Kimdir

Francis Bacon kimdir? Hayatı ve eserleri

Francis Bacon kimdir? Hayatı ve eserleri: Bacon, modern  düşüncenin, Descartes’la  birlikte,  en  önemli  temsilcisi,  hatta  kurucusudur. Onun modern  felsefenin  ilk  büyük  filozofu,  çağının  düşünüşünün  bütün  özelliklerini  taşıyan,  modernlik ruhunu  en  iyi  karakterize  eden,  hatta bir  anlamda  öncülüğünü  yapan  bir  filozof  olduğu  kabul  edilir. Bacon bilimcidir, yani en genel anlamıyla rasyonalisttir. Aslında bilimciliği açık seçik bir biçimde  ilk savunan, onun  çığırtkanlığını  yapan  ilk büyük  filozof  olarak Bacon,  doğayı doğrulukla bilmenin  tek güvenli yolunun bilim olduğunu, bilimsel yöntemin insana doğayı denetleyeceği bilgiyi sağlayacağını ileri sürmekteydi.

17. yüzyılın en özgün ve en derin entelektüel reformcusu olarak Bacon, bilim ve felsefede, yepyeni bir  sayfa  açmanın  gereğine  vurgu  yapanların  başında  geliyordu.  O,  geleneği,  geleneksel  bilgeliği deneyi  unutup,  otoriteye  gereksizce  iman  ettiği  için  eleştirirken,  bir  yandan  da  ilerlemeciliğin; uygulamalı  bilimsel  bilgi  alanında  hızlı  bir  biçimde  biriken  deneysel  bilgi  ve  tarihsel  ilerleme anlamında modern  teknolojik  ilerleme  düşüncesinin  en  büyük  temsilcisiydi. Buna  göre,  bilgiyi  güce eşitleyen; bilginin yeni  teknik  icatlar ve mekanik keşifler şeklinde cisimleştiği zaman,  tarihin motoru veya itici gücü haline geldiğini savunan Bacon, üstelik bunu İngiliz ve Avrupalı entelektüellerin geçmiş zamanların edebi ve felsefi başarılarını övdüğü, Yunan ve Roma edebiyatlarını ve kültürünü yücelttiği bir çağda yapmıştı. Tarihin Aristoteles gibi  filozofların öne sürdüğü şekliyle döngüsel veya Spengler benzeri kültürel pesimistlerin savunduğu üzere geriye doğru değil, fakat öne veya yukarı doğru gitmek anlamında  ilerleyici olduğunu savunmaktaydı. Bu, onda seküler bir  inanç haline gelmişti; nitekim söz konusu  ilerleme  inancını,  ilk  eserlerinde  geçici  bir  hipotez  olarak  öne  süren Bacon,  aydınlanmış  ve daha iyi bir dünyanın Avrupa Uygarlığı’nın kaderi olduğuna hükmetmişti.

(a) Bilimler Sınıflaması

Francis  Bacon ’ın  (1561-1626)  bütün  eserleri,  ama  özellikle  de  üç  temel  eseri  bilimciliğini, reformculuğunu ve ilerlemeciliğini tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. The Advancement of Learning [İlahi ve Beşeri Bilginin  İlerlemesi] bilgideki, Novum Organum bilimsel  yöntem ve metodolojideki, Nova Atlantis [Yeni Atlantis] ise toplum ve politik alandaki reform teşebbüsünü ifade eder. Sözgelimi İlahi  ve Beşeri Bilginin  İlerlemesi  adlı  eserinde, Avrupa  uygarlığının  entelektüel  açıdan  bir  çıkmaz sokak veya kriz içine girdiğini; bu krizden çıkılabilmesi veya ileriye doğru yol alınabilmesi için ortadan kaldırılması gereken birtakım engeller bulunduğunu öne sürer ve dolayısıyla geleneğe karşı savaş açar.

İlahi ve Beşeri Bilginin İlerlemesi, Bacon ’ın geleceği belirli bir teknik ilerleme anlayışına uygun olarak bilim aracılığıyla inşa etme projesi doğrultusunda önemli bir dönüm noktası oluşturmasına rağmen, bu yönde  en  önemli  yeri  ünlü  Novum  Organum  tutar.  Gerçekten  de  bilimlerin  evriminde,  deneysel yöntemin  kuruluşunda  büyük  rol  oynamış  eserde  Bacon,  Aristoteles’in  Organon  adlı  eserine  karşı, bilimlerin ilerlemesini sağlayacak yeni bir mantık, daha doğrusu yeni bir metodoloji önerir.

Bacon tasarladığı doğrultuda yol alabilmek, projesini hayata geçirebilmek için önce seküler veya modern  bir  tutumla  çeşitli  disiplinlerin,  sözgelimi  bilim,  felsefe  ve  teolojinin  birbirleri  karşısındaki durumunu, onları birbirlerinden ayıran sınırları ve nihayet bilimlere  ilişkin sınıflamasını ortaya koyar. Onun söz konusu sınıflamasında, bilginin farklı dalları veya çeşitli bilimler insan zihninin farklı meleke ya da yetilerini temsil eder veya yansıtır; buna göre, tarih belleğe, şiir ya da edebiyat hayal gücü ya da imgeleme,  felsefe de akla karşılık gelir. Başka bir deyişle, sınıflaması, biraz da geleneksel bir  tarzda, rasyonel ruhu üç ayrı yeti ya da kısma bölme yaklaşımına dayanan

Bacon, felsefeyi de üçe ayırır:

(1) Tanrıyı  konu  alan  teoloji,

(2)  doğayı  konu  alan  doğa  felsefesi  ve

(3)  insanı  konu  alan  felsefe.

Teolojiden, vahye değil de salt akla dayanan doğal teolojiyi anlayan Bacon ’a göre, akıl burada Tanrının varoluşunu ve doğasını yaratılmış şeylere bakarak ele alır.

Doğa felsefesini ise ikiye ayırır: Fizik ve metafizik. Bu iki bilimin konu alanını, Aristoteles’in dört neden kuramı yoluyla açıklar. Buna göre, fizik maddi ve fail nedenleri, metafizik ise formel ve ereksel nedenleri konu alır. Metafizik, fizikten daha genel ve soyut olup, bir doğa tarihi temeline dayanan fizik üzerinde  yükselir.  Başka  bir  deyişle  veya  Novum  Organum’da  benimsenen  bakış  açısıyla  ifade edildiğinde,  fizik görece  sınırlı bir  nedensellik  alanı  içinde, özgül madde  türlerini  veya  cisimleri  ele alıp,  tikel fenomenlerin nedenlerini araştırırken, metafizik genel formları, yani sabit yasaları, temel ve ezeli-ebedi yasaları kendisine konu alır. İmaj ya da model, tepeye doğru yükseldikçe soyutlaşan, hatta belki de en  tepeye varıldığında insani bilginin sınırlarını aşan bir bilgi düzeyine, doğa yasalarının (en genel  ilkelerin)  bilgisine  ulaşılan  bir  piramit  modeldir.  Ya  da  17.  yüzyılın  sıklıkla  kullanılan  ağaç modeline göre,  insan felsefesiyle birlikte doğal  teoloji ağacın dallarını oluşturur. Metafizikten ayrı bir “ilk  felsefe”  tasarlayan  Bacon ’ın  bilgi  ağacının  gövdesinde,  “varlık”  ve  “yokluk”,  “mümkün”  ve “imkânsız” gibi genel kavramlarla ve “aynı şeye eşit olan şeyler birbirlerine eşittirler” benzeri en genel aksiyomlarla ilgili olan ilk felsefe bulunur.

