) insanı konu alan felsefe.
Teolojiden, vahye değil de salt akla dayanan doğal teolojiyi anlayan Bacon ’a göre, akıl burada Tanrının varoluşunu ve doğasını yaratılmış şeylere bakarak ele alır.
Doğa felsefesini ise ikiye ayırır: Fizik ve metafizik. Bu iki bilimin konu alanını, Aristoteles’in dört neden kuramı yoluyla açıklar. Buna göre, fizik maddi ve fail nedenleri, metafizik ise formel ve ereksel nedenleri konu alır. Metafizik, fizikten daha genel ve soyut olup, bir doğa tarihi temeline dayanan fizik üzerinde yükselir. Başka bir deyişle veya Novum Organum’da benimsenen bakış açısıyla ifade edildiğinde, fizik görece sınırlı bir nedensellik alanı içinde, özgül madde türlerini veya cisimleri ele alıp, tikel fenomenlerin nedenlerini araştırırken, metafizik genel formları, yani sabit yasaları, temel ve ezeli-ebedi yasaları kendisine konu alır. İmaj ya da model, tepeye doğru yükseldikçe soyutlaşan, hatta belki de en tepeye varıldığında insani bilginin sınırlarını aşan bir bilgi düzeyine, doğa yasalarının (en genel ilkelerin) bilgisine ulaşılan bir piramit modeldir. Ya da 17. yüzyılın sıklıkla kullanılan ağaç modeline göre, insan felsefesiyle birlikte doğal teoloji ağacın dallarını oluşturur. Metafizikten ayrı bir “ilk felsefe” tasarlayan Bacon ’ın bilgi ağacının gövdesinde, “varlık” ve “yokluk”, “mümkün” ve “imkânsız” gibi genel kavramlarla ve “aynı şeye eşit olan şeyler birbirlerine eşittirler” benzeri en genel aksiyomlarla ilgili olan ilk felsefe bulunur.
Bacon ’ın bilimlere ilişkin sınıflamasının bir diğer yeniliği, onun teorik disiplinlerle pratik disiplinler arasında kurduğu yakın ilişkidir. Teorik disiplinlerle (episteme) pratik sanatları (tekhne) birbirinden çok kesin çizgilerle ayıran Aristotelesçi anlayışın tersine, Bacon doğa felsefesinin uzun yüzyıllar boyunca yeterince gelişme kaydedememesinin nedenini teoriyle pratiğin birbirinden kopartılmasında görmekteydi. Uygulamalı bilim ya da sanatları icra edenler, ona göre, herhangi bir yöntemden en küçük bir yardım almaksızın, tamamen ampirik bir biçimde ilerlemekte; filozoflar veya üniversitedeki hocalar ise, ağlarını ören örümcekler gibi, ampirik araştırmaya en küçük bir değer vermeden teoriler inşa etmekteydiler. Gerçek bir ilerleme için teoriyle pratiğin kesinlikle birleştirilmesi gerektiğini savunan Bacon, ilke olarak spekülatif her disiplinin yanına pratik bir sanat getirmeye çalışmıştır. Örneğin, fiziğin pratik karşılığı mekaniktir. Bu, matematik için de geçerlidir. Çünkü matematikçiliği ne kadar güçsüz olursa olsun, Bacon ’da doğa felsefesini tamamlayan bilim, matematiktir. Ve matematik de ona göre, saf ve uygulamalı matematik olarak ikiye ayrılır. Bunlardan saf matematiğin kapsamı içine, sürekli soyut niceliği konu alan geometri ve konusu müstakil somut nicelik olan aritmetik girmektedir. Uygulamalı matematik ise perspektif, müzik, astronomi, mimari gibi bilimlerden meydana gelir.
Felsefenin üçüncü ana bölmesini oluşturan insan felsefesini Bacon philosophia humanitas ya da antropoloji ve philosophia civilis ya da politika felsefesi olarak ikiye ayırır. Bunlardan antropoloji öncelikle insan vücudunu ele aldığı için tıbbı, sonra insan ruhunu konu aldığı için de psikoloji ve mantığı ihtiva eder. Politika felsefesi ise, iyi insanla iyi toplumun kurucu unsurlarını ele aldığından, kendi içinde etik ve politika olarak iki dala ayrılmaktadır.
(b) Program
Bilginin güç olduğunu söyleyen, hiçbir çıkara hizmet etmeyen hakikati bütünüyle bir kenara atıp, bilgiyi sağlayacağı sömürü imkânları için isteyen; bilginin özsel özelliğini, doğruluk yerine, faydada gören Bacon, bütün bir geçmişin bilgeliğini inkâr edip, bilimlerin, bütün bir insani bilginin yeni baştan inşasını kendisinin en büyük amacı yapar. Bu amacı ortaya koyarken de iki önkabulde bulunur: (1) Şimdiye kadar bilgi diye geçmiş olan her şey mutlak olarak yanlış olup, salt bir hatadan ibarettir (yoksa, kendisinin kalkıştığı böyle bir yeniden inşaya hiç gerek olmazdı). (2) İnsan zihni ihtiyaç duyduğu doğru ve sağlam bilgiyi elde edebilme güç ve yeteneğine sahiptir (aksi takdirde, bu türden bir yeniden inşa hiç mümkün olmazdı).
