Tarih

Fil Olayı Nedir, Fil Vakası Tarihi, Hakkında Bilgi,

M.S.523 yılında, Yemen’de hüküm süren Himyerî devletinin halkını Hıristiyanlaştırmak için, Bizans’tan gelen papazları öldürten son Himyerî hükümdarı Zera’a’yı cezalandırmak üzere Habeşistan Necaşisi Admahatun, Eryad bin Adham kumandasında altmış bin kişilik bir orduyu Yemen’e gönderdi. M.S. 525 yılında son Himyerî hükümdarı olan Zera’a, bu orduya mağlup olup, Yemen, Habeşistan’ın istilâsına uğradı. Tarihte Fil vak’ası olarak adlandırılan olayın kahramanı Ebrehetü’l-Eşrem (Ebrehe bin Sabbahi Eşrem), işte bu ordunun kumandanlarından biri idi.

Ebrehe, bir süre sonra Yemen Valisi Eryad’ı öldürerek iktidarı ele alarak tüm Yemen’e hâkim oldu. Ebrehe, hac mevsiminde, Yemenlilerin Kabe’yi ziyaret için Mekke’ye gitmek üzere hazırlandıklarını görünce, onları bundan vazgeçirmek ve Hıristyanlaştırmak için San’a şehrinde Kuleys (veya Kilis veyahut da Aklis) adında beyaz, kırmızı, sarı ve siyah mermerlerden bir kilise yaptırdı. Altın ve gümüş eşyalarla süsletti, duvarlarına misk kokusu sürdürdü. Yemenlileri burayı ziyaret etmeye zorladı. Fakat Arablar, tüm zorlamalara rağmen kiliseye gitmediler. Hatta, Kinane kabilelerine mensup Arablardan biri, San’a’daki bu ünlü kiliseye giderek, boş iken içine pisledi. Bunu duyan Ebrehe, çok öfkelendi. Bu hareketin intikamını almak için büyük bir ordu hazırlayıp Kabe’yi yıkmak üzere Mekke’ye doğru hareket etti. Ordusunun önünde, kendisine uğurlu ilden Mahmud adında büyük bir fil ve onun arkasında da on iki fil yürüyordu.

Ebrehe ordusu, kuzeye ilerlerken kendisine karşı koymak isteyen bazı Arab kabilelerinden bir direniş ordusu toplandıysa da neticede mağlup olarak çöle çekildiler. Ebrehe de bundan başka hiçbir direnişle karşılaşmayıp ordusu ile Taif’e kadar gelip orada konakladı.

Taiflliler, kendi mabedlerinde Lât denilen putun bulunduğunu ve bunun kısmi bir itibarı olduğunu, asıl bütün Arabların itibarının Kabe’ye olduğunu beyan ederek kendilerini kurtarmak istediler. Ebrehe, bir miktar askerini Mekke’ye gönderdi. Bu küçük birlik, Mekkelilerin mal ve hayvanlarını yağma ederek Taif’e götürdü. Bu yağma esnasında Abdülmuttalib’in de iki yüz devesi gasbedilmişti.

Ebrehe’nin ordusunun Taif’e gelişi ve küçük bir birliğin Mekkelilerin mallarını yağmalaması, Mekke halkını büyük bir korkuya düşürdü. Hemen Abdülmuttalib’in etrafında toplandılar. Korku ve heyecanla Abdülmuttalib’e ne yapacaklarını soran Mekkelilere, Abdülmuttalib: “Siz, Ebrehe ile savaşamazsınız, şimdi size ondan kaçıp dağlara sığınmak düşer” cevabını verdi. Gerçekten Ebrehe’nin kendi mukaddes evlerini (Beytullah’ı)  yıkmak istemesi Mekke halkını çok kızdırmıştı. Amma, onlar Kabe’yi korumak veya kurtarmak için savaşmaktan âcizdiler. Bundan yüzden büyük bir üzüntü içinde dağlara çıktılar.

Bir süre sonra Ebrehe, ordusu ile Taif’ten hareket ederek  Mekke yakınlarındaki Mugammas adlı mahale geldi ve ordugâhını şehirden uzak bir yerde kurdu Mekke reisine bir elçi gönderdi. Ebrehe’nin elçisi amaçlarının Kabe’yi yıkmak olduğunu, Mekkelilerle savaşmak niyetinde olmadıklarını söyledi Abdülmuttalib, elçiye “Biz de savaşacak değiliz. Bu ev, Allah’ın evidir. Onu, Allah’ın Halili İbrahim inşa etmiştir. Onu ancak Allah himaye edebilir. Yoksa, bizim bu evi yıkmaya karşı duracak bir kuvvetimiz yoktur.”