Bacon ’ın  bilimlere  ilişkin  sınıflamasının  bir  diğer  yeniliği,  onun  teorik  disiplinlerle  pratik disiplinler  arasında  kurduğu  yakın  ilişkidir.  Teorik  disiplinlerle  (episteme)  pratik  sanatları  (tekhne) birbirinden  çok  kesin  çizgilerle  ayıran Aristotelesçi  anlayışın  tersine,  Bacon  doğa  felsefesinin  uzun yüzyıllar  boyunca  yeterince  gelişme  kaydedememesinin  nedenini  teoriyle  pratiğin  birbirinden kopartılmasında  görmekteydi. Uygulamalı  bilim  ya  da  sanatları  icra  edenler,  ona  göre,  herhangi  bir yöntemden en küçük bir yardım almaksızın, tamamen ampirik bir biçimde ilerlemekte; filozoflar veya üniversitedeki  hocalar  ise,  ağlarını  ören  örümcekler  gibi,  ampirik  araştırmaya  en  küçük  bir  değer vermeden teoriler inşa etmekteydiler. Gerçek bir ilerleme için teoriyle pratiğin kesinlikle birleştirilmesi gerektiğini  savunan  Bacon,  ilke  olarak  spekülatif  her  disiplinin  yanına  pratik  bir  sanat  getirmeye çalışmıştır.  Örneğin,  fiziğin  pratik  karşılığı  mekaniktir.  Bu,  matematik  için  de  geçerlidir.  Çünkü matematikçiliği  ne  kadar  güçsüz  olursa  olsun,  Bacon ’da  doğa  felsefesini  tamamlayan  bilim, matematiktir. Ve matematik de ona göre, saf ve uygulamalı matematik olarak ikiye ayrılır. Bunlardan saf matematiğin kapsamı  içine,  sürekli  soyut  niceliği  konu  alan geometri  ve  konusu müstakil  somut nicelik olan aritmetik girmektedir. Uygulamalı matematik ise perspektif, müzik, astronomi, mimari gibi bilimlerden meydana gelir.

Felsefenin  üçüncü  ana  bölmesini  oluşturan  insan  felsefesini Bacon  philosophia  humanitas  ya  da antropoloji  ve  philosophia  civilis  ya  da  politika  felsefesi  olarak  ikiye  ayırır.  Bunlardan  antropoloji öncelikle  insan  vücudunu  ele  aldığı  için  tıbbı,  sonra  insan  ruhunu  konu  aldığı  için  de  psikoloji  ve mantığı  ihtiva  eder. Politika  felsefesi  ise,  iyi  insanla  iyi  toplumun kurucu unsurlarını  ele aldığından, kendi içinde etik ve politika olarak iki dala ayrılmaktadır.

(b) Program

Bilginin güç olduğunu söyleyen, hiçbir çıkara hizmet etmeyen hakikati bütünüyle bir kenara atıp, bilgiyi  sağlayacağı  sömürü  imkânları  için  isteyen;  bilginin özsel özelliğini,  doğruluk yerine,  faydada gören Bacon, bütün bir geçmişin bilgeliğini inkâr edip, bilimlerin, bütün bir insani bilginin yeni baştan inşasını  kendisinin  en  büyük  amacı  yapar. Bu  amacı  ortaya  koyarken  de  iki  önkabulde  bulunur:  (1) Şimdiye  kadar  bilgi  diye  geçmiş  olan  her  şey  mutlak  olarak  yanlış  olup,  salt  bir  hatadan  ibarettir (yoksa,  kendisinin  kalkıştığı  böyle  bir  yeniden  inşaya  hiç  gerek  olmazdı).  (2)  İnsan  zihni  ihtiyaç duyduğu doğru ve sağlam bilgiyi elde edebilme güç ve yeteneğine sahiptir (aksi takdirde, bu türden bir yeniden inşa hiç mümkün olmazdı).

Bacon,  şu  halde,  bilimlerin  yeniden  inşası  amacı  doğrultusunda,  sırasıyla  insan  zihninin  bilgiye ulaşacak güç ve yeterliliğe kendisine göre sahip gibi görünmemesinin nedenlerini ortaya koyar, sonra başta  Ortaçağ  bilimi  olmak  üzere,  mevcut  bilgi  anlayışlarını  kıyasıya  eleştirir  ve  en  nihayetinde, insanın istenen bilgiye ulaşmasını mümkün kılacak yöntemi formüle etmeye geçer. Zira ona göre, insan aklının, bir  konuyu araştırırken  yöntemsiz ve  plansız davranmaması gerekir. Yöntem,  insan  aklı  için gerekli olup, tıpkı elin bir iş yaparken bir alete ihtiyaç duyması gibi, aklın da yardımcı ve destekleyici bir alete  ihtiyacı vardır. Bu alet de yöntemdir.  İnsanın doğayı  anlayıp, ona hükmedeceğini, “bilginin güç olduğunu”,  doğa  yasalarını  ve  doğal  nedenleri bilmenin,  nesneleri  tanımamızı  ve doğa üzerinde egemenlik  kurmamızı  mümkün  kılacağını  söyleyen  Bacon ’a  göre,  doğaya  bakmadan  ve  deney yapmadan yalnızca sözcükler ve kavramlarla düşünmek, yöntemsiz ve plansız hareket etmek demektir.

Böyle  hareket  etmesine  izin  verilmemesi  durumunda  aklın  kendisinden  bekleneni  veremeyeceğini, onun  gücünün  boş  yere  yüceltilmiş  olacağını,  aklın  bize  sunduğu  asıl  yardımların  araştırılmadan kalacağını söyleyen Bacon ’a göre, doğayı gözlemeksizin yalnızca aklın gücüyle ortaya konan aldatıcı düşünceler, spekülasyonlar, teoriler bir çeşit delilikten başka bir şey değildirler. Bilim yapmak demek, doğayı tanımak ve onu kontrol altında tutmak demektir.

(c) Klasik Bilim Anlayışının Eleştirisi ve İdoller

Bacon,  geçmişin  bütün  otoritelerine,  klasik  bilgeliğin  düşünme  biçimleriyle  sözde  araştırma yöntemlerine,  Ortaçağ’ın  Antik  Yunan  mirası  üzerine  yükselen  bilgi  telakkisine  karşı  çıkar; Aristoteles’i, bütün bir klasik felsefeyi ve esas Skolastik düşünüşü eleştirir. Klasik  felsefe, bilgi adını almaya  layık  hiçbir  şey  üretememiştir.  Çünkü  Bacon ’a  göre,  ondaki  sözde  bilgeliğin  temelleri, yöntemleri  ve  dolayısıyla,  sonuçları  yanlıştır.  Platon,  Aristoteles  gibi  otoritelerin  bilgileri  kısır tartışmalardan, bilimleri de hoş masallardan daha fazla hiçbir şey olamadı.