Bacon, şu halde, bilimlerin yeniden inşası amacı doğrultusunda, sırasıyla insan zihninin bilgiye ulaşacak güç ve yeterliliğe kendisine göre sahip gibi görünmemesinin nedenlerini ortaya koyar, sonra başta Ortaçağ bilimi olmak üzere, mevcut bilgi anlayışlarını kıyasıya eleştirir ve en nihayetinde, insanın istenen bilgiye ulaşmasını mümkün kılacak yöntemi formüle etmeye geçer. Zira ona göre, insan aklının, bir konuyu araştırırken yöntemsiz ve plansız davranmaması gerekir. Yöntem, insan aklı için gerekli olup, tıpkı elin bir iş yaparken bir alete ihtiyaç duyması gibi, aklın da yardımcı ve destekleyici bir alete ihtiyacı vardır. Bu alet de yöntemdir. İnsanın doğayı anlayıp, ona hükmedeceğini, “bilginin güç olduğunu”, doğa yasalarını ve doğal nedenleri bilmenin, nesneleri tanımamızı ve doğa üzerinde egemenlik kurmamızı mümkün kılacağını söyleyen Bacon ’a göre, doğaya bakmadan ve deney yapmadan yalnızca sözcükler ve kavramlarla düşünmek, yöntemsiz ve plansız hareket etmek demektir.
Böyle hareket etmesine izin verilmemesi durumunda aklın kendisinden bekleneni veremeyeceğini, onun gücünün boş yere yüceltilmiş olacağını, aklın bize sunduğu asıl yardımların araştırılmadan kalacağını söyleyen Bacon ’a göre, doğayı gözlemeksizin yalnızca aklın gücüyle ortaya konan aldatıcı düşünceler, spekülasyonlar, teoriler bir çeşit delilikten başka bir şey değildirler. Bilim yapmak demek, doğayı tanımak ve onu kontrol altında tutmak demektir.
(c) Klasik Bilim Anlayışının Eleştirisi ve İdoller
Bacon, geçmişin bütün otoritelerine, klasik bilgeliğin düşünme biçimleriyle sözde araştırma yöntemlerine, Ortaçağ’ın Antik Yunan mirası üzerine yükselen bilgi telakkisine karşı çıkar; Aristoteles’i, bütün bir klasik felsefeyi ve esas Skolastik düşünüşü eleştirir. Klasik felsefe, bilgi adını almaya layık hiçbir şey üretememiştir. Çünkü Bacon ’a göre, ondaki sözde bilgeliğin temelleri, yöntemleri ve dolayısıyla, sonuçları yanlıştır. Platon, Aristoteles gibi otoritelerin bilgileri kısır tartışmalardan, bilimleri de hoş masallardan daha fazla hiçbir şey olamadı.
Onun eleştirisinin esas yöneldiği kişi, Ortaçağ biliminin de temelinde olduğuna inandığı Aristoteles’tir. Boş bir kategoriler dünyası oluştururken, doğa felsefesini mantık aracılığıyla çarpıtan Aristoteles, tanımların ve “varolan şey”lerin iç gerçekliğine bakmamış, sadece önermelerdeki üsluba bakmakla yetinmiştir. O, önce karar vermiş; sonra verdiği kararla bağdaştırmak için deney yapmıştır.
Bu temele yaslanan Ortaçağ biliminin temel yanlışı ise, gerçekliğin bizatihi kendisini, şeylerin kendilerini araştırmak yerine, yine boş konuşmak; aceleyle ve basit saymayla oluşturulmuş genel önermelerden tümdengelimsel sonuçlar çıkarmak olmuştur.
Geçmişin bilim anlayışını, geleneği bu şekilde sert bir biçimde eleştiren Bacon, bu noktada kalmayıp geleneğin insan zihnindeki ifadesi olan putları veya idolleri yıkmanın kaçınılmaz olduğunu öne sürer. Başka bir deyişle, o, insan zihninin bilgiye erişmek için gerekli güce ve yeteneğe sahip olduğunu düşünür; zaten insan zihniyle ilgili böyle iyimser bir tespitte bulunduğu içindir ki bilimde reforma, beşeri bilginin bütün alanlarında bir yeniden inşa hareketine kalkışır. Bununla birlikte, bu tespitinin insan zihninin mevcut durumu için geçerli olmadığını belirtmeye özel bir dikkat gösterir. Yani, Bacon insan zihninin, kusursuz bir ayna görevi gören başlangıçtaki durumu ile onun önyargılarla, yanlış fikirlerle, geleneğin geçersiz kavramlarıyla bozulmuş, olanı çarpıtan mevcut hali arasında bir ayrım yapar. İşte bu yüzden, zihnin doğa yasalarının doğru bilgisine erişebilmesi için temizlenmesi, putlardan arındırılması gerekmektedir.
Bacon, modern bilimi inşa etme; bilime dayalı teknik ilerleme projesini hayata geçirme yolunda, işte bu noktada modern ampirisizmin (deneycilik) doğuşunda önemli bir teorik unsur olma işlevi gören meşhur “idoller öğretisi”ni gündeme getirir. O, bu bağlamda, insan zihninin doğuşta boş bir levha olmadığı gibi, dünyayı olduğu gibi yansıtan ideal bir ayna veya düzlem de olmadığını belirtir. Buna göre, insan zihni, özünün ayrılmaz bir parçası olan birtakım tahrifatlarla, her şeyi olduğu gibi değil de kısmen çarpıtarak yansıtan bulanık bir aynadır. Belli bir epistemolojinin ana hatlarını ortaya koymaktan ziyade, zihinde doğuştan beri var olan ve onun dış dünyadaki nesne ya da olayların nesnel bir resmine ya da temsiline ulaşmasını engelleyen bu idolleri gözler önüne sermeye çalışan Bacon, doğru bilgiye ulaşmak için zihnin bu tahrifat kaynaklarından kurtarılması gerektiğini öne sürer. İdoller, onun gözünde, şu halde, zihni yoldan çıkaran, en azından onu doğaya ilişkin olarak tam ve sağlam bir kavrayışa erişmekten alıkoyan karakteristik hatalar, doğal eğilim veya kusurlardır. Sözcüğü “imge” ya “suret” anlamına gelen Grekçe eidolon sözcüğünden türeten Bacon ’da idol, dış gerçekliğe ilişkin bilgimizi bulanıklaştıran bir potansiyel yanılsama ya da çarpıtmayı ifade eder. Bunlar, tümden ortadan kaldırılamayacak doğal hataları temsil etmekle birlikte, onların farkına varma ve etkilerini en aza indirgeme zorunluluğu vardır.