Ebrehe, Abdülmuttalib’in cevabını aldıktan bir süre sonra Abdülmuttalib, Ebrehe’nin yanına gitti. Vakur ve itimad edilir bir zat olduğu için Ebrehe, kendisine saygılı davrandı. Ona, bir isteğinin olup olmadığını sordu. O da, yağma edilen iki yüz devesini istedi. Bu cevabı beklemeyen Ebrehe öfkelendi ve Abdülmuttalib’e: “Senin vakur bir adam olduğunu görerek sana hürmet etmiştim. Halbuki sözlerin seni gözümden düşürdü. Çünkü sen, baba ve ecdadının dininin yeri olan Kabe’yi ihmal ederek onun yıkılmasıyla hiç ilgilenmiyor ve yalnız kendi develerini düşünüyorsun” dedi. Bunun üzerine Abdülmuttalib cevaben Ebrehe’ye: “O develerin sahibi benim. O evin sahibi ise Allah’tır. Ve O, O’nu korur” dedi. Bu cevap üzerine Ebrehe, Abdülmuttalib’e develerini geri verdi. O da onları Mekke’ye getirerek Kabe’ye kurban etti.

Abdülmuttalib, Ebrehe’nin niyetini halka bildirdi. Ve Kabe’nin kapısının tokmağına yapışıp Allah’a dua ettikten sonra ailesiyle birlikte dağlara çekilip Ebrehe’nin Mekke’ye ne yapacağını seyretmeye başladı.

Ertesi gün Ebrehe, ordusunun başında Mekke şehrine girdi. Ve doğru Kabe’ye doğru ilerlemeye başladı. Ebrehe’nin daima askerinin önünde yürüttüğü ve böyle yapmakla da daima muzaffer olacağına inandığı büyük fil, Kabe’ye doğru başı çevrildiği zaman yürümeyip yere çöktü. Kaldırıp tekrar yürütmeye çalıştılarsa da yine yürümedi. Başını başka yana çevirdikleri zaman hemen yürüyordu. Fakat tekrar Kabe’ye çevrilince adım dahi atmayıp hemen yere çöküyordu. Herkes, filin bu durumunu hayret ve merakla izliyordu. Bu durum, Mekkeliler ve Ebrehe’nin askerleri tarafından da dikkatle izleniyordu Durum bu iken, tam o sırada, Allah tarafından Kur’an’da da Fil Suresinde geçtiği şekilde, deniz yönünden bölük bölük Ebabil kuşları gönderilmeye başlandı. Kuşlar o kadar çoktu ki, gökyüzü kuşlardan görünmüyordu. Her kuş, pençesi altında tuttuğu küçücük taşları Ebrehe’nin ordusu üzerine bırakmaya başladı. Birdenbire, gökteki kuşlar tarafından taş yağmuruna tutulan Ebrehe’nin askerleri arasında büyük bir şaşkınlık, panik ve korku belirdi. Bütün Kureyş halkı, çıktıkları dağlardan bu ânı büyük bir merak, korku ve heyacanla izliyorlardı. Ebrehe, hiç beklemediği böyle bir durum karşısında kalınca, ne yapacağını şaşırdı. Ordusunun büyük bir kısmı kırılmaya başladı. Bunun neticesinde kurtuluşu kaçmakta buldu ve 17 Muharrem 571 tarihinde yaralı bir vaziyette Yemen’e kaçan Ebrehe, bu olaydan kısa bir süre sonra Yemen’de öldü.

İşte bu olaya tarihte, Fil vak’ası adı verilir. Arablar böyle önemli olayların geçtiği yıllara, o olayların isimlerini vererek adlandırırlar ve hadiseleri, o yıllara göre hesap ederek söylerlerdi.

Fil vak’asının bu şekilde neticelenmesi, gerek Kureyş ve gerekse diğer Arablar üzerinde büyük etkiler meydana getirdi. Şöyle ki:

  • Kureyş kabilesinin Arablar arasındaki mevkii ve itibarları daha çok arttı.
  • Mekke’nin kutsal bir yer olduğu kanaati, tüm Arablarda nesiller boyu devam edecek şekilde güçlendi.
  • Arablar arasında Kureyşlilerin ilahi korumaya mazhar bir kabile olduğu ve onlara karşı işlenecek veya yapılacak kötü bir hareketlen dolayı gazaba uğranılacağı fikri yerleşti.
  • Kureyşliler de bu olaydan sonra büyük bir gurura kapılarak, kendilerini diğer Arablardan üstün görmeye başladılar. Bundan dolayı hac esnasında menfaat temin edecek birkaç prensip ileri sürerek diğer kabilelere kabul ettirdiler.