Onun  eleştirisinin  esas  yöneldiği  kişi,  Ortaçağ  biliminin  de  temelinde  olduğuna  inandığı Aristoteles’tir. Boş bir kategoriler dünyası oluştururken, doğa  felsefesini mantık  aracılığıyla  çarpıtan Aristoteles,  tanımların ve  “varolan  şey”lerin  iç  gerçekliğine  bakmamış,  sadece önermelerdeki  üsluba bakmakla yetinmiştir. O, önce karar vermiş; sonra verdiği kararla bağdaştırmak için deney yapmıştır.

Bu  temele  yaslanan  Ortaçağ  biliminin  temel  yanlışı  ise,  gerçekliğin  bizatihi  kendisini,  şeylerin kendilerini  araştırmak  yerine,  yine  boş  konuşmak;  aceleyle  ve  basit  saymayla  oluşturulmuş  genel önermelerden tümdengelimsel sonuçlar çıkarmak olmuştur.

Geçmişin  bilim  anlayışını,  geleneği  bu  şekilde  sert  bir  biçimde  eleştiren  Bacon,  bu  noktada kalmayıp geleneğin  insan zihnindeki  ifadesi olan putları veya  idolleri yıkmanın kaçınılmaz olduğunu öne  sürer. Başka  bir  deyişle,  o,  insan  zihninin  bilgiye  erişmek  için  gerekli  güce  ve  yeteneğe  sahip olduğunu düşünür;  zaten  insan  zihniyle  ilgili  böyle  iyimser bir  tespitte bulunduğu  içindir ki bilimde reforma,  beşeri  bilginin  bütün  alanlarında  bir  yeniden  inşa  hareketine  kalkışır. Bununla  birlikte,  bu tespitinin  insan  zihninin mevcut  durumu  için  geçerli  olmadığını  belirtmeye  özel  bir  dikkat  gösterir. Yani, Bacon insan zihninin, kusursuz bir ayna görevi gören başlangıçtaki durumu ile onun önyargılarla, yanlış  fikirlerle,  geleneğin  geçersiz  kavramlarıyla  bozulmuş,  olanı  çarpıtan mevcut  hali  arasında  bir ayrım  yapar.  İşte bu yüzden,  zihnin doğa  yasalarının  doğru  bilgisine  erişebilmesi  için  temizlenmesi, putlardan arındırılması gerekmektedir.

Bacon, modern bilimi  inşa etme; bilime dayalı  teknik  ilerleme projesini hayata geçirme yolunda, işte bu noktada modern ampirisizmin (deneycilik) doğuşunda önemli bir teorik unsur olma işlevi gören meşhur  “idoller  öğretisi”ni  gündeme  getirir. O,  bu  bağlamda,  insan  zihninin  doğuşta  boş  bir  levha olmadığı gibi, dünyayı olduğu gibi  yansıtan  ideal bir ayna veya düzlem de olmadığını belirtir. Buna göre, insan zihni, özünün ayrılmaz bir parçası olan birtakım tahrifatlarla, her şeyi olduğu gibi değil de kısmen çarpıtarak yansıtan bulanık bir aynadır. Belli bir epistemolojinin ana hatlarını ortaya koymaktan ziyade, zihinde doğuştan beri var olan ve onun dış dünyadaki nesne ya da olayların nesnel bir resmine ya da  temsiline ulaşmasını engelleyen bu  idolleri gözler önüne sermeye çalışan Bacon, doğru bilgiye ulaşmak  için  zihnin  bu  tahrifat  kaynaklarından  kurtarılması  gerektiğini  öne  sürer.  İdoller,  onun gözünde,  şu  halde,  zihni  yoldan  çıkaran,  en  azından  onu  doğaya  ilişkin  olarak  tam  ve  sağlam  bir kavrayışa erişmekten alıkoyan karakteristik hatalar, doğal eğilim veya kusurlardır. Sözcüğü “imge” ya “suret”  anlamına  gelen  Grekçe  eidolon  sözcüğünden  türeten  Bacon ’da  idol,  dış  gerçekliğe  ilişkin bilgimizi bulanıklaştıran bir potansiyel yanılsama ya da çarpıtmayı ifade eder. Bunlar, tümden ortadan kaldırılamayacak  doğal  hataları  temsil  etmekle  birlikte,  onların  farkına  varma  ve  etkilerini  en  aza indirgeme zorunluluğu vardır.

Kabile İdolleri

Bacon, bu putları  dört  ayrı başlık altında  toplar. Birinci  kategoride yer  alan  idollere,  “soy  ya da kabile idolleri” adını verir; bunlar, insan doğasında varolan ve onu doğru yargılara erişmekten alıkoyan idollerdir.  Bacon,  bunları  insan  doğasının  sınırlama  ve  zayıflıklarından  kaynaklanan  putlar  olarak yorumlar;  onları  sağlam  deneysel  aletler  ve  sıkı  araştırma  yöntemleri  kullanma  zorunluluğuna  işaret edecek şekilde, sözgelimi duyu yanılsamalarıyla açıklar. Onları yine, insanın doğada olduğundan daha fazla  düzen  bulma  arzusuna;  tercih  ettiği  şeyin  doğru  olduğunu  kabul  etme,  hatta  kanıtlama  doğal eğilimine  veya  birtakım  sonuçlara,  sabırla  delil  toplamaya  devam  etmeden,  aceleyle  varma  doğal telaşına gönderme yaparak açıklamak ister.

Mağara İdolleri

Bacon insan soyuna ortak olan idollerden sonra, her bir bireye özgü olan putlara yer verir. Bunlar, bu  kez  Platon’un  Mağara  Meseli’nden  esinlenen  Bacon ‘a  göre,  bireyden  bireye  değişen,  bireyin çoğunlukla eğitimden kaynaklanan kişisel özelliklerinin sonucu olan kalıp ya da önyargılardır. Başka bir deyişle, onlar doğrudan doğruya insan doğasından kaynaklanmayıp, kültürün eseri olan, bu yüzden bireylerin farklı ailevi  temellerinden, çocukluk deneyimlerinden, eğitimlerinden, cinsiyetlerinden, dini veya sınıfsal aidiyetlerinden kaynaklanan inançları veya önyargıları yansıtırlar. Buna göre, bazı zihinler zor  kurulabilecek  benzerlikleri  ortaya  çıkarmak,  diğer  bazıları  ise  ince  ayrımlar  yapabilmek bakımından  daha  iyi durumdadır. Bazı kafalar  yeniliğe  daha duyarlıdır,  ama  hemen  tüm  bireyler  iyi bildikleri  disiplinlerden  etkilenir.  İnsanların  öğrendiklerini  kendi  eğilimlerine  veya  benimsedikleri teorilere  göre  yorumlamalarına  yol  açan Mağara  idollerini  açıklarken,  Bacon  nitekim,  (1)  belli  bir disiplin ya da teoriye karşı beslenen özel bağlılığa, (2) özel seçilmiş birtakım otoritelere biçilen yüksek değere ve (3) kişinin fenomenleri kendi eğitim alanının dar kalıp ya da terimleriyle sınırlandırma veya anlamlandırma eğilimine vurgu yapmaya özen gösterir.