Kabile İdolleri
Bacon, bu putları dört ayrı başlık altında toplar. Birinci kategoride yer alan idollere, “soy ya da kabile idolleri” adını verir; bunlar, insan doğasında varolan ve onu doğru yargılara erişmekten alıkoyan idollerdir. Bacon, bunları insan doğasının sınırlama ve zayıflıklarından kaynaklanan putlar olarak yorumlar; onları sağlam deneysel aletler ve sıkı araştırma yöntemleri kullanma zorunluluğuna işaret edecek şekilde, sözgelimi duyu yanılsamalarıyla açıklar. Onları yine, insanın doğada olduğundan daha fazla düzen bulma arzusuna; tercih ettiği şeyin doğru olduğunu kabul etme, hatta kanıtlama doğal eğilimine veya birtakım sonuçlara, sabırla delil toplamaya devam etmeden, aceleyle varma doğal telaşına gönderme yaparak açıklamak ister.
Mağara İdolleri
Bacon insan soyuna ortak olan idollerden sonra, her bir bireye özgü olan putlara yer verir. Bunlar, bu kez Platon’un Mağara Meseli’nden esinlenen Bacon ‘a göre, bireyden bireye değişen, bireyin çoğunlukla eğitimden kaynaklanan kişisel özelliklerinin sonucu olan kalıp ya da önyargılardır. Başka bir deyişle, onlar doğrudan doğruya insan doğasından kaynaklanmayıp, kültürün eseri olan, bu yüzden bireylerin farklı ailevi temellerinden, çocukluk deneyimlerinden, eğitimlerinden, cinsiyetlerinden, dini veya sınıfsal aidiyetlerinden kaynaklanan inançları veya önyargıları yansıtırlar. Buna göre, bazı zihinler zor kurulabilecek benzerlikleri ortaya çıkarmak, diğer bazıları ise ince ayrımlar yapabilmek bakımından daha iyi durumdadır. Bazı kafalar yeniliğe daha duyarlıdır, ama hemen tüm bireyler iyi bildikleri disiplinlerden etkilenir. İnsanların öğrendiklerini kendi eğilimlerine veya benimsedikleri teorilere göre yorumlamalarına yol açan Mağara idollerini açıklarken, Bacon nitekim, (1) belli bir disiplin ya da teoriye karşı beslenen özel bağlılığa, (2) özel seçilmiş birtakım otoritelere biçilen yüksek değere ve (3) kişinin fenomenleri kendi eğitim alanının dar kalıp ya da terimleriyle sınırlandırma veya anlamlandırma eğilimine vurgu yapmaya özen gösterir.
Çarşı Pazar İdolleri
Üçüncü yanlış fikirler, hatalar veya önyargılar öbeği, sözcüklerin insan zihni üzerindeki olumsuz etkilerine işaret eden, insanların sözcükleri şeyleştirmelerine yol açan “çarşı pazar idolleri”dir. İdollerin gerisindeki mantığa göre, insanlar birbirleriyle sözcükler ve dil aracılığıyla ilişki, iletişim kurarlar. İşte bu mantık, gündelik dile özgü mantığı ifade eder. Gündelik dilin kategorilerine, eğitimsiz insanın sıradan düşünce alışkanlıklarına en küçük bir saygı beslemeyen Bacon, şu halde gündelik hayatla ilgili amaçlar için geliştirilmiş olan sözcüklerin doğa felsefesi için tatmin edici bir vokabüler meydana getiremeyeceğini öne sürer. Bu güçlüğü tanımlar yoluyla gidermeye kalkışma da hiçbir işe yaramaz, çünkü böyle bir gayret içinde, sözcükler, aynı kusurları taşıyan başka sözcükler aracılığıyla tanımlanırlar. Bütün sözcüklerde ortak olan bu kusurları, Bacon sözcüklerin yol açtığı iki büyük tehlike olduğunu söyleyerek, şu şekilde ifade eder: Sözcükler, her şeyden önce muğlak ya da belirsiz anlamlıdır ve şeyleştirilmeye, şeylermiş gibi değerlendirilmeye uygun bir yapıdadırlar.
Gerçekten de Bacon “şey”leri tanımlayan sözcüklerin doğaya karşıt olup, sözcüklerden ibaret olan tanımların da doğal maddi nesneleri anlamaya yetmediğini savunur. Çünkü, ona göre, gerçek nesneler kötü tanımlanmış, “şey”lerden aceleci ve düzensiz bir şekilde soyutlanmışlardır. Yine Bacon, sözcüklerde farklı çarpıtma ve hata dereceleri olduğunu söyler. En az hatalı sınıf, çeşitli madde ya da tözlerin adları olanlardır. Bunun gibi az soyut olanlar daha az hatalı, çok soyut olanlar ise daha hatalı tanımlanmışlardır. En yanlış sınıf ise, duyularımızın doğrudan doğruya algıladığı nesneler hariç, ağır, hafif, seyrek gibi nitelikleri gösterenlerdir.
Bacon, işte böyle bir zemin üzerinde, iki insanın aynı sözcüğü farklı bir anlamla kullanabileceğini ve birbirleriyle, bunun hiç farkında olmadan konuşabileceğini söyler. Onlar böyle bir durumda, gerçekte tam bir uyuşmazlık içindeyken, uyuştuklarını; uyuşma içindeyken de anlaşmazlığa düştüklerini sanabilirler. Bu ise gerçek bir kaosu ifade eder, insanların sonuçsuz ve kısır tartışmalar içinde olduklarını gösterir. Aynı şekilde, insanlar gerçek hiçbir şeye tekabül etmeyen, olsa olsa birtakım kurguları adlandıran sözcükleri, sanki onlar gerçek şeylerin isimleriymiş gibi görebilirler. Bu da bir kez daha sonuçsuz tartışmaya, boş lafazanlığa yol açar.
Tiyatro İdolleri
Bacon ’a göre, sonuncu idol türü, geçmişin felsefe sistemlerinin çok çeşitli dogmalarının insan zihninde yarattığı çarpıtmaları, salt düşsel bir sahne oyunundan başka hiçbir şey olmayan eski sistemlerin insan düşüncesine yaptığı olumsuz etkiyi ifade eden “tiyatro idolleri”dir. Tiyatro metaforu her ne kadar, sözgelimi dram örneğinde olduğu üzere, hakikatin kaynağında insan olan bir taklidini akla getirse de Bacon burada geçmişin büyük şema veya felsefi sistemlerinin sonucu olan önyargıları anlatmak ister. Buna göre, tiyatro idolleri geçmişin boş sistemlerinin, insanın kendi yaratısı olan gerçekdışı dünyaları sahneye koyan birer oyundan başka hiçbir şey olmayan felsefe sistemlerinin yarattığı olumsuz etki ve önyargıları tanımlar. Bacon ’ın yanlış felsefeler veya sistemler diye nitelediği bu sistemler elbette çok sayıda olmak durumundadır. Buna rağmen, Bacon onları üç başlık altında toplar: (i) Bunlardan birincisi, kurucusunun, diyalektiğiyle doğa felsefesini mahvetmiş Aristoteles olduğu sofistik felsefedir. Rastlantısal olarak gözlemlenmiş az sayıda örnek ya da duruma dayanan veya sağlam deneysel verilerden yoksun olan söz konusu sofistik felsefe, temelde soyut argüman ve spekülasyondan yola çıkılarak inşa edilmiş felsefe sistemlerini ifade eder. İkinci sırada ise, (ii) ampirik okul yer alır. Son çözümlemede, doğruluğu sorgulanmamış tek bir kavrayışa veya oldukça dar bir deneysel araştırma programına dayanan ampirik okulun en büyük sıkıntısı, onun söz konusu kuşkulu kavrayışını bütün bir fenomenler alanını açıklayacak genel bir ilke haline getirmesinden oluşur. (iii) Geçmişin yanlış sistemleri içinde üçüncü sırayı, Bacon ’ın hepsinden daha tehlikeli olduğunu düşündüğü batıl itikatlara dayalı felsefe alır. Bacon, Pythagoras tarafından başlatılıp, Platon ve Platoncuların devam ettirdiği, Ortaçağ’da teolojik mülahazalarla güçlenmiş olan bu felsefeye aynı zamanda inanç felsefesi adını verirken, onunla doğa felsefesine dini öğretilerin dahil edilmesini anlatmak ister. Batıl inançların, her şey bir yana hatanın yüceltilmesine yardım ettiğini öne süren Bacon ’a göre, doğa felsefesi içinde, geçmişte hiçbir şey doğru olarak araştırılmayıp, belirsiz ve karanlık birtakım gözlemler yanlışlara ve kesin olmayan bilgilere neden olmuşsa eğer, bunun önemli bir nedeni, felsefeye bir şekilde sızan batıl inançlardır. O, işte bu çerçeve içinde, ayrıca geçmişte ilahi işlerle insani işlerin karıştırılmasını ve dolayısıyla, ilâhi hakikatlerin felsefi ve bilimsel doğrular, Kutsal Kitap’ın sırlarının doğanın sırları gibi sunulmuş olmasını da önemli bir hata kaynağı olarak değerlendirir. (d) Tümevarım Yöntemi Bacon idolleri, tasımları ve geleneksel felsefe sistemlerini çürüttükten; zihni putlardan, önyargılardan, yanlış fikirlerden, boş inançlardan arındırdıktan, onu geçmişin olumsuz etkisinden kurtulmuş bir tabula rasa haline getirdikten; yani sisteminin negatif boyutunu ortaya koyduktan sonra, çok kısa bir süre içinde Descartes’ın da yapacağı gibi, yeni bir yöntem ortaya koymaya, insana doğabilimlerinde ve başkaca araştırma türlerinde yol gösterecek doğru, bilimsel yöntemi formüle etmeye, sisteminin pozitif yönünü inşa etmeye geçer.
Yeniçağ’ın hemen bütün filozofları gibi yönteme özel bir önem veren, hatta insanın bilgisiyle gücünün birleştiğini, nedenin bilinmediği yerde istenen sonuçları ortaya çıkarmanın söz konusu olamayacağını öne sürdüğü için yönteme dönemin, belki Descartes istisnasıyla, bütün filozoflarından daha çok önem veren Bacon, doğaya egemen olmak için önce ona itaat etmek gerektiğini öne sürer. Yönteme verilen önem bakımından Descartes’la aynı düzeyde olsalar bile, sıkı bir rasyonalist olan, dolayısıyla modern bilimsel yöntemin rasyonel ve matematiksel boyutuna vurgu yapan ve bu yüzden yöntemi özde “aklın idaresi için kurallar”dan oluştuğu yerde, deneyci bir filozof olan Bacon ’ın yöntemi duyuları doğru sevk ve idare edecek, insanı şeylerin bizatihi kendilerine yöneltecek bir yöntem olmak durumundadır.