Çarşı Pazar İdolleri

Üçüncü yanlış  fikirler, hatalar veya önyargılar öbeği,  sözcüklerin  insan  zihni üzerindeki olumsuz etkilerine işaret eden, insanların sözcükleri şeyleştirmelerine yol açan “çarşı pazar idolleri”dir. İdollerin gerisindeki mantığa göre, insanlar birbirleriyle sözcükler ve dil aracılığıyla ilişki, iletişim kurarlar. İşte bu  mantık,  gündelik  dile  özgü  mantığı  ifade  eder.  Gündelik  dilin  kategorilerine,  eğitimsiz  insanın sıradan düşünce alışkanlıklarına en küçük bir saygı beslemeyen Bacon, şu halde gündelik hayatla ilgili amaçlar  için  geliştirilmiş  olan  sözcüklerin  doğa  felsefesi  için  tatmin  edici  bir  vokabüler  meydana getiremeyeceğini öne  sürer. Bu güçlüğü  tanımlar yoluyla gidermeye kalkışma da hiçbir  işe yaramaz, çünkü  böyle  bir  gayret  içinde,  sözcükler,  aynı  kusurları  taşıyan  başka  sözcükler  aracılığıyla tanımlanırlar. Bütün sözcüklerde ortak olan bu kusurları, Bacon sözcüklerin yol açtığı iki büyük tehlike olduğunu  söyleyerek,  şu  şekilde  ifade  eder:  Sözcükler,  her  şeyden  önce  muğlak  ya  da  belirsiz anlamlıdır ve şeyleştirilmeye, şeylermiş gibi değerlendirilmeye uygun bir yapıdadırlar.

Gerçekten de Bacon “şey”leri tanımlayan sözcüklerin doğaya karşıt olup, sözcüklerden ibaret olan tanımların da doğal maddi nesneleri anlamaya yetmediğini savunur. Çünkü, ona göre, gerçek nesneler kötü  tanımlanmış,  “şey”lerden  aceleci  ve  düzensiz  bir  şekilde  soyutlanmışlardır.  Yine  Bacon, sözcüklerde farklı çarpıtma ve hata dereceleri olduğunu söyler. En az hatalı sınıf, çeşitli madde ya da tözlerin adları olanlardır. Bunun gibi az soyut olanlar daha az hatalı, çok soyut olanlar ise daha hatalı tanımlanmışlardır. En yanlış sınıf  ise, duyularımızın doğrudan doğruya algıladığı nesneler hariç, ağır, hafif, seyrek gibi nitelikleri gösterenlerdir.

Bacon, işte böyle bir zemin üzerinde, iki insanın aynı sözcüğü farklı bir anlamla kullanabileceğini ve  birbirleriyle,  bunun  hiç  farkında  olmadan  konuşabileceğini  söyler.  Onlar  böyle  bir  durumda, gerçekte  tam  bir  uyuşmazlık  içindeyken,  uyuştuklarını;  uyuşma  içindeyken  de  anlaşmazlığa düştüklerini  sanabilirler. Bu  ise  gerçek bir  kaosu  ifade  eder,  insanların  sonuçsuz  ve  kısır  tartışmalar içinde  olduklarını  gösterir.  Aynı  şekilde,  insanlar  gerçek  hiçbir  şeye  tekabül  etmeyen,  olsa  olsa birtakım kurguları adlandıran sözcükleri, sanki onlar gerçek şeylerin isimleriymiş gibi görebilirler. Bu da bir kez daha sonuçsuz tartışmaya, boş lafazanlığa yol açar.

Tiyatro İdolleri

Bacon ’a  göre,  sonuncu  idol  türü,  geçmişin  felsefe  sistemlerinin  çok  çeşitli  dogmalarının  insan zihninde  yarattığı  çarpıtmaları,  salt  düşsel  bir  sahne  oyunundan  başka  hiçbir  şey  olmayan  eski sistemlerin insan düşüncesine yaptığı olumsuz etkiyi  ifade eden “tiyatro idolleri”dir. Tiyatro metaforu her  ne  kadar,  sözgelimi  dram  örneğinde olduğu  üzere,  hakikatin  kaynağında  insan olan  bir  taklidini akla getirse de Bacon burada geçmişin büyük şema veya  felsefi sistemlerinin sonucu olan önyargıları anlatmak  ister.  Buna  göre,  tiyatro  idolleri  geçmişin  boş  sistemlerinin,  insanın  kendi  yaratısı  olan gerçekdışı  dünyaları  sahneye  koyan  birer  oyundan  başka  hiçbir  şey  olmayan  felsefe  sistemlerinin yarattığı olumsuz etki ve önyargıları tanımlar. Bacon ’ın yanlış felsefeler veya sistemler diye nitelediği bu  sistemler  elbette  çok  sayıda  olmak  durumundadır. Buna  rağmen,  Bacon  onları  üç  başlık  altında toplar:  (i)  Bunlardan  birincisi,  kurucusunun,  diyalektiğiyle  doğa  felsefesini  mahvetmiş  Aristoteles olduğu  sofistik  felsefedir. Rastlantısal  olarak  gözlemlenmiş  az  sayıda  örnek  ya  da  duruma  dayanan veya  sağlam deneysel verilerden yoksun olan söz konusu sofistik  felsefe,  temelde  soyut argüman ve spekülasyondan yola çıkılarak inşa edilmiş felsefe sistemlerini ifade eder. İkinci  sırada  ise,  (ii)  ampirik okul  yer  alır. Son  çözümlemede,  doğruluğu  sorgulanmamış  tek  bir kavrayışa  veya  oldukça  dar  bir  deneysel  araştırma  programına  dayanan  ampirik  okulun  en  büyük sıkıntısı, onun söz konusu kuşkulu kavrayışını bütün bir fenomenler alanını açıklayacak genel bir ilke haline getirmesinden oluşur. (iii) Geçmişin yanlış sistemleri içinde üçüncü sırayı, Bacon ’ın hepsinden daha  tehlikeli  olduğunu  düşündüğü  batıl  itikatlara  dayalı  felsefe  alır.  Bacon,  Pythagoras  tarafından başlatılıp, Platon ve Platoncuların devam ettirdiği, Ortaçağ’da teolojik mülahazalarla güçlenmiş olan bu felsefeye  aynı  zamanda  inanç  felsefesi  adını  verirken,  onunla  doğa  felsefesine  dini  öğretilerin  dahil edilmesini anlatmak ister. Batıl inançların, her şey bir yana hatanın yüceltilmesine yardım ettiğini öne süren Bacon ’a göre, doğa felsefesi içinde, geçmişte hiçbir şey doğru olarak araştırılmayıp, belirsiz ve karanlık birtakım gözlemler yanlışlara ve kesin olmayan bilgilere neden olmuşsa eğer, bunun önemli bir nedeni, felsefeye bir şekilde sızan batıl inançlardır. O, işte bu çerçeve içinde, ayrıca geçmişte ilahi işlerle insani işlerin karıştırılmasını ve dolayısıyla, ilâhi hakikatlerin felsefi ve bilimsel doğrular, Kutsal Kitap’ın  sırlarının  doğanın  sırları  gibi  sunulmuş  olmasını  da  önemli  bir  hata  kaynağı  olarak değerlendirir.   (d) Tümevarım Yöntemi Bacon  idolleri,  tasımları  ve  geleneksel  felsefe  sistemlerini  çürüttükten;  zihni  putlardan, önyargılardan,  yanlış  fikirlerden,  boş  inançlardan  arındırdıktan,  onu  geçmişin  olumsuz  etkisinden kurtulmuş bir tabula rasa haline getirdikten; yani sisteminin negatif boyutunu ortaya koyduktan sonra, çok  kısa  bir  süre  içinde  Descartes’ın  da  yapacağı  gibi,  yeni  bir  yöntem  ortaya  koymaya,  insana doğabilimlerinde  ve  başkaca  araştırma  türlerinde  yol  gösterecek  doğru,  bilimsel  yöntemi  formüle etmeye, sisteminin pozitif yönünü inşa etmeye geçer.