Bacon, bilim için yöntemin özsel olduğunu; yöntemsiz olarak yapılan deneylerin karanlıkta el yordamıyla yol bulmaya çalışmaktan başka bir şey olmadığını öne sürmekteydi. Yöntemin gözleme düzen kazandırmak, doğaya doğru sorular sorabilmek için gerekli olduğunu savunan Bacon açısından, gözlem temel olsa da asla yeterli değildi. Ona göre, duyuların sağladığı verilerin bir şekilde ıslah edilmesi; doğru ve sağlam bilgiye erişebilmek için duyulara birtakım deneysel tekniklerle yardım sağlanması gerekir. O, işte bu amaçla, dört adımlı bir yeni bilimsel yöntem sundu. Yeni yöntemle, Bacon ’ın da işaret etmeye özen gösterdiği üzere, şeylerin formlarını keşfetme amacı güdülür.
Buna göre, form onda ereksel nedeni tanımlamaz; form, verili doğayla yalnızca sabit bir birliktelik içinde olduğu gözlenen başka bir doğa anlamında bir neden de değildir. Soyut bir kavram, araştırılan fenomene dair salt bir matematiksel tasvir de olmayan form, bir fiziki özellik ya da doğadır, araştırılan fenomenin gerçek nedenidir, bireylerin kendisine göre davrandıkları sabit yasadır. Gerçekten de formlar öğretisinde, bir şeye gerçek doğasını kazandıran şeyin form olduğu şeklindeki eski öğretiyi canlandıran Bacon, formla maddenin basit yapısal bileşenlerini anlatmak istemekteydi. Form verildiğinde doğa da kaçınılmaz bir tarzda ondan çıktığına göre, form bir doğayı meydana getiren yasa olmak durumundadır.
Formu bu şekilde tanımlayan Bacon, dört adımlı yeni tümevarım yöntemini ısı formuna uygular. Buna göre, yöntemin birinci adımında, ısı fenomeninin zuhur ettiği örnek durumların bir listesi yapılır. Bu, onun bütün bireyselliği ve çeşitliliği içinde deneyim dünyasına yönelip, tek tekleri ele aldığı anlamına gelir. Bacon, bu açıdan bakıldığında, İngiliz geleneğine uygun düşen iyi bir nominalist olup, onun gözünde gerçekten varolan sadece bireylerdir ve böyle bir deneyci için en güvenilir biliş tarzı bireylere ilişkin doğrudan bir farkındalığa dayanan duyu-deneyidir. Bacon, nitekim “öz ve mevcudiyet listesi” (tabula essentiae et praesentiae) adını verdiği bu birinci evrede, bazı örnekleri aşağıda bulunan yirmi yedi farklı durum tespit eder.
Burası sadece, Bacon ’ın şiddetle karşı çıktığı basit sayma ile tümevarımı meydana getirmektedir. Ona göre, araştırılan fenomenin (sözgelimi, ısının) ortaya çıktığı durumların veya olumlu örneklerin bir listesini yapmak ve buradan ısının nedeninin varlığı bütün bu örneklerde açıkça gözlenen bir özellik olduğu sonucuna atlamak kesinlikle bir hatadır. Bunu hiçbir şekilde yeterli bulmayan ve gerçek bir tümevarım olamayacağını söyleyen Bacon, yönteminin ikinci adımında, olumlu örneklerin tek tek her birine yakın olan, fakat ısı fenomeninin ortaya çıkmadığı olumsuz örneklerin bir listesini verir.
Bacon ’ın tabula graduum veya tabula comparativa adını verdiği üçüncü adımda ise, incelenmekte olan fenomenin ve formu araştırılmakta olan doğanın değişen derecelerde mevcut olduğu durumların bir listesi yapılır. Onun tümevarım yönteminin dördüncü adımı ise, ısı formuna sahip olmayan örneklerden meydana gelen bir dışlayıcı tabloya tekabül etmektedir.
Özcesi, Bacon’a göre, örnekleri karşılaştırarak, verili doğa (onun uygulamasında ısı) mevcut olduğu zaman hep mevcut olup, o mevcut olmadığı zaman da hep namevcut olanı; söz konusu doğanın değişimine bağlı olarak değişeni keşfetmemiz gerekir. Bunun için de önce, söz konusu doğanın mevcut olduğu bir örnekte mevcut olmayanı veya ilgili doğanın mevcut olmadığı bir durumda mevcut olanı veya söz konusu doğanın değişimlerine bağlı olarak değişmeyeni, verili doğanın formu olmadığı için dışta bırakmalıyız. İşte bu, onun yönteminin en önemli adımını oluşturan rejectio ya da exclusio, yani dışta bırakma işlemidir. Olumlu bir sonuca, yani pozitif bir tümel önermeye erişinceye kadar süren bu işlem, ona göre, doğru bir tümevarımın temelini meydana getirir. Nitekim o, bütün bu karşılaştırma ve dışta bırakma işlemlerinden sonra, ısı formuyla ilgili olarak, ısının bir hareket olduğu, söz konusu hareketin (a) çevreye ve yukarı doğru, (b) eşbiçimlilikten yoksun, (c) hızlı bir (d) genleşme (türsel ayrımlar) hareketi olduğu sonucuna varır.
(e) Etik Anlayışı
Bacon varlık görüşü veya en azından doğa felsefesi itibariyle materyalistti. Gerçekten var olanın madde olduğunu savunan Bacon, ereksel nedenlere dönük bir araştırmanın doğa felsefesinde yerinin olamayacağını öne sürdü. Materyalizmi, Antik Yunan materyalizmine, özellikle de kendisinin entelektüel mirasçısı olduğunu söylediği Demokritos’un materyalizmine benziyordu.