Yeniçağ’ın  hemen  bütün  filozofları  gibi  yönteme  özel  bir  önem  veren,  hatta  insanın  bilgisiyle gücünün  birleştiğini,  nedenin  bilinmediği  yerde  istenen  sonuçları  ortaya  çıkarmanın  söz  konusu olamayacağını öne sürdüğü  için yönteme dönemin, belki Descartes  istisnasıyla, bütün  filozoflarından daha  çok önem veren Bacon, doğaya egemen olmak  için önce ona  itaat etmek gerektiğini öne sürer. Yönteme  verilen  önem  bakımından Descartes’la  aynı  düzeyde  olsalar  bile,  sıkı  bir  rasyonalist  olan, dolayısıyla modern bilimsel yöntemin rasyonel ve matematiksel boyutuna vurgu yapan ve bu yüzden yöntemi özde “aklın idaresi için kurallar”dan oluştuğu yerde, deneyci bir filozof olan Bacon ’ın yöntemi duyuları doğru sevk ve idare edecek, insanı şeylerin bizatihi kendilerine yöneltecek bir yöntem olmak durumundadır.

Bacon,  bilim  için  yöntemin  özsel  olduğunu;  yöntemsiz  olarak  yapılan  deneylerin  karanlıkta  el yordamıyla  yol  bulmaya  çalışmaktan  başka  bir  şey  olmadığını  öne  sürmekteydi. Yöntemin  gözleme düzen kazandırmak, doğaya doğru sorular sorabilmek için gerekli olduğunu savunan Bacon açısından, gözlem  temel  olsa  da  asla  yeterli  değildi.  Ona  göre,  duyuların  sağladığı  verilerin  bir  şekilde  ıslah edilmesi;  doğru  ve  sağlam  bilgiye  erişebilmek  için  duyulara  birtakım  deneysel  tekniklerle  yardım sağlanması  gerekir. O,  işte  bu  amaçla,  dört  adımlı  bir  yeni  bilimsel  yöntem  sundu. Yeni  yöntemle, Bacon ’ın da işaret etmeye özen gösterdiği üzere, şeylerin formlarını keşfetme amacı güdülür.

Buna göre, form onda ereksel nedeni tanımlamaz; form, verili doğayla yalnızca sabit bir birliktelik içinde olduğu gözlenen başka bir doğa anlamında bir neden de değildir. Soyut bir kavram, araştırılan fenomene dair salt bir matematiksel tasvir de olmayan form, bir fiziki özellik ya da doğadır, araştırılan fenomenin  gerçek  nedenidir,  bireylerin  kendisine  göre  davrandıkları  sabit  yasadır.  Gerçekten  de formlar  öğretisinde,  bir  şeye  gerçek  doğasını  kazandıran  şeyin  form  olduğu  şeklindeki  eski  öğretiyi canlandıran  Bacon,  formla  maddenin  basit  yapısal  bileşenlerini  anlatmak  istemekteydi.  Form verildiğinde doğa da kaçınılmaz bir tarzda ondan çıktığına göre, form bir doğayı meydana getiren yasa olmak durumundadır.

Formu bu şekilde  tanımlayan Bacon, dört  adımlı yeni  tümevarım  yöntemini  ısı  formuna uygular. Buna göre, yöntemin birinci adımında, ısı fenomeninin zuhur ettiği örnek durumların bir listesi yapılır. Bu,  onun  bütün  bireyselliği  ve  çeşitliliği  içinde  deneyim  dünyasına  yönelip,  tek  tekleri  ele  aldığı anlamına gelir. Bacon, bu açıdan bakıldığında, İngiliz geleneğine uygun düşen iyi bir nominalist olup, onun  gözünde  gerçekten  varolan  sadece  bireylerdir  ve böyle  bir deneyci  için  en  güvenilir  biliş  tarzı bireylere ilişkin doğrudan bir farkındalığa dayanan duyu-deneyidir. Bacon, nitekim “öz ve mevcudiyet listesi” (tabula essentiae et praesentiae) adını verdiği bu birinci evrede, bazı örnekleri aşağıda bulunan yirmi yedi farklı durum tespit eder.

Burası  sadece, Bacon ’ın şiddetle karşı  çıktığı basit  sayma  ile  tümevarımı meydana getirmektedir. Ona göre, araştırılan fenomenin (sözgelimi, ısının) ortaya çıktığı durumların veya olumlu örneklerin bir listesini yapmak ve buradan  ısının nedeninin varlığı bütün bu örneklerde açıkça gözlenen bir özellik olduğu  sonucuna  atlamak  kesinlikle  bir  hatadır. Bunu  hiçbir  şekilde  yeterli  bulmayan  ve  gerçek  bir tümevarım olamayacağını söyleyen Bacon, yönteminin ikinci adımında, olumlu örneklerin tek tek her birine yakın olan, fakat ısı fenomeninin ortaya çıkmadığı olumsuz örneklerin bir listesini verir.

Bacon ’ın  tabula graduum veya  tabula comparativa adını verdiği üçüncü adımda  ise,  incelenmekte olan  fenomenin ve  formu araştırılmakta olan doğanın değişen derecelerde mevcut olduğu durumların bir  listesi  yapılır.  Onun  tümevarım  yönteminin  dördüncü  adımı  ise,  ısı  formuna  sahip  olmayan örneklerden meydana gelen bir dışlayıcı tabloya tekabül etmektedir.