Etiğinin temelindeki insan anlayışı da büyük ölçüde materyalist bir insan telakkisiydi; insanların özde arzulardan meydana geldiğini, politik toplumların ve devletlerin kökeninde işte bu arzuların bulunduğunu öne sürmüştü. Bununla birlikte, insanın bir de aklı olduğunu, bu aklın insanlığın cennetten kovuluşunun sonucu olan dünyevi problem ve sıkıntıların yine akıl yoluyla aşılabileceğini iddia etti; başka bir deyişle, aslında cennetten kovulmaya veya düşüşe sebebiyet veren aklın ya da bilginin yükseliş ya da yeryüzü cennetine varışın yegâne aracı olabileceğini söyleyen Bacon ’a göre, aklıyla doğaya tabi olup, ona nüfuz etme çabası veren insan ancak böylelikle doğaya egemen olabilirdi.
Kendisini bize Bacon’ın düşüncesinin zaman zaman negatif ve pozitif boyutlarıyla, bazen yerel ve evrensel unsurlarıyla, bazen de bireyci ve bütüncü yönleriyle gösteren genel bir gerilim ya da ikilik haliyle, aslında onun etik görüşlerinde de karşılaşırız. Buna göre, Bacon etiğinde, doğalcıdır, yani doğrudan doğruya insan doğasından yola çıkar; insanın doğaüstü bir amacı olmadığını, var olan her şeyle ilgili olarak en iyi rehberliğin iştihada bulunmak durumunda olduğunu öne süren Bacon, doğallıkla hazcılığı benimsedi. Yani, ona göre, insan hayatının nihai hedefi, yeryüzü mutluluğu olmak durumundaydı; insan mutluluğa öncelikle, bunun için bir engel oluşturan batıl inançlardan, korku ve tedirginliklerden kurtulmak suretiyle erişebilirdi; bunun yolu da bilgi yoluyla aydınlanmadan geçiyordu. İnsan, mutluluğa ikinci olarak, bilime dayalı bir teknik ilerlemenin temin ettiği refah ortamında arzularını tatmin etmek suretiyle ulaşabilirdi.
Bununla birlikte, Bacon klasik hazcılığın apolitik sonuçlarını kabul etmeyen bir hazcıydı. Yani, o, belli bir noktadan itibaren doğalcı hazcılığının dar bireyciliğini, inşası kuşkulu olduğu kadar, çok da zor olan bir toplumsal etik yoluyla aşmaya kalkıştı. Nitekim onun en büyük hedefi olarak öne sürdüğü, insanlığın bilim ve felsefe yoluyla ıslahı ve ilerlemesi işte bu önemli noktadan itibaren bir yandan salt kâr ve maddi tatmin çalışmayı, diğer yandan da seçilmiş birtakım insan gruplarının güç ya da tahakküm uygulamasını meşrulaştıran dar kapsamlı yararcı bir bakış açısı yerine, insanlık için daha iyi bir dünyanın inşasına vurgu yapan, normatif açıdan daha tutarlı bir hümanizmin noktainazarından temellendirilir. Başka bir deyişle, evrenselci perspektifin belli bir noktadan itibaren çok baskın hale geldiği Bacon ‘cu etikte, bilim ve teknolojinin özellikle etik anlamıyla kapsamı, genel ya da evrensel amacın varolan bütün sistemlerin dönüşümü olmasıyla birlikte, alet ve araçların doğa üzerinde egemenlik tesis etme amacı içinde uygulanması sınırlarını aşar. Başka bir deyişle, onda bilginin kazanılması sadece güç uygulama imkânıyla sınırlanmaz veya örtüşmez. Onda bilimsel bilgi, uygarlığın yayılımı, gelişmesi ve ilerlemesi için olmazsa olmaz bir koşul olup çıkarken; akıl ve erdem, bilgi ve hayırseverlik ayrılmaz hale gelir. Nitekim, o siyaset felsefesinde veya Yeni Atlantis adlı eserinde, bilimsel araştırma ve erdemli yaşama amacına uygun olarak dikkatlice planlanıp organize edilmiş bir ütopik toplum inşa etmeye koyulur.
(f) Toplum ve Siyaset Felsefesi
Toplumun baştan aşağı ütopik bir tarzda dönüştürülmesiyle ilgili düşünceleri toplumun şekillenmesinde kullanılacak en temel iki bilgi formu olarak doğa felsefesi ve teknolojiyle ilgili programını bir şekilde varsaydığı için doğallıkla onda bilim ile toplum felsefesi arasında yakın bir ilişki vardır. Sosyal bir teşebbüs olarak anladığı bilimi aynı zamanda toplumsal yapıların geliştirilmesi yönünde kolektif bir proje olarak değerlendiren Bacon, bir yandan da toplumdaki güçlü kolektif ruhun doğa felsefesini reformdan geçirmenin olmazsa olmaz koşulu olduğu inancındaydı. Nitekim hakikat ve bilgiyle insanın özgürlüğü ve egemenliği arasında açık bir ilişki kurmuştu; doğallıkla tasarlamış olduğu Hıristiyan toplumu, Kilise babalarının kötümserliğinin çok ötesinde olup, mutlak bir iyimserliğe dayanmaktaydı.
Onun siyaset felsefesi, işte böyle bir toplum felsefesine dayanmaktaydı. Burada, Bacon fazladan Machiavelli ve Bruno’dan yoğun bir biçimde etkilenmişti. Bruno etkisinin, modern bilimin her ikisinin de sözünü ettiği sınırsız faydaları noktasında açığa çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Machiavelli etkisine gelince, Bacon da aynen Machiavelli gibi, siyaset felsefesini normatif değil de ampirik bir disiplin olarak düşünmekteydi. Gerçekten de Bacon Machiavelli’yle, siyaset felsefesinin insanların ne yapmaları gerektiği üzerinde değil de ne yaptıkları üzerinde uzmanlaşmak durumunda olduğu konusunda tam bir uyuşma içinde oldu. Yani, o da Machiavelli gibi, politik alanın değerden bağımsız bir alan olarak inşasında önemli bir rol oynamıştı. Dahası, Bacon yine aynen Machiavelli gibi, realist bir tutum benimsemişti.