Özcesi,  Bacon’a  göre,  örnekleri  karşılaştırarak,  verili  doğa  (onun  uygulamasında  ısı)  mevcut olduğu zaman hep mevcut olup, o mevcut olmadığı zaman da hep namevcut olanı; söz konusu doğanın değişimine bağlı olarak değişeni keşfetmemiz gerekir. Bunun için de önce, söz konusu doğanın mevcut olduğu bir örnekte mevcut  olmayanı  veya  ilgili doğanın mevcut olmadığı  bir durumda mevcut  olanı veya söz konusu doğanın değişimlerine bağlı olarak değişmeyeni, verili doğanın  formu olmadığı  için dışta bırakmalıyız.  İşte bu, onun yönteminin en önemli adımını oluşturan rejectio ya da exclusio, yani dışta bırakma işlemidir. Olumlu bir sonuca, yani pozitif bir tümel önermeye erişinceye kadar süren bu işlem, ona göre, doğru bir tümevarımın temelini meydana getirir. Nitekim o, bütün bu karşılaştırma ve dışta  bırakma  işlemlerinden  sonra,  ısı  formuyla  ilgili  olarak,  ısının  bir  hareket  olduğu,  söz  konusu hareketin  (a)  çevreye  ve  yukarı  doğru,  (b)  eşbiçimlilikten  yoksun,  (c)  hızlı  bir  (d)  genleşme  (türsel ayrımlar) hareketi olduğu sonucuna varır.

(e) Etik Anlayışı

Bacon varlık görüşü veya en azından doğa  felsefesi  itibariyle materyalistti. Gerçekten var olanın madde  olduğunu  savunan Bacon,  ereksel nedenlere  dönük  bir araştırmanın doğa  felsefesinde yerinin olamayacağını  öne  sürdü.  Materyalizmi,  Antik  Yunan  materyalizmine,  özellikle  de  kendisinin entelektüel mirasçısı olduğunu söylediği Demokritos’un materyalizmine benziyordu.

Etiğinin  temelindeki  insan  anlayışı  da  büyük  ölçüde materyalist bir  insan  telakkisiydi;  insanların özde  arzulardan  meydana  geldiğini,  politik  toplumların  ve  devletlerin  kökeninde  işte  bu  arzuların bulunduğunu  öne  sürmüştü.  Bununla  birlikte,  insanın  bir  de  aklı  olduğunu,  bu  aklın  insanlığın cennetten  kovuluşunun  sonucu olan dünyevi problem ve  sıkıntıların yine  akıl yoluyla  aşılabileceğini iddia  etti;  başka  bir  deyişle,  aslında  cennetten  kovulmaya  veya  düşüşe  sebebiyet  veren  aklın  ya  da bilginin  yükseliş  ya  da  yeryüzü  cennetine  varışın yegâne  aracı olabileceğini  söyleyen Bacon ’a  göre, aklıyla doğaya tabi olup, ona nüfuz etme çabası veren insan ancak böylelikle doğaya egemen olabilirdi.

Kendisini bize Bacon’ın düşüncesinin zaman zaman negatif ve pozitif boyutlarıyla, bazen yerel ve evrensel  unsurlarıyla,  bazen  de bireyci ve  bütüncü yönleriyle  gösteren genel  bir  gerilim  ya da  ikilik haliyle,  aslında  onun  etik  görüşlerinde  de  karşılaşırız.  Buna  göre,  Bacon  etiğinde,  doğalcıdır,  yani doğrudan doğruya  insan doğasından yola  çıkar;  insanın doğaüstü bir  amacı olmadığını, var  olan  her şeyle  ilgili  olarak  en  iyi  rehberliğin  iştihada  bulunmak  durumunda  olduğunu  öne  süren  Bacon, doğallıkla hazcılığı benimsedi. Yani, ona göre, insan hayatının nihai hedefi, yeryüzü mutluluğu olmak durumundaydı;  insan mutluluğa öncelikle, bunun  için bir engel oluşturan batıl  inançlardan, korku ve tedirginliklerden  kurtulmak  suretiyle  erişebilirdi;  bunun  yolu  da  bilgi  yoluyla  aydınlanmadan geçiyordu.  İnsan,  mutluluğa  ikinci  olarak,  bilime  dayalı  bir  teknik  ilerlemenin  temin  ettiği  refah ortamında arzularını tatmin etmek suretiyle ulaşabilirdi.

Bununla birlikte, Bacon klasik hazcılığın apolitik sonuçlarını kabul etmeyen bir hazcıydı. Yani, o, belli bir noktadan itibaren doğalcı hazcılığının dar bireyciliğini, inşası kuşkulu olduğu kadar, çok da zor olan bir  toplumsal  etik  yoluyla  aşmaya  kalkıştı. Nitekim  onun  en büyük hedefi  olarak  öne  sürdüğü, insanlığın bilim ve felsefe yoluyla ıslahı ve ilerlemesi işte bu önemli noktadan itibaren bir yandan salt kâr ve maddi tatmin çalışmayı, diğer yandan da seçilmiş birtakım insan gruplarının güç ya da tahakküm uygulamasını  meşrulaştıran  dar  kapsamlı  yararcı  bir  bakış  açısı  yerine,  insanlık  için  daha  iyi  bir dünyanın  inşasına  vurgu  yapan,  normatif  açıdan  daha  tutarlı  bir  hümanizmin  noktainazarından temellendirilir. Başka  bir  deyişle,  evrenselci  perspektifin  belli  bir  noktadan  itibaren  çok  baskın  hale geldiği Bacon ‘cu  etikte,  bilim  ve  teknolojinin  özellikle  etik  anlamıyla  kapsamı,  genel  ya  da  evrensel amacın  varolan  bütün  sistemlerin  dönüşümü  olmasıyla  birlikte,  alet  ve  araçların  doğa  üzerinde egemenlik  tesis  etme  amacı  içinde  uygulanması  sınırlarını  aşar.  Başka  bir  deyişle,  onda  bilginin kazanılması  sadece  güç  uygulama  imkânıyla  sınırlanmaz  veya  örtüşmez.  Onda  bilimsel  bilgi, uygarlığın yayılımı, gelişmesi ve ilerlemesi için olmazsa olmaz bir koşul olup çıkarken; akıl ve erdem, bilgi  ve  hayırseverlik  ayrılmaz  hale  gelir.  Nitekim,  o  siyaset  felsefesinde  veya  Yeni  Atlantis  adlı eserinde,  bilimsel  araştırma  ve  erdemli  yaşama  amacına  uygun  olarak  dikkatlice  planlanıp  organize edilmiş bir ütopik toplum inşa etmeye koyulur.

(f) Toplum ve Siyaset Felsefesi

Toplumun  baştan  aşağı  ütopik  bir  tarzda  dönüştürülmesiyle  ilgili  düşünceleri  toplumun şekillenmesinde  kullanılacak  en  temel  iki  bilgi  formu  olarak  doğa  felsefesi  ve  teknolojiyle  ilgili programını bir şekilde varsaydığı için doğallıkla onda bilim ile toplum felsefesi arasında yakın bir ilişki vardır.  Sosyal  bir  teşebbüs  olarak  anladığı  bilimi  aynı  zamanda  toplumsal  yapıların  geliştirilmesi yönünde kolektif bir proje olarak değerlendiren Bacon, bir yandan da toplumdaki güçlü kolektif ruhun doğa felsefesini reformdan geçirmenin olmazsa olmaz koşulu olduğu inancındaydı. Nitekim hakikat ve bilgiyle insanın özgürlüğü ve egemenliği arasında açık bir ilişki kurmuştu; doğallıkla tasarlamış olduğu Hıristiyan  toplumu,  Kilise  babalarının  kötümserliğinin  çok  ötesinde  olup,  mutlak  bir  iyimserliğe dayanmaktaydı.

Onun  siyaset  felsefesi,  işte böyle  bir  toplum  felsefesine dayanmaktaydı. Burada, Bacon  fazladan Machiavelli ve Bruno’dan yoğun bir biçimde etkilenmişti. Bruno etkisinin, modern bilimin her ikisinin de sözünü ettiği sınırsız faydaları noktasında açığa çıktığı rahatlıkla söylenebilir. Machiavelli etkisine gelince,  Bacon  da  aynen Machiavelli  gibi,  siyaset  felsefesini  normatif  değil  de  ampirik  bir  disiplin olarak  düşünmekteydi.  Gerçekten  de  Bacon  Machiavelli’yle,  siyaset  felsefesinin  insanların  ne yapmaları  gerektiği  üzerinde  değil  de  ne  yaptıkları  üzerinde  uzmanlaşmak  durumunda  olduğu konusunda tam bir uyuşma  içinde oldu. Yani, o da Machiavelli gibi, politik alanın değerden bağımsız bir alan olarak inşasında önemli bir rol oynamıştı. Dahası, Bacon yine aynen Machiavelli gibi, realist bir tutum benimsemişti.

Başka bir deyişle, ütopyacı gelenek içinde yer almasına rağmen Bacon, en iyi politik düzenin ancak doğaya  egemen  olma  yolunda  önemli  birtakım  ilerlemeler  kaydedildikten  sonra  tasarlanıp  hayata geçirilebileceğini  düşündü. O,  insanların  sadece  bilgi  yolunda  böyle  bir  ilerleme  gerçekleştirildikten sonra,  kendi  gerçek  iyilerini  görebileceklerini,  neyi  istemelerinin  doğru  olduğunu  anlayacaklarını savundu.  Bu  yüzden  iki  ayrı  politika  felsefesi  tasarladı  veya  onun  politika  felsefesinin  birbirine eklemlenen  iki  yönü  oldu.  Bunlardan  birincisi,  onun  doğaya  egemen  olma  doğrultusunda  belli  bir ilerleme,  azımsanmayacak  derecede  bir  teknik  ilerleme  gerçekleştirilinceye  kadar  savunulmasının kaçınılmaz olduğunu düşündüğü geçici ama gerçekçi bir politika anlayışı ya da tasarımıydı. Bu felsefe, insanlara  ütopik  Atlantis  adasına  varıncaya  kadar  yol  göstermesi  düşünülen  ya  da  hizmet  etmesi amaçlanan  bir  ahlak  ve  politika  anlayışından  meydana  gelmekteydi.  İkincisi  ise,  Yeni  Atlantis’in politik  ve  toplumsal  düzenini meşrulaştırmaya  ve  ebedileştirmeye  dayanan  bir  politika  anlayışından oluşuyordu. Buna göre, yeni doğa anlayışının sonucu olan bilgi, kontrolü temin etmeye yönelik bilim anlayışıyla topluma yönelen Bacon, Yeni Atlantis adlı eserinde toplumu kontrol etmenin en iyi yolunu hayata geçirmeye çalışır. Gerçekten de o fizikçinin doğal alandaki çalışmasına ve amacına benzer bir biçimde,  insan eylemlerinin ve dolayısıyla  toplumların oluşumunu belirleyen temel nedenleri bulmak, modern  bilimin  barış  içinde  yaşayan  bir  toplumun  oluşmasında  oynayabileceği  rolü  göstermeye çalışmıştır. Bu açıdan bakıldığında, birincisinin geçici, yerel ve muhafazakâr olduğu yerde, ikincisinin kalıcı, evrensel ve ilerici bir anlayışı temsil ettiği söylenebilir.

İkisi  arasındaki  ilişki  gündeme  geldiğinde,  Bacon  sadece  bilimsel  devrimin  eşiğinde  olduğunu değil,  fakat  aynı  zamanda  kozmosun  insana  yabancı  karakterini  kavrayıp,  geliştirmiş  olduğu  yeni tümevarım  yöntemiyle  doğaya  egemen  olunabileceğini  de  iyi  bilmekteydi.  Bu  yüzden,  kendi ütopyasıyla ilgili olarak açık seçik bir vizyona sahip olmanın dışında, esas itibariyle insanları böyle bir ütopyaya,  ideal  bir  düzene  taşıyacak  devlet  ya  da  politik  toplulukla meşgul  oldu.  İçerideki  politik karışıklıklar  ile  dini  çatışmanın  bilime  ve  bilimin  gelişmesine  zarar  vereceğini  düşünen  Bacon, özgürlüğü  gelenekle  her  şeye  rağmen  bir  araya  getirme  mücadelesi  verdi.  Muhafazakâr  olduğunu söylediğimiz geçici politika anlayışıyla, üç temel kurumun bekasının savunuculuğunu yaptı: Taç, kilise ve imparatorluk. Bu  açıdan bakıldığında, onun öncelikle monarşinin  savunuculuğunu yaptığı  söylenebilir; monarşi onun  açısından, var olan bir  şey veya verili bir kurumdu; üstelik Bacon gibi  entelektüellere, politika yerine,  bilim  ve  felsefeyle  uğraşacak  zaman  temin  ediyordu  ve  I.  James  gibi  aydınlık  bir monarkın idaresi altında, bu entelektüeller özgürce yazabiliyorlardı. Kurum ve inanç sistemi açısından Kilise söz konusu  olduğunda  ise,  Bacon  Anglikanizme  bağlılığını  hep  sürdürdü.  Özellikle  15.  yüzyıldaki reformun  ardından  Roma  karşısında  bağımsızlık  kazanan  İngiliz  Kilisesi,  ibadet  ve  gelenekleri yönünden  reformdan  geçmiş,  fakat  öğretide  ve  pratikte  Katolik  kalan  bir  din  anlayışını  temsil etmekteydi.  Farklı,  hatta  özgün  unsurlarının  bütün  eklektisizmine  rağmen,  İngiltere’de  inanç bakımından  ihtiyaç  duyulan  birliği  sağlayan  Anglikanizm,  Hıristiyanlığın  iman,  ibadet  ve  yaşam tarzının ulusal bir  ifade  tarzı kazanmasını özendirirken, yargı  ve yönetim  yetkisi yönünden karşılıklı bağlılığa  dayanan  bir  birlik meydana  getirmekteydi. Devlet  otoritesine  saygı  duyan,  ama ona  boyun eğmeyen,  birey özgürlüğüne de  aynı ölçüde saygı  gösteren Anglikanizmin öğreti  açısından  temelleri elbette Kitab-ı Mukaddes’e dayanıyordu. Böyle olmakla birlikte, ruhban olsun olmasın herkese geniş bir yorum alanı bırakan, dolayısıyla öğretide ve  ibadette önemli ölçüde esneklik taşıyan Anglikanizm, Katolisizm ile Protestanlık arasında tam orta yola karşılık gelmekteydi.