Başka bir deyişle, ütopyacı gelenek içinde yer almasına rağmen Bacon, en iyi politik düzenin ancak doğaya egemen olma yolunda önemli birtakım ilerlemeler kaydedildikten sonra tasarlanıp hayata geçirilebileceğini düşündü. O, insanların sadece bilgi yolunda böyle bir ilerleme gerçekleştirildikten sonra, kendi gerçek iyilerini görebileceklerini, neyi istemelerinin doğru olduğunu anlayacaklarını savundu. Bu yüzden iki ayrı politika felsefesi tasarladı veya onun politika felsefesinin birbirine eklemlenen iki yönü oldu. Bunlardan birincisi, onun doğaya egemen olma doğrultusunda belli bir ilerleme, azımsanmayacak derecede bir teknik ilerleme gerçekleştirilinceye kadar savunulmasının kaçınılmaz olduğunu düşündüğü geçici ama gerçekçi bir politika anlayışı ya da tasarımıydı. Bu felsefe, insanlara ütopik Atlantis adasına varıncaya kadar yol göstermesi düşünülen ya da hizmet etmesi amaçlanan bir ahlak ve politika anlayışından meydana gelmekteydi. İkincisi ise, Yeni Atlantis’in politik ve toplumsal düzenini meşrulaştırmaya ve ebedileştirmeye dayanan bir politika anlayışından oluşuyordu. Buna göre, yeni doğa anlayışının sonucu olan bilgi, kontrolü temin etmeye yönelik bilim anlayışıyla topluma yönelen Bacon, Yeni Atlantis adlı eserinde toplumu kontrol etmenin en iyi yolunu hayata geçirmeye çalışır. Gerçekten de o fizikçinin doğal alandaki çalışmasına ve amacına benzer bir biçimde, insan eylemlerinin ve dolayısıyla toplumların oluşumunu belirleyen temel nedenleri bulmak, modern bilimin barış içinde yaşayan bir toplumun oluşmasında oynayabileceği rolü göstermeye çalışmıştır. Bu açıdan bakıldığında, birincisinin geçici, yerel ve muhafazakâr olduğu yerde, ikincisinin kalıcı, evrensel ve ilerici bir anlayışı temsil ettiği söylenebilir.
İkisi arasındaki ilişki gündeme geldiğinde, Bacon sadece bilimsel devrimin eşiğinde olduğunu değil, fakat aynı zamanda kozmosun insana yabancı karakterini kavrayıp, geliştirmiş olduğu yeni tümevarım yöntemiyle doğaya egemen olunabileceğini de iyi bilmekteydi. Bu yüzden, kendi ütopyasıyla ilgili olarak açık seçik bir vizyona sahip olmanın dışında, esas itibariyle insanları böyle bir ütopyaya, ideal bir düzene taşıyacak devlet ya da politik toplulukla meşgul oldu. İçerideki politik karışıklıklar ile dini çatışmanın bilime ve bilimin gelişmesine zarar vereceğini düşünen Bacon, özgürlüğü gelenekle her şeye rağmen bir araya getirme mücadelesi verdi. Muhafazakâr olduğunu söylediğimiz geçici politika anlayışıyla, üç temel kurumun bekasının savunuculuğunu yaptı: Taç, kilise ve imparatorluk. Bu açıdan bakıldığında, onun öncelikle monarşinin savunuculuğunu yaptığı söylenebilir; monarşi onun açısından, var olan bir şey veya verili bir kurumdu; üstelik Bacon gibi entelektüellere, politika yerine, bilim ve felsefeyle uğraşacak zaman temin ediyordu ve I. James gibi aydınlık bir monarkın idaresi altında, bu entelektüeller özgürce yazabiliyorlardı. Kurum ve inanç sistemi açısından Kilise söz konusu olduğunda ise, Bacon Anglikanizme bağlılığını hep sürdürdü. Özellikle 15. yüzyıldaki reformun ardından Roma karşısında bağımsızlık kazanan İngiliz Kilisesi, ibadet ve gelenekleri yönünden reformdan geçmiş, fakat öğretide ve pratikte Katolik kalan bir din anlayışını temsil etmekteydi. Farklı, hatta özgün unsurlarının bütün eklektisizmine rağmen, İngiltere’de inanç bakımından ihtiyaç duyulan birliği sağlayan Anglikanizm, Hıristiyanlığın iman, ibadet ve yaşam tarzının ulusal bir ifade tarzı kazanmasını özendirirken, yargı ve yönetim yetkisi yönünden karşılıklı bağlılığa dayanan bir birlik meydana getirmekteydi. Devlet otoritesine saygı duyan, ama ona boyun eğmeyen, birey özgürlüğüne de aynı ölçüde saygı gösteren Anglikanizmin öğreti açısından temelleri elbette Kitab-ı Mukaddes’e dayanıyordu. Böyle olmakla birlikte, ruhban olsun olmasın herkese geniş bir yorum alanı bırakan, dolayısıyla öğretide ve ibadette önemli ölçüde esneklik taşıyan Anglikanizm, Katolisizm ile Protestanlık arasında tam orta yola karşılık gelmekteydi.
Monarşizmi ve Anglikanizmi oldukça dikkatli ve tedbirli olan Bacon ’ın, geçici ve muhafazakâr politika anlayışından ilerici ve evrenselci diye nitelenebilen ikinci politika felsefesine geçişi temin eden emperyalizmi, bununla birlikte alabildiğine cesurdur. Onun meşrulaştırmaya çalıştığı bu emperyalizm, hiç kuşku yok ki denizciliğe, dolayısıyla dünyanın çeşitli yerlerini fethetmeye dayalı uluslararası siyaset anlayışını temsil etmekteydi. Böyle bir emperyalizmi yaratan da dünyanın dört bir yanını dolaşan, Londra’daki mağazalara İngiltere’de olmayan mal ve eşyaları taşıyan, emperyalizmi despotik bir güçten ziyade iktisadi kazanç yoluyla anlayan yeni bir insan sınıfıdır; kapitalizmin ruhunun gerçek temsilcileri olan tüccarlardır. Bacon ’ın gözünde, onlar insanlığı adaya, Yeni Atlantis’e taşıyacak gemiyi temsil eder.