Monarşizmi  ve Anglikanizmi  oldukça  dikkatli  ve  tedbirli  olan  Bacon ’ın,  geçici  ve muhafazakâr politika anlayışından ilerici ve evrenselci diye nitelenebilen ikinci politika felsefesine geçişi temin eden emperyalizmi, bununla birlikte alabildiğine cesurdur. Onun meşrulaştırmaya çalıştığı bu emperyalizm, hiç  kuşku  yok  ki  denizciliğe,  dolayısıyla  dünyanın  çeşitli  yerlerini  fethetmeye  dayalı  uluslararası siyaset  anlayışını  temsil  etmekteydi.  Böyle  bir  emperyalizmi  yaratan  da  dünyanın  dört  bir  yanını dolaşan, Londra’daki mağazalara İngiltere’de olmayan mal ve eşyaları taşıyan, emperyalizmi despotik bir güçten ziyade iktisadi kazanç yoluyla anlayan yeni bir insan sınıfıdır; kapitalizmin ruhunun gerçek temsilcileri  olan  tüccarlardır.  Bacon ’ın  gözünde,  onlar  insanlığı  adaya,  Yeni  Atlantis’e  taşıyacak gemiyi temsil eder.

İngiliz  emperyalizminin savunuculuğunu yaparken, onu yaratan yeni  insan  tipini yücelten Bacon, Yeni  Atlantis’in  de  İngiliz  başarısı  olduğunu,  yani  ütopyasını  hayatına  geçirebilecek  olanların  da İngilizler  olacağını  ima  eder. Bacon’ın  ütopyası  Pasifik Okyanusu’ndaki,  onun  “vaat  edilmiş”  veya “kutsal  topraklar”  diye  anlattığı  veya  “mutlu  bir  dünya”  diye  tasvir  ettiği  bir  adada  geçer;  onun  bir yeryüzü “teknoloji” cennetinin öyküsünü anlattığı, dünyanın gelecekteki düzenini  teknoloji üzerinden resmettiği adayı yaratan en büyük itici güç, teknolojik ilerlemeye beslenen sonsuz inançtır. Teknolojik ilerlemeye duyulan  inanç, Bacon’ın  teknik açıdan kendileri  için gerekli yöntemi  tedarik etmiş olduğu sınırsız sayıda icada yol açacaktır. Bu yüzden politik olarak ihtiyaç duyulan şeyin, Baconcu fikirlerin, sadece  deney  yapmaya  hazır  olmakla  kalmayıp,  elde  ettikleri  bilimsel  sonuçların  politik  faydasına inanan “yeni model bir ordusu” olduğu açıktı. Bu, gerçekten de bir devlet adamları ordusundan ziyade, bir mucitler ordusuydu.

İşte bu yüzdendir ki Bacon’ın ütopyasında filozoflarla filozof olmayanlar arasındaki klasik ayrım, yerini filozof ya da bilgelerle, uzmanlar ve halk arasındaki üçlü bir ayrıma bırakır. İnsanlığın hayatını baştan  aşağı  değiştirmesi,  insanlara  güç  ve  zenginlik  getirmesi  çok  kuvvetle  muhtemel  icatlara götürecek  bir  zihniyet  dönüşümünü  amaçlayan  böyle  bir  öğretinin,  ortak  deneyimleri  ve  kolektif araştırma alışkanlıkları nedeniyle halka her yönden katkı yapacak çok sayıda uzman ya da teknisyene ihtiyaç duyduğu açıktı. Bu uzman ya da  teknisyenlerin  insan ya da evrenle  ilgili hakikatleri bilmeleri gerekmez;  onların  Bacon’ın  siyaset  felsefesini  kavramaları  dahi  gerekli  değildir,  sadece  bilimsel anlamda icatlar yapmalarını mümkün kılacak yöntem bilgisine sahip olmaları yeterlidir.

Onların, bazı icatlar insan için yıkıcı olabildiğinden, hangi icatların insan hayatına gerçekten katkı sağlayacağını,  onun  mutluluğunu  kuşkusuz  artıracağını  bilenlere,  yani  bilge  ya  da  filozoflara  tâbi olmaları  gerekir.  Gerçekten  de  yıkıcı  icatların  insanlar  için  hayırlı  sonuçları  olan  icatlara  baskın çıkmaması  için  birtakım  tedbirler  geliştiren  Bacon’ın  adasına  çıkanlara,  çok  sayıdaki  memurlar  ve büyük  ölçüde  yasaklar  tarafından  şekillendirilmiş  bir  yasalar  dağarcığı,  yürütmenin  neredeyse namevcut  olduğu  bir  devletin  her  yerde  hazır  ve  nazır  olduğunu  gösterir.  Ada  sakinlerinin faaliyetlerinin  tamamı,  uzmanlaşmış  çok  sayıdaki  yetkili  merciler  tarafından  çerçevelenip programlanmıştır.

Adanın en önemli kurumu, bilimsel araştırmaların yönlendirildiği, organize edilip gerçekleştirildiği bilim mekânı olarak Süleyman’ın Evi’dir. Söz konusu bilimsel araştırma ve  icat merkezi, her şeyden önce doğaya egemen olmanın, sonra da  insan hayatını sınırsızca geliştirmenin aracı olarak  tasarlanan bir bilim dinamiğini sürdürmeye yönelik bir kurumdan ibaret gibi görünür. Süleyman Evi’ndeki bilge ya  da  pederlerden  biri,  rasyonel, kolektif  ve  anonim  bir  tarzda  örgütlenen bilimin  üretebildiği,  uzun vade  için  tasarlanmış  bütün  şeylerin  bir  listesini  gururla  çıkartır. Bununla birlikte, bu  liste  açıktır ki bilimin maddi fayda ve getirilerinin sıradan bir listesi ve meşrulaştırılmasını fazlasıyla aşar. Buna göre, devlet  (fiyat,  tarım  ve  endüstri  politikaları  bağlamında)  ekonomiyi  düzenleyip  koordine  edici mekanizmaları hayata geçirebiliyorsa eğer, bunun gerçek nedeni, bilimsel faaliyet ve gelişmenin halkın ihtiyaçlarını  karşılamak  üzere,  yeterli  bir  maddi  üretim  sağlamasıdır.  Bilimsel  bilgilerin  yayılması konusunda,  Süleyman’ın Evi’nin  filozof  veya  pederleri  tarafından  uygulanan  sıkı  kontrol  ve  sansür, bilimsel gelişme ile teknisyenler, ama özellikle de halkın bilgisindeki gelişme arasında kesin bir ayrım sağlayarak, bilimdeki ilerlemenin yıkıcı bir şekilde kullanılmasını önler. Bacon ’ın  bakış  açısından,  Ada’da  bilimin merkezi  yeri,  ne  özel  bir  politik  rejime,  ne  de  sosyal açıdan  bir  karşı modele  yol  açar.  Tam  tersine  hem  bilim  ve  hem  de maddi  gelişme  açısından  söz konusu olan çizgisel evrim, istikrarlı bir toplumsal düzen temin eder.

Kaynak: Felsefe Tarihi, Ahmet Cevizci

İlgili Makaleler