İngiliz emperyalizminin savunuculuğunu yaparken, onu yaratan yeni insan tipini yücelten Bacon, Yeni Atlantis’in de İngiliz başarısı olduğunu, yani ütopyasını hayatına geçirebilecek olanların da İngilizler olacağını ima eder. Bacon’ın ütopyası Pasifik Okyanusu’ndaki, onun “vaat edilmiş” veya “kutsal topraklar” diye anlattığı veya “mutlu bir dünya” diye tasvir ettiği bir adada geçer; onun bir yeryüzü “teknoloji” cennetinin öyküsünü anlattığı, dünyanın gelecekteki düzenini teknoloji üzerinden resmettiği adayı yaratan en büyük itici güç, teknolojik ilerlemeye beslenen sonsuz inançtır. Teknolojik ilerlemeye duyulan inanç, Bacon’ın teknik açıdan kendileri için gerekli yöntemi tedarik etmiş olduğu sınırsız sayıda icada yol açacaktır. Bu yüzden politik olarak ihtiyaç duyulan şeyin, Baconcu fikirlerin, sadece deney yapmaya hazır olmakla kalmayıp, elde ettikleri bilimsel sonuçların politik faydasına inanan “yeni model bir ordusu” olduğu açıktı. Bu, gerçekten de bir devlet adamları ordusundan ziyade, bir mucitler ordusuydu.
İşte bu yüzdendir ki Bacon’ın ütopyasında filozoflarla filozof olmayanlar arasındaki klasik ayrım, yerini filozof ya da bilgelerle, uzmanlar ve halk arasındaki üçlü bir ayrıma bırakır. İnsanlığın hayatını baştan aşağı değiştirmesi, insanlara güç ve zenginlik getirmesi çok kuvvetle muhtemel icatlara götürecek bir zihniyet dönüşümünü amaçlayan böyle bir öğretinin, ortak deneyimleri ve kolektif araştırma alışkanlıkları nedeniyle halka her yönden katkı yapacak çok sayıda uzman ya da teknisyene ihtiyaç duyduğu açıktı. Bu uzman ya da teknisyenlerin insan ya da evrenle ilgili hakikatleri bilmeleri gerekmez; onların Bacon’ın siyaset felsefesini kavramaları dahi gerekli değildir, sadece bilimsel anlamda icatlar yapmalarını mümkün kılacak yöntem bilgisine sahip olmaları yeterlidir.
Onların, bazı icatlar insan için yıkıcı olabildiğinden, hangi icatların insan hayatına gerçekten katkı sağlayacağını, onun mutluluğunu kuşkusuz artıracağını bilenlere, yani bilge ya da filozoflara tâbi olmaları gerekir. Gerçekten de yıkıcı icatların insanlar için hayırlı sonuçları olan icatlara baskın çıkmaması için birtakım tedbirler geliştiren Bacon’ın adasına çıkanlara, çok sayıdaki memurlar ve büyük ölçüde yasaklar tarafından şekillendirilmiş bir yasalar dağarcığı, yürütmenin neredeyse namevcut olduğu bir devletin her yerde hazır ve nazır olduğunu gösterir. Ada sakinlerinin faaliyetlerinin tamamı, uzmanlaşmış çok sayıdaki yetkili merciler tarafından çerçevelenip programlanmıştır.
Adanın en önemli kurumu, bilimsel araştırmaların yönlendirildiği, organize edilip gerçekleştirildiği bilim mekânı olarak Süleyman’ın Evi’dir. Söz konusu bilimsel araştırma ve icat merkezi, her şeyden önce doğaya egemen olmanın, sonra da insan hayatını sınırsızca geliştirmenin aracı olarak tasarlanan bir bilim dinamiğini sürdürmeye yönelik bir kurumdan ibaret gibi görünür. Süleyman Evi’ndeki bilge ya da pederlerden biri, rasyonel, kolektif ve anonim bir tarzda örgütlenen bilimin üretebildiği, uzun vade için tasarlanmış bütün şeylerin bir listesini gururla çıkartır. Bununla birlikte, bu liste açıktır ki bilimin maddi fayda ve getirilerinin sıradan bir listesi ve meşrulaştırılmasını fazlasıyla aşar. Buna göre, devlet (fiyat, tarım ve endüstri politikaları bağlamında) ekonomiyi düzenleyip koordine edici mekanizmaları hayata geçirebiliyorsa eğer, bunun gerçek nedeni, bilimsel faaliyet ve gelişmenin halkın ihtiyaçlarını karşılamak üzere, yeterli bir maddi üretim sağlamasıdır. Bilimsel bilgilerin yayılması konusunda, Süleyman’ın Evi’nin filozof veya pederleri tarafından uygulanan sıkı kontrol ve sansür, bilimsel gelişme ile teknisyenler, ama özellikle de halkın bilgisindeki gelişme arasında kesin bir ayrım sağlayarak, bilimdeki ilerlemenin yıkıcı bir şekilde kullanılmasını önler. Bacon ’ın bakış açısından, Ada’da bilimin merkezi yeri, ne özel bir politik rejime, ne de sosyal açıdan bir karşı modele yol açar. Tam tersine hem bilim ve hem de maddi gelişme açısından söz konusu olan çizgisel evrim, istikrarlı bir toplumsal düzen temin eder.
Